• Sonuç bulunamadı

Postmodernizme en çok katkıda bulunan alanlar arasında hiç çekinmeden edebiyatı gösterebiliriz:

Pozitif bilim boyutu da bulunsa bile postmodernizmin doğrudan ilgili olduğu alan sosyal bilimlerdir. Bunda, modernizmi kuran temel düşüncenin bilim ve özellikle de pozitif bilim merkezli oluşuna karşın postmodern hareketin ortaya çıkışında edebî metinlerin azımsanamayacak bir rolü olduğu su götürmez bir gerçektir. (Emre, 2006: 63)

Yine İsmet Emre’nin de dediği gibi, postmodernizm kendini en rahat biçimde, edebiyatta ifade eder: Hele roman, postmodernizm için biçilmiş kaftandır:

Postmodernizmin edebî boyutu elbette en az felsefî, sosyolojik ve kültürel endüstri boyutu kadar kendi geleneğini dönüştürücü bir nitelik değişimine uğramıştır. Ancak bu değişimden en fazla etkilenen edebî tür kuşkusuz, romandır. Bu, şiir, öykü, hatıra, günlük vs. edebî türlerin yoğunlukla hayatın sadece tek ve belli kısımlarını, türe özgü doğalarının verdiği üslup imkânıyla konu edinmelerine karşın romanın hayatı bütünüyle kuşatma ve kavramayı amaç edinen, üslup olarak da daha geniş davranabilen bir tür olmasıyla ilgilidir. (Emre, 2006: 84)

Roman, doğrudan insan zihniyle irtibat halinde olduğundan insan ve toplumu ilgilendiren her konu ona malzeme olduğu gibi, onu da malzeme yapar.

Postmodern metinlerde modernizmdeki gibi bilim ve insan merkezli bir anlayış yoktur. Hatta merkez bile yoktur; merkezsiz, karışık metinlerdir postmodern metinler. Düzensizlik (entropi) yasası romanı da etkisi altına almıştır artık:

Değinmeden konu dışı bıraktığım noktalardan biri, romanın nasıl olup da sanata yabancı öğeleri en fazla sayıda barındıran tür olduğunu göstermek. Romanın içine her şey sığar: Bilim, din, politika, toplumbilim, estetik yargılar – yeter ki hepsi sonradan kendi özlerinden uzaklaşıp romanın hacmi çerçevesine katılsınlar da, sonunda uygulayımsal bir güçleri kalmasın. Başka türlü söyleyecek olursak: Bir romanda istenildiği oranda toplumbilim katkısı bulunabilir; ama romanın kendisi sosyoloji olamaz. Kitabın kaldırabileceği yabancı öğelerin dozu sonuçta yazarın onları romanın kendi atmosferi içinde eritebilmekteki hünerine bağlıdır. (Gasset, 2012: 95-96)

Roman, postmodernizmden hem en çok etkilenen hem de onun bu etkilerini artırmasına en müsait bir alandır. Bunda postmodernizmin çoğulcu estetiğinin romanın çoğulcu kapasitesiyle; yani birçok türü bünyesinde barındırabilmesi özelliğiyle örtüşmesinin büyük payı vardır.

Postmodernizm teriminin tarih, felsefe, sosyoloji ve edebiyat gibi alanlarda ifadesini bulması ABD’de 1950’lere rastlar. 1960’lardan sonra da bunların dışına çıkarak tüm dar ve terimsel anlamlarından kurtulur:

Sonra bunlar 1960’larda edebiyatta, toplumsal düşüncede, ekonomide ve hatta dinde (“post- Hristiyanlık”) pıtrak gibi çoğaldılar. “Sonsallık”, yani yaratıcı bir çağdan sonra gelmenin olumsuz duygusu, ya da tam tersine, olumsuz bir ideolojiyi aşmanın olumlu duygusu aslen 1970’lerde, “Post- modernizm” tartışmasının da iki merkezi olan mimarî ve edebiyatta gelişti. (Bu akımlar, hem özerkliklerini hem de olumlu, yapıcı bir hareket olduklarını göstermek üzere, “post” önekinden sonra tire koyuyorlardı). “Yapıbozumcu postmodernizm”, Fransız yapısalcılarının (Lyotard, Derrida, Baudrillard) 1970’lerin sonunda Birleşik Devletler’de kabul görmesinden sonra ön plâna çıktı. Bugün akademik dünyanın yarısı, postmodernizmin olumsuz diyalektik ve yapı bozumundan ibaret olduğuna inanmaktadır. Ama 1980’lerde bir dizi yeni, yaratıcı hareket de ortaya çıktı. Bunlar kendilerine “yapıcı”, “ekolojik”, “temelli”, “yeniden kurucu” post-modernizm gibi adlar veriyorlar. (Appignanesi ve Garratt, Ty: 1)

Postmodernizm bir meşrulaşma aşamasından geçmiştir. Örneğin Octavio Paz, bu aşamada büyük eleştiriler yöneltmiştir postmodernizme; hatta modernizme bile.

Postmodernizm; modernitenin pratiklerinin modern teorinin düşlediği bir zeminden çıkarak kendine yabancılaştığı, kendini dönüştürüp yeni bir dönemi başlattığı sürece verilen addır. Bu yönüyle postmodernizm, artık postmodernite oluşumları, modernitenin devamı olmaktan çıkarak, ondan farklı bir anlayışa dönüşmüştür. Postmodernizm; 1960’ların sonlarında, özellikle Fransa’da yaygınlaşmaya başlayan; 1970’lerden itibaren de giderek A.B.D.’de ağırlık kazanan bir harekete verilen addır. (Emre, 2006: 34)

Ama o ısrarla yüzünü göstermeye devam eder. “Postmodern teriminin ilk kullanımı 1947’ye kadar geri gider. Terim, önceleri yalnızca mimari alanında geçerliydi. 1960’larda Hassan’ın çalışmalarıyla kapsamı genişledi.” (Akerson, 2010: 218) Bugün postmodernizm büyük

ölçüde kabul görmüş gibi görünse de onun modernizmin hayaletinden kurtulması çok zor. Emre’nin söylediklerinin bir benzerine Ali Akay’ın “Postmodernizmin ABC”si isimli eserinde de rastlıyoruz:

Her ne kadar Perry Anderson bu kavramı işlerken, Postmodernizmin kökenlerinin Jameson’un 1982 yılında Postmodernizm üzerine vermiş olduğu ilk konferansına bağlamış ve hatta Jameson’un 1971 yılında “Marksizm ve Form”da Lukacs’dan, Bloch’dan, Adorno’dan, Benjamin’den ve Sartre’dan derlenen yazılardan, derlemedeki sonsözüne bağlanmış olmaya kalksa ve de 1976’daki “Estetik ve Politika”da söz ettiği Amerikan üniversitelerinin edebiyat bölümlerinde ele alınan bir “Postmodernizm” kavramından bahsetmiş olsa da, Postmodernizm 1970’li yılların ikinci yarısında, tam bir tarih vermek gerekirse mimari içinden gelişen sanatsal bir akım olarak 1977 yılında Charles Jencks’in lanse ettiği bir hareket olarak tartışma alanında dolaşıma girmeye başladı. Ve zaten bunun önemini Perry Anderson da vurgulamakta: Jameson’un San Diego’daki üniversiteden 1970’lerin sonunda Yale Üniversitesi’ne gitmesi ve bu üniversitenin Mimarlık Bölümü’nün başında sanat ve mimarinin birleştirilmesinde ciddi bir rolü olan Paul Rudolphe’un mevcudiyeti, Jameson’un Postmodernizm ve mimari arasındaki geçişleri görmesi bakımından dikkat çekici bir şekilde ehemmiyetlidir. Venturi’nin postmodern mimarisini okuması ve Jameson ile aynı üniversitenin bünyesinde yer alması da önemli olmuştur. (Akay, 2010: 21)

Ancak atlanmaması gereken başka bir ayrıntı da şudur:

Asıl tartışma Lyotard’ın 1979 yılında La Condition Postmoderne kitabını yayımlanması sonrasında başlamıştı. Yukarıda gördüğümüz gibi Jameson’un Postmodernizm tartışmalarına girmesinde bile Lyotard’ın kitabının 1982 yılında İngilizceye çevrilmesinin rolü vardı. Jameson için de kültürel dönüşüm bu tarihe rastlamaktadır. (Akay, 2010: 23)

Postmodernizm, uygulayıcıları kadar ad koyucularına da çok şey borçludur. Akerson, Mary Klages’in postmodernizm üzerine bir çalışmasından şunları aktarır:

Postmodernizm terimi pek de kolay tanımlanabilecek, yalın bir terim değil. Postmodern dediğimiz fikirler kümesi, bilimsel çalışma alanlarına da henüz 1980’lerin ortalarında girdi. Kavram olarak tanımı zor, çünkü çok geniş bir kullanım yelpazesi var, pek çok alanda karşımıza çıkıyor: Sanat, mimari, müzik, sinema, edebiyat, toplumbilim, iletişim, moda ve teknoloji … Bu kavramı, tarihsel açıdan belli bir yere oturtmak da kolay değil, çünkü postmodernizmin tam ne zaman başladığı da yeterince açık değil. (Akerson, 2010: 218)

Onu ancak sahada daha doğru anlayabiliriz.