• Sonuç bulunamadı

2.2 Ahlak (Etik) Nedir?

2.2.2 Kierkegaard'ın Ahlakı (Etiği)

2.2.2.1 Kierkegaard'ın Ahlak Anlayışında Etiğin Askıya Alınması

Kierkegaard'ın "etiğin askıya alınması" sorusu diğer bir yönden Tanrı'ya karşı mutlak bir ödevin olup olmayacağını açıklaması ile ilgilidir. Ona göre Tanrı'ya karşı mutlak bir ödev varsa, etik ödev göreli hale gelir veya etik ödev mutlak ise o zaman Tanrı'ya karşı olan ödev göreli olmaktadır. Bu sebeple etiğin mutlak olması Tanrı'ya olan ödevi ortadan kaldırır. Tanrı'ya karşı olan mutlak ödev nasıl yüce bir edim oluyorsa, etik mutlak olunca etikten daha yüce bir edimin olması mümkün değildir (Taşdelen, 2000: 215). Kierkegaard'a göre mutlak ödev Tanrı'ya karşı olan ödevdir.

Bireyin yüce edimi Tanrı'ya olsa bile, etiğin toplumsal değeri anlamını yitirmemektedir. Birey için toplumsal etiğin bir anlamı hâlâ kendini devam ettirir böylelikle etik değişir ve farklı bir anlam kazanır.

Kierkegaard için İbrahim'in oğlunu kurban etmeye götürmesinin etik sınırları aşmamasının nedeni, İbrahim'in mutlak ödevinin Tanrı'ya karşı olmasıdır. Etik değerleri bir kenara bırakan İbrahim, mutlak ödeve balanmış evrensel etiği aşmıştır.

Bu mutlak ödev, İbrahim'i ahlaki açıdan katil olmaktan kurtarırken, evrenselin yani etik olanın neden askıya alındığını da ortaya koyar (Manav ve Gürdal, 2013: 108).

İbrahim'in gerçekleştirdiği bu eylemi, toplumsal ahlaka göre değerlendirmek her zaman yanlış olacaktır. Kierkegaard'a göre oğlunu kurban etme eyleminin toplumsal

ölçütler içinde büyük bir suç olarak görülmesi gerekmektedir fakat İbrahim bu eylemi imanı gereğince gerçekleştirdiği için evrensel sınırlar içinde değerlendirmesi ve evrensel kurallar doğrultusunda kötü bir eylem olduğunun söylenmesi yanlıştır.

Çünkü iman evrensel bir ölçütte değerlendirilmez. Kierkegaard'a göre İbrahim'in hikayesini etik açıdan değerlendirmek, bunları toplumsal kurallar doğrultusunda açıklamaya çalışmak, İbrahim'in imanını, acısını, içsel sıkıntılarını ve iman paradoksunu hiçe saymaktır.

Kierkegaard, evrensel dünya sınırları içerisinde etik-estetik dengesinden bahsetmiştir. Buna göre toplumsal ahlak kuralları bu dengeye göre şekillenir. Bireyin estetik kaygısı bulunduğundan dolayı, yaptığı veya yapacağı eylemlere bu kaygıya göre yapmaktadır. Kierkegaard'a göre bu estetik kaygıya sahip bireyler, her şeyi dışarıdan beklerler. Estetik-etik değerlendirmesinde Kierkegaard, estetik kaygı taşıyanları kendine ve çıkarını düşünen birey olarak görürken, etik değerler peşinde olan bireyinse, herhangi bir eylemde kendi kontrolü dışında çıkan bir engel çıktığı vakit, yinede cesaretini yitirmeyen biri olarak görür. Etiğe uygun yaşayan biri herhangi bir durumda başka bir bireyin, bir başka konuya hangi şekilde baktığını bilir ve yaptığı eylemlerde bunu göz önünde bulundurur. Kierkegaard'a göre bu durum ona daha fazla deneyim kazandırır ve kendisini yetiştirmesini sağlar. Ayrıca etiğe uyan birey için herkesin özgürce, gösterişli, güzel yaşamaya hakkı vardır. Hatta estetik kaygı içine düşmüş bireyin bile güzel yaşamı hak etiğini düşünür (Kierkegaard, 2013a: 92). Estetik olarak yaşayan bireyin yaşama amacı, ezeli ve sonsuz olmaya ulaşmaktır. Kierkegaard'a göre birey, ne kadar çok estetik kaygının peşine düşer ve bu şekilde yaşamaya devam eder ve bir de estetik kaygıyla oluşturduğu şeylerin en küçüğü bile yerine gelmezse birey yaşam amacını kaybeder (Kierkegaard, 2013a: 93).

Kierkegaard'ın yaptığı bu iki ayrımda etiğin önemi daha fazladır. Hatta bir sıralama yapacak olursak; iman sahibi birey, etik sahibi birey ve estetik değerin peşine düşmüş olan birey şeklinde sıralanabilir. Kierkegaard'a göre imana ulaşmak her bireyin ulaşacağı bir şey değildir ama bireyin oraya ulaşmaya çalışması bile Tanrı'nın bu inancı görmesini sağlayacaktır. Birey bu sebeple, estetik ve etik yaşam ayrımına gelirse, etiğe uygun yaşaması gerekmektedir. Etiği, estetiğe tercih

etmesinin nedeni ise etiğe uygun yaşayan birey başına hangi iş gelirse gelsin, hiç kimse yardıma koşmasa dahi, estetik olarak yaşayan birey gibi yaşama amacını kaybetmez, daima bir çıkış yolu bulur ve bu çıkış yolu da bireyin kendisidir.

Kierkegaard'a göre etik kişinin olduğu şey olmasıdır (Kierkegaard, 2013a:

93). Bu sebeple amaç bireyi bir başka bireye dönüştürmek değil, kendisini bulmasını sağlamaktır. Etiğin amacı etiğe uygun yaşayan bireyin, karakterine uymayan bir kişiye dönüşmesini sağlamak değildir. Etik sadece bireyin kendisi gibi yaşamasına yardımcı olur. Kierkegaard'ın amacı esasen bireyi estetikten koparmak değildir, estetik bir yaşayış içerisinde bireyin ayrıca etik değeri de keşfedebileceğini düşünmüştür. Burada bireyin estetikten vazgeçmesini değil, onu yani bireyi ahlak kurallarına uygun biri haline getirmeyi amaçlamaktır. Etik olarak yaşamak için bireyin kendisinin bilincine varmasının önemli olduğunu söyleyen Kierkegaard, yaşadığı dünyayı da anlamlandırması açısından hiçbir rastlantısal özelliğin bireyin gözünden kaçmayacağını dile getirmiştir. Kierkegaard'a göre "etik bu somutluluğu ortadan kaldırmak istemez, içinde kendi görevini görür; bu somut yapıdan ne inşa etmesi ve neyin inşa edilmesi gerektiğini görür." Bireyler "ahlak" kavramını zihinlerinde genellikle soyut bir kavram olarak tasarlarlar ve bu sebeple ahlak kurallarından bahsedildiğinde "uyulması gerekli" olduğu düşüncesiyle büyük bir korku yaşarlar. Kierkegaard'a göre etik, böyle düşünüldüğü için de kişisel var oluşlarını fark edilmesi açısından bireyler tarafından yabancı bir etken olarak görülür. Birey etiğe yabancı kaldığında ise kendini bu kurallara teslim etmekte zorlanır ve estetik kaygının ağına düşer. Sonuç olarak da birey, Tanrı'nın buyruğunu ve dinini anlamakta zorluk çeker. Örneğin; ölümden sonrasına dair farklı ve karışık fikirler besleyen bireyler, bu konu üzerinde, estetik kaygının oluşturduğu fikirler çerçevesinden bakarak değerlendirmede bulunurlar. Halbuki birey, ölüm korkusunun

"saçmalığını" anlaması, etik kuralları zihninde somutlaştırmasıyla mümkün olacaktır.

Kierkegaard'ın felsefesinde merkezde duran bir "var olma" sorunu bulunmaktadır. Kierkegaard için bireyin var olması bireyin kendisi olması ve benliğiyle belirli bir ilişki içinde olmasına bağlıdır. Kierkegaard'a göre bireyin, başka birileri veya belirli bir otorite tarafından nasıl bir birey olacağı ve kişiliğinin nasıl olacağı belirleniyorsa birey, sahicilikten yoksun biri olacaktır. Birey, özgür

seçimlerle kendi benliğini oluşturur ve benliğine göre yaşarsa sahici bir birey haline dönüşecektir (Cevizci, 2014: 342).