• Sonuç bulunamadı

OTURUM BAŞKANI Zaten katarsa, tanımış olur

Prof. Dr. ÜNAL ÖZİŞ Öyle mi? Hayırlı olsun.

Dicle ve Fırat birleşip, Şatt-ül-Arap olarak Körfeze akıyor diyorum ben. Basra Körfezi’ne dediğim zaman İranlılar alınıyor, Pers Körfezi’ne dediğimiz zaman da Arap ülkeleri alı-nıyor. Onun için zaten çoğu literatürde “gulf” olarak geçtiği için, sadece Körfez olarak anacağım.

Irak’ın ana akarsuyu Dicle, yukarıda bizden çıkıyor, ama bütün Irak’ı boydan boya kat ediyor. Bizden gelen Büyük Zap, Habur başta olmak üzere doğu kolları da dahil, İran’dan gelen doğu kolları var, bazı yan kollar kendilerinden çıkıyor. Az önce Sayın Özdemir belirtti, aşağı yukarı Türkiye'den kaynaklanan su kadar, Irak’ın kendi toprakla-rından kaynaklanıyor, artı bir de İran’dan gelenler var.

Irak’ın sulama, 2,5-4 milyon hektarı sulamak için su ihtiyacının ana kaynağı Dicle’dir, Fırat boyunca da olsa. Arada gördüğünüz bir de kapalı havza, Tartar Havzası vardır. Tar-tar Havzası iki Tar-taraftan bağlıdır. Aslında, Dicle’nin taşkın sularını biriktirip, gerektiğinde tekrar vermek yönünden. Fırat’la da bağlantısı var. Bu sistem en azından çok küçük eğimler dolayısıyla, Dicle’nin fazla suyunun Irak’ın Fırat Bölgesi’ne aktarılması için, se-çeneklerin belki en ilginci olarak akla gelebilir.

Irak’ın Fırat boyutuna geçmeden önce, Suriye’nin de Dicle’de kıyıdaş olduğunu hatırlat-mak isterim. Sayın Özdemir de değindi. “Orada, Cizre Barajı yerine ortak baraj yapalım”

önerilerimize, “olmaz” denildi. Kendi birtakım sular ister, verilir verilmez ayrı, nasıl ala-bilir, ama Suriye’nin de hemen hemen ciddi hiçbir katkısının olmadığı bir yerin kıyıdaşı

olduğunu, bazı talepleri olduğunu, diplomatik dille not etmiş bulunmaktayız.

Yine şekilde gördüğünüz gibi, Irak’ın güney kısmını şöyle bir boydan kat edip, birleşene kadar giden Fırat, tarihi sulamalar için büyük önem taşımıştır. Burada detaya girmedik, hemen belirteyim: Türkiye'nin ve Suriye’nin makul, hakça sulamaları yapıldıktan sonra, Irak’a Fırat’tan sulama yapması için fazla bir su kalmayacaktır. Bu fazla su Dicle’de var.

Fakat, “Dicle’den bena, Fırat’tan da bena” dediğiniz zaman, maalesef yok, her yerde bu su yok. Bunu da Irak bâbında söylemiş olalım.

Suriye, Fırat’ın önemli kıyıdaşlarından biri, çünkü Fırat olmazsa, Suriye’nin çok büyük bir kısmı hiçbir şey yapamaz. Kendilerine göre birtakım hesaplar, “Fırat’tan hakkımız şu kadar milyar metreküptür senede” var. 800 bin hektara giden iddialı sulama projeleri var ki, taraflı veya tarafsız, herkese tarafsız da diyemiyorsunuz, yapılan hesaplara göre toprak yapısı açısından Suriye’nin teknik yönden tutarlı, ekonomik tarafı ciddi sulama yapabilmesi için, en fazla 400 bin hektar sulayabileceği, hatta bunun 200-250’lere ka-dar düşebileceği iddia ediliyor. Ama “800 bini de ben sulayacağım” dediği zaman, hele hele çağdaş su tasarrufu yapan yöntemlerle değil de, şöyle bol bol suyu israf eden yön-temlerle girdiğiniz zaman, gerçekten Irak’a bir şey kalmaz.

Asi’den benden önceki arkadaşlar da söz etti. Benim bazen şansım oluyor. Sayın Avcı’nın söz ettiği Su Politikaları Kongresinde bana “ne istersen anlat” dedi. Birinci otu-rumun başında, ben de çeşitli mesleklerden kişiler geliyor diye, “Su Kaynaklarının Geliş-tirilmesine Genel Bakış” diye bir konuşma hazırlamıştım. Açılış konuşmalarının son ko-nuşmacısı Sayın Süleyman Demirel’di, fevkalade zevkli bir şekilde 40 dakika kadar bir açılış konuşması yaptı. Benim konuşma bitti, dedim, çünkü benim anlatacaklarımı aynı sırayla değil, ama hepsini söyledi Süleyman Bey. Ben çıktım, hem talihli, hem talihsiz kişiyim, talihsiz kişiliğim, Sayın Demirel gibi güzel bir hatipten sonra karşınıza çıkmam, talihli yönüm de benim anlatacaklarımın hepsini anlattığı için “Sayın Demirel’e aynen katılıyorum, yerime oturabilirim” dedim, ama yine de tabii anlattık. Burada da büyük ölçüde arkadaşlarımız benden önce bazı şeyleri anlattılar; bunu da tahmin ettiğim için en sona kaldım.

Şimdi, Asi Havzası’nın, Türkay Baran da gelmediği için, azıcık daha bir detayına belki girmekte yarar var. Asi çok enteresan, yanındaki Fırat-Dicle ile fil ve fare gibi biraz. Ama, Fırat-Dicle’de biz yukarı kıyıdaş ülke olarak herkesle muhatap oluyoruz. Asi’deyse büyük çapta aşağı kışıdaş ülkeyiz. Nitekim, ünlü Bekaa Vadisi’nden doğuyor Asi Lübnan’da. Az bir miktar potansiyeli var, Lübnan’dan kaynaklanan. Geçiyoruz Suriye’ye, şurada meş-hur GHAP sulamaları var, barajları var. Asi Demirköprü yakınındaTürkiye’ye giriyor, An-takya civarında Akdeniz’e dökülüyor.

Karasu bizim topraklarımızda doğup, devam ediyor, Amik gölünde Asi’ye katılıyor. Af-rin iki ana koldan Türkiye'den doğuyor, Suriye’ye geçiyor, Reyhanlı yakınında Türkiye’ye geçiyor ve Amik gölü yakınında Asi’ye katılıyor. Dolayısıyla böyle bir karmaşık yapısı var.

Ama 165 bin hektar Türkiye Asi Havzası’nda sulamak istiyor. Bu Asi’nin sağda gördü-ğünüz yılda 2,5 milyar metreküplük toplam potansiyelinin çok büyük bir kısmını alır.

Asi’de yukarı kıyıdaş olarak, “GAP’tan bana” denilirken, “Asi’den yok sana” şeklinde yak-laşıldığından, Asi birtakım tartışmalarda ölçek olarak da çok önem taşıyan bir akarsu havzası.

Suriyeli meslektaşımıza “şu Asi Havzası’nı da konuşalım” dendiği zaman, “sen beni Türkiye'ye göçmen olarak kabul ettiriyorsan konuşalım, yoksa ben bir daha Suriye’ye dönemem” şeklinde olaya yaklaşıyor. Asi’de bir aktör daha var: Lübnan, daha önce de söyledik. Bu noktada kıyıdaş olmayan Ortadoğu ülkelerine birazcık değinmek istiyo-rum. Yine, Lübnan’dan devam edelim, bunu gördünüz. Bekaa Vadisi’nden Asi kuzeye doğru gidiyor, güneyinde öbür tarafındaki bu vadiden Litani doğuyor, meşhur bir ır-mak değil, aşağı yukarı yılda 700 milyon metreküp bir potansiyeli var, bir de üstüne üstlük Karaun Barajı’yla çevrili bir enerji projesi dolayısıyla çok daha küçük. Lübnan hür iradesini kullanabildiği devirlerde böyle de bir tesis yapmış.

Bir sonraki aktöre gittiğimizde de göreceğiz. Şeriya Irmağı üç ana kaynaktan doğuyor.

Bu haritanın şu kısmı fazlalıktır, Lübnan’ın içinde Hasbani Kaynağı var. Bu uzun zaman-dır Lübnan’ın kontrolünde değil, İsrail’in kontrol ettiği bölgedir. Dan Kaynağı İsrail top-raklarında, Banyas Kaynağı Suriye’den çıkar, Golan Bölgesi’nde olduğu için bu da yok-tur, hepsi İsrail’in kontrolündedir.

Golan Tepeleri çok ilginç bir yerdir. Aşağı yukarı 400 kotunda bu tepeler. Golan’ı aldı-ğınız zaman, Şeriya, -Jordan’ı bazen Ürdün Irmağı diye Türkçeleştiriyoruz, bazen Şeriya Irmağı olarak- Şeriya Irmağı’nın ana kaynaklarını kontrol edebiiyorsunuz; üç kaynak, üç ayrı ülkeden geliyor; artı Litani’nin dirseğinin burnunun dibi, hani bir sonraki hamle-de, Litani’yi de aşağıya Awati Deresi’ne değil hamle-de, bize çevirelim olabilecek biçimde bir yerde.

Şeriya Irmağı geliyor, Tebariye Gölüne, -Tiberyas Gölü, Kinneret Gölü, İsrail tabiriyle- eksi 200 metrede, oraya gidiyor. Sonra devam ediyor, Aşağı Şeriya olarak bir kısmı Ür-dün sol sahil, İsrail sağ sahil, ve Filistin batı yakası, Ölüdeniz’e kadar gidiyor. Toplam potansiyeli yıllık 2 milyar metreküp mertebesinde.

Bundan 10 küsur sene önce, Kissinger’in yardımcısı Brezinski’nin başkanlığını yaptığı bir vakfın mensubu olarak, İsrail doğumlu Boaz Wachtel adında bir uzman, Türkiye'de de sunmuş, Illinois üniversitesinde de aynını sempozyumda sundu. Atatürk Barajı haz-nesinden 1,1 milyar metreküp yılda su alıyor. Boru hattıyla Golan Tepeleri’ne getiriyor, orada sınır oluşturan bir kanal kesimi de tasarlıyor, boru hattı bu işe de yarıyor. Bunun 1/4’ünü Şam’a kadar kullanmak üzere Suriye’ye, 1/4’ünü Ürdün’e, yarısını İsrail Ulusal Su Dağıtım Sistemine vererek de, İsrail ve Filistin bölgelerine yarı yarıya 1/4 olarak da-ğıtıyor.

Amerika'daki toplantıda “nasıl buldunuz?” diye sordu. “İnsancıl yönden fevkalade ilginç bir proje; teknik yönden fevkalade ilginç bir proje, ancak kıyıdaş üç ülke, Türkiye-Suriye-Irak çözüm üzerinde anlaşamamışken, velev ki küçük bir oranda da olsa, havza dışına çıkartmanın sorunlarını nasıl çözeceksiniz?” diye sordum. Aslında bu bilinen bir şey.

“Siz bu suyu Atatürk Barajı haznesinden aldığınızda, Atatürk, Birecik, Karkamış santral-larından eksiltiyorsunuz. Yılda aşağı yukarı 500-600 milyon kilovatsaatlik enerji eksili-yor. Türkiye bunu daha pahalı üretmek zorunda kalacağından, tazmin edilmesi gerek-mektedir” dedim. “Bunu düşünmemiştik” dedi. Ertesi gün bildirisini sundu, aynı eleştiri-yi benden toplantıda aldı. Cevap, hanımefendiler, beyefendiler, ibret vericidir. “Türkiye bu suyu tahsis etmekle, Ortadoğu barışına o kadar büyük katkıda bulunacaktır ki, -bu noktaya kadar herkes imza atabilir- bu sayede Türkiye'ye GAP’ı gerçekleştirmesi için bütün kredi muslukları açılacak, bunun yanında 600 milyon kilovatsaat enerji nedir?”

dedi. Başka bir yorum yok diyorum.

Kıyıdaş olmayan Ortadoğu ülkelerinde az veya çok veya pek çok, su sıkıntısı çeken, bir de Körfez ülkeleri var. Kuveyt, Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikle-ri, Oman. “Bunlara ne ki?” dediğinizde, Fırat-Dicle geliştiği zaman, Körfez’e az tatlı su gelecek. Sayın Kâbus bin Kâbusun balık kâbusu görmemesi için, GAP Projesinden vaz-geçmemiz, takdiri bize bırakıyor. Bunun üzerinde durmayacağım, ikinci kısımda belki tekrar tartışma konusu olursa.

Kıyıdaş olmayan aktörlerden Birleşmiş Milletlerle ilgili bir çift sözüm var. Otuz sene tar-tıştıktan sonra, Birleşmiş Milletler Hukuk Komisyonunın 1997’de üç ülkenin, Çin, Burun-di ve Türkiye'nin, olumsuz oyuna rağmen, üye ülkelerin yaklaşık 1/3’ünden fazlasının katılmadığı, bir bölümünün çekimser oy kullandığı, yüzde 50’yi az aşan bir çoğunlukla kabul ettiği bir karar.

Bu karar hakça ve makul kullanım gibi fevkalade güzel bir ilke getiriyor. Ama nedir hak-ça ve makul dediğimiz zaman, lokantadaki balık fiyatı konusu ortaya çıkmaya başlıyor.

Kim tayin edecek, nasıl tayin edecek? Başkalarına “önemli” –significant- zarar vermeme ilkesi. Bu bir sözcük, önemli sözcük, bu otuz yıl zarfında ve de Birleşmiş Milletlerdeki tartışmalarda, bazen belirlenebilen, ölçülebilen zarar –appreciable harm- şeklinde ifa-de edilmek istenmiş; tek bir kelime üzerinifa-de tartışmalara sebep olmuş. Sonunda neyse ki, önemli zarar verdirmeme çıkmış; öbür türlü ölçtüğünüz zaman, her şeyi yok ettire-cek.

Bu iki prensip, ama bir de “izin”ler vesaire var, ve de en ilginci sınıraşan sularla ilgili Bir-leşmiş Milletler kararı “uluslararası” akarsular ifadesini kullanıyor. Yani, uluslararası sular dediğiniz zaman, açık deniz her bandıranın serbestçe gezdiği bir sudur. Bunun ulusla-rarası yok, çokuluslu akarsular diyebilirsiniz.

Bir başka aktör Avrupa Birliği. Tabii biz zaten Avrupalıydık da diyebilirsiniz, Viyana ka-pılarından diyebilirsiniz, Trakya Avrupa’dadır da diyebilirsiniz. Coğrafya açısından, An-kara doğuda kalır diyenlere, kardeşim Lefkoşe’nin boylamıyla, AnAn-kara'nın boylamının hemen hemen aynı olduğunu da iddia edebilirsiniz. Özellikle, su ağırlıklı olarak, Su Çerçeve Direktifi var Avrupa Birliğinin; İspanyollar da dahil, sıkıntılar var, Ankara Su Po-litikaları Kongresinde de bunu tartıştık.

Ama bana bazı şeyler, hepinizden galiba azıcık daha yaşlıyım, Avrupa Birliğinden su konusu başta veya dahil olmak üzere, dile getirilen, İsrail’i düşünen, Fırat-Dicle’den baş-layan öyle talepler geliyor ki, aşağıdaki Sevr haritası çağrışımını bana yapıyor.

Sevr’de de madde vardır. Türkiye'ye bırakılan o yukarıdaki, hani Yukarı Sakarya, Yukarı Kızılırmak, Aşağı Kızılırmak bölgesinde dahi, limanlara egemen olmanın vesaire kont-rolünün ötesinde, akarsuların da müttefik devletler tarafından kontrol edileceği yazı-lıdır. Bana da onu çağrıştırıyor. Lütfen, gençlere tavsiyem, nereden bulursanız şu Sevr Anlaşmasının metnini bir okuyunuz. Bana birtakım çağrışımlar yapıyor, biraz sonra ha-rita olayında olduğu gibi.

Türkiye acaba eskiden bazı İngiliz generallerinin cetvelle çizdiği sınırlar yerine, Devlet Su İşlerinin çizdiği akarsu havzası sınırlarıyla, “Dicle Havzasını falan devlete, Fırat Hav-zasını falan devlete, Aras Havzası şu devlete, Çoruh bu devlete” diye bölünme ihtimali olabilir mi endişesini bende yaratıyor.

Stratejik ortağımız Amerika Birleşik Devletlerinde yayınlanan bu haritaya baktığınızda, -demek ki bu “Genişletilmiş Ortadoğu Birleşik Devletleri haritası” diye de bakabilirsiniz

bu haritaya- stratejik ortak değil de, iş ortağınız size böyle bir kazık atarsa ne yaparsı-nız? Başka bir şey o konuda söylemek istemiyorum, sadece bir örnek veriyorum. Söz konusu harita emekli albay Ralph Peters’in yazısı kapsamında Amerika Birleşik Devlet-leri Silahlı Kuvvetler Dergisinde çıkmış. Tabii, derginin bir yerinde buradaki bütün fikir-ler yazarına aittir, bizi bağlamaz yazabilir. Yanda da iki sene önce Türk Silahlı Kuvvetfikir-ler Dergisinde çıkmış, bizim bir makalemizdeki, aynı bölgenin haritası var.

Ben de coğrafya ve politikaya gayet sadık olarak Suriye ve Irak hududu çizdim. Ama Fırat-Dicle’nin en etkin yönetim biçimi, Osmanlı’da olduğu gibi, bütün hepsinin tek devlet veya devletler topluluğu altında olması gerekir diye, Suriye ve Irak yerine oraya Doğu Akdeniz Türk Cumhuriyeti yazsaydım, acaba bizim Silahlı Kuvvetlerimiz onu ba-sar mıydı? Basıp, “yazarlar öyle diyor mu” denilirdi, bunu da takdirinize bırakıyorum.

Nihayet üzerinde son söz etmek istediğim iki kuruluş var. 1997’deki Birleşmiş Millet-lerin kararının aşağı yukarı ne biçim çıkacağı şekillenmişken, 1996’da mantar gibi iki tane uluslararası kuruluş çıktı ortaya. Marsilya’daki toplantıda “Dünya Su Konseyi” diye çevirebileceğimiz, Stockholm’de aynı yıldaki toplantıda da “Küresel Su Ortaklığı” adı-nı taşıyan, biraz niyetini daha açık ifade eden. Böyle ortaklık bana padişahla dilenci-nin, “Adem Baba’dan akraba değil miyiz?” hikâyesini aklıma getiriyor. Bana küresel su ortaklığı sonucunda, bol suyu olan Kanada’dan Ortadoğu'ya su getirecek bu ortaklık derseniz - teknolojisi, ekonomisi bir tarafa- ilgi çekebilir; ama kim neye ortak diyorsu-nuz? Üstteki, Dünya Su Konseyi, biraz daha akıllıca çıktı, hükümetleri de bu işin içine bulaştırdı; hatta 2009’da Dünya Su Forumu Türkiye'de yapılacak, üç sene sonra, 2009’da yaşarsam neler olacağını göreceğiz.

Sizleri şöyle yabancı gözüyle -yine de Türk vatandaşlığı ön plana çıktı- gezintiye çıkar-dım. İkinci bölümde sorularınız varsa, tartışmak istediğiniz şeyler varsa, buradayım, bekliyorum, sağ olun.

[panel sunumunda yararlanılan görsel yansılar bağlamında, Türkiye'nin sınır-aşan akar-su havzaları konuakar-sundaki dört temel harita için aşağıdaki yayına başvurulabilir:

- ÖZİŞ, Ü.; TÜRKMAN, F.; BARAN, T.; ÖZDEMİR, Y.; DALKILIÇ, Y. (2006): Su hukuku. İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi, SUMER, Su Yapıları, C.I, "Su kaynaklarının geliştirilmesi", (Ed.:

Ü.Öziş; F.Türkman; T.Baran), Bölüm.3, s.3-1 > 3-36].

Benzer Belgeler