• Sonuç bulunamadı

Sinir sistemi; beyin ve omurilikten yayılan silindirik lif demetleri olan sinir sözcüğünden adını almaktadır ve vücudun her bölümünü sinir sistemine bağlamak için tekrarlı bir biçimde dallanmaktadır (Kandel et al. 2012). Merkezi sinir sistemi ya da çevresel sinir sisteminin gördüğü iç/dış etkilerden ya da genetik faktörlerden dolayı beyinde çeşitli bozukluklar görülebilmektedir. Bu bozukluklardan biri de nörodejeneratif bozukluklardır. Nörodejenerasyon; nöronların ölümü de dahil, nöronların yapı ve işlev kaybını ifade eden genel bir ifadedir. ALS (Amyotrophic Lateral Sclerosis), Parkinson Hastalığı (PH), Alzheimer Hastalığı (AH) ve Huntington Hastalığı (HH) gibi birçok nörodejeneratif hastalık nörodejeneratif süreçlerin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Nörodejeneratif hastalıklar tedavi edilemez ve bu ilerleyen bozulma sinir hücrelerinin ölümüne neden olmaktadır (JPND research 2017).

Beynin eferent sistemi motor sistem, motor sistemin son ortak noktası motor nöronlar, onların da yaptığı tek iş kasları aktive etmektir (Demirci 2010). Bazal ganglionların da özellikle amaca yönelik davranışların düzenlenmesinde karmaşık bir işlev gördüğü söylenebilir. Bazal ganglionlar hareketin sadece motor sistemi ile ilgili

24

değil aynı zamanda hareket ile ilişkili emosyonlar, motivasyon ve kognitif işlevlerde de yer aldığı söylenebilir (Bilgiç 2010). İstemli ya da istemsiz hareketlerin oluşumuna katkı sağlayan tüm bu sistemin tümü ya da bir kısmında meydana gelen bir sorun hareket bozukluklarına yol açmaktadır. Hareket bozuklukları deyimi Nöroloji‘de belli bir grup elementer fenomeni ve bunların altında yatan hastalıkları tanımlamak için kullanılır. Bu hastalıkların temel ve ortak özelliği istemli veya otomatik hareketlerin yapılmasında güçlük, istemli hareketlerin istenilen hız, büyüklük ve koordinatlarda yapılamaması veya istem dışı oluşan hareketlerin tek başlarına veya değişik kombinasyonlar şeklinde ortaya çıkmasıdır (Emre & Hanağası 2010). Hareket bozuklukları yetersiz veya aşırı hareketlere yol açan durumlardır. Hareketlerde yavaşlık veya duraksamalara yol açan nörolojik bozukluklara hipokinetik bozukluklar denir ve bu kategorideki hastalıkların başında Parkinson Hastalığı (PH) ve Parkinsonizmin diğer türleri gelir.

PH, 1817 yılında İngiliz hekim James Parkinson tarafından ―An Essay on the Shaking Palsy‖ adlı makalede ilk olarak tanımlanmıştır (Adams et al. 1997). Parkinson hastalığı; yaygın görülen, kronik ve ilerleyen bir nörojejeneratif beyin hastalığıdır. Görülme sıklığı 1000 kişide birdir. 60 yaşın üzerinde ise yaklaşık olarak 100 kişide bir görülmektedir (Adams et al. 1997; Playfer 1997; Maraganore 2000; Manciocco et al. 2009). Erkeklerde görülme sıklığı kadınlara oranla biraz daha fazladır (Waters 2008). Parkinson hastalığının ayırıcı özelliği ve engelleyici semptomu bradikinezidir. Bradikinezi hareketlerin yavaşlaması olarak tanımlanmaktadır. Hastalıktaki erken dönemde bradikinezinin en önemli belirtisi yürüme, konuşma ve oturmada yaşanan zorluklardır (Gibberd 1986). PH‘nin patolojik belirteci olan Lewy cisimciği (LC), ilk olarak 1912 yılında Friedrich Heinrich Lewy tarafından PH hastalarının beyin sapının üst bölgesi olan substansiya nigra (SN)‘nın nöromelanin pigmenti içeren sinir hücrelerinin sitoplazmasında bulunan küre şeklindeki kalıntılar olarak tanımlanmıştır (Pollanen et al. 1993). Günümüzde PH‘nin belirtilerinin görülmesinden sorumlu olan nigral nöronal kaybın nedeni bilinmemektedir. Ancak kalıtsal nedenler, çevresel toksinler ve yaşlanma etkisi gibi birçok faktörün neden olduğu düşünülmektedir (Piccini et al. 1999; LeWitt 2000). Ayrıca son yıllarda elde edilen genetik ve biyokimyasal veriler ışığında genetik ve/veya çevresel nedenlerle bozulan ubiquitin-proteozom sisteminin PH‘nin

25

gelişimindeki asıl sorumlu mekanizma olduğu düşünülmektedir (Tanner & Goldman 1996).

PH hastalarındaki anormal hareketler; alışılmadık görünümleri, kompleksiteleri, hemen göze çarpmayabilmeleri veya çok değişken olabilmeleri gibi sebeplerle klinisyene tanıma ve kategorize etme zorlukları yaşatır. Hareket bozuklukları uzmanları bunu aşmak için bu anormal hareketleri izole ederek veya bileşenlerine ayırarak çalışma eğilimindedirler. Ancak esas önemli tanısal ipucunu sağlayan bu hareketlerin paterni ve vücutta gösterdiği dağılımdır. Parkinsonizmin kesin tanısı için istirahat tremoru veya bradikinezi olmak üzere bu bulgulardan ikisi mevcut olmalıdır. PH, Parkinsonizm vakalarının en yaygın formudur ve %80‘nini oluşturur (Deligtisch et al. 2011). Parkinson Hastalığı‘nda; Parkinsonizm bulgularına ilaveten hafif frontal lob bozukluklarından ağır demansa kadar değişebilen bilişsel bozukluklarda eşlik edebilir. PH dışında kalan primer dejeneratif parkinsonizme neden olan hastalıklarda PH‘de görülen kardinal semptomlara ilaveten başka semptomların da görülmeleri nedeniyle bunlara Parkinson plus sendromu veya Atipik Parkinson sendromu gibi isimler verilir (Akyürekli & Akyürekli 2010). Toksinler, farmakolojik ajanlar, bazal gangliyonlar‘ın fokal veya vasküler lezyonları gibi birçok farklı etken klinik olarak PH‘den ayırt edilemeyen sendromlara neden olabilirler ve Sekonder Parkinsonizm olarak isimlendirilirler (Foltynie et al. 2003; Akyürekli & Akyürekli 2010). Şekil 1.1‘de Parkinson sendromunun Litvan (Litvan 2005) tarafından yapılan klinik tablosu gösterilmektedir.

26

ġekil 1.1: Parkinson sendromu klinik tablosu (Litvan 2005)

PH‘nin prevalansı 100.000 kişide yaklaşık 160 ve insidansı 100.000 kişide her yıl yaklaşık 20 vakadır. Prevalans ve insidans da yaşla birlikte artar. 70 yaşında prevalans 100.000 kişide yaklaşık 550, insidansıysa yaklaşık 100.000 kişide 120 vakadır. Bulguların ortalama ortaya çıkış yaşı her iki cinsiyet için de 56‘dır. Ancak yaş aralığı geniştir ve erken başlangıçlı PH (<40 yaş) vakaları da pek seyrek değildir. Erkeklerde PH, aynı yaştaki kadınların 2 katı kadar sıktır. Ailesinde PH öyküsü olan bireylerde PH ortaya çıkma riski daha yüksektir ve tanımlanmış PH genlerindeki mutasyonların kişilerin soyuna da bağlı olarak vakaların %5-40‘ından sorumlu olduğu düşünülmektedir. Kalan vakaların çoğunluğunda ise etyoloji daha karışıktır; gen-çevre ve gen-gen karşılıklı etkileşimi ön planda rol oynar (Deligtisch et al. 2011).

Nörodejeneratif hastalıklarda tedavi süreci, ancak nöron ölümünün nedenlerinin anlaşılmasıyla mümkün olacaktır. Nörodejeneratif hastalıklar konusunda yapılan son çalışmalar göstermektedir ki: Kliniklerde çalışan hekimler ve araştırmacılar nörodejeneratif hastalıklara neden olan etmenlere dayalı bir tedaviye karşı oldukça şüpheli yaklaşmaktadırlar. Son zamanlarda bu kötümser bakış açısı olumlu yönde olacak şekilde değişmektedir. Buna neden olan en önemli nedenler: hücre ve gelişim biyolojisi, model sistemler ve ilaç tedavisindeki gelişmelerdir. Ayrıca nörodejeneratif hastalıklarla ilgili araştırmalara en büyük katkıyı; moleküler genetik alanındaki

27

ilerlemeler, yüksek teknoloji kapsamına giren genomik araştırmalar ve hızla gelişen biyolojik yöntemlerle birlikte canlı dokuların ürettiği elektriksel işaretlerin elde edilmesi ve bu işaretleri işleme tekniklerindeki gelişmeler vermiştir (Beal et al. 2010).

PH ve HH‘de bazal ganglionlardaki nöronların kaybıyla hareket kontrolünde anormallikler ortaya çıkmaktadır. AH‘de hippokampal ve kortikal nöronların kaybına bağlı kognitif fonksiyonlarda bozulma olur. ALS‘de ise spinal, bulbar ve kortikal motor nöronların bozulmaları nedeniyle kas güçsüzlüğü izlenir. ALS, AH, HH ve PH gibi nörodejeneratif hastalıkların bazı belirtileri ortaktır. Bu belirtilerden biri de fiziksel belirtilerdir. Yalnız AH‘de bu belirti hastalığın son evrelerine doğru daha çok görülmekle beraber az da olsa hastalığın ilk evrelerinde görülebilmektedir (Selekler 2010). Ancak ALS, HH ve PH hastalarında ortak belirti hastalığın kendisini ilk olarak fiziksel olarak göstermesidir. Fiziksel bozuklukların kendisini gösterdiği süreçlerden biri de yürüme eylemidir.