• Sonuç bulunamadı

OVALIK SAHALAR VE KIYILAR

2. Araştırmanın Amacı

1.2.5. OVALIK SAHALAR VE KIYILAR

Araştırma sahasının güneyinde Çukurova’nın batı kesimini oluşturan Tarsus Ovası yer alır. Tarsus Çayı’nın batısında Torosların eteklerine kadar olan (400 km²) sahaya Berdan Ovası, Tarsus Çayı ile Seyhan Nehri arasında kalan (850 km²) sahaya Tarsus Ovası adı verilmiştir (Selçuk Biricik ve Kurt, 1998–1999, s.101). Araştırma alanı içinde kalan ovalık kesime bu çalışmada Tarsus Ovası ismi verilmiştir.

Tarsus Çayı, Tarsus ilçe merkezini geçtikten sonra eğimin de iyice azalmış olmasına bağlı olarak, yatağında menderesler çizmeye başlar. Kendi getirdiği alüvyon malzemelerden oluşan ova tabanında kıvrılarak Akdeniz’e doğru ilerler.

Tarsus Çayı Bolkar Dağları’nın eteklerinden kopardığı malzemeleri Kadıncık Irmağı ve Cehennem Dere kolları aracılığıyla taşıyarak verimli alüvyon ovasını

uzunluktadır. Batıya doğru daralan ova, Mersin yakınlarında dağ eteği düzlüklerine bağlanır. Doğuda ise bir parçası olduğu Çukurova delta ovası boyunca devam eder. (Foto 1.32).

Tarsus Çayı ve içinde aktığı Tarsus Ovası özellikle Tarsus Çayı tarafından oluşturulmuştur. Bazı araştırıcılar (Gürbüz, 2003) Tarsus Ovası’nın oluşumunu Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin getirdiği malzemeye bağlamışlar ve Tarsus Çayı’nı ikinci planda düşünmüşlerdir. Oysa Tarsus Çayı her ne kadar bölgedeki diğer iki akarsu olan Seyhan ve Ceyhan akarsularına göre daha küçük olsa bile, bol malzeme taşıyan bir akarsudur. Çünkü Tarsus Çayı 3500 metre gibi çok yüksek ve dağlık bir sahadan hızla iner ve 80 km lik kısa bir mesafe kat ederek denize ulaşır. Çok yükseklerden birdenbire geldiğinden bol malzemeyi de beraberinde getirir. Özellikle kar erimelerinin de etkili olduğu bahar dönemlerinde bu durum daha barizdir. Yani kanaatimizce tabiî ki Seyhan ve Ceyhan’ın etkisi olmakla birlikte, esas başrol Tarsus Çayı’na aittir.

Tarihi kaynaklarda Tarsus Çayı’nın şehrin içinden geçtiği ve güneyde bulunan bir lagün gölüne (Regma) aktığı belirtilmektedir. Aynı şekilde, nehrin yatağının günümüzdeki yatağına (527–565, Bizans Hükümdarı Justinyan zamanında) değiştirildiği de belirtilmektedir (Zoroğlu, 1995). Bu görüşe göre, yaklaşık olarak bin beş yüz yıl önce bu akarsuyun yatağı değiştirilmiştir. Oysa Tarsus Çayı Vadisi dikkatlice incelenirse bu kadar kısa zamanda böyle bir yatağın açılması mümkün değildir. Şöyle ki; Bugün Tarsus ilçe merkezinde antik kazı alanları mevcuttur ve yerin 4 metre altında kanalizasyon hatları tespit edilmiştir. Bugün o kazı alanının da normal düzeyden 4 metre kadar alçakta olduğu düşünülürse, Tarsus Çayı’nın buradan geçmiş olması mümkün değildir.

Şelaleden çıkan akarsu ana yatağına yerleşir ancak Tarsus Çayı’nın ana yatağı içinde bir de küçük yatak vardır. Bu sahalar kurak bölgeler olduğundan yaz aylarında sular azalınca akarsu bu küçük yatağı oluşturmuş ama bahar aylarında su fazla gelince ana yatağın tamamı sularla kaplanmıştır. Yani bin beş yüz yılda böyle bir yatağın oluşması pek mümkün görünmemektedir. Sonuç olarak yatak değiştirme

olayı Tarsus ilçe merkezinde değil de Tarsus dışında veya çıkışındaki Justinyan Köprüsü yakınlarında olabilir.

Tarsus ilçe merkezinden geçen akarsu, Justinyan köprüsünden geçerek güneye doğru ilerler. Önceleri deniz olan Regma sahası Seyhan Nehri’nin yatağının batıya kayması bunun yanı sıra kıyıda biriken tortulların oluşturduğu kıyı kordonu sayesinde denizden koparılmıştır.

Hatta lagün gölünün batı kesiminin uzun bir süre denizle bağlantısının olması gereklidir. Piri Reis; bu lagün gölü yoluyla Tarsus’a teknelerin geçebildiğini belirtmiştir. M.Ö. 41 yılında Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın da bu yolu kullanarak Tarsus’a gemileriyle geldiği tarihsel kayıtlarda belirtilmektedir (Gürbüz, 2003). Öyle ki bugün Tarsus şehir merkezinde Kleopatra Kapısı adında tarihi yapı bulunmaktadır.

Bu Regma sahası önce lagün gölüne dönüşmüş ve bu kez Tarsus Çayı bu lagün gölüne dökülmeye ve burayı doldurmaya başlamıştır. Lagün dolunca bu kez akarsu dönerek lagünün içine, sonra başka taraflara birikim yapmıştır. Yani akarsu bir şekilde bu sahada gezerek, denize kolay ulaşacağı bölgeye doğru ilerlemiş ve zamanla o bölgeler de dolarak bugünkü şekil ortaya çıkmıştır. Daha sonraları ise bu saha bir bataklığa (Aynaz Bataklığı) dönüşmüştür. 1960’lı yıllarda ise bataklık saha kurutularak kullanılabilir hale getirilmiştir (Şekil 1.9).

Tarsus Çayı kıyıya iyice yaklaştığı bir anda aniden batıya doğru bir sapma yapmaktadır. Tarsus Çayı’nın kıyıya 1 km. kalan mesafede aniden bir dirsek yaparak 7 km. batıya doğru yol aldıktan sonra dökülmesinin esas sebebi kanaatimizce kıyıda etkili olan akıntı ve dalga birikimleridir.

Şekil 1.9. Tarsus’un Güney Kesiminde Seyhan Nehri ve Tarsus Çayı’nın

Etkileşimini Gösteren Kıyı Değişimi Modeli (Gürbüz, 2003’den alınmıştır).

Dalgalarla getirilen malzeme ile bu akarsuyun getirdiği malzeme kıyıda dalga mekaniğinin sıfır olduğu alanlarda birikmeye başlamış ve zamanla burada bir set bir kordon meydana getirmiş olmalıdır. Kıyı kordonu uzun zaman içerisinde yükselerek suyun yüzeyine çıkmış ve genişleyerek daha da büyümüştür. Bu kez Tarsus Çayı bu kordonu aşıp da geçemediğinden sola doğru sapmak zorunda kalmıştır. Sapmanın batıya doğru olmasında ise Amanoslardan gelen rüzgârlar etkilidir. İskenderun Körfezi’nden batıya doğru gelen bu şiddetli rüzgârlar suları batı istikametinde sürüklemekte ve bir akıntı oluşturmaktadır. İşte bu akıntı Tarsus Çayı’nın direkt olarak denize dökülmesini engellemektedir (Akkuş, 2008 kişisel görüşme).

Araştırma sahası Çukurova’nın batı kesimini oluşturduğundan bazı araştırıcılar (Öner ve diğerleri, 2005) tarafından yapılan sondajlı alüvyal jeomorfoloji çalışmasında ovanın gelişim evreleri tespit edilmeye çalışılmıştır. Öner ve diğerlerine göre, Erken Holosen’de yükselen deniz, Orta Holosen’de en yüksek düzeyine, bugünkü seviyesine ulaşmıştır. Tarsus kent alanı içindeki Gözlükule Höyüğünde yerleşmenin başlangıcı da bu döneme rastlamaktadır. Ancak yükselen

Foto 1.32. Tarsus Çayı’nın Akdeniz’le Buluştuğu Ağız Kısmı ve Sol Tarafta

Akdeniz’le Tarsus Çayı Arasındaki Kıyı Kordonu

deniz Tarsus’a ve buradaki Gözlükule Höyüğüne hiçbir zaman ulaşmamış, hatta fazla yaklaşmamıştır. Orta Holosen’den itibaren (Günümüzden yaklaşık 6000 yıl öncesinden bugüne) Tarsus Çayı’nın delta ovası hızla ilerlemiş, kıyı çizgisi denize doğru çekilmiştir. Bu sırada eski Tarsus ve Huzurkent alüvyon konileri arasındaki çukur alana fazla alüvyon ulaşmadığı için burası hep çukurda kalmıştır. Tarihi kaynaklarda, önceleri Karabucak ve Rhegma (Aynaz) bataklığı alanlarına kadar sokulan sulak alanların bir dönem (Roma çağı) Tarsus için liman olanağı sağladığı belirtilmektedir. Ancak bu sığ su ortamları, özellikle güneyde gelişen kıyı kumsal sırtlarından rüzgârlarla savrulan kumlarla hızla dolduğu için, kısa sürede liman olarak kullanılma özelliğini kaybetmiştir (Öner ve diğerleri, 2005).

Yine bu saha Williams (1954)'ın Kilikya ile ilgili yayınlanan makalesinde, yüzey araştırması sırasında tespit ettiği arkeolojik yerleşmeler, yüzeyde bulunan malzemeye göre tarihlenmiş ve her bir arkeolojik dönem için o döneme ait yerleşmeleri gösteren haritalar çizilmiştir. Williams'ın hazırlamış olduğu haritalar incelendiğinde Neolitik çağdan Roma dönemine kadar Çukurova üzerinde

çevresinde yerleşmeler ancak ovanın kuzey kesiminde sınırlı kalmıştır. Buna göre, yerleşmelerin Tarsus kentinin güneyinde kurulmasını engelleyen bataklık veya lagün gibi doğal bir engelin varlığı söz konusu olmalıdır. (Williams, 1954).

Tarsus Ovası, kıyıdan kumul setleri ve küçük lagün gölleri ile ayrılmış durumdadır. Denizden yüksekliği ortalama 50 m olan Tarsus Ovası’nın eğimi ‰ 50'nin altındadır. Ovanın en büyük sorunu yüksek taban suyu ve tuzluluktur. Ova aynı zamanda havzanın en az yağış alan kesimidir. Araştırma sahasında denize yaklaşıldıkça taban suyu yükselmekte ve tuzluluk artmaktadır. Tarsus Ovası ile Kazanlı’ya kadar olan saha kumullarla kaplıdır. Kıyıda yaklaşık 20 km uzunluğunda bir de plaj bulunmaktadır.

Tarsus Çayı’nın denize döküldüğü alanın hemen kuzeyinde küçük su birikintileri ve dar alanlı bataklıklar bulunmaktadır. Bunların bir kısmı kurutulmuştur. Ancak günümüzde kıyıda hala lagünlere rastlamak mümkündür (Foto 1.33).

Benzer Belgeler