• Sonuç bulunamadı

İnsanlar yaşamları boyunca bazı gelişim görevlerini yerine getirirken kritik dönemlerden geçmektedir. Kişiliğin oluşumu ve temel bilgi becerilerin kazanılmasında önemli bir yer tutan okul öncesi dönem, insan yaşamının en kritik dönemlerindendir. Okul öncesi yıllar birçok yönden kişinin ileriki yaşlarının da belirleyicisidir (Arı, 2003).

Okul öncesi dönemde fiziksel, bilişsel, sosyal, duygusal ve dil gelişim alanlarında hızlı bir artış olmakta ve bu gelişimler bireyin tüm hayatına yansımaktadır. Bu gelişimlerin desteklenmesinde çevre önemli bir yere sahiptir. Dünyaya belli bir genetik yapıyla gelen çocuk olumlu çevre koşullarıyla birlikte potansiyelinin en üst seviyesine ulaşabilmektedir (Azkeskin & Güven, 2014).

Ebeveynler, çocuğun ilk yıllarından itibaren onların bakımlarını üstlenmeleri, ahlaki gelişimden akademik başarıya kadar birçok alanda çocuklarına rehberlik etmeleri,

çocuklarının sosyal gelişimlerinde hem anlık hem de kalıcı etkilere sahip olmaları bakımından çok önemli bir yere sahiptirler (Bornstein & Bornstein, 2007). Çocuk ilk sosyal yaşantıları ailede deneyimlemektedir. Yaşla birlikte çocukların belli davranış kalıpları geliştirmesinde ailenin yanında akranlarının da etkisi artmaya başlamaktadır. Okul öncesi eğitim kurumuna devam eden çocuklar akranlarıyla kuracakları ilişkiler bakımından diğer çocuklara göre daha iyi toplumsal uyum sağlayabileceklerdir (Başal, 2012).

Çocukluk dönemindeki olumsuz deneyimlerin yetişkinlik dönemindeki ruhsal bozukluklarla ilişkisi bilimsel çalışmalarda sıklıkla ele alınan bir konudur (McGrath ve

diğerleri, 2017; McLaughlin ve diğerleri, 2018). Dünya Sağlık Örgütü’nün çeşitli Sosyo-demografik özelliklere sahip ülkelerde yaşayan 51.945 katılımcı ile yaptığı bir araştırmada düzenli olmayan aile yaşantılarının ve çocukluk dönemindeki olumsuz deneyimlerin

yetişkinlikte ruhsal bozukluklarla ilişkili olduğu ve çocukluk çağı sıkıntılarının ülkedeki tüm ruhsal bozuklukların %29,8’ini oluşturduğu tespit edilmiştir (Kessler ve diğerleri, 2010).

Çocukluk dönemi yaşantılarının ileriki yaşlara etkilerini inceleyen birçok kuram bulunmaktadır (Bowlby, 1951; Ericson, 1950; Freud, 1949). Ronald P. Rohner (1975)’in ortaya koyduğu ebeveyn kabul-red kuramı (EKAR) çocuğun anne babası ile etkileşiminin duygusal, davranışsal gelişimi üzerindeki etkisini açıklamaktadır. Ebeveyn kabul-red kuramı anne ve babanın çocuğa karşı kabul-red durumlarını, bunların nedenlerini ve sonuçlarını incelemektedir. Ebeveyn kabulü, ebeveynin çocuğa karşı hissettiği sevgi, ilgi, şefkat, destek, ihtiyaçlarını karşılama gibi eylemleri ifade ederken, ebeveyn reddi, kabulün tam tersi olarak anne ve babanın (ya da bakıcının) çocuğundan sıcaklık, sevgi ve şefkati geri çekmesini ya da bunların olmayışını ifade eder. Ebeveyn reddi, çocukların ve yetişkinlerin davranışlarında ve psikolojik uyumlarında olumsuz etkilere yol açmaktadır (Rohner & Khalaque, 2002).

Ebeveyn kabul-reddi, depresyon, davranış bozuklukları, dışsallaştırma davranışları gibi bazı ruh sağlığı problemleriyle ilişkilidir. Bu bozukluklar ebeveyn kabulünden çok ebeveyn reddi ile ilişkilidir. Reddedilen çocukların davranış problemi gösterme olasılığı fazladır. Bu çocuklarda saldırganlık, hırsızlık, öfke nöbetleri, zarar verici davranışlar gibi davranış problemleri görülebilir (Rohner & Britner, 2002).

Erken çocukluk döneminde davranış problemlerinin saptanması erken müdahale için oldukça önemlidir (Bıçakçı, 2020). Okul öncesi dönemde saldırganlık, inatçılık, korku, yeme bozuklukları, uyku bozuklukları, çekingenlik gibi birçok davranış problemi ortaya

çıkabilmektedir (Aydoğmuş, 1999).

Duygusal ve davranışsal problemler, yaş, kültür, etnik normlar ile açıklanamayan ve çocuğun akademik ve sosyal hayatını, kişisel becerilerini etkileyen bozukluklardır. Duygusal ve davranışsal bozukluklar stresli durumlara karşı geliştirilebilir. Çocuktaki bir davranışın bozukluk olarak nitelendirilmesi için biri okulda olmak üzere en az iki farklı yerde

gözlemlenmesi gerekmektedir. Duygusal ve davranışsal bozukluklar birbirlerini tetikleyebilir ya da iki veya daha fazla bozukluk birlikte gözlemlenebilir (Forness & Knitzer, 1992).

Duygusal ve davranışsal problemler biyolojik ve psiko-sosyal nedenlerden ötürü ortaya çıkabilir. Aile içinde stresli durumların var olması, anne-baba ve çocuk ilişkisinin kalitesiz oluşu bu problemlere zemin hazırlayabilir. Olumlu bir aile kültürü, bilinçli anne ve baba yaklaşımları çocuğun sosyal-duygusal gelişiminde ve problem davranışların

önlenmesinde önemli bir yere sahiptir (Başal, 2012; Ergül, 2020; Kauffman & Landrum, 2013/2015). Çocukların sosyal ve duygusal gelişimlerini ailenin yanında akran ilişkileri de etkilemektedir. Olumlu akran ilişkileri, zorbalık ve saldırganlık gibi bazı sorun davranışları azaltırken olumsuz akran ilişkileri çocuktaki sorun davranışları arttırabilir (Schwartz, Dodge, Petit, & Bates, 2000).

Duygu düzenleme, duyguları anlamak ve tanımlamak, kontrol etmek ve duyguların düzenlenmesi için gerekli becerilerin kazanılması şeklinde tanımlanabilir (Eisenberg &

Valiente, 2004). Duygu düzenleme becerilerinin gelişimi bebeklikten itibaren başlamakta ve ebeveyn etkileşimi, artan bilişsel ve dil gelişimi ile birlikte erken çocukluk döneminde hızla artış göstermektedir (Cole, Martin & Dennis, 2004; Izard ve diğerleri, 2011). Üç-altı yaş arası duygu düzenleme açısından kritik bir dönemdir. Bu yıllarda çocuklar bir şeyin gerçekleşmesi için bekleyebilir, diğerlerinin duygularını anlayabilir, duygusal zorluklarla mücadele edebilir ve duygusal tepkileri yorumlayabilirler (Mills & McCarroll, 2012).

Kişinin duygularını düzenlemesi stresli durumlarla başa çıkabilmesine ve olumsuz duyguları azaltmasına yardımcı olmaktadır (Eisenberg & Sulik, 2012). Duygularını

düzenleyebilen çocuklar olumsuz durumlara karşı olumlu tepkilerde bulunabilir, çeşitli baş etme yöntemleriyle duygu yoğunluklarını azaltabilir, duygu ve düşüncelerini iyi hissetmek amaçlı koordine edebilirler (Hyson, 2004). Ayrıca bu çocuklar stresli durumlarda diğerlerine yardım edebilir ve olumlu sosyal davranışlar (prososyal davranış) gösterebilirler. Duygu düzenleme konusunda güçlük çeken çocuklar ise daha az prososyal davranış göstermektedir (Eisenberg ve diğerleri, 1996).

Duygu düzenleme becerilerinin gelişimindeki aksaklık beraberinde davranış problemlerini getirebilmektedir (Arı & Yaban, 2016). Zayıf duygu düzenleme becerilerine sahip olan çocuklar daha fazla saldırgan davranışlar göstermektedirler (Mullin & Hinshaw, 2007).

Duygu düzenlemenin gelişiminde genetik faktörlerin etkisinden de söz edilse de çocuğun duygularını anlayabilmesi, tanımlayabilmesi, duygularını ifade edebilmesi aile ile etkileşimleriyle, ailenin rol model oluşuyla yakından ilişkilidir (Thompson, 1994).

Türkiye’de ebeveyn-çocuk ilişkilerini ele alan çalışmalar yapılmış olsa da ebeveyn kabul-reddi bağlamında okul öncesi grubuyla gerçekleştirilen yeterli sayıda çalışmaya

rastlanmamıştır. Ebeveyn kabul ve reddinin etkileri bireyin tüm yaşamına yansıyabilmektedir.

Bireyin sağlıklı bir yaşam sürebilmesi için çocukluk döneminde edindiği beceriler, çevrenin olumlu etkisi oldukça önemlidir.

Literatür tarandığında duygusal ve davranışsal problemler, ebeveyn kabul-reddi ve duygu düzenleme arasındaki ilişkileri inceleyen çalışmalar çoğunlukla büyük yaş gruplarına yönelik yapılmıştır. Bu nedenle okul öncesi dönemde ebeveyn kabul-reddi, çocukların duygusal ve davranışsal problemleri ve duygu düzenleme becerileri arasındaki ilişkilerin ortaya konması faydalı olacaktır.

Bu çalışmada ebeveynlerin çocuklarına karşı kabul-red davranışları, çocukların duygu düzenleme becerileri ve duygusal ve davranışsal problemleri arasındaki ilişki araştırılacaktır.