• Sonuç bulunamadı

Pratiğin Öznelerinin Taksim Gezi Parkı Eylemlerine Bakışı

6. MEKAN TEMSİLİ ve TEMSİL MEKAN ÇATIŞMASI DÜZLEMİNDE

6.5 Yaşamın Ele Geçirilmesi ve Taksim Gezi Parkı Eylemleri

6.5.3 Pratiğin Öznelerinin Taksim Gezi Parkı Eylemlerine Bakışı

Çalışma kapsamında görüşmecilerin Taksim Meydanı/Gezi Parkı’na yönelik devlet müdahalesinin anlamına ilişkin ifadeleri mekan ve toplumsal alan arasındaki ilişkinin söze dökülmüş birer örneği olarak ele alınmalıdır. Görüşülen kişiler yaşam alanlarına

müdahaleye tepki gösterdiklerini dile getirmektedir. Kimileri için bu özgürlük alanlarını daraltan baskı politikaları, kimileri için modernist yaşam tarzının karşıtı olarak sunulan İslami / muhafazakar yaşam tarzı, kimileri için salt AKP’nin siyasal İslam savunusuna karşı bir duruş anlamına gelmektedir. Ancak burada önemli olan meydan ve parkın insanların “saldırı altında” hissetmelerine yol açan bütün bu imgelere sahip olmasıdır. AKM’si ile, heykeli ile, kürsü işlevinin temel parçası olan eylem tarihi ile bu böyledir ve bu alandaki bir müdahale, içki yasağı, kürtaj yasağı gibi yasaklarla birleştiğinde bir şekliyle savunma / sahip çıkma duygusunu harekete geçirmiştir. Mülakatlar sırasında genellikle görüşmecilerin, içki yasağı, üç çocuk, kürtaj yasağı gibi başlıkları sıraladıktan sonra, Taksim’de tüm eylemlerin yasaklanmasından söz ettikleri ancak birçoğunun Gezi Parkı ile başlayan süreçteki duygu durumlarını “nefessiz kalmak” olarak niteledikleri görülmüştür. Bu niteleme, kapanan kentsel mekanların toplumsal hayat ve bireyler üzerindeki etkisinin anlaşılır olması açısından özellikle önem taşımaktadır. Kanımca “nefessiz kalmak” nitelemesi, mekan üzerinden etkisi artan baskı karşısında toplumsal ruh halini ifade etmek için oldukça önemli bir nitelemedir. Mekanın ele geçirilmesi ve yeniden örgütlenmesi de tam olarak “sistemin nefesini kesme” ve “nefes alma halini kurumsallaştırma” çabası olarak yorumlanabilir. Yıllardır Beyoğlu’nun gerek ikamet anlamında, gerekse işletmeci sıfatıyla aktif kullanıcısı olan D’nin Taksim’de kapanan mekanları anlatırken tarif ettiği kontrol noktaları da nefessizlik nitelemesinin ve daha başka bir ifadeyle iktidarın gözünün bir özeti olarak kabul edilebilir.

Aynı şekilde yukarıda da değinildiği üzere, hafızanın önemi de bu görüşmelerde açığa çıkmıştır. Söz konusu olan sadece meydanın toplumsal olarak taşıdığı sembolik anlamı değildir. Zira Taksim Meydanı’nın özellikle 1 Mayıs 1977 üzerinden sahip olduğu o sembolik anlam, 3 yıl boyunca 1 Mayıslar’da insanların devletin şiddet aygıtı karşısında Meydan’a girmekte ısrarı ve izin verildikten sonra ise dünya genelinde Küba’dan sonra en kitlesel 1 Mayıs kutlamalarının düzenlenmesi gibi bir sonuçla kendini dışavurmuştur. Görüşmeler, sembolik anlamın yanı sıra, sembolik hafıza fragmanları olduğunu da ortaya komuştur. K’nın İnci Pastanesi, Emek Sineması ve Atatürk Kültür Merkezi üzerinden yaptığı anlatım bu noktada genel bir duygu durumunun özeti olarak ele alınabilir. Zira K kişisel tepkisini ifade ederken “bütün anılarının ele geçirilmek istenmesi” üzerinde durmuştur. Aynı şekilde L ise, Beyoğlu’nda daha önce kurduğu ilişkilerle güncel ilişkilerin karşılaştırmasını

yaparak, yabancılaşmaya yönelik tepkisini anlatmıştır. Bu anlamda kent merkezinin kolektif simgesel anlamı kadar, kolektif hafızanın yani anıların da Haziran 2013 açısından harekete geçirici bir etkisi olduğu açıktır.

Tez çalışması sırasında gerçekleştirilen görüşmelerin en şaşırtıcı yanı, görüşmecilerin Gezi Parkı’nın ele geçirilmesinden sonra oluşan mekan örgütlenmeleri konusundaki yorumları olmuştur. Aktif olarak kent mücadelesinin içerisinden gelenler de dahil bütün görüşmeciler, bu soruyu yanıtlarken öncelikle duraksamıştır. Görüşmelerin derinleşmesi sonucunda, mekan örgütlenmelerinin aslında tamamen kendiliğinden bir şekilde ortaya çıktığı ve soru karşısındaki duraksamanın da bu nedenden kaynaklandığı anlaşılmıştır. Tartışma ve görüşmelerin bütününden aslında Gezi Parkı’nda plansız bir planlama olduğu ve başlangıçta ele geçirilen mekana (çadır, revir, yemek) temel ihtiyaçların karşılanacağı çözümlemelerle yerleşme kaygısının ağır bastığı tespitine ulaşılmıştır. Ancak akabinde gelişen biçimler, tam olarak siyasal alanın mekan tasarrufları ile şekillendirdiği yaşam alanı kurgularına karşı üretilen direniş mekanları olarak kendiliğinden türemiştir. B bu ilişkiyi, barınma sorununun, açlığın, sınırların ortadan kaldırılması yönüyle ifade etmiştir. Bu anlatımdan mekanın ele alınış biçiminin sosyal politikaya dair sorunlar ile sıkı sıkıya bağlı olduğu çıkartılabilir. Ancak iki görüşmecinin kişisel yaşam deneyimlerini aktarırken verdiği örnek, mekanın “özgürleştirici” tarzda yeniden örgütlenmesinin yaşamı dönüştürücü etkisini iktisadi veya siyasi parametrelerden bağımsız ifade etmeleri açısından özel olarak önemlidir: Tıp doktoru olan A’nın mesleğini ilk defa gerçekten ifa ettiği, performans baskısı olmadan, güven içinde çalıştığını vurgulaması ile H’nin bir kadın olarak kendini güvende hissetmesi, toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden düzenlenmesinin ilk adımlarının atıldığına ilişkin gözlemi tipik birer örnek olarak ele alınabilir.

Neredeyse tüm görüşmecilerin mekanın yeniden örgütlenmesi kadar, mekana dair kurulan “yeni kuralların” başında sayılan “para geçmeme” durumuna atıf yapmaları da üzerinden atlanılmaması gereken bir noktadır. Para geçmemesine rağmen hırsızlık ya da belirgin suistimallerin yaşanmaması insanların toplumsal ilişkilerde neoliberalizmle birlikte belirgin olarak hissettikleri yabancılaşma ve güvensizlik hissinin onarılması sonucunu doğurmuştur. İnsanların hırsızlık yapmaması, biriktirmemesi, kendine saklamaması görüşmelerde önemli birer vurgu noktasıdır. Bu hali ile daha geniş ve farklı bir çalışma kapsamında alım gücünün ortadan

kalkması ve bu anlamda insanları bir mekandaki ilişkilerde eşitlemesinin, bugün günlük yaşamı önemli ölçüde şekillendiren “insan doğasına” dair kabullerin tartışılması için de önemli bir başlık olduğu ileri sürülebilir.

Gezi Parkı’ndaki mekansal çözümlemelerin ve daha genel ifadesi ile mekanın ele geçirilmesinin diğer bir önemli yanı ise; bugüne kadar baskın olan tüm mekan kurgularına karşıt bir görüntünün ortaya çıktığı gerçeğidir. Yıllarca toplulukların istemleri ya da arz-talep eğrileri üzerinden şekillenen mekan kurguları, bireysel-özel alan, korunaklı ve güvenlikli siteler, minimum iletişim gibi profillere göre şekillenirken Gezi Parkı’ndaki kurgular elbette direnişin özgün koşulları ile de birlikte tam ters yönden şekillenmiştir. Elbette geçici bir mekan örgütlenmesi üzerinden kitlelerin eğilimleri üzerine bir tartışma yapmak doğru olmayacaktır. Ancak tüm görüşmecilerin, ilgili mekansal düzenlemenin kendisinde bıraktığı hissi sadece özgürlük ve mutluluk kavramları ile açıklaması da üzerinden atlanamayacak bir veridir.

Çalışmanın sonuç aşamasında Gezi Parkı’ndaki mekansal örgütlenmenin bütün bu tartışmalardan daha önemli olduğu iddia edilebilecek yanının ise farklılıkları bir araya getiren yanı olduğu ileri sürülebilir. Basında genelde Halkın Demokrasi Partisi’nden bir genç erkekle, Türk bayrağı taşıyan bir genç kadının elele koşarken fotoğrafı yer almıştır. Ancak Gezi Parkı yaşam tarzı farklılığı, yaş farklılığı, cinsel tercih farklılığı, cinsiyet farklılığı gibi daha birçok farklılığı içermiştir. Görüşmecilerin tamamı, kendi önemsedikleri yanı öne çıkartarak bu birlikte olma haline dikkat çekmiştir. Şekil 6.41 ise bu önermeyle uyumlu fotoğrafların kolajından oluşmaktadır. Fotoğraflarda iktidarın tahakkümü karşısında geliştirilmiş yaratıcı direniş pratikleri rahatlıkla görülebilmektedir. Alt kültürel kimliklerin yansıması olan karşıtlıkların bir arada aynı mekanda, özgür ve mutlu bir biçimde yaşayabilmeleri, tam da mekanın bu karşıtlıkları kapsayacak bir biçimde örgütlenmesi ile ilişkilidir. Gezi eylemlerinden yansıyan şekildeki fotoğraflar, eylemler süresince ortaya çıkan özgürlüğün ve bir arada yaşam pratiğinin nasıl bir mutluluk ve sevgi ürettiğini göstermesi açısından önem taşımaktadır. Temsil mekan olarak onbeş gün süreyle işgal edilen Taksim Meydanı'nın ve Gezi Parkı'nın farklılıklarla bir arada yaşam pratiğini ortaya koyan örnekler olarak ele alınabilir. İşte bu nedenle Gezi Parkı tam da farklılıkların kentine giden yolda, küçük bir mekansal deneyim olarak ele alınabilir.

7. SONUÇ: YENİ BİR KENTSEL MEKANIN GÖSTERGESİ OLARAK