• Sonuç bulunamadı

Mektuplarda Mevlâna’nın Pervâne’ye Yaklaşımı

2. MEVLÂNA’NIN ESERLERİNDE PERVÂNE MU’İNÜ’D-DÎN SÜLEYMAN

2.3. Mevlâna’nın Pervâne Mu’inü’d-Dîn Süleyman’a Gönderdiği Mektuplar

2.3.2. Mektûbât’a Göre Mevlâna Ve Pervâne Mu’înü’d-Dîn Süleyman

2.3.2.3. Mektuplarda Mevlâna’nın Pervâne’ye Yaklaşımı

Mevlâna, XXVI. mektupta; Pervâne’ye şunları ifade eder: “Bu duacının

selamını, duasını okuduktan sonra ısrarlarımdan, baş ağrıtmalarımdan dolayı utanmakta olduğumu da bilin; sizi anıp durmadayım; lütuflarınıza şükürler etmedeyim.” (1999: 43).

Mevlâna, LI. mektupta; “Bu birbiri üstüne baş ağrıtmalarımızı da ma’zur

görün; çünkü “Tatlı suyun başı kalabalıktır.” (1999: 78).

Mevlâna, LXVIII. Mektupta; “Bu özü doğru duacı, kutlu tapınıza,

mektuplarla, yazılarla, zahmet vermemeyi son derecede istemekte ama ihtiyaç sahipleri; zamanın yılların sonuna dek daimi olsun; o bengi sudan, o kutluluklar Kevserinden başka bir yerde, bir kaynak göremediklerinden, size başvuruyorlar”

(1999: 102).

Mevlâna, CXVI. mektupta; Pervâne’ye çok isteklerde bulunduğu için utandığını söylemiştir. Mevlâna mektubunda şu ifadeleri kullanmıştır: “Devlet ve

Din Muin’inin mektuplarımla başını ağrıttığımdan ve ona ısrarlarda bulunduğumdan çok mu ama çok utanıyorum” (1999: 173).

Mevlâna, LXXVIII mektupta; “Boyuna, Pervâne Bik’in yaptığı hayırları

duyuyoruz; bütün halka, afet yollarını kapatıp, hele muhtaçlara sadakalar vererek yaptığı iyilikleri işitiyoruz. Bu duacının, boyuna isteği; hayırlararınızın büyük ve faydası çok yerlere, müstehak olanlara harcanmasıdır. (….) Böylece de hayır tohumlarınız, en hayırlı tarlalara ekilmeli ki şaşılacak meyvalar versin (1999: 120).

Mevlâna, XXVII mektupta; Pervâne’ye olan sevgisini şu şekilde ifade etmiştir:

Sevgimi ve duamı, gösterişle karışmasın diye bildirmek istemedim, ama Allah rahmet etsin, esenlik versin, Mustafa’nın emrine uyup bildiriyorum. Mustafa, mescitte oturuyordu; birisi, mescidin kapısı önünden geçti. Dostlardan biri, ey Allah elçisi dedi, şu geçen kişiyi seviyorum ben. Mustafa, kalk buyurdu, bu sevgiyi ona bildir. Bildirmede gösteriş âfeti olsaydı, o Âdem’in de, âlemin de en ince şeylerini bilen, asla bu bildiriş için fetvâ vermezdi (1999: 55).

Mevlâna, Pervâne Mu’înü’d-Dîn Süleyman’a gönderdiği CXXXVII. mektubu, onun seferden dönüşünü kutlamak için yazmıştır. Mektubunu şu beyitlerle süslemiştir:

“Cennetin de seninledir, cehennemin de.

Özüne bak da, ciğerde cehennemler gör, gönülde cennetler. Erler, tan yeri dolaylarında gönül gibi sefer ederler; Ne konaklara bağlıdır onlar, ne palana, deveye bakarlar.”

Darmadağın olan saltanat, şeytanın şomluğundan darmadağın olmuştur; Gene saltanat Süleyman’ın oldu, oldukça da dilerim, böyle olsun.” (1999:

207).

Mevlâna, devrinde bir padişah gibi hüküm süren Pervâne’ye Cenab-ı Hakk’ın bir insana kendi padişahlığını verdiğini ülkeleri ve şehirleri emrine verdiğini, padişahların adını minberin üstünde okuttuğunu, gümüş ve altın paralara adını kazıttığını yani isteyenlere her türlü bağışlarda bulunduğunu yazdığı II. mektubunda şu sözleri ifade eder:

Ululandıkça ululansın, mülk ıssı yüce padişah, birisine dünya mülkünü verir; başına yücelik tacını kor; saltanat tahtına oturtur onu. Ülkeleri, şehirleri onun buyruğuna râmeder; baş çekenlerin gönüllerini, kendileri isteseler de, istemeseler de ona bağlar; hazineleri, askerleri, onun dileklerine feda eder; o da hazinelerin lütfuyla, askerlerin kahriyle, kendi padişahlığını isteyenlere bağışlarda bulunur; minberin üstünde, hutbede adını okutur; gümüş, altın, bütün paralara adını, damgasını bastırır (1999: 4).

Mevlâna, Pervâne’ye bütün bu ihtişamın, dünyanın nimetlerinin boş olduğunu, bu saltanatın geçici olduğunu verdiği gece ve gündüz örneği ile şu şekilde açıklar:

Fakat pek az bir zaman içinde, önüne ön olmayan mühendisin toprak levhine çizdiği bu çizgileri, gene o mühendis, her gece yok eder durur; çünkü “Bir delil olan geceyi giderdik”(İsra, 17/12) denmiştir. Gecenin habersizliği içinde ne emir kalır, ne memur; ne hâkim kalır, ne mahkûm: ne efendi kalır, ne kul. Bu çizgilerin, bir tek mühendisin eline mahkûm olduğunu bilsinler diyedir bu. Gerçekten bir koku almadılar mı da, herkes bu durmayan, bu ebedi olmayan saltanat dalgıcının, ebedi saltanatı, ebedi tacı - tahtı, askeri - hazneyi bildirme için bir numune, bir usturlap olduğunu anlasın, bilsin diye hepsini ölüm gecesiyle yok eder. Çünkü her hayâl, bir gerçeğin numunesidir; her rüya, bir yoruşun numunesi (1999: 4).

Mevlâna, Pervâne’ye bütün bu yaşantının bir rüyadan ibaret olduğunu, bu rüyanın sonunun iyi biteceğini fakat Pervâne’nin Allah’a kavuşmak için özlem duyması, onun razılığını istemesi ve yoksulların gönüllerini alması gerektiğini şu şekilde açıklar:

Beylerin padişahı ulu Pervâne’nin, meleklere, peygamberlere yaraşan yüce himmetini sarf etmesi, zevali olmayan Tanrı’ya kavuşmak için özlemler çekmesi, ibadette, itaatte bulunması, Tanrı razılığını istemesi, yoksulların gönüllerini alması her işin sonunu düşünmesi, Tanrı’nın vaatlerine dayanması da bir rüyadır; bu rüyanın yorumu, Tanrı tapısında biricik olan o zatın yüce mertebeye erişeceğidir, tam yardıma kavuşacağıdır, iyi bir son elde edeceğidir. Allah yüceliğini ebedi kılsın; güzel huyları, olgunluğuna tanıktır. Ona bağışlanan bu başarı kutluluğunun sonu gelmesin, bu kutluluk kesilmesin (1999: 4).

Mevlâna, mektubunu esas gayesine gelir, gecikmemesi gerektiğine değinir. Bütün diğer mektuplarında sözlerini bir ayet, hadis veya bir şiir ile desteklediği gibi burada da bu gecikmeyi bir hadisle ve devamında da bir beyitle destekler: “Aziz

oğlumuz Sadreddîn’e lütuflar buyrulmuş; öğrendik, şükürler ettik; umarız ki gecikmez. “Geciktirmede, hayır için afetler vardır, geciktirme. Namazı, vakti geçmeden kılın, tez olun.” Nâipler, nerden verelim, nasıl edelim derler”.

“Ustan, aşktır senin; oraya varınca,

Zati o, hâldiliyle sana söyledi mi, dediğini yap” (1999: 4).

Mevlâna, Pervâne’ye Hakk ehline yardım etmeyen münafık insanların Kur’an’da “Dileseydi Allah doyururdu onu, biz mi doyuralım” dediklerini Yüce Allah’ın onlara, “Göklerin hazineleri de Allah’ındır, yeryüzünün hazineleri de; ama

münafıklar bilmiyorlar” şeklinde cevap verdiğini belirtir (1999: 5).

Mevlâna, zor durumda kalan ihtiyaç içindeki insanlara yardım etmenin önemini Pervâne’ye şu şekilde ifade eder:

Bilmezler ki bu, onları sınamak içindir. Çünkü bu kulların razılığı, bizim razılığımızdır; kendi razılığımızı, onların razılıklarında gizlemişizdir. Düzenlerle yedi kat göğe ağsan razılığımızı bulamazsın; İblis gibi kahır durağında kalakalırsın. Kendi havana, kendi hevesine uyup gönül alçaklığı etsen de, ta öküzün, balığın sırtına insen, gene razılığımızı bulamazsın. Tanrı: “Yerime sığamadım, göğüme sığamadım da ancak mü’min kulumun gönlüne sığdım” der. Yani razılığımı, onların razılığına verdim; onların razılığını ara. Çünkü akıllı, devletli, o kişidir ki her şeyi, benim koyduğum yerde arar (1999: 5).

Mevlâna, Pervâne’ye hayatın gayesini, bu dünyanın gece gündüzden ibaret bir rüya olduğunu ve bu dünyada nasıl yaşaması gerektiğini ifade etmiştir. Yere ve göğe sığamayan Cenab-ı Hakk’ın, kulun gönlüne sığdığı için insanın, bu dünyada değerlilerin en değerlisi olduğunu, onu razı etmenin Allah’ı razı etmek olduğunu, bu nedenle onların ihtiyaçlarını gidermenin en önemli görev olduğunu yazmıştır. Mevlâna, Pervâne’ye mektuplarıyla yol gösteren bir mürşit, etrafında her kesimden insanların türlü isteklerininin giderilmesi için bir aracıdır. Allah yolunda çalışan

gerçek anlamda ihtiyacı olan insanların dertleriyle dertlenen, dertlerine derman olan bir babadır. Zamanının zor durumda kalan insanlarının ihtiyaçlarını gidermek için kurulmuş bir yardım vakfının başkanı gibidir. İnsanlar ona her türlü isteklerini iletirler o da gerçek ihtiyaç sahibi insanlar için referans olan bir aracıdır (1999: 4-5).

Mevlâna’nın Pervâne Mu’înü’d-Dîn Süleyman ile ilişkileri, Mevlâna’nın kendi eserleri olan, “Fihi Ma Fih” ve “Mektubat” ışığında ortaya çıkarılmaya çalışıldıktan sonra, üçüncü bölümde de bu konu ile ilgili menâkıbnâmelerde yer alan rivayetler incelenmeye çalışılacaktır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

MENKIBELERE GÖRE MEVLÂNA VE PERVÂNE

MU’İNÜ’D-DÎN SÜLEYMAN

3. MENKIBELERE GÖRE MEVLÂNA VE PERVÂNE MU’İNÜ’D-DÎN