• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: TÜRKİYE’NİN DOKSANLI YILLARI

2.2. DOKSANLI YILLARIN MÜZİĞİ

2.2.1. Popüler Müzik ve Pop Müzik

Türkiye’de müzik denildiği zaman aklımıza Türk sanat müziği, Türk halk müziği ve pop müziği gelmektedir. Sanat müziği, genel hatlarıyla şehrin, sarayın ve tekkelerin müziği olmakta ve aynı zamanda 20. yüzyılda milliyetçi ve muhafazakâr akımların yön vermiş olduğu Osmanlı mirasının müziğidir. Halk müziği, Anadolu taşrasının, köylülüğün ve aşiretlerin müziği olarak anlaşılmaktadır. Halk müzik, Orta Asya ve Balkanlar boyunca Türkçe konuşan topluluklarla ilgili olmakla birlikte, Cumhuriyet’in ilk yıllarında ulusal radyoda ve sonraları televizyonda milli bir müzik olarak lanse edilmiştir. Pop müziği ise daha çok Batı pop müziğinin Türkçeye çevrilmesi ya da arabesk gibi Balkan ve Ortadoğu müziğinin Türkçeye uyarlanmasını içeren karmaşık bir kategoridir (Stokes, 2016: 131).

Bu noktada Anadolu dilinde popüler kavramı kullanılmadığı kanaatine varmaktayız. Bu kavram Batı kültüründen ve teknolojik üretiminden, bize aktarılmıştır. Popüler kavramı belli ekonomik, siyasal ve kültürel üretim biçiminin bir ürünü olduğu için Anadolu'nun yaşam dünyasında egemen olamamıştır. Anadolu yaşam tarzında popüler olan, Anadolu'nun yaşamını anlatmakta, yaşatmakta ve herkesin malı olarak kabul edilmekteydi. Bir haftalık ya da bir aylık değildi. Ancak halka ait olanın halktan alınıp ticarileştirilmesi, medyanın çıkması ve kapitalist sermaye için gelir yolu olarak metalaştırılması nedeniyle popüler kavramı yaygınlaşmıştır (Erdoğan, 2001: 80-81). Artık halkın doğasından gelen müzik popüler kimlik altında ticarileşmiş ve tüketilebilir bir ürün haline gelmiş bulunmaktadır.

Üretim ve tüketim ilişkileri 1990’lı yıllarla beraber kapitalizmin önünü açmış ve müzik endüstrisi ürettiği starlar üzerinden, Türkiye’de ve gelişmekte olan ülkelerde medya aracılığıyla evlerin en mahrem köşesine kadar nüfuz etmiş bulunmaktadır (Erdoğan, 2018: 35). Bu bağlamda 1980’li yıllarda popülerleşen isyankar müzik, 1990’lı yıllarla beraber seküler bir dünyanın eğlence kapılarını sonuna kadar aralamıştır. Vur patlasın çal oynasın kıvamında devam eden 90’lar müziği, tüm eleştirilere rağmen, bugün 90’lar olarak anılan ve çok önemli besteciler ve şarkıcılar yetiştiren bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Müzik sahip olduğu tüm protest ve insani yanını, zamanın kapitalist düzenine teslim etmişti ve sonuçta müzik dünyası felsefesini, gayesini kaybetmiş bulunmaktaydı (Erdoğan, 2018: 35- 36). Bu anlamda 90’lar da yapılan müzik daha çok eğlendirme ve boş zaman değerlendirme aracı olarak görülmekteydi. Ve bu durum neticesinde Türk dünyasında bir pop müzik furyası baş göstermişti.

Dolayısıyla 1991 tarihiyle beraber bir anda ortalığı saran pop dalgası, eskiden beri varlığı yokluğu tartışılan bir müziği ön plana çıkarmış oldu. Pop müzik, 70’li yılların ortalarında sevilen bir tür olsa da, o güne dek Türk Hafif Müziği, Türkçe Sesli Hafif Müzik gibi değişik adlandırmalarla anılmış, bir türlü adı konulamamıştı. Ancak buna rağmen 90’lı yıllara damgasını vurmuştu. Yine 1991 itibarı ile arabesk pop oldu, pop arabesk oldu, müzik türleri arasında ayrım kalktı, nerdeyse herkes tek bir türde ürün vermeye başlamıştı. Bu değişik türde verilmiş ürünlerin içinde iyi olanı da vardı, kötü olanı da. (Meriç, 2006: 74). Yani değişik adlandırılmalar yapılmış olsa da sonuç itibariyle pop kültür hayatımıza girmiş bulunmaktaydı.

Bu aşamada 1990 sonrasında Sezen Aksu’nun etkinliği giderek artarken, ‘Minik Serçe’ den ‘Kraliçe’ liğe terfi etti. Öncelikle Hadi Bakalım şarkısıyla pop müziği patlatıp pop müziğe yeni yıldızlar kazandırdı. 1990’da herkesin dinlediği diğer şarkıcı ise Aşkın Nur Yengi’ den başkası değildi. Aşkın Nur Yengi’nin yerini 1992’ de Sertab Erener aldı; daha sonra da Levent Yüksel. Ama pop müzikte asıl çıkışı 1994 yılında bir Sezen Aksu şarkısı olan Hepsi Senin Mi? ile Tarkan yaptı. Ayrıca bu ürünlerin en önemlisi olan Yonca Evcimik’ in Abone şarkısından sonra da toplumda ‘Türk Popu’ dinlemek çok moda olmuştu (Meriç, 2006: 69). Artık müzik

kolayca üretilip tüketilen bir ürün haline gelmiş durumdaydı. Adeta bir moda unsuru olarak nitelendirilmekteydi.

Neticede Türkiye’de 90’lı yılların kültür ortamına müzik cephesinden bakıldığında var olan durumun bir keşmekeşten ibaret olduğunu söylemek yanlış olmaz. Müzik türlerinin birbirine girdiği, herkesin her yerde, her türden şarkı söylediği bir kaos durumu söz konusuydu. Ön planda olan bir tür yoktu ve her tür, her yerdeydi. Herhangi bir şarkıcının, topluluğun albümünde arabesk, pop, alaturka, rock ve akla gelebilecek hemen her türde şarkıya rastlamak mümkün olmaktaydı. Bu ön plana çıkan şarkılar da günün modasına göre şekillenmekteydi. Bir şarkıcının ortalığı kasıp kavuran şarkısı, iki gün sonra kayboluyor, istenildiğinde bir star hemen yok ediliyordu. Bir bakıma kaos ortamı yaratılmıştı (Meriç, 2006: 73). Yani çok popüler kültürün bir parçası olan müzik çok çabuk tüketilebilen bir unsur haline gelmişte ve bu popülerlik çerçevesinde şekillenmektedir.

Bu durumda Adorno’ nun, kültür endüstrisi içinde özellikle müziğin anlamdan, metaya, popüler kültüre ve piyasa yönelimine doğru dönüştüğünü düşünmesi gibi modern dünyada da müzik idealden ve anlamdan, duyuma, maddiyata ve anlamsızlığa dönüşmektedir. Bu çerçevede; Türkiye’de de kültür ve sanat giderek anlamdan anlamsızlığa, idealden duyuma, üretimden tüketime, gerçekten popülere doğru dönüşmektedir (Birekul, 2015a: 176-178). Dolayısıyla müzik, popüler kültürün esareti altında dinleyicilerin beğenilerine ve isteklerine cevap verebilecek düzeyde icra edilmeye çalışılmaktadır. Yani bir anlamda müzik popüler kültürün kanatları altında kendini var etmeye çabalamaktadır.