• Sonuç bulunamadı

4. TÜRKİYE’DE SİVİL TOPLUMUN GELİŞİMİ

4.2. Çok Partili Hayata Geçişte Sivil Toplum

Çok partili hayata geçiş şüphesiz sivil toplumun gelişimine önemli katkı sağlamıştır. Fakat hoşgörü eksikliği önemli bir sorun olmuştur. Esasen hoşgörü eksikliği Osmanlı Döneminde çok partili hayatın denendiği II. Meşrutiyet döneminde de İttihat

Çok partili siyasî yaşama geçiş ve Demokrat Parti dönemi; Cumhuriyet rejimi teorik açıdan insana hak ve özgürlükler tanıyor, ama onu bu hak ve özgürlükleri gerçekleştirmenin araçlarından yoksun bırakıyordu. Bütün erkin Millet Meclisi'nin elinde toplanması, hükümet üzerinde kontrol veya denge yaratacak herhangi bir gücün mevcut olmayışı, insan hak ve özgürlükleri ile ilgili anayasa hükümlerini uygulamada anlamsız kılıyordu. Bu hak ve özgürlükleri hükümet uygun görürse tanır, görmezse tanımazdı. Çok partili siyasî hayata geçilmesi, Türkiye'de demokratikleşme yönünde atılan önemli bir adım sayılsa da, DP iktidarı dönemi Türkiye'de demokratik uygulamaların geliştirildiği bir dönem olmadı (Çaha, 2003).

4.3. 1961 Döneminde Sivil Toplum

1961 Anayasası, 1924 Anayasasında bulunan eksiklikler giderilmeye çalışılarak hazırlanmıştır. DP dışında siyasal partiler, barolar, basın, Eski Muharipler Birliği, esnaf kuruluşları, gençlik kuruluşları ve işçi sendikaları, üniversiteler, ticaret odaları, öğretmen kuruluşları tarafından belirlenen temsilcilerin de katıldığı bir Kurucu Meclis oluşturuldu. Bu üyelerin yanında Milli Birlik Komitesi ve Devlet Başkanı tarafından atanan temsilciler de vardı. Bir başka ifadeyle Anayasayı hazırlayan Kurucu Meclis, genel oya göre belirlenmemiş olsa da toplumun örgütlü kesimlerinin temsilcilerinden oluşmaktaydı (Soysal, 1968).

27 Mayıs askeri müdahalesinde, DP’nin özgürleşme söylemlerinin aksine, özellikle iktidar kaygısıyla muhalefet ve hükümet yandaşı olmayanlara karsı baskıcı tutumu etkili olmuştur. 1961’de hazırlanan anayasayla çoğulcu, insan haklarını önemseyen, demokratik bir seçim yapılanması ortaya konularak sivil toplum adına çok önemli bir fırsat yakalanmıştır (Eroğlu, 1981).

Bireysel alandaki düşünce ve ifade özgürlüklerinin artması ve örgütlenmenin daha kolay hale gelerek yasayla güvence altına alınması 1961 Anayasası ile daha kolay hale getirilmiştir, diyebiliriz.

4.4. 1980 Dönemi Sivil Toplum

1982 Anayasası, 1961 Anayasası’na bir tepkidir. Bu tepkinin nedeni 1961 Anayasası’nın özgürlükçü anlayışının toplumsal kargaşaya yol açtığı inancıdır.

Özgürlüklerin kargaşaya neden olduğu düşüncesi ortaya güdümlü bir demokrasi anlayışı çıkarmıştır. Bu güdümlü demokrasi anlayışı 1982 Anayasası’na egemen siyasal felsefeyi yansıtır (Tanör, 1994).

1982 Anayasası’nın özünün, özgürlük ve demokrasiden çok devlet ve otoriteye dayandığı söylenebilir. Özgürlüklerin anarşi getirdiği, yürütmenin zayıf kaldığı görüşünden hareketle hazırlanan anayasa, özgürlükleri güvenceye alan bir belge olmaktan çok, devletin iktisadi alan dışındaki her kesime el uzatmasını mümkün ve meşru kılan bir “yetkiler kılavuzu” şeklinde tasarlanmıştır (Tanör, 1994).

1982 Anayasası ile özgürlükler daha kısıtlı hale getirilmiş oldu. 1982 Anayasası ile özgürlükçü toplumun taleplerini karşılama durumu ortadan kalkmış oldu şeklinde ifade edebiliriz. Kısaca 1982 anayasası otorite ağırlıklı bir sistemdi.

4.5. 1990’larda Sivil Toplum

1990’larda ise tekrar bir sivil hareketlilik başlamıştır. 1980 sonrası ortaya çıkan yapısal dönüşüm ekonominin çehresinde de değişikliği beraberinde getirmiştir.

Birleşmiş Milletler örgütü sivil toplum kuruluşlarından bilgi almak ve danışmak suretiyle sivil toplum kuruluşlarına önemli bir meşruluk zemini sağlamıştır. Birleşmiş Milletlerin resmi organlarından olan Ekonomik ve Sosyal Konsey BM tarafından danışmanlık statüsü verilen sivil örgütleri listesinde 2600 kuruluşun adı yer almaktadır (Başlar, 2005).

21. yüzyıla girerken Türkiye’de sivil toplum kuruluşları Batıdaki örneklerine oldukça yaklaşmıştır. İnsan hakları, kadın hakları ve çevreye duyarlılık konusunda faaliyet gösteren dernekler toplumsal ilgi ve etkisini arttırmıştır (İbrahim ve Wdell, 1997).

1990 yılından sonra kurulan STK’ların sayısında bir artış gözlemlenmiştir. Bu durumun sebebi ise, bu dönemde güçlenen AB üyeliği ihtimali neticesinde iç hukuk sisteminin demokratikleştirilmesine yönelik olarak gerçekleştirilen reformlara; ve ayrıca şehirleşme ve sanayileşmeye bağlı ülke içi nüfus hareketlerinin yüksekliğine bağlı olduğu düşünülmektedir (Kalaycıoğlu, 2004).

Avrupa Birliği’nde sivil toplum demokrasinin önemli değerlerinden bir tanesidir.

AB 2009 İlerleme Raporu’nda; sivil topluma daha çok “Demokrasi ve Hukuk Devleti”

ve “İnsan Hakları ve Azınlıkların Korunması” alt başlıkları çerçevesinde değinilmiştir.

Sivil toplum kuruluşlarının, AB’ye katılım süreci de dâhil olmak üzere, kamu kurumları ve genel olarak kamuoyunda üstlendiği önemli role ilişkin artan bir farkındalık gözlendiği saptaması yapılmıştır. Diğer bir ifadeyle, 2009 İlerleme Raporu, vakıf ve dernekler açısından özellikle örgütlenme özgürlüğü ile ilgili endişelerin altını çizmektedir. Rapor ayrıca ilk kez sivil toplumu ilgilendiren mali mevzuata değinerek bu alanda mevzuatın güçlendirilmesi tavsiyesinde bulunmuştur. Devlet-sivil toplum ilişkileri konusunda ise genel olarak diyalogun arttığı belirtilmiş ve danışma usullerinde yaşanan güçlüklere değinilmiştir (AB İlerleme Raporu, 2009).

AB ve Türkiye’deki sivil toplum ilişkilerinde önemli bir aşamada şudur: AB Komisyonu’nun Ekim 2004 tarihli Tavsiye Metni’nde üye devletler ve Türkiye arasında endişe ve algılamaların samimi ve açık bir şekilde tartışılabileceği bir diyaloğun geliştirilmesi önerilmiş ve AB tarafından kolaylaştırılacak bu diyalogda sivil toplumun en önemli rolü üstlenmesi gerektiği belirtilmiştir (Özden, 2006).

Türkiye’de AB’nin politikaları ve işleyişi ile ilgili olarak kamuoyunda bir konsensüs sağlanmış değildir. Türkiye’nin hem coğrafik hem de ekonomik ve sosyal yapısı itibariyle AB ülkelerinin nezdinde tartışmaların odağına yerleşmesinde etkili olmuştur.