• Sonuç bulunamadı

Pervâne Mu’înü’d-Dîn Süleyman’ın Vezirlik Görevi (1260-1261)

1. PERVÂNE MU’İNÜ’D-DÎN SÜLEYMAN

1.2. Pervâne Mu’inü’d-Dîn Süleyman’ın Türkiye Selçuklu Devleti Hizmetine

1.2.3. Pervâne Mu’înü’d-Dîn Süleyman’ın Vezirlik Görevi (1260-1261)

Sultan II. Keykâvus ve Sultan IV. Kılıç Arslan, Mengü Kağan ve Hülagü’nün yarlığ ve kararlarına göre Selçuklu Devleti’ni, nihai bir hal çaresi olarak, taksim edip saltanat mücadelelerine son vermiş bulunuyorlardı (Turan, 2013: 511). Vezir Mu’înü’d-Dîn Süleyman Hülagü Han’ın güvenini ve nüfuzunu kazandığı bu tarihten sonra Sultan II. Keykâvus’un saltanatına son vermek için çalışmaya başlamıştır (Kaymaz, 1970: 83). Sultan II. Keykâvus bu taksimden sonra, Hristiyan dayıları ile Konya’yı bırakıp önce Kubad-Abad’a sonra da Antalya’ya gidip eğlenceye başlamışlardır. Buna mukabil Sultan IV. Kılıç Arslan’ın bütün işlerini eline alan Vezir Mu’înü’d-Dîn Süleyman’ın zekâsı, Moğollar nezdinde kazandığı itimat ve destek sayesinde Türkiye Selçuklu Devleti’ni kendi ihtiraslarına göre birleştirmek ve Sultan II. Keykâvus’u düşürmek siyasetini gütmeye devam etmiştir (Turan, 2013: 511).

Bu sırada dünyada o zamana kadar mağlûbiyet yüzü görmeyen Moğolları yalnız Kıpçak Türklerinin, Mısır ve Suriye’de kurdukları Memlûk imparatorluğu, ilk defa olarak, 1260 yılında, bugün Filistin topraklarında yer alan Ayn Câlût mevkiinde yenmişlerdir. Bu imparatorluğun başında bulunan Sultan Baybars, Haçlılara ve putperest Moğollara karşı kazandığı bu zafer ile Moğollar tarafından ezilen Müslümanların yegâne ümidi ve İslâm dünyasının da en büyük mücahidi olmuştur. Hatta bu zafer ile Sultan Baybars, İslâm an’anesine göre her asırda bir gelmesine inanılan bir müceddid olarak görülmüştür (Turan, 2013: 543).

Hülagü, Türkiye Selçuklu Devleti’nin borçlarını8 ve vergilerini almak için bir başka İranlı Tacü’d-Dîn Mu’tez9 ile bir Uygur Türkü olan Tükelek Bahşi’yi ilk elçi olarak Anadolu’ya göndermiştir. Önce yolları üzerinde Kılıç Arslan’a uğrayan elçileri Vezir Mu’înü’d-Dîn Süleyman güzel karşılamış ve memnun etmiştir. Vezir

8 Vezir Şemseddin Mahmud Tuğrai’nın vefat ettikten sonra kalan borçlardır.

9 Celalü’d-Din Harizmşah’ın başkadısı olan ve aynı zamanda Alaü’d-Din Keykubad’a elçi olarak gönderilen Tahir Bin Ömer el Harezmî’nin oğludur (Turan, 2013: 511).

Mu’înü’d-Dîn Süleyman, gönderilen elçilere Sultan II. Keykâvus’un isyan düşüncesinde olduğunu, Muhammed Bey’in idaresinde bulunan Uc Türkleri ile birleşmek amacıyla payitaht Konya’yı terk edip Antalya’ya geldiğini ve dolayısı ile onların niyetini anlamak için tahsilâtın oradan başlaması gerektiğini tavsiye etmiştir (Turan, 2013: 511). Tacü’d-Dîn Mu’tez o sırada devletin merkezini Beyşehir’de Kubad-Abad Sarayı’na taşımış bulunan Sultan II. Keykâvus ile görüşmüş ve ondan vergi ve borçları ödemesini istemiştir. Fakat Sultan II. Keykâvus Hristiyan dayılarının etkisiyle ilk önce Kılıç Arslan’a ait vergilerin alınmasını ve bu sırada da kendi vergilerini hazırlayacaklarını söylemiştir (Aksarayî, 1943: 155).

Tacü’d-Dîn Mu’tez, Sultan IV. Kılıç Arslan’ın bölgesine geçmiş ve Vezir Mu’înü’d-Dîn Süleyman, Hülagü Han’ın elçilerine büyük bir hürmet göstermiş, kendilerini ikrama ve hediyelere boğmuş; böylece, hepsinin gönlünü kazanmıştır. Vezir Mu’înü’d-Dîn Süleyman, Moğol Veziri Tacü’d-Dîn Mu’tez’i de yanına çekerek Sultan II. Keykâvus aleyhine yoğun bir karalama kampanyası başlatmıştır. Sultan II. Keykâvus’un Mısırlılarla ittifak yapmak için her zaman deniz yoluyla haberleştiğini ve Uc Türkmenleri ile birlikte isyan etmek üzere olduğuna dair elçilerle mektuplar göndermiştir. Moğol elçileri de bu durumu araştırmadan Hülagü Han’a bildirmişlerdir (Bibi, II, 1996: 158).

Elçiler Tebriz’e dönünce Sultan II. Keykâvus’un hareketini, borcu yapan Şemsü’d-Dîn Tuğrai’nin öldüğünü ve kalan mallarının borcunun onda birine yetmediğini anlatmışlardır. Moğollar, Sultan II. Keykâvus’a tahtını verdiklerini ve her arzusunu yaptıklarını, buna mukabil elçilerine kötü muamelede bulunduğunu, eğlence ve içkiye dalınca iyiliklerini unuttuğunu ve bu sebeple de artık kendilerinden emin olunamayacağını bildirmişlerdir (Turan, 2013: 512).

İbni Bibi, Sultan II. Keykâvus’un Veziri Fahrü’d-Dîn Ali’ye şunları söylediğini nakletmiştir:

Her ne kadar öz kardeşim olsa da Sultan Rüknü’d-Dîn ile hediye ve bağış yoluyla yakınlık kurulsa, onunla aramızda olan ayrılık, gayrılık ve kavga bir yana

bırakıp kardeşlik, dostluk ve birlik havasına girilse çok iyi olur. Fakat Mu’înü’d-Dîn Pervâne’nin yaptıkları hile ve oyunlardan aramızda büyük bir gerginlik var. Düşmanımızın oyununu bozmak, hasetlerin hilelerini önlemek için bir defa daha İlhan’a gidersek bizim için son derece iyi olur (Bibi, 1996: 158-159).

Sultan II. Keykâvus’un bu görüşünü Sahib Fahrü’d-Dîn Ali de doğru bularak elçilerin talep etmiş olduğu vergileri, borçları ve pek çok hediyeyi Tebriz’e göndermek için hazırlatmıştır (Bibi, II, 1996: 159). Fakat bu sırada Tacü’d-Dîn Mu’tez’i ve Alıncak Noyan’ı elde eden Vezir Mu’înü’d-Dîn Süleyman, Sultan II. Keykâvus’u Hülagü nezdinde jurnallaması sonucunda cezalandırılması için yarlığ çıkarmıştır. Sultan II. Keykâvus, Tebriz’e gitmek için Ruzbe ovasına vardığında Alıncak Noyan’ın büyük bir ordu ile Anadolu’ya geldiği, Kılıç Arslan’ın Pervâne Mu’inü’d-Dîn Süleyman ile birlikte Erzincan’da buluştuğu ve süratle Aksaray’a ilerlediği haberini aldı. Bunun üzerine Sultan II. Keykâvus vezirini Kılıç Arslan ile görüşmek, hareketin sebebini öğrenmek ve mümkün olursa münasebetleri düzeltmek maksadı ile Aksaray’a gönderip oradan gelecek haberi beklemiş, fakat Sahib Fahrü’d-Dîn Ali’yi karşılamaya hazırlanırken onun kardeşinin vezirliğini kabul ettiğini öğrenmiştir (Turan, 2013: 513). Aksarayî, Sahib Fahrü’d-Dîn Ali’nin ülkenin yarısı üzerinde vezirlik yapmaktansa tüm Selçuklu ülkesinin veziri olmanın daha hoşuna gittiğini ifade etmiş ve Sahib Fahrü’d-Dîn Ali’yi Sultan II. Keykâvus’a ihanetle suçlamıştır (1943: 157). Aksarayî, Vezir Mu’înü’d-Dîn Süleyman ve Kılıç Arslan’ın görüşmeler sırasında Sahib Fahrü’d-Dîn Ali’yi kendi saflarına çektiklerini nakletmiştir. Bununla beraber faziletli bir devlet adamı olan Sahip Fahrü’d-Dîn Ali’nin bu hareketinde siyasi ihtirastan ziyade Moğollara karşı Sultan II. Keykâvus ile mukavemetin mümkün olmadığı ve iki sultanın birleştirilmesi gayesi ile hareket ettiğini düşünmek daha isabetli olmalıdır (Turan, 2013: 513).

Sahib Fahrü’d-Dîn Ali’nin bu hareketini değerlendirirken Sultan II. Keykâvus’un Müslüman devlet erkânını bir kenara atıp bir Hristiyanı10 beylerbeyi ve

10

II. Keykâvus Beylerbeyliğini Yavtaş’ın yerine Kont-Istabl-ı Rumi’ye vermiştir. 1261-1282 yılları arasında Bizans imparatorluğu yapan Kont-Istabl-ı Rumi Michael Paleologos (Michael VIII Paleologos), II. Keykâvus ile II. Theodor Laskaris arasındaki anlaşma üzerine 1258’de ülkesine dönmüştür (Kaymaz, 1970: 80)

danışman yapmış olması da sebep olmuş olabilir (Kaymaz, 1970: 80). Sahib Fahrü’d- Dîn Ali’nin Moğollarla mücadelenin sonunun olmayacağını düşünmesi ve Sultan II. Keykâvus’un Hristiyan dayıları ile sefahat âlemine dalması11

da bu kararında etkili olmuş olabilir.

Kaymaz’a göre; Sultan II. Keykâvus, 1261 yılının sonlarına doğru sığınmak için Baybars’a elçi göndermiş, elçiler Mısır’a varmadan karısını, oğullarını, kız kardeşini, Hristiyan dininde olan annesini, dayısını, yakın adamlarını, hizmetkârlarını ve bütün hazinelerini Antalya’da hazır bulundurduğu kadırgalara koyup bir daha dönmemek üzere, İstanbul’a gitmiştir. Böylece onun aralıksız mücadelelerle dolu on yedi yıllık saltanatı sona ermiş ve uzun bir gurbet hayatı başlamıştır (1970: 90). Vezir Mu’înü’d-Dîn Süleyman, 1261’de Aksaray’a gelip kendi üzerinde bulunan ve kendisi için bir şey ifade etmeyen vezirlik makamını Fahrü’d-Dîn Ali’ye peşkeş çekerek Sultan II. Keykâvus’u en büyük dayanağından yoksun bırakmış ve yönetimi tamamen eline geçirmek için çok önemli bir adım atmıştır (Kaymaz, 1970: 86). Bununla birlikte Vezir Mu’înü’d-Dîn, Sultan II. Keykâvus’un veziri Fahrü’d-Dîn Ali’yi kendi üzerindeki vezirliği ona bırakmak suretiyle Kılıç Arslan’ı tek başına tahta oturtmuştur.

Pervâne Mu’înü’d-Dîn Süleyman’ın Moğol yardımı alması, onların politikasını benimsemesiyle Sultan II. Keykâvus’u ülkesinden uzaklaştırarak yaklaşık yirmi yıldır, gerek Moğol egemenliğine, gerekse Moğollarla işbirliği yapan İranlı yönetime karşı direnmiş olan örgütlü cepheyi yok etmiştir (Kaymaz, 1970: 92).