• Sonuç bulunamadı

Ortadoğu Su Kaynaklarının Geleceği

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Ortadoğu Su Kaynaklarının Geleceği"

Copied!
49
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

OTURUM BAŞKANI - Prof. Dr. Turhan ACATAY

Bu günkü konumuz “Ortadoğu Su Kaynaklarının Geleceği”. Önce “Ortadoğu” kavramı- nı tarif etmeye gerek var. Çünkü son zamanlarda önce BOP “Büyük Ortadoğu Projesi”, sonra GOP “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” v.b. projeler ortaya çıkmış durumda. ABD patentli bu projelerde göz önüne alınan Ortadoğu, Atlas Okyanusu’ndan Afganistan’a kadar uzanan bir coğrafya dilimidir. Biz bütün bu bölgeyi konuşacak değiliz.

Suyla ilgili olarak bizim ilgileneceğimiz bölge, yani bizim Ortadoğu’muz, ülkemizin gü- neyindeki bölgedir. Yalnız unutmayalım, güneyimizdeki bölge dediğimiz zaman büyük kısmı çölden ibaret bir bölgeden bahsediyoruz. Ekvatorun kuzeyindeki Oğlak dönen- cesi civarında Büyük Sahra, Orta Mısır, Arabistan yarım adası, Orta İran, Afganistan’ın kuzeyi olarak devam eden bir çöl kuşağı var. Bu çöl kuşağı aynı zamanda genişlemek- te. Güneye ve kuzeye doğru olduğunu şuradan biliyorum Afrika’da Senegal, Mali ve Moritanya arasında kalan bölgede Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın bir projesi devam ediyordu. Adı “sahil projesi”. Büyük Sahra kuzeye doğru ilerlemiyor çünkü Akdeniz var;

Güneye doğru senede 15 kilometre ilerliyor. Bu ilerlemeyi önlemek için çeşitli bitkiler yetiştiriyorlar, bizdeki kar bariyerlerine benzer kum bariyerleri yapıyorlar vesaire. Bu genişleme halen devam ediyor. Güneyimizdeki çöl kuşağı da aynı şekilde genişleme eğiliminde. İşte bizi ilgilendiren nokta da burası.

Konumuza gelelim. Ortadoğu’da, bizim göz önüne aldığımız Ortadoğu’da öyle çok fazla su kaynağı da yok. Güneye doğru bakacak olursak, Yemen civarları ile Umman, Birleşik Arap Emirlikleri bir parçacık yağış alıyor. Suudi Arabistan’ın diğer kısmı ile aşağı yukarı bizim Toros dağlarına kadar olan bölge çok fazla yağış almıyor. Bu arada bir tane istisna var, o da Lübnan. Özellikle Lübnan’ın dağlık bölgesi yağış alıyor. Litani nehri,

(2)

Ürdün nehri ve Asi nehrine akış sağlıyor. Her üç nehrin de çıkış noktası Lübnan.

Ürdün nehri Lübnan’ın güneyinden çıkıyor, Golan tepelerinden de akış alıp, Suriye tarafın- dan gelen Yarmuk kolu ile birleşerek Batı Şeria- Ürdün sınırına paralel Güney’e, Ölü deniz’e kavuşuyor. Ürdün’den bu nehre karışan küçük bir kol ve üzerinde Ürdün’ün Tallal barajı var.

İsrail’in Galile gölü kuzeyinden başlayıp gü- neye doğru bütün ülkeyi kat eden bir “Ulusal Su Kanalı” projesi de var, o da Ölüdeniz’de son buluyor. Suriye’nin bu nehrin çıktığı bölgeler- de, yani Golan Tepelerinde, bir çevirme projesi vardı fakat İsrail Golan Tepelerini işgal edince bu proje yürümedi. Kısaca söylemek gerekirse İsrail Ürdün nehrinin hemen hemen tamamı- nı kendisi kullanmaktadır. Ulusal su kanalı’nda bu niyeti ortaya koymaktadır.

Lübnan’dan kaynaklanan bir diğer nehir Li- tani nehridir. Bu nehir Cebel-i Lübnan’dan çıkar önce Güneye akar sonra batıya dönüp Akdeniz’e dökülür. 33 gün harbinden önce bu nehir tümüyle Lübnan toprakları içinde idi.

Üç tane İsrail askeri kaçırıldığı için başlatılan İsrail-Lübnan savaşı sonunda Güney Lübnan İsrail tarafından işgal edildiği için Askerden arındırılmış bölge içinde kalan Litani nehri artık İsrail-Lübnan arasında “sınır oluşturan bir nehir” konumuna gelmiştir. Böylece İsrail bölgesinde el koymadığı tek su kaynağı olan Litani nehrine de ulaşmış bulunmaktadır.

Lübnan’dan çıkan üçüncü nehir Asi nehridir.

Asi kuzeye doğru akıp Suriye’ye girer. Önce Homs Gölünü besler sonra Suriye’nin Rastan Barajı ve Mehardeh barajından geçip GHAB Vadisi projesinin sulamalarını yapar. (İsmi de sanki bizim GAP projesine nispet ediyormuş gibi). Daha sonra Türkiye’ye girip Amik ovasın- dan geçerek Akdeniz’e dökülür. Asi nehrine Türkiye’den Karasu (üzerinde Tahtaköprü Ba- rajı vardır) ile Suriye’ye girip çıkan Afrin koluna karışır.

Bildiğiniz gibi bu akarsuların doğusunda bi- zim Fırat ve Dicle nehirlerimiz var. Bu iki nehir bizim bulunduğumuz bölgede en büyük iki

(3)

akarsu. Konuşmacı arkadaşlarım bu iki akar- su hakkında çok daha detaylı bilgi verecek- ler ama ben şöyle bir değinmek istiyorum.

Malum, her iki nehir de bizim doğu Anado- lu topraklarından çıkar, oranın yağışları ile beslenir; sonra Fırat önce Suriye’ye ardından Irak’a girer. Dicle ise çok küçük bir bölgede önce Suriye’ye ardından Irak’a geçer ve Bas- ra Körfezi civarında Şatt-ül Arap adıyla ikisi birleşip denize dökülür. Her iki nehrin biz- den sonra geçtiği Suriye ve Irak’la problem- lerimiz mevcut. Fırat’ta, Suriye ile yapılan bir anlaşma uyarınca 500 m3/sn suyu man- saba vermek zorundayız. Dicle’de böyle bir zorunluluğumuz yok ama bu nehrin Irak’ta sulayabileceği alan çok fazla. Bizim tüm GAP projesinde 1 milyon 600 bin hektar arazi su- lanacak, oysa Irak’ta sulanacak alan 3,5 milyon hektar.

GAP projesi kapsamında enerji yatırımlarının yüzde seksenden fazlası gerçekleştirilmiş durumda ama sulama projeleri nedense??? yüzde 13lerde. Unutmayalım, enerji tesi- sinde suyun sadece kot farkını kullanırsınız. Yani debisinde azalma yoktur. Ama sulama tesisine aldığımız su geri verilmez, kullanılır. Mansap ülkeleri Suriye ve Irak’ta zaten bunu istiyor.

Gerek Fırat’ta gerek Dicle’de mevcut su bölgedeki sulamalara yeterli değil deniyor, ama mansap ülkelerinin verileri saklaması yüzünden doğru dürüst bir planlama da yapıla- mıyor. Önce su ve toprak envanterini çıkaralım suyu paylaşalım şeklinde özetlenebile- cek olan Türkiye’nin üç aşamalı planı da, daima havada kalıyor.

Şu anda Irak ABD işgali nedeniyle kendi dertleri ile meşgul gibi görünüyor ama Ku- zeyindeki Kürt oluşumunun boş durmadığı bir gerçek. Nitekim Ilısu Barajı hakkında koparılan yaygarada da göz gözü görmüyor ama, internetten indirilmiş elimdeki şu çalışma (Türkiye’de Baraj Yapımının Alt-Havza Etkileri Mayıs 2002) bu kargaşadaki Kürt ve ABD-İngiliz etkisini ortaya koyuyor. İşin acıklı yanı, bizim İnşaat Mühendisleri Odası yayını Türkiye Mühendislik Haberleri Mecmuası (Sayı 439-440) Hasankeyf ko- nusunda tam 22 sayfa ayırmış ve hemen hemen yukarıda bahsettiğim yayını TMMOB Su Politikaları kongresi Sonuç Bildirgesi ve Dosya: Hasankeyf adı altında özetlemiş durumda. Bütün amaç Ilısu barajını yaptırmamak. Ama Iraklılara Dicle’nin doğudan, Zağros dağlarından aldığı akışı sorarsanız ehemmiyetsiz derler. Sizin Ilısu depolaması ve enerji kademesi ile Cizre ve sulaması yapılmasın derler çünkü Türkiye’den ne kadar çok su alabilirlerse kar bilirler.

Geliyoruz bizim GAP projesine. GAP projesi 60larda başladı. İlk adı Aşağı Fırat Planla- ması idi. Arkasından Dicle havzası da bu planlamaya dahil edildi ve adı GAP oldu. O sıralar inşaatı için 30 sene ve maliyet olarak ta (aklımda kalan) 32 milyar dolar öngörül- müştü. Aradan neredeyse yarım asır geçmiş GAP hala devam ediyor. Önce DSİ Diyar- bakır Bölgesi ile işler yürütüldü, sonra GAP idaresi kuruldu şimdilerde o da lağvedilmiş durumda.

(4)

Türkiye su yönetimi konusunda da gerçekte bir karmaşa içinde ve ne yapacağını şaşır- mış vaziyette. DSİ’nin çok büyük birikimi vardı onun daha da kuvvetlendirilmesi gere- kirken kadrolaşma ile darmadağın edildi. İller Bankası, şehir elektrifikasyonu, içme su, kanalizasyon konusunda da çok deneyimli elemanlara sahipti, toptan dağıtıldı. Beledi- yelere para dağıtan kurum haline getirildi. Önce Toprak-su, sonra Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü vardı tümüyle lağvedildi ve hizmetler valiliklere, kaymakamlıklara emanet edildi. Kısaca söyleyeyim şu anda su konusunda çok büyük bir dağınıklık var. Özellikle, büyük planlamaların konuşmacısı ve gerçekleştiricisi ortada yok. Ayak sesleri şimdiden duyulan kuraklık ile bu durumda nasıl başa çıkacağız bilemiyorum.

Ortadoğu’da su problemi, gerçekte daha çok politik problemlerden kaynaklanmakta- dır. Yoksa salim kafa ile çalışılırsa teknik problemler mühendisler tarafından en iyi şekil- de çözülür. Öyleyse politika konuşmaya başlayalım.

Önce İsrail’i ele alalım. İsrail çok kurak bir bölgede ve büyük su ihtiyacı içinde. Hem sulama hem de kullanma suyu temin etmek için komşuları ile savaşmayı bile göze alı- yor. Üçüncüsü mevcut demografik yapının kendi içinde problemleri var. Afrika’dan göç etmiş Falaşa Yahudileri ile mevcut yerleşik nüfusun uyumsuzluk sorunu var. Bu nüfus kesimini bir an önce dışarı atmak istiyor. Bu yüzden İsrail, Türkiye’ye Güney Anadolu’da, kendilerinde başarıyla uygulanmış kibutz modelini teklif etti. Amaç bu nüfusu adı ge- çen bölgeye yerleştirmekti.

İsrail başlangıçta Manavgat projesi ile ilgilendi. Fakat deniz suyunu arıtma tesislerinde maliyet ucuzlayınca fiyat konusunu öne sürüp vazgeçti. Şimdilerde bu proje, olduğu gibi, Antalya Belediyesine 135 milyon dolara satıldı. Sahillerde mevcut yerleşim yerleri- ne Antalya Belediyesi bu sistemden aldığı suyu dağıtmaya başladı bile.

İsrail gizliden gizliye GAP ile de ilgileniyor. Bu ilgi elbette Fırat üzerindeki çok büyük depolamaların yanında çok iyi kalite ziraat topraklarından ileri geliyor. GAP’ta arazilerin yabancılar tarafından satın alındığı devamlı gündeme getirilir ve İsrail’in de bu satın almalarda başı çektiği ileri sürülür. Hatta bu konuda birkaç kitap ta yayınlandı. Fakat Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü bu yayınlar üzerine bir liste yayınladı (Temmuz 2006) ve satın alınanların tamamı işte bu dedi. Bu listeyi dağıttığım CD’lerin içine aynen koy- dum. Bu listede İsrail hiç görünmüyor. İtalyanlar da görünmüyor. Suriye var. Suriyeliler Türkiye’de 140 bin dekar arazi satın almışlar. Onun ötesinde diğer yabancıların aldıkları yazlık vs. var. Hâlbuki benim bildiğim İtalyanlar Niğde’de 4500 dekar arazi aldılar ve elma yetiştiriyorlar. Gene İtalyanlar Akhisar’da 2700 dekar arazi aldılar kurutulmuş do- mates yapıyorlar. Bunlar Tapu Kadastro’nun yayınladığı listede görünmüyor. Neden?

Benim tahminim Tapu Kadastro listesi şahıs olarak satın alınan arazileri gösteriyor. Şir- ket olarak satın alınan arazileri vermiyor. Şirket sermayesi yabancı da olsa, eğer yüzde veya binde bilmem kaç Türk birisinin sermayesi varsa o şirket Türk şirketi sayılıyor ve listeye alınmıyor.

İsrail GAP’ta Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliği ile Suriye sınırındaki mayınlı bölgenin temizlenip Yap İşlet modeliyle ziraat yapılması konusuyla da ilgilendi. Resmi olarak or- taya konulmayınca tabii dedikodu ortaya çıkıyor. Mesela İsrail’in bazı aşiretlerle anlaşıp toprak satın aldırdığı veya Urfa’da Gaziantep’te Türk nüfusuna kaydedilmiş İsraillerin olduğu bunların ileride toprak satın almaları için kullanılacağı söyleniyor.

Ortadoğu’daki su konusu ile ABD de ilgileniyor hem de tahminlerin ötesinde bir ilgi ile.

Malum emekli Yarbay Ralph Peters, daha önce bizim Doğu Anadolu’yu özgür Kürdistan

(5)

olarak gösteren bir harita yayınlamıştı. Bu harita olmadık yerde karşımıza çıkıyor. Peki, bunda amaç ne olabilir? Bana sorarsanız bu çalışmanın arkasında da Fırat-Dicle yani su konusu var. Çünkü İsrail’in bir numaralı koruyucusu, ABD’nin eski dışişleri bakanı Henry Kissinger şöyle der.

Devletleri kontrol için petrolü kontrol ediniz, Halkları kontrol etmek için su kay- naklarını kontrol ediniz.

Meşhur haritanın özellikle Fırat ve Dicle’nin su toplama havzasından ibaret olduğunu da söylersem ABD siyaseti ortaya çıkmaz mı?

ABD’nin bölge için projelerinden bir diğeri de (ki bir önceki ile de örtüşüyor) İsrail- Kürdistan-Ermenistan-Gürcistan eksenini ele geçirmektir. Böylece hem Ortadoğu hem de Orta Asya petrol rezervlerini kontrol altına alabilecektir. Bu projenin 1ci ayağı olarak Irak’ı işgal etmiş bulunuyor. Öndeki engel olarak Lübnan Suriye ve Türkiye’nin doğusu kalıyor. Lübnan ve Suriye zaten zayıf halledilmesi gereken Türkiye’nin doğusu da işte o meşhur haritada işaretli. Ayrıca ABD İran’a da sataşıyor ama henüz ne sonuç alacağın- dan emin değil.

Özellikle Fırat ve Dicle ile Avrupa Birliği de ilgileniyor. Son defa bu iki nehrin yönetimi- nin uluslar arası bir otoriteye verilmesi gerektiğini ifade ettiler.

Güneyimizdeki ülkelerle ilgili olarak bir de Barış suyu projesinden bahsetmek lazım.

Amaç Türkiye’de güneydoğudaki biriktirmelerden bu ülkelere içme kullanma suyu sağ- lamaktı. Turgut Özal’ın başbakanlığı sırasında üzerinde ciddi olarak çalışıldı. Bu projede iki iletim hattı vardı. Birinci hat 2650 kilometre uzunluğunda olacak ve 40 metreküp/

saniye debi ile günde 3,5 milyon metreküp suyu Suriye, Ürdün, Filistin ve İsrail’e ta- şıyacaktı. İkinci hat 2900 kilometre uzunluğunda olacak ve 30 metreküp/saniye debi ile günde 2,5 milyon metreküp suyu Irak, Kuveyt Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman’a taşıyacaktı. Bir Amerikan şirketi de konu ile ilgilendi. Aklımda kaldığı kadarı ile proje 20 milyar dolara mal olacak ve kendini 9 senede amorti ede- cekti. Müşteriler bu kadar çok sayıda ve malum Ortadoğu milletleri olduğu için proje yürümedi.

Ortadoğu vs. derken kendi içimizdeki sorunları unuttuk. Gerçekten bizde de tehlike çanları çalmaya başlamış bulunuyor. Özellikle Orta Anadolu ve Ege Bölgesini kuraklık tehdit etmeye başladı. Orta Anadolu’da yağış ve su miktarı çok az olmasına karşılık su- lama amacıyla açılan kuyu sayısının 32 bin civarında olduğu söyleniyor. Bu bir tahmin, gerçek sayıyı bilen yok. Tabii yeraltı suyu durmadan daha derinden çekiliyor. 100 metre derinden su çekilip de karık sulaması ile pancar ziraatı yaparak ne kazanç elde edilir anlamıyorum.

Çiftçiye yol göstermesi, bölgesel ziraat planlaması yapması gerekirken maalesef ça- lışmayan bir ziraat teşkilatımız var. Örneğin Orta Anadolu’da eğer akıllıca davranılır- sa harikalar yaratmak mümkün. Mesela Niğde civarında bodur elma fidanları ve yeni cinslerle çok güzel mahsul alınıyor. Afyon civarında gayet iyi kalite kiraz yetiştiriliyor.

İçeri Çumra Belediyesi tarımsal yönlendirme konusunda örnek çalışmalar yapmakta hatta bir besicilik organize bölgesi kurma aşamasında. Ankara Üniversitesinden iki pro- fesörün çabaları ile Kalecik Karası üzümü yetiştiriciliği, Kırıkkale Kalecik civarında çok ilerlemiş durumda. Halen Türkiye’de ne kadar kırmızı şarap üretilirse onun kupajında mutlaka Kalecik Karası var. Uğraşılsa daha kim bilir neler yapılabilir?

(6)

Birazcıkda burnumuzun dibindeki sorunlardan da bahsedelim. Gerçekte Ege Bölgesi de kuraklık tehdidi altında bulunuyor. Maalesef bu konuda herhangi bir tedbir geliş- tiren de yok. Ödemiş ovası susuzluktan kırılıyor. 200 metre derinden su çekip sulama yapıyorlar. Beydağ barajı ne bitmez barajmış ki ben bildim bileli inşaatı devam ediyor.

Bildiğiniz gibi Yortanlı Barajı kavgası Bergama’da devam ediyor. Şimdi baraj suyundan istifade edecek üreticiler de yavaş yavaş teşkilatlanıp seslerini duyurmaya başladılar.

Bakalım sonuç ne olacak.

Hemen yanı başımızda bir de Çeşme yarımadası var. Hiç durmadan yapılan yeni yerle- şimlerle burası nüfus bakımından günden güne susuzluğa doğru gidiyor. İleride bu böl- ge için tek bir su kaynağı herhalde denizden arıtılmış su olacak. Bu yüzden Türkiye’de artık denizden su arıtma çözümü düşünülmeye başlanmalıdır. Özellikle deniz kıyısın- daki böyle yerler için düşünülmesi gerekir.

Benim söyleyeceklerim bu kadar. Belki biraz karamsar bir tablo oldu. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.

DURSUN YILDIZ- İnşaat Yüksek Mühendisi

Sayın Başkan, değerli katılımcılar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce Hidropolitik alanında yetişmeme ve dolayısıyla benim burada oluşuma çok büyük oranda katkıda bulunan , iki sene önce trafik kazasında kaybettiğimiz Değerli Hocam, Prof. Dr. Ali İhsan Bağış’ı saygıyla anmak istiyorum. Ken- disi, Hacettepe Üniversitesi Hidropolitik ve Stratejik Araştırma Merkezi Başkanıydı, ken- disini rahmetle, saygıyla anıyorum.

Efendim, şimdi ben bu çok önemli konuyu Sayın Başkanın başladığı ve belirli bir nok- taya getirdiği yerden alıp biraz daha batıya doğru götürmek istiyorum, Ortadoğu'nun bir miktar batısına,bölgenin denize açılan kıyısına, Doğu Akdeniz’e doğru gelip bu böl- genin artan stratejik önemi ve artan su sorunlarıyla ilgili açıklamalar yapmak istiyorum.

Ancak biraz önceki “hangi Ortadoğu?” sorusu çok doğru bir soru oldu. Büyük Ortado- ğu konsepti içinde değerlendirildiği zaman benim üzerinde konuşacağım alan batıda değil Büyük Ortadoğu, bir diğer deyişle Genişletilmiş Ortadoğu Projesinin kapsadığı ileri sürülen alanın merkezinde kalıyor. Bu nedenle de bu alanın stratejik öneminin daha da arttığını düşünüyorum.

Akdeniz coğrafi mevki açısından çeşitli strateji uzmanlarına göre üç bölgeye ayrılmakta- dır.Cebelitarık- Malta adası arası Batı Akdeniz,Malta Adası ile 27. boylam arasında kalan bölge Orta Akdeniz,bu boylamın doğusunda kalan bölge de Doğu Akdeniz olarak ad- landırılmıştır.Bu durumda Doğu Akdeniz bölgesinde Türkiye,Suriye İsrail,Lübnan,Filistin Gazze Şeridi,Filistin Batı Yakası,Mısır,Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti,Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve Ürdün yer almaktadır.

Doğu Akdeniz; Süveyş Kanalı gibi stratejik bir kanala,Kıbrıs Adası gibi stratejik bir adaya sahip olması ve Ortadoğu Ülkelerine sahil teşkil etmesi özellikleri ile tarih boyunca jeostratejik önemi olan bir bölge olmuştur.Son yıllardaki gelişmelerle bu önemi hız- la artan Doğu Akdeniz’in güvenliği de önem taşıyan konular arasına girmiştir.Doğu Akdeniz’in güvenliği;

Enerji ulaşım ve dağıtım koridoru oluşu,

(7)

Ortadoğu’ya sahil oluşu,

Kıyıdaş ülkelerin genel güvenliği,

Dünya güç merkezlerinin bölge üzerinde politikaları

Ticari ve Askeri trafiğin kavşak noktası olması

İle doğrudan ilişkisi bulunan bir konudur.

Avrupa’nın petrol ikmalinin % 70’inin ve ticaretinin % 40’ının geçtiği ve BDT’nin ithalatı- nın % 60’ının ve ihracatının % 50’sinin yapıldığı bölge olan Akdeniz’in güvenliği,bugün üzerinde konuşacağımız Doğu Akdeniz’in güvenliği ile bir bütündür. Bu nedenle Doğu Akdeniz’in kontrol ve güvenliğinin sağlanması küresel güç merkezlerinin ajandaların- da sürekli yer alan bir konu olmaya devam edecektir.

Doğu Akdeniz’in tarihinin şekillenmesinde iki stratejik doğal kaynak önemli bir rol oy- nayacaktır. Bunlardan birisi su kaynakları diğeri ise petrol kaynaklarıdır. 20 . yüzyılın başında belki de bölgeyle birlikte Doğu Akdeniz’in yazgısını tümüyle değiştiren en önemli gelişme bölgede petrol kaynaklarının bulunması olmuştur. Petrolün yaşamımı- za girmesiyle Doğu Akdeniz Dünya petrol rezervlerinin % 65 ‘ine sahip olan Ortadoğu

‘nun batıya açılan deniz yolu olmuştur. Bu gelişmeler bölgeyi enerji taşıma koridoruna dönüştürmüştür. Bu önem günümüzde de artarak sürmektedir. Artık Hazar dan gelen petrol boru hatları bu koridora boşalmaktadır.2010 lu yıllar için planlanan Samsun- Ceyhan by-pass petrol boru hattı bölgenin önemini daha da arttıracağa benzemek- tedir.

Günümüzde Bakü Ceyhan Petrol Boru Hattı bu bölgedeki trafiğe yıllık 24 milyon tonluk ilave bir yük getirmiştir.GAP’ın devreye girmesi ile yılda ortaya çıkacak olan 10 milyon tonluk yeni ihracat potansiyeli Doğu Akdeniz’deki limanlarımıza yönelik gemi trafiğini iki misline çıkartacaktır.

2010’lu yıllarda özellikle Karadeniz’e ulaşacak büyük hacimlerdeki Rus ve Kazak kay- naklı petrolün Doğu Akdeniz üzerinden tüketici pazarına ulaştırılması için yapılan projenin gerçekleşmesi durumunda bölge bir enerji ticaret merkezine dönüşecektir.

Bu gelişmeler Doğu Akdeniz’in stratejik intikal bölgesi olma özelliğini koruyacağını ve stratejik bakımdan önemini arttıracağını ortaya koymaktadır.

Bazı strateji uzmanlarınca 21. Yüzyılın büyük oranda şekilleneceği bir bölge olarak ta- nımlanan Doğu Akdeniz’de Türkiye 569 mil ile en uzun kıyısı olan ülkedir.Daha sonra 522 mil ile Mısır gelmektedir.İsrail Doğu Akdeniz’de 128 millik bir kıyı şeridine sahiptir.

Bu ülkeyi 107 mil ile Lübnan izlemektedir. Doğu Akdeniz’e en az kıyısı olan ülke ise 95 mil ile Suriye’dir.

21. yüzyıl boyunca,dünyanın güvenliğinde birinci dereceden belirleyici olacak olan bölge Doğu Akdeniz. Doğu Akdeniz’in güvenliğinde en etkili olacak stratejik doğal kaynak ise su olacaktır.

Bölgenin kaderi üzerinde etkili olacak hepimizin bildiği gibi iki stratejik doğal kaynak var. Bunlardan bol olanı Petrol ve doğalgaz bölgede bulunduğundan ve petrol ku- yuları işletilmeye başlandığından itibaren etkili olmaya başladı. Bölgede kıt olan su kaynakları ise kendisini geçmişten bu yana hissettiriyordu, ama son dönemde daha da fazla hissettirmeye başladı.

Doğu Akdeniz tarihinde su,bugün olduğu gibi tarihsel olarak da önemli bir rol oy-

(8)

namıştır. Doğu Akdeniz tarihine yön veren ilk su kaynakları Kadırga ve yelkenli savaş gemilerinde taşınabilecek kadar ambarlara alınan suyun alındığı kaynaklar olmuştur.

Taşıma konusundaki zorluklar nedeniyle kısıtlı alınabilen bu suyun ve bu suyu kısıtlı olarak kullanmak zorunda olan denizcilerin Akdeniz tarihinin yazılmasındaki rolleri kü- çük değildir.

Doğu Akdeniz’de nufus ve su kullanımı arttıkça kısıtlı olan su kaynakları üzerindeki baskılar da artmıştır. Dünyadaki su kıtlığından söz edildiğinde üç ayrı su kıtlığı kavramı ortaya çıkmaktadır.Bunlar tabii,demografik ve teknik su kıtlığı dır.Bunlardan tabii su kıtlığı, sulu tarım için ihtiyaç duyulan ve yağmur suyu ile beslenen ekin için gerekli olan suyun kıtlığını belirtmektedir.Demografik su kıtlığı ise kullanılabilir su üzerinde- ki demografik baskı sonucu suyun kişisel ve sektörel kullanım düzeyinin göstergesi olarak tanımlanır.Teknik su kıtlığı da kullanım/kaynak, yani çekilen su/kullanılabilir su oranıdır. Bu durum su kaynaklarını daha ileri düzeyde geliştirerek artan su ihtiyacının karşılanmasında ortaya çıkan güçlüklerin bir göstergesidir

Bu tanımlardan sonra bölgedeki su kullanımını ve artan su sorunlarını doğal ve de- mografik ve teknik su sıkıntısı başlıkları altında ele alabiliriz diye düşünüyorum.

Doğu Akdeniz Havzası’ndaki ülkelerin büyüklükleri, coğrafi konumları ve özellikle, ha- kim iklim koşullarına bağlı olarak; doğal ve yenilenebilir su potansiyeli, yılda ortalama milyon metreküp mertebesinden milyar metreküp mertebesine kadar değişmektedir.

Hem havza genelinde hem de ülkelerin coğrafi bölgeleri arasında suyun eşitsiz dağılı- mı, havzadaki su sorununun karakteristik unsuru olup ülkelerde su sıkıntısının yanısıra yüksek maliyetli projelerin ve ülkeler arası su transferlerinin gündeme gelmesine de neden olmaktadır.

Doğu Akdeniz Havzası’ndaki su baskısının artmasının önemli unsurlardan olan nüfus artışının. 2050 yılına kadar havza genelinde %0,9’luk bir oran ile nispi olarak önemini sürdürmesi beklenmektedir. 1950 yılında 50,7 milyon,1995 yılında ise 151.8 milyon olan Doğu Akdeniz ülkeleri nüfusunun ortalama artış senaryolarına göre 2025 te 234 milyona 2050 de ise 282 milyona çıkacağı tahmin edilmektedir.Bu da su kaynakları üze- rindeki nüfus bakısının, su kaynakları kıt olan bu bölgede idaha yoğun olarak oluşaca- ğını ortaya koymaktadır

Doğu Akdeniz ülkelerinin toplam yıllık yenilenebilir su kaynakları ve kişi başına düşen su miktarları incelendiğinde bu bölgede 2005 yılı itibariyle kişi başına düşen yenilene- bilir su kaynakları en düşük olan ülkeler Filistin Gazze, Filistin Batı Yakası 80 metreküp, Ürdün 274 metreküp, İsrail 316 metreküp,Mısır830 metreküp olarak ortaya çıkmakta- dır.

Yansıda Doğu Akdeniz Ülkelerinde Yenilenebilir Toplam Yıllık Ortalama su Potansiyeli- ne Göre ülkelerin Su Kullanım İndekslerini görüyoruz. Su kullanım indeksi bir ülkede çekilen toplam su miktarının o ülkenin ortalama yenilenebilir toplam su potansiyeline oranı olarak tanımlanmaktadır. Çeşitli kaynaklardan elde edilen su kullanım indeksle- ri değerlendirildiğinde İsrail, Mısır, Libya, Malta, Tunus, Ürdün, Kıbrıs ve Filistin Özerk Yönetimi’nde halihazırda %50 oranını aşmış durumda olduğu görülmektedir. Bu du- rum bazı uzmanlar tarafından bu ülkelerde su kaynakları konusunda bölgesel ve eko- nomik sıkıntı göstergesi olarak açıklanmaktadır.

Bazı Doğu Akdeniz ülkelerinin su tüketimleri ve gelecekteki su ihtiyaçları incelendiğin-

(9)

de Kıbrıs Adası hariç Ürdün, İsrail ve Mısır’ın yenilenebilir yıllık toplam akımlarının he- men hemen tümünü kullandıkları hatta yenilenemeyen su kaynaklarına başvurdukları ortaya çıkmaktadır. Kıbrıs Adası’nda da bu oranın % 60 civarında olduğu görülmektedir.

Doğu Akdeniz’de su sıkıntısı tehditini en çok yaşayan İsrail, Ürdün ve Filistin’in yenile- nebilir su kaynakları gözönüne alınarak, mevcut eğilimlerle ılımlı gelişme senaryosuna göre 2010 yılındaki su açıklarının toplam 1.5 milyar metreküp ,2025 yılında ise 3.3 mil- yar metreküp olacağı tahmin edilmektedir. Mısır’da ise bu açığın 2010 yılında 31 milyar metreküp, 2025 yılında ise 56 milyar metreküp civarında olacağı öngörülmektedir.

Doğu Akdeniz havzasında mevcut eğilimlerin ve gelişme trendinin ılımlı bir şekilde devam edeceği hipotezleri üzerine kurulan bu senaryoda ulusal kalkınma planların- daki hedeflerden de yararlanılmıştır. Senaryo hipotezlerinde havzada orta hızda bir demografik artış, düzensiz ekonomik büyüme, yaygın ve hızlı bir kentleşme olacağı ve sulu tarımın diğer sektörler karşısında öneminin süreceği kabul edilmiştir Diğer taraftan Kıbrıs’ın da 15-20 yıl içerisinde yenilenebilir doğal su kaynaklarının tümünü kullanma durumuna geleceği ve mevcut su sıkıntısının kronik boyutlara ulaşacağı ileri sürülmektedir

Bu tabloya Ürdün ve İsrail’e göç eden nüfus ile ileriki yıllarda Filistin’e gelebilecek göç dalgası da eklendiğinde bu ülkelerin su bütçelerindeki açıkların daha da artması beklenmektedir. İsrail’e gelen göçmen sayısının 1 milyon ile sınırlı kalacağını ve Batı Şeria’ya göçmen gelmeyeceğini öngören iyimser senaryoya göre (bügünkü kişi başı- na su kullanımları baz alınarak hesaplandığında), üç ülkedeki toplam su açığının 2020 yılında 850 milyon metreküp ile 1.4 milyar metreküp arasında olacağı belirlenmiştir . Bunun yanısıra bu ülkelerdeki su kaynakları kirliliği de su sıkıntısını arttıran nedenler arasında yer almaktadır. Dünya Bankası’nın “Ortadoğu ve Kuzey Afrika Çevre Stratejisi:

Sürdürülebilir Kalkınmaya Doğru” adlı planında Mısır, Ürdün, Lübnan, ve Filistin de “çok ciddi su kirliliği problemi olan” ülkeler arasında sayılmaktadır.

Doğu Akdeniz’de ileriye dönük su sorununa göz attığımızda ise şu tablo ile karşı karşı- ya kalmaktayız.

Havza için yapılan çeşitli projeksiyonlar ve geliştirilen senaryolar,yenilenebilir su kay- nakları halen yetersiz düzeyde olan; Filistin-Gazze ve İsrail ve Ürdün’de de talebin kar- şılanabilmesi için kişi başına su kullanımını azaltacak tedbirlerin alınacağını ve fosil yeraltı suyu, arıtılmış atık su veya deniz suyundan yararlanma veya su ithalatı gibi ted- birlere gereksinim duyulacağını ortaya koyuyor.

Mısır, KKTC ve Kıbrıs Rum Kesimi gibi ülkelerin ise 2025 yılına kadar olan ihtiyaçları- nı, ancak yeni kaynakları geliştirerek veya kişi başına su kullanımını bugünkü düzeyde tutarak ve bölgeler arasında su aktarımları yaparak sağlayabilecekleri ortaya çıkıyor.

Havzada Türkiye ve Lübnan'ın gelecekte kişi başına su kullanımındaki artışı karşılayabi- lecek ölçüde yeterli ek kaynağa sahip oldukları, ancak bu kaynaklarını gerek nicelik ge- rekse nitelik açısından koruma ve kontrol altında bulundurmaları gerektiği görülüyor.

Halen çekilen suyun toplam su kaynakları potansiyeli içerisindeki oranları yani daha önce sözünü ettiğimiz su kullanım indeksi göz önüne alındığında ise; Akdeniz Havzası’nda yenilenebilir su kaynakları açısından su sıkıntısıyla ilk planda karşılaşacak olan ülkeler; Filistin-Gazze, İsrail ve Ürdün olarak ortaya çıkmaktadır. Bu ülkeleri, Kıb- rıs Adası ülkelerinin izleyeceği öngörülmektedir.

(10)

Bölgede nüfuslarının toplamı yaklaşık 15 milyon civarında olan, İsrail, Ürdün ve Filistin Özerk Bölgesi’nde kişi başına düşen yenilenebilir su miktarı, su yoksulluğunun en dü- şük eşiği olan, yılda 500 metreküp değerinin altında bulunmaktadır. Buna ek olarak bu ülkelerde yenilenebilir doğal su kaynaklarının tümü, hatta aşırı çekim nedeniyle daha da fazlası, kullanıma alınmaktadır. İsrail,Ürdün ve Filistin Özerk Bölgesi için orta hız- da bir gelişme trendi ve nüfus artışı ile düzensiz ekonomik büyüme ile yaygın ve hızlı kentleşme kabulleri ile yapılan senaryoların sonuçları bu ülkelerde su açığının artaca- ğını ortaya koymaktadır. Buna göre bu ülkelerde 2010 yılında yıllık sı açığı 1.5 milyar metreküp,2025 yılında ise 3.3. milyar metreküp olarak tahmin edilmektedir.

Yavaş nüfus artışı ve sabit su tüketimi kabulleri ile yapılan bir diğer senaryo’ya göre ise bu açığın 2020 yılında 0.85 ile1.4 milyar metreküp arasında olacaktır.

Sunumumun bu noktasında Filistin Gazze şeridinde uzun yıllardır süren ve nesillerin su kıtlığı içinde yetişmesine ve yaşamasına neden olan su sorununa değinmek istiyorum.

Doğu Akdeniz’de Filistin Özerk Yönetimi’nin yer aldığı topraklarda giderek artan bir su sorunu yaşanmaktadır Bu bölgede halen sadece büyük kent merkezlerinde içme suyu ve çevre sağlığı hizmetleri verilebilmektedir.Kırsal kesimim üçte ikisine ve mülteci kamplarına ise kısmen içme suyu verilmekte,üçte birlik bölümünde ise içme suyu şe- bekesi bulunmamaktadır.

Filistin Özerk Bölgesinde kişi başına yıllık ortalama toplam su kullanımı kişi başına yılda 80 metreküp civarındadır.Bu da literatürde su kıtlığının en düşük sınırı civarındaki bir değerdir.Bu değer komşu ülkelerdeki yıllık kişi başına toplam su kullanım değerinin yaklaşık dörtte birine karşılık gelmektedir.

Gazze Şeridi Doğu Akdeniz kıyısında yaklaşık 41 km uzunluğunda ve 7-9 km genişli- ğinde 367 kilometrekarelik bir alanda 1 300 000 kişinin yaşadığı bir toprak parçasıdır.

Filistin Özerk Yönetiminin Doğu Akdeniz’de kıyısı olan bu bölgedeki yenilenebilir do- ğal su kaynaklarının yetersizliği nedeniyle, yaklaşık 30 yıldır su kıtlığı artarak yaşan- maktadır.

Filistin Gazze Şeridi’nde tam bir doğal su kıtlığı mevcuttur. Bölgedeki 2020 yılına ka- dar 500 000 artış beklenmektedir. Bu artış ve deniz suyu karışan ve kirlenen kaynaklar yaşanan su sorununu derinleştirmektedir. Diğer bir deyişle Filistin Gazze Şeridi’nde kalitesi bozulmuş olan yer altı suyunun dışında depolanmaya elverişli miktarda yeni- lenebilir yüzeysel su kaynağı yoktur. Bu nedenlerden dolayı ek su kaynakları geliştiril- medikçe bu bölgedeki sorunun kriz haline dönüşmesi kaçınılmaz görünmektedir. Bu nedenlerle Doğu Akdeniz ‘de su sorununu en kritik bölgesi Filistin Gazze Şeridi’dir.

Gazze Şeridine öncelikle Acil içme ve kullanma suyu temini için geliştirilecek her türlü proje dünyanın kişi başına düşen su miktarı en düşük bölgelerinden birisi olan ve sağlıklı içme suyu bulunmayan bu bölgeye çok önemli bir insani yardım amacı da ta- şıyacaktır.Ancak Gazze şeridindeki bu kriz aşamasına gelmiş olan su sıkıntısından çoğu kez söz edilmez .Bölgedeki su sıkıntısı gündeme geldiğinde bütün yorum ve değer- lendirmeler İsrail’deki su sıkıntısının hafifletilmesi üzerine yapılır. Türkiye-AB ilerleme raporlarında bile bu bölgedeki su denkleminin İsrail ile birlikte çözülmesi tavsiyelerin- de bulunulur da Filistin’den kimse söz etmez. Nesiller boyu o insanlar orada yılda 40 metreküp tüketim ile idare etmek zorunda kalır ve . Filistin’de gerçek bir doğal su kıtlığı ve demografik su kıtlığı yaşanır.

(11)

İşte, Ortadoğu yada Doğu Akdeniz’deki su sorunlarının ele alındığı platformlarda Filsi- tin Gazze Şeridindeki su kıtlığına dikkat çekilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu anlam- da , Gazze Şeridi’nin, o küçücük şeridin dünyada su sıkıntısı çeken en önemli yerlerden birisi olduğunu tekrar etmekte fayda görüyorum..

Bu sorunun Ortadoğu barış süreci tamamlanmadan çözümlenemeyeceğini ileri süre- cek kişi veya kesimler olabilir. Bu tespit haklılık payı da taşıyabilir. Sorunun kalıcı çö- zümünün ;bölgenin güvenlik ve istikrarının sağlanmasıyla doğrudan ilişkili olduğu da söylenebilir.Ama ben bunun dışında bir şey söylüyorum, Gazze Şeridindeki acil içme ve kullanma suyu ihtiyacının karşılanması artık buna endekslenmemeli ve çözüm ara- yışlarına başlanmalıdır diyorum. Bu sorun artık siyasi çözümü veya oradaki Ortadoğu barışını bekleyebilecek bir sorunun ötesine geçmiş, oradaki sorun insani bir yardım noktasına gelmiştir..Yoksul Afrika ülkelerine nasıl un ve benzeri temel gıda maddeleri yardımları gidiyorsa, Filistin, Gazze’ye de aynı şekilde yaşamsal su ihtiyacının karşılan- ması için yardımların yapılması gerekir.

Gazze şeridi ile ilgili sözlerimi bitirirken uluslararası sistemin ve dünyadaki su inisiyatiflerinin,uzun dönemdir Filisitin topraklarında yaşanan trajedi’nin özellikle Gazze’de yaşanan su kıtlığı ile daha da vahim duruma gelmesine seyirci kalmamaları gerektiğini belirtmek istiyorum Bunun için tekrar ilgili kişi kurum ve kuruluşların tüm uluslararası platformlarda konuyu gündeme getirilmeleri gerektiğini ifade etmek isti- yorum.

Doğu Akdeniz’deki alternatif su kaynaklarının geliştirilmesine ve bölgedeki su dış tica- reti girişimlerine geçmeden önce bölgenin su kaynakları ile ilgili bir diğer kritik özelli- ğine değinmek istiyorum.Bu da havzanın kritik su dengesinde önemli bir usur olan dış su kaynaklarına bağımlılıktır. Doğu Akdeniz Havzası’ndaki Kıbrıs Adası ve Türkiye ve Lübnan dışındaki ülkelerin hepsi su potansiyeli açısından, çeşitli oranlarda memba ül- kelerine bağımlı veya su kaynaklarını kıyıdaş bir ülkeyle birlikte kullanmak durumunda olan ülkelerdir.Bu karakteristik özellik, yani suların bir bölümünün komşu ülkelerden gelmesi, havzada su sıkıntısı yaşanan bölgelerde su kullanımının bir sorun veya işbirliği potansiyeli olarak ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Bu havzadaki ada ülkelerinin dışında sadece Türkiye, Lübnan, gibi ülkelerin su po- tansiyelinin tümü veya çok büyük bir bölümü ülke içi kaynaklardır. Havzada su kay- naklarının kullanımı konusunda halen komşu ülkelerle çeşitli anlaşmazlıklar içerisinde olan Mısır, İsrail ve Suriye’nin problemlerinin geleceğe kalma ve ortamı gerginleştirme olasılığı mevcuttur. Daha önce de belirttiğim gibi havzadaki mevcut gelişme trendi ile, 2025 yılında su kullanım indekslerinin, İsrail,Mısır Filistin Gazze ve Ürdün’de 100’ü aşacağı yani bu ülkelerin yenilenebilir su kaynaklarının tümünü kullanacağı ortaya çık- maktadır.

Bu oranın %100’ü aşması aşırı çekim yapılacağı, suyun yaygın olarak tekrar kullanılaca- ğı veya yenilenemeyen su kaynaklarının kullanılacağı anlamına gelmektedir.Bu durum dış su kaynaklarına bağımlı olan ülkeler ile memba ülkeleri arasındaki ilişkileri gergin- leştirecek bir ortam yaratabilecektir.

Havzanın sorunlu bölgelerinde sosyo-ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilememesi ve mevcut su kaynaklarının daha verimli bir şekilde kullanılamaması durumunda ül- keler arası veya bölgesel bazda su-politika ilişkilerinin gündemdeki yerini koruyacağı ve olası sorunların havzanın istikrarsızlığına dolaylı yansımalarının olabileceği görül-

(12)

mektedir.

Şimdi Doğu Akdeniz bütününe tekrar dönelim ve bu bölgedeki su açığını ele alalım.

Şimdi daha önce de belirttiğim gibi Türkiye ve Mısır’ı çıkartacak olursak Doğu Akdeniz ülkelerinde 2 milyar metreküp ilave içme ve kullanma suyu talebinin karşılanması gerekiyor. Bölgenin su bütçesindeki bu açık bir şekilde karşılanacak. Bunun için suyu tasarruflu kullanmaya ve de atık suları arıtarak kullanmaya çalışacaksınız ki bunu İsrail başta olmak üzere bazı bölge ülkelerinin yaptığını görüyoruz. Bunun yanı sıra bölge- deki sınıraşan su kaynaklarından size ayrılan payı artırmaya çalışacaksınız ya da gelişen teknolojiyi devreye sokarak acı su dediğimiz derin yeni yeraltı suyunu veya deniz suyunu arıtacaksınız, Şimdi bu yöntemleri ve Doğu Akdeniz’deki uygulamalarını daha detaylı bir şekilde ele alarak açıklamak istiyorum

Bilindiği gibi atık suların arıtılarak tekrar kullanımı,su sorunu yaşayan ülkelerde so- runun hafifletilmesi için bir yöntem olarak ele alınır. Denize kıyısı olan ve su sorunu yaşayan ülkelerin başvurdukları çözümlerden biri de deniz suyunun arıtılarak kulla- nılmasıdır.Akdeniz Havzası’nda bu şekilde alternatif tatlı su kaynağı yaratma çabaları son 15 yılda artış göstermiştir.Ancak havza ülkelerine genel olarak bakıldığında Malta hariç arıtılmış atık su ve deniz suyu kullanımının yıllık toplam su kullanımı içerisinde halen önemli bir orana ulaşmadığı görülmektedir.Akdeniz Havzası’nın tümünde 2025 yılında toplam su talebinin 450 milyar metreküp civarına çıkacağı, klasik olmayan su kaynaklarından elde edilebilecek su miktarının ise yılda sadece 13 milyar metreküp olacağı tahmin edilmektedir.Bölgede deniz suyunu arıtarak kullanma çabalarına daha çok Lübnan, Malta, İsrail ve Yunanistan adalarında rastlanmaktadır.

Deniz suyu arıtımında üretim maliyetinin yaklaşık %30-45’ini enerji maliyetleri oluştur- maktadır . Bu nedenle deniz suyu arıtma maliyetinin düşürülmesinde en önemli rolü daha ucuz alternatif bir enerji kaynağının geliştirilmesi oynayacaktır. Böyle bir kaynak geliştirilene değin deniz suyu arıtımı ile su sıkıntısının ekonomik olarak çözülmesi ve arıtılmış deniz suyunun yaygın bir şekilde kullanılabilmesi zor görülmektedir. Bu du- rum bölgenin bazı ülkelerindeki su sıkıntısının ekonomik olarak çözümü için arıtılmış deniz suyu kullanma alternatifini koşula bağlamaktadır. Maliyet ve çevresel kaygılar bu alternatif su kaynağının gelecek projeksiyonları içerisinde şimdilik önemli bir yer tutmasını engellemektedir. Halen mevcut teknolojilerle ,çeşitli enerji kaynakları ve farklı arıtma teknikleri kullanılarak büyük hacimlerde arıtılan deniz suyunun metreküp maliyeti 1- 2,5 dolar arasında değişmektedir.Deniz suyu arıtım teknolojisinde son 25 yılda önemli gelişmeler sağlanmış ve arıtılmış deniz suyu birim maliyetinde önemli bir düşüş gerçekleşmesine rağmen bu maliyet halen yaygın su üretim maliyetlerinden yüksektir.Bu konudaki en önemli sorun çevre kirliliği yaratmadan arıtılmış su maliyetle- rinin düşürülmesi olarak gündemdeki yerini korumaktadır.Arıtılmış deniz suyu kullanı- mının arıtma işlemindeki enerji maliyetinin düşürülmesi ve üretimin çevre kirliliği ya- ratmadan devam ettirilebilmesi ile bağlantılı olarak artabileceği düşünülebilir.Ancak bu üretimin artan su ihtiyaçlarını sürekli ve yaygın bir şekilde ve uygun bir maliyetle karşılayabilme düzeyine hangi sürede erişebileceği halen bilinmemektedir.Bu nedenle yakın gelecek için yapılan değerlendirmelerde arıtılmış deniz suyu üretimi, bazı küçük adalar ve çok kurak bölgeler dışında ,azgelişmiş ülkelerdeki su sıkıntısına yaygın bir şekilde çözüm olabilecek bir alternatif olarak ele alınmamaktadır.Akdeniz Havzası’nda deniz suyu arıtımı daha çok adalarda temel su kaynağı olarak öne çıkmakta ve bu tek-

(13)

nolojiyle su üretimi için Cezayir ,Malta,Libya,İsrail,İspanya ve İtalya ‘nın daha hareketli olduğu görülmektedir.Bu ülkelerden İsrail 2010 yılına kadar deniz suyu arıtma tesisi toplam kapasitesini yılda 400 milyon m3 e çıkartmayı planlamaktadır.

Doğu Akdeniz bölgesinde deniz suyunu ve atık suları arıtarak alternatif tatlı su kaynak- ları yaratma konusundaki çabalarda 1990 yılından bu yana bir artış göze çarpmaktadır.

Ancak bölge ülkelerine genel olarak bakıldığında Malta hariç arıtılmış atık su ve deniz suyu kullanımının yıllık toplam su kullanımı içerisinde halen önemli bir orana ulaşma- dığı görülmektedir.

Havzada artan su talebinin karşılanması için daha önce sözünü ettiğim tedbirlerin yanısıra son dönemde boru veya denizden tankerlerle büyük hacimlerde su ithalatı alternatifi de gündeme gelmiştir. Akdeniz Havzası’nın doğusunda, deniz yolu ile su dış ticareti konusundaki en ileri adımlar Türkiye tarafından atılmıştır. Bu kapsamda Türkiye Manavgat’tan deniz yolu ile yılda 180 milyon m3 su ihraç edebileceği tesisi 1999 yılında tamamlamıştır. Bunun yanısıra Türkiye, deniz altına döşenecek borularla KKTC’ye su ta- şınması projesinin çalışmalarını sürdürmektedir. KKTC’nin acil su ihtiyacı Soğuksu kay- nağından plastik torbalarla su taşınarak karşılanmıştır.Ancak Doğu Akdeniz’de mevcut koşullarda büyük hacimlerde su dış ticaret ilişkisinin kurulması mümkün olmamıştır.

Manavgat Tesislerinden İsraile su satışı ile ilgili görüşmeler çok uzun süre devam etmiş- tir.Ancak Manavgat tesislerinden bölge ülkelerine su ihracı mümkün olmamış ve birkaç ay önce bu tesisler bölgede yaz aylarında artan iç talebi karşılamak üzere Antalya Be- lediyesine devredilmiştir.

Doğu Akdeniz’de su dış ticareti ile su bağımlılığı yaratmak son derecede zordur.Ancak bu zorluğa karşın tesislerin temel atma ve açılış törenlerinde bazı yetkililer tarafından

“Türkiye’yi Akdeniz’in hidropolitikasına egemen kılacak bir projenin temellerini atıyo- ruz, açılışlarını yapıyoruz “açıklamaları yapılmıştır.

Akdeniz hidropolitikasında etkili olmaya çalışan bir ülkenin dış politikası ekonomisi ile birlikte son derecede sağlam olmalıdır. Akdeniz’de dış ticaret ataklarınızın içinde böl- genin en stratejik kaynaklardan birisi olan su varsa, sizin tek başınıza karar vermeniz çok zordur. Bu büyük zorluklar taşıyan bir süreçtir . Burada politikanızı başarılı bir şe- kilde yürütebilmeniz için birçok parametrenin bir araya gelmesi ve ülke çapında bir doktrinel yaklaşıma ihtiyaç duyulur. Uygulanan genel politikalar değerlendirildiğinde bunun mümkün olmadığı açıkça görülebilecekken konuya farklı açılardan yaklaşılmış ve sonuç alınamamıştır. Bu nedenle Türkiye “Adriyatikten Çin Denizine Kadar” açıkla- malarındaki gibi bu konuda da erken yaptığı açıklamaların uygulama olarak çok geri- sine düşmüştür.

Türkiye bu projeden su satışında taşınacak suyun birim maliyetin yüksek olduğu da belirtilmiştir.Şimdi tankerle su taşıma maliyetine bakarsak, yükleme terminalleri işlet- me maliyeti 5-10 sent olarak görülüyor. Tankerin işletme maliyetinin ise yüzde 10’u teslimat limanı rüsum ve harçları,yüzde 25’i satın alma, modifiye etme ve amortisman maliyeti, yüzde 65’i de yakıt, işletme ve bakım masrafları olarak sınıflandırılıyor.

130 bin tonluk bir tankerin 2500 kilometrelik bir alandaki enerji giderlerinin toplam gider içerisindeki oranı yüzde 32-44 dir. Bu oran yüksek bir oran , yani güneş enerjisiyle işletilen tankerler yapabilecek olsanız,ancak bu durumda suyu daha ucuza taşıyabilir- siniz. Mevcut tankerler petrolle işletildiğine göre, petrol fiyatlarındaki dalgalanma bu

(14)

taşımanın önünde en büyük engellerden birisi olacak. Yani büyük hacimlerdeki su ta- şıma konusunda yapılacak uzun vadeli anlaşmalar petrol fiyatlarının stabil olmaması nedeniyle gerçekleştirilmesi zor anlaşmalardır. Şu anda 1970’lerden, 2004’e kadar no- minal dolar üzerinden, varil başına petrol fiyatlarındaki salınımı görüyorsunuz.

Bu durumda Doğu Akdeniz’de Tankerle su taşıma konusunun sadece stratejik zorluk- ları değil ama aynı zamanda ekonomik ve süreç içinde değişebilecek koşullar nede- niyle baz zorluklar taşıdığı da ortaya çıkmaktadır.Deniz suyu arıtımı birim maliyetinin 1 dolar alınması durumunda tankerle büyük hacimlerde suyun yükleme platformundan ancak 1000-1500km çapındaki bir bölge için ekonomik olabileceği görülmektedir.

Yaptığım tüm bu açıklamalara rağmen Manavgat tesislerinden farklılaştırılmış politi- kalar ile Doğu Akdeniz’deki bazı bölgelere su temini ile bölgede manevra alanı yara- tılabileceğini düşünüyorum. Ancak bunun bölgedeki gelişmelerle ve kabul ettiğimiz politikalar ile doğrudan bağlantılı ve zor bir süreç olduğu da bilinmelidir.

Bölgede büyük hacimlerde su taşınması konusunda yaşanan bu gelişme bölge ülkele- rinin su açıklarının karşılanmasında deniz suyu arıtma tesislerinin ön plana çıkacağını göstermektedir. Sayın Başkanın da konuşmasında belirttiği gibi, deniz suyu arıtma te- sisleri bölgede alternatif su kaynağı yaratma açısından tek yol gibi görünüyor.

Manavgat tesisi ticari olmaktan daha çok, stratejik amaçlı bir tesisti. Bu tesisten bek- lentiler abartılmadığı takdirde, bölgede Türkiye'ye manevra alanı yaratılabilirdi. Ben özetle bu tesisin sadece ticari bir tesis olarak değerlendirmesi hatasına düşülmemesi gerektiğini ifade ediyorum. Suyu bölgede .bir işbirliği . aracı olarak gören Türkiye, te- sisten bu amaçla yararlanabilirdi diyorum ve Manavgat’la ilgili kronolojik süreci içeren basın kupürlerini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Birkaç cümle ile toparlayarak sunumumu tamamlamak istiyorum

Sonuç olarak; Doğu Akdeniz özel fiziki koşulları nedeniyle uluslararası ilişkiler, kalkınma ve su arasındaki etkileşimin çok özgün nitelikler taşıdığı bir bölgedir. Bölgede artarak yaşanacak olan su sıkıntısının sosyo-ekonomik gelişmeyi de olumsuz yönde etkile- yeceğini düşünüyorum. Bu durum doğal olarak zaten istikrar ve güvenliğin yıllardır sağlanamadığı bu bölgedeki sorunları daha da arttıracaktır. Bu koşullar altında, bu böl- genin gelişmesinde ve istikrarında, su kaynaklarının sürdürülebilir bir şekilde kullanı- mının önemli bir role sahip olacağı ortaya çıkmaktadır.Havzada bu konuda alınması gereken en öncelikli tedbir su kaynaklarının sürdürülebilir şekilde kullanım olmalıdır.

Teknolojik ilerlemenin su kaynakları konusunda yaşanılan sorunları nasıl olsa çözece- ği konusundaki yanılgıya kapılmanın bedeli dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi Doğu Akdeniz’de de çok yüksek olacaktır.

Teşekkür ederim.

OTURUM BAŞKANI-

Dursun Beye çok teşekkür ediyorum. Sayın Prof. İlhan Avcı buyurun.

Prof. İLHAN AVCI-

Sayın Başkan, sayın katılımcılar; önce programı düzenleyen İMO İzmir Şube Başkanıma ve Yönetim Kurulu üyelerine teşekkür ediyorum.

(15)

Su konusu herkesin gündemine girmiş, yerleşmiş bir konu. Dolayısıyla, sade vatandaş dahi olsa, artık bu konunun, gündemin dışında kalma şansı yok bana göre. Bir şekilde bunu paylaşmamız gerekiyor. Bunun paylaşılmasını da doğal olarak kamudan bekle- memek gerekir. Bireysel olarak ve tabii ki doğal olarak kürsel ölçekte beklenen sivil toplum kuruluşlarının bu soruna sahip çıkması, bunu toplumla paylaşması gibi bir so- rumluluğu var. İMO da bu sorumluğu bana göre yerine getirmiş oluyor. Biz de olabil- diğince bize düşen bir görev varsa, onu yerine getirmeye çalışıyoruz. Eksik olmasınlar, çağırdılar, memnuniyetle geldim.

Sistemin doğasında, başlangıçta Sayın Hocam, daha sonra Sayın Yıldız değişik boyut- larıyla önünü açtı. Sizler de takdir etmişsinizdir, bilemiyorum buradaki profiliniz nedir?

Mutlaka çok değişik disiplinlerde olan insanlarımız var. Dolayısıyla, işin bir stratejik bo- yutu var, ekonomik boyutu var. Çok derin bir konu, böyle olunca toplumun hemen her kesimiyle paylaşmamız gerekiyor. Çok geniş bir perspektif. Nitekim, Türkiye'de ilk kez bu boyutta bir su kongresi düzenlendi. Türkiye'yle ilginin anlaşıldığı karar doğrultusun- da İnşaat Mühendisleri Odası içerisinde.

Toplumdaki bütün kesimler olmak üzere, siyasetçilerin, diplomatların, teknokratların bu sorunda bir arada olması gerekmekte. Onun için bu konuya benim de içtenlikle inandığım ve arzum olan, ilgi duyan, sorumluluk üstlenen bütün kesimleri bir şekilde tutması, gündemden çıkartmaması gerekir. Çünkü doğru yaptığımız ölçekte saflar sık- laşıyor.

Konu başlığı belli, aslında benim de eksiğim oldu. Sayın katılımcı arkadaşların bu ko- nudaki bilgilerini çok iyi biliyorum, ama aramızda acaba kendi içimizde sistematik bir işbirliği haberi duyduk ki, bu hale gelince biraz zaman kaybettik, maalesef bu şansı yakalayamadık. Onun için zaman zaman böyle birtakım girişimler falan olacak. Ama mutlaka o değişim yararlı olacak, benzer durumlar olabilir ve ben şimdi onları biraz dikte etmeye çalışacağım. Sayın konuşmacıların yapmış oldukları değerlendirmelerde, bunun dışındaki konuları sizinle bu bana ayrılan süre içerisinde tamamlamak istiyo- rum.

Su denilirken, suya talep denilirken, talep olarak neler yatıyor? Dilerseniz bunu çok seri şekilde bunu paylaşalım, konunun içinde olan, bilincinde olan mutlaka arkadaşlarım var, fakat bunun dışında olan arkadaşlarla paylaşmak bakımından bunları gözden ge- çirmekte yarar görüyorum.

Genel anlamda, yıllar itibariyle toplam su kaybı olan eğilimin artarak gittiğini görü- yoruz, inanılmaz bir boyutta. Buna bağlı olarak gıda ihtiyacı ve sulu tarıma geçme zo- runluluğu, sanayinin gelişmesi, insan yaşamındaki giderayak gelişmeler, dolayısıyla günlük yaşamdaki içme, kullanma suyu alanında da olsa, daha fazla su kullanma yö- nündeki talebine baktığımız zaman, inanılmaz bir hızla gidiyor.

Bunlar içerisinde, toplam su talebini kullananlar içerisindeki bileşenlere baktığımız za- man, önemli bir görevi dikkat ederseniz sulama. Aşağıdaki evsel kullanıma baktığımız zaman, toplam su içerisindeki oldukça küçük, ama asıl önemli olan tabii ki bu; giderayak burada açılıyor. Bir örnek vereyim: Sulamaya yönelik olarak kullanılan ve talep boyutu inanılmaz derecede. Türkiye'nin mevcut olarak toplam yıllık su tüketiminin yüzde 70 veyahut da daha da üstünde böyle bir sulama yüklenebilir misiniz? Muslukları fotoselli yapmak, kontrollü kullanmak, rezervuarı kademeli yapmak. Bunlar güzel şeyler, ama toplam su kullanımı içerisine baktığımız zaman, üzerine gitmemiz, tasarruf yapmamız

(16)

gerekmekte. Önce akıllı kullanmamız ge- reken asıl bileşen su sulama boyutu ve su kullanıcılarının eğitilmesi lazım.

Onun için küresel ölçekte özelikle gelişme- miş ülkelerde Pakistan, Hindistan’da yüzde 87’si sulamaya gidiyor. Burada teknolojinin gelişmesi, su kullananların bilinçlendi- rilmesi, hepsi değişik noktaları var. Daha öncesi suyun eğitsel kullanımları gereki- yor, bu çok önemli. Dolayısıyla tablo bu, Ortadoğu'nun bağlamını yaptığımız za- man, Ortadoğu'da tarım akla gelmez, ama ciddi tarım yapılır, ciddi sulama yapılır. İsra- il dahil, Suudi Arabistan’da susuzluktan su edinmiyor, petrolü var, enerjiye dönüştü- rüyor, denizden su elde ediliyor, ta ki yük-

sek kodlarda, belki 500-1000 kodlarında tarım yapılıyor. Bir lüks şehircilik yok, parası var, yapılabilir, ama tarım var, tarım yapmak için gıda var. Böyle olunca, bu kesimdeki insan profili de, insan eğitim düzeyindeki tarımsal amaçlı su kullanımı maalesef orada sistemin çok önemli parçalarından birisi.

Sayın Yıldız, Filistin örneğinden bahsetti. Susuz kimse yok, mutlaka suyu buluyor, asıl sorun bir şekilde bir şeyler verecek miyiz? Sorun orada başlıyor. Gelen su talebi böyle bir mertebe boyutunda, onu paylaşmış olmak isteği.

Bu talepler içerisinde çevre halkını hiç düşünmüyoruz, bu kaynakta sınırsız kullanma şansımız yok. Orada mutlaka yerinde durması gereken bir kaynak var, bunu bulamıyo- ruz. Çok değişik boyutlarda, örnek olarak çevre profillerine dağılıncaya kadar mutlaka bu amaçla da bir su hakkı var.

Sayın Hocam; Orta Anadolu Bölgesinde göller kurudu, sulak alanlar bitti, burada da bir açığımız var. Ortadoğu'da henüz ihtiyaçtan söz edemiyoruz ne yazık ki, ama bu ger- çekte var.

Dünya ölçeğine baktığımız zaman, mertebe tipi olarak bakalım. Bu 2000’li yıllar itiba- riyle getirmiş olan kıtalar düzeyinde 1950’lerde birinci şekil, 2000’lerde ki, oraları aştık, gelinen nokta, tatlı su kaynaklarındaki gelinen nokta. Sadece kaynağı tüketmek değil, kaynaklar kolay kolay tüketilmez. Kaybedilen, kullanılamayan suyu yeni baştan kulla- nıma getirmesi için de çok ciddi ekonomik değer üretiyor. Onu akıttıktan sonra, tekrar onu getirmek için o şansı da bulabilirsiniz.

Dolayısıyla, küresel ölçekte bu kaybedilen değerler içerisinde tabii ki suyu kaybetmi- yoruz, doğal olarak küresel ölçekte, ama kullanılabilir olmaktan çıkan doğrultuda da bir ayrı gerçek.

Çok değişik şekillerde şematize edildi. Kü- resel ölçeğe baktığımız zaman, kırmızılar tabii ki en kritik olan bölgeler. Buna bakıl- dığı zaman, 500 metreküplük yıllık kişi ba-

(17)

şına düşen değerler var. Dolayısıyla, kırmızı bölgede bunlar içerisinde konumuz olan Ortadoğu, tabii Mısır’da bunların içerisinde dahil olmak üzere ve Kuzey Afrika bunlar içerisinde olan bölgeler. Bu bir net, gerçek tespitler.

Güney Afrika’da aynı, Afrika ülkeleri ve burada birtakım imajlar var, geleceği yönelik tehlike çanları çalan, işte savaş tantanalarının yapıldığı bölgeler. Saraybosna’da olduğu gibi, İsrail-Filistin gibi, dünyanın birçok ülkesinde. Bunların tespitleri çok açık yapılabi- lecek. Dolayısıyla, gelecek hiç de parlak gözükmüyor. Sadece bizim için değil, küresel ölçekte.

Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki tablo. Sayın Yıldız bahsetti. Bunlar 90’lı, 2025 ve 2050 senaryoları çerçevesindeki mevcut olgular. Şu sınır olarak piyasaya çekildi, ortaklık payı alındı. Kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı 500 litrenin altına düştüğü za- man, su krizi olarak sözü edildi, Filistin örneğinde bu 40 metreküplere düşürüldü. İşte su sıkıntısı dediğimizde kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı olarak 1500’ler civarında ya da altında.

Dolayısıyla, bu çizgiler ortadaki ülkelere şöyle baktığınız zaman, Ortadoğu bağlamın- da şu aşamada durumun ne olduğunu an- lamak hiç de kolay değil. Türkiye tabii ki bu bölge içersinde. Bölge denilirken, Ortado- ğu denilirken Mısır bu grafiği gördük ve Su- udi Arabistan’dan başlayan, Körfez ülkeleri bildiğimiz birtakım çevreler.

Su kaynaklarının konu başlığımız itibariy- le ana hatlarına baktığımız zaman, tabii su kaynaklarına iki boyutta bakmak lazım.

(18)

Birincisi; yüzeysel su kaynakları, bir de ye- raltı su kaynakları. Denizi şimdilik düşün- meyelim, baktığımız zaman, İstanbul’un her tarafı su, fakat su yok, ta nerelere gittik, Düzce’den, Adapazarı bütün alanlardaki kaynaklara el koyduk. İstanbul’a taşındı veya İstanbul'da bulunurken, yanlış denizi kullanılabilir su zannetmişler diyebilmeleri lazım.

Burada baktığımız zaman da, yüzeysel su kaynaklarını görüyoruz. Mısır ve bölgede tek kaynaktan, yeni kaynağın Mısır değil, Mısır’dan yeniye katkı sıfır. Ama yeni mer- tebe olarak yüzde 75’ler civarındaki suyunu Mısır kullanıyor, bilinen amacı öyle. Kaynak, Etiyopya malum ülke, çok büyük bir bölü- mü. Geriye kalan kısım birçok Avrupa ül- kelerinin parça parça giren kaynaklar. Ama bunların bugün bu suyu kullanma şansı yok. Mısır buna “herhangi bir şekilde suya dokunulduğu an, açık olarak bunu savaş nedeni sayarım” diye yönetmiş ve karar alı-

(19)

yor. Etiyopya acından ölüyor. Filistin’e su gelme anlamında bir seçenek olarak da yine basına yansımış şekilde, bilirsiniz Nil’den su aktarma projesi, tabii bu adil şekilde İsrail karşı çıkıyor, çünkü aracı olarak biliniyor, Filistin.

Diğer bölgeye geldiğimiz zaman, Sayın Hocam bahsetti buradaki bölgeyi. Asıl kritik olan bölge, burada aslında çok büyük sıkıntılar yatıyor, kuzeyde Suriye’den doğan iki kol var, bunların hepsi zaten zapturapt altına alınmış. İsrail kurulduktan sonra gelişme hedefleri başlamış ve planlanmış. Her adımda belirli bir su kaynağı var. Birinci savaşta Batı Şeria, Ürdün’e kadar gidildi, oradaki yerüstü kaynakları daire içine alınmış. İkinci savaşta Golan Tepeleri. Üçüncüde de -yine Sayın Hocam belirttiler- bir şekilde kaynağa ulaşmak ve kaynağı monte etmek hem yaşayabilmesi için şart, hem de bölgeyi kontrol edebilmek için en önemli silah.

Yeraltı su kaynakları bitmiş, herkes tarafından teslim edilen İsrail gelecek 15 yıl sonraki nesline getiriyor. .. göle gelen, Ölüdeniz’e gelen su kaynakları azaldığı için, Ölüdeniz’deki su seviyesi 10 metre daha düşük yaşanıyor. Su seviyesi düşünce, su kaynağı derin ol- mak suretiyle, yeraltı su kaynakları da bitmiş.

Sayın Hocam, konunun üzerinden geçti. Bu bölgelerin ne anlam ifade ettiğini, ne amaca yönelik olarak sınır ötesi hareketler yapıldığını bilmiyoruz, ama kaynakları bu.

Kaynak miktarı İsrail bağlamında baktığımız zaman, sınırsız değil. Akdeniz, Gazze Şeridi’ndeki yeni bölgelerdeki toplam 360 milyon metreküp civarında bir kaynak gö- züküyor. Batı Şeria’da dağlık bölgede, Doğu Afrika’da olmak üzere toplam kaynağının 1 milyar metreküp düzeyinde olduğu. “1 milyar metreküp ne anlamda?”dediler. Arka- daşlar sen biliyor musun diye soruyorlardı onu. İstanbul’a yılda verilen su miktarından daha az, gelecekte de 2 milyar metreküp üzerinde su verilecek İstanbul'a. Bu ülkedeki kullanılabilir kaynak.

(20)

İsrail’in geleceği kalkınmanın dış sınırını kontrol eden temel parametrenin de yaratabi- leceğini, kullanabileceğiniz su miktarını tespit edilmiş. Dolayısıyla, gelişmesini artırmak istiyorsa şayet, mutlaka su kaynağına ulaşması gerekiyor, öyle gözüküyor. İsrail’i ağırlık- lı olarak söylememizin nedeni de, bölgede en kritik bölge olan bölgeyle iç içe. Gazze, Filistin ve İsrail, ama burada sizin söylediğiniz genel olarak İsrail...

Yine sözü edildi, nüfus artışı inanılmaz bir gidiş. Çok değişik planlar yapılmış, Ürdün’le ilgili olarak bakınız, 1913’lerden başlayan, İsrail’in kurulmasıyla birlikte devam eden çok değişik planlar hazırlanmış, değişik tiplerde planlar hazırlanmış. Ağırlıklı olarak bir ülke olarak İsrail kurulduktan sonra, 55’li yıllardaki bir plana göre mevcut olan değerin- de kaynak kullanmayla ilgili olarak burada bir hedef var. Yıllar itibariyle baktığımız za- man 55’lerdeki hedef bunlar. Savaşlardan sonraki duruma baktığımız, Ürdün ve İsrail’in kaynak kullanımına, bütün kaynaklar İsrail’in lehine dönüşmüş, anlaşmalarla hatta bir kısmı tamamen artık sıfırlamış. Başlangıçta belli bir miktarı Lübnan kullanırken, şimdi İsrail kullanıyor.

Nüfus artışı söylenmiyor, Gazze Şeridi kritik, yüzde 3-4 nüfus artışı var. Bu nüfus artışını, balansı sağlamak, gereğini sağlamak ki, politik olarak İsrail de geç anladı, isteyerek geç almıyor. Öbür taraftaki nüfusu kontrol edebilecek, kendisinde nüfus artışı az, bu defa güvenliğini sağlamak bakımından göç. Araplar göçü öneriyorlar, su yetmiyor, nüfusu azaltamıyor. Bu sıkıntı içerisinde inanılmaz bir nüfus artışı bu oranda suya olan talep, ama olmayan kaynak karşısında gelinen noktadaki bu bölgeler.

Bu bölgedeyiz, Türkiye'ye baktığınız zaman, çok böyle yüzeysel kaynaklar bağlamında bakıyoruz, böyle bir dönemimiz başlıyor. Bunların önemli bir bölümü, bu bölgeye doğ- ru gidiyor. Bir de Akdeniz’de kopanlar var, ama biraz önceki dediğimiz, mevcut olan doğal sınırı aşan suların başında, bir de yapay sınıraşan sularımız var. İki projeden söz edildi, biri var şimdi, ona da kısaca değineceğiz. Dolayısıyla, böylesine kritik olan bir bölgeye karşı da bölgenin değerlerimiz var. Hem küresel ölçekte, hem de bu bölgedeki insanlar açısından. Toplam su kaynaklarımız içerisinde bizim sınıraşan veya sınır içinde su kaynaklarımızın oranı yüzde 37 neredey-

se, yani Meriç’ten, Çoruh’a, Aras’a devam ederseniz toplamı, ama bunlar içerisinde Ortadoğu'da kullanılan toplam su kaynak- ları belli değil. Yani, varolan böylesi önemli bir kaynağımızın serbest bir tasarruf hakkı- mız olduğunu söyleyemiyoruz. Neredeyse, yarıya yakın kısmı bu konumda.

Dolayısıyla, bugün olduğu gibi, gelecekte de onları yönetme, onları planlama, gele- cek nesiller adına kalıcı bir planlama yapma noktasında çok da fazla serbest ve bağımsız olduğumuzu ne yazık ki söyleyemeyiz, bu- günkü konjonktür bu. Küresel ölçekteki ge- lecekte de bunun böyle olduğunu bilmek durumundayız. Doğal olarak çok değişik boyutlarda tutarlı, senaryolarımızı, planla- malarımızı yapmak durumundayız.

(21)

Önemli kaynaklardan Fırat, Dicle, Asi onların üzerinde durmak istemiyorum.

Ama bu su kaynaklarının çoğunda bir- kaç tane çıkarırsanız, bu aynı zamanda sınır bunlar, sulak sınır. Dikkat ederse- niz, aynı zamanda sınır. Önemli kaynak- lar üzerinde de o bölgede Fırat, Dicle’ye bunun üzerine çok önemli bölgelerimiz var. Onlar gelecekte ne tür başka poli- tikalarla bunlar daha başka bir şekilde revize edilmesi gerekir? Bölgeye baktı- ğımız zaman, ağırlıklı olarak sulama an- lamında, enerji bir ölçüde biraz olabilir, ama bölgelendirmek. GAP kapsamında bu iki kaynakla ilgili çok önemli bir su kaynağımız var.

Zap Suyu adı geçmedi, önemli bir kay- naktır. O sınırı ayrı geçiyor, Fırat, Dicle önemli bir kaynak. Doğal yapı itibariyle fazla sulama yok burada, ama projele- rimiz var, bu konuda sulama bölgeleri-

miz var bu da potansiyel bir kaynak olarak gözüküyor. En önemli kaynağımız ortalama olarak 735 milyar metreküp suyun olduğu Fırat. Eğer bizim o bölgedeki sulama pro- jelerimizi elde ettiğimiz zaman, çok mertebe olarak o koca çınardan önemli bir parça.

Öyle olunca da sınırötesi ülkeler değişik yaklaşımlarla buna karşı çıkıyorlar. Her ne ka- dar şimdi Suriye ve Irak varsa da, hiç şüphesiz ki, ondan sonra bir adım ötedeki suyun peşinde koşan ülkelerin de dolaylı olarak bu akar kaynaklar üzerinde birtakım söylem- lerinin de konu olduğu belli.

Bu kaynaklar öyle ki, genel anlamda yıllar itibariyle gene bu kaynaklıklara göre gider- ken, eğer bütün projelere riayet ederseniz, bakın şu kadar miktarı burada, hatta Fırat su kaynağı bize yetmiyor. Mevcut bizim planladığımız, gündemde olan projeleri tam hayata geçirir de, tam kaynağı kullanırsanız, önemli bir kaynağı Fırat’ta, Dicle’de sorun yok. Bizde zaten su kavgası var. Özellikle, İran tarafından gelen önemli kaynaklar dola- yısıyla su fazlası var.

Bunların rejimi de düzensiz, aylar itibariyle baktığımız zaman, çok değişik aylara, de- ğişik kaynaklar var. Dolayısıyla, bunları dü- zenlemeden, bunlar ne bize yeter, ne sınır ötesindeki komşulara yararlı olabilir. Onun için mutlaka düzenlemekte fayda var. Bu sınır devleti barajlarımızın temel amacı da aslında odur.

Asi Nehri’nden birazcık bahsedebilir miyiz?

Ciddi sıkıntı, buranın özelliğini biliyorsunuz, daha düne kadar Hafız Esat döneminde

(22)

Asi’yi hiç gündeme getirmiyordu Suriye, “benim Asi Nehri’yle bir problemim yok, benden doğar, bende denize dökülür” diyor.

Dolayısıyla, orada bunun tartış- masının yapılması bile anayasal suçtur, çünkü anlaşma onların zaten tümüyle.

Amik Ovası’nda çok ciddi pro- jelerimiz var. Su yok, bayramda Antakya’yı ziyaret ettim. Antak-

ya kokuyor, Asi yok, bütün çıkışlar, atık sular hepsi Asi Nehri’ne kokuyor, “hele yazın, yazın sakın Antakya’ya gelmeyin” dediler. Bıraktık, buradaki böylesine ovada sulama alanlarında suyu bulamaması ciddi bu da başlı başına bir sorun. Orada da roller değişik, Asi’deki durum bu. Bizim oradaki projeleri gerçekleştirirseniz, Asi neredeyse tamamı bize yetmiyor.

Bir de sınırötesi su kaynaklarımızdan bahsedildi. “Barış Suyu Projesi” Aslantaş Barajı’ndan suyumuz iki hattan doğu ve batısı olmak üzere mertebe olarak 1 milyar 200 milyon metreküp yıllık su akıtacağız. Ceyhan’ın toplam kapasitesi, yıllık kapasitesi mertebe olarak 7,5-8 milyar metreküptür. Ciddi sulamalar var, Seyhan Barajı’nın çıkışından daha yeni redakte olan proje İskenderun İlçesi için 70 milyon metreküp şimdi su alıyor, 40 milyon dolarlık yatırım yapılıyor. İlçenin su ihtiyacı hep oradan gidiyor. İskenderun De- mir Çelik 25 milyon metreküp su alıyor. Bu projeler sırasında körfezin, deprem bölgesi,

(23)

Yumurtalık Bölgesi inanılmaz bir sanayi bölgesi oluyor. Portakal bahçeleri gidiyor, sa- nayi geliyor, çok ciddi su talepleri var. Bunlar yapılarken, sınırsız bir kaynak aslı değil, her ne kadar Arapların suyunu alarak, Irak’a satıyor, Türkiye'ye de çıkış yaptılarsa da bir başka boyutta “sahibiyseniz, bizim ayağımıza kadar gelen Fırat’ı kesiyorsunuz, kul- lanıyorsunuz, bize başka yerden su satıyorsunuz, samimiyseniz ayağımıza gelen suyu bırakın kendi haline, biz oradan alırız” dediler.

Bir projemiz de Kıbrıs’a deniz altından su, yıllık 70 milyon metreküp su aktarma. Dolaylı olarak Kıbrıs üzerinden de İsrail'e aktarma. Bizdeki baktığımız zaman, görünürdeki kay- nak bolluğu ve Ortadoğu, Mısır dahil o bölgenin mevcut artması.

Şunu görüyoruz ki; çok rahat olamaz, hele geleceğe yönelik bünye ölçeğinde, sadece bölge ülkeleri değil, üçüncü ülkelerle eğer bizim kaynaklarımızla ilgili olarak geleceğe yönelik planlamalar, hedefler arayışı içindeyseler, bunları uygulamak zorundayız. Deği- şik planlarımız, şeklen uygulaması gerek. Sene içerisinde ağır basan tekliyi değil, artık siyasi .. onun için Türkiye'nin ..

Sabrınız için çok teşekkür ederim.

OTURUM BAŞKANI-

Sayın İlhan Avcı’ya çok teşekkür ederiz. Fırat Dicle konusunda Yalçın Bey konuşma ya- pacak.

YALÇIN ÖZDEMİR- Dr. İnşaat Mühendisi

Sayın Başkan; sayın hocalarım. Sizlere Fırat-Dicle su kaynakları konusunun biraz daha teknik boyutunu anlatacağım. Çünkü, önceki konuşmacılar daha çok konunun politik bölümlerini anlattılar, tekrar olmaması için ben havzada neler yaptık, neyimiz var neyi- miz yok, neyi planlıyoruz? O konularda size teknik bilgi vereceğim.

Keban Barajı ile 1974’lerden beri kontrol ettiğimiz Fırat sularının Karababa Boğazı’na akışını görüyorsunuz. Fırat Nehri’nden bir görünüm. Aynı şekilde Dicle anayatağının, Hasankeyf’ten geçişi, tarihi köprü ve yeni köprü. Bu iki büyük ana kol, aslında bir akarsuyun, bir akarsu havzasının iki büyük ana kolu niteliğinde. Şekilde gördüğünüz gibi, Doğu Anadolu’nun kuzeyinden baş- layan Fırat Nehri, Suriye, ve Irak içinden akmağa devam eder. Basra’nın kuzeyinde Al-Kut bölgesinde Dicle’yle birleşir. Dicle de ülkemizde yol aldıktan sonra Suriye’yle Türkiye arasında yaklaşık 80 kilometrelik bir sınır oluşturur, daha sonra Irak toprak- larına geçen ana kol, Fırat ana kolu ile bir- leşerek Şat-el Arap ismiyle 130 kilometre daha akarak, Körfez’e ulaşıyor (Şekil 1).

Havzanın genel sınırlarına baktığımız za- Şekil 1: Fırat-Dicle havzası

Referanslar

Benzer Belgeler

Su örneklerinin analiz sonuçları WHO (2011) ve TSE266 (2005) tarafından belirlenen içme suyu standartlarıyla karşılaştırıldığında, özellikle S4 ve S6 numaralı sondaj

Öncelikle Pelliot’un ekibi tarafından kazılan ve günümüzde Musée Guimet’de sergilenmekte olan Tumşuk, Dokuz Saray, Duldur-A- kur ve Subaşı gibi yerleşimlere

P AĞLARIM İHSAN ARİF HANIM Neden gülmesin gül gibi yüzler;.. Niçin ağlasın o güzel

Bun- dan sonra, ayn› yöntemin domates suyu eflli- ¤inde uyguland›¤› (normal olarak al›nan su- yun yar›s›n› domates suyuyla de¤ifltirerek) fa- relerde, domates

Göl, gölet, nehir kıyıları, bataklıklar gibi yerlerde yaşayabilen çok yıllık otsu su bitkileridir.. Yaklaşık boyları 80-100 cm

Su, toprak ve bitkiler arasındaki doğal dengenin bozulmasına ve bazı türlerin yok olmasına neden olur... Çığ, heyelan, kaya düşmesi gibi doğal afetlere

Mevcut arıtma tesislerinin ileri derecede biyolojik arıtma tesisine dönüştürülmesiyle ilgili de bilgi veren Topbaş, bu konuda att ıkları en önemli adımın Ayamama

Küresel ısınmanın dünyayı daha sıcak bir yer haline getirdiği vurgulanan yazıda, bu yüzden iklimin bazı yerlerde daha yağışlı bazı yerlerde ise daha kuru olacağı,