• Sonuç bulunamadı

6. BÖLÜM ULAŞIM VASITALARI/ MEKÂNLARI

6.1. Otobüs ve Kompartıman

Ulaşım mekânı olarak otobüsün yer aldığı ilk eser Sonsuzluğa Nokta’dır. Roman, bir kaçış romanıdır. Romanın kahramanı Bedran’ın babasından/çocukluğundan kaçıp kente gidişini anlatır. Bedran babasının otoritesinden kurtulmak ve kendini bulmak için kasabadan ayrılır. Ancak nereye giderse, geçmişi onun peşini bırakmaz. Babasının otoritesinden kendini bir türlü kurtaramayan Bedran, geçmiş/çocukluk ile şimdi arasında sıkışıp kalır. Kasabadan yola çıktığı andan itibaren bu sıkıntıyı şiddetli bir şekilde hissetmeye başlar. Bedran, otobüsün ön koltuğunda yorgun bir tavşan gibi büzülmüş öylece bakmaktadır (s. 5). Otobüs, “küçük, loş, tozlu dükkânlarla çevrili

kasaba meydanını geride bırakıp da tek katlı evlerin bahçeleri arasından kıvrıla kıvrıla ilerlemeye başladığında” (s. 6) Bedran'ın içinde yeni boşluklar açılmaya başlar

ve bu boşluk giderek daha da genişler. Bedran bu boşluklara bakmamak için gözlerini dikiz aynasına çevirdiğinde yeni bir boşlukla karşılaşır. Boşluğa düşecek gibi olur ve

koltuğa daha da gömülür. Geçmişi geride bıraktığını zannedip geleceğe doğru yol alan Bedran, geçmiş ve gelecek arasında kendini boşlukta hisseder.

Otobüsün içine şu dikkatler verilir:

“Çantam dizlerimin üstündeydi, onu tepemdeki rafa ya da aşağıdaki bagajın karanlığına, onca sepetin, naylon torbanın ve içlerinde ne olduğu bilinmeyen eciş bücüş bavullarla çuvalların arasına koyamazdım. İçinde kitaplarım vardı, çünkü kimselere göstermediğim, herkesten köşe bucak sakladığım şiirlerim vardı…” (SN, s.5)

Bu cümlelerden mekân üzerinden, Bedran’ın kişiliğine dair birtakım ipuçları elde ederiz. Bedran, okumayı seven ve aynı zamanda şiir yazan birisidir. Şiir yazar yazmasına ama onları kimselere göstermez. Ve bu şiirler, bu kitaplar her şeyden değerli olduğu için onları alelade bir şeymiş gibi diğer yolcuların eşyalarının arasına koyamaz. Tabiatıyla diğer yolcuların eşyalarına karşı dışlayıcı bir tavır takınır. Yolculuk başlar, artık kasaba gerilerde kalır:

“Otobüs, küçük, loş ve tozlu dükkânlarla çevrili kasaba meydanını geride bırakıp da tek katlı evlerin arasından kıvrıla kıvrıla ilerlemeye başladığında, içimde başka boşluklar açılmıştı…” (SN, s. 6)

Bu yolculuk öyle pek kolay olmayacaktır. Çünkü her yolculuk geride bir şey bırakmak ve o boşlukların yerine yeni şeyler koymaya çalışmaktır. Bedan’ın içerisinde açılan boşluklar acaba büyük şehirde kapanacak mıdır, yoksa içinden çıkılmaz başka boşluklar mı açacaktır?

Bedran, kasabayı geride bıraktığı için, içten içe mutludur. Çünkü o kasabalıların bildiğinin aksine bambaşka bir Bedran’dır. Kahramanımız kasabanın bildiği ve tanıdığı Bedran’ı ardında bırakır:

“… zamanları ayrı, özlemleri ve tutkuları ayrı, binlerce, milyonlarca Bedran bırakıyordum kasabada. Beni tanıyan herkesin gözünde, o gözün derinliğiyle biçilmiş bir Bedran… Kasabanın her gününe, her saatine, her dakikasına ve her saniyesine kimi yürüyen, kimi duran, kimi ağlayıp kimi gülen birer Bedran… Herkesin, gördüm, bildim, dokundum, konuştum ya da büyüttüm sandığı, ama kimsenin göremediği, bilemediği ve dokunamadığı gerçek Bedran’ıysa kente götürüyordum tabii; en gizli yerimdeydi o…” (SN, s. 8)

Herkesin bildiği Bedran’ı kasabada bırakıp, kimselerin bilmediği ve anlamadığı bir Bedran’ı yaratıyordur bu yolculukta aslında. Çünkü Bedran’ın bu yolculuğu gecikmiş olsa bile artık kendisi olabileceği bir özgürlüğün yolu ve yolculuğudur. Böylece otobüs, kahramanımızı yeni bir anlayış veya dünyaya taşır.

Yolculuk hareketliliktir ve durağanlıktan kaçıştır, değişme isteğidir. Bunu sağlayan da otobüstür. Kasaba ise Bedran’ın gözünde sürekli birbirini tekrar eden olaylar ve günler

silsilesidir, monotonluktur. Bu nedenle Bedran çocukluğunun geçtiği bu durağanlıktan kaçmak istemektedir. Fakat gerçek bir kaçış mümkün müdür? Sanki tüm kasaba onu takip etmektedir. Otobüsteki yolcuları kendisini takip eden kasabalılar zanneder:

“… kasaba tarihinin alacakaranlığında kalan o avcının, kendini onlarca parçaya bölerek bir otobüs dolusu yolcuya dönüştüğünü ve beni şoförün hemen arkasındaki koltuğa kadar kovaladığını düşünmüştüm. Bu yüzden, denetleyemediğim bir irkilişle ikide bir gözlerimi şoförün tepesindeki aynaya dikerek, uzun uzun yolcuları süzüyordum o gün.” (SN, s. 9)

Yolculuk sırasında otobüsün yolcularını değerlendirmeden kendini alamaz Bedran: “Yolcuların birçoğu yüzünü dışarıya dönmüştü. Bunun bir nedeni, herhangi bir şeyin içinde bulunmanın verdiği güdüyse; bir nedeni de telgraf direklerinin camdan geçişine bakarak otobüsün hızını saptamaktı belki. Meraktı yani; boş kalmanın boşluğundan doğan ve kapısı sessiz sedasız kendine açılan, kupkuru bir meraktı. Belki de geçmişle geleceğin hesaplarına dalmıştı yolcular; yaşamlarını, yaşamdan yontulmuş ve yaşamın bilinmezliğine sürtüle sürtüle bilenmiş düşsel makaslarla kesip biçerek, zihinlerinde yeniden biçimlendirmeye çalışıyorlardı. Ya da düşünme konumuna girmişlerdi de hiçbir şey düşünemeden ve gözlerinin önüne hiçbir şey getiremeden öylece bozkıra bakıyorlardı bozkır gibi…” (SN, s. 11)

Bedran, yolcuların dünyasına da girerek otobüsün insanın kendi kendisi ile kalışının psikolojisini düşünür veya kurgulamak ister. Bunu yaparken özel bir dikkat de kendi iç dünyasına atar.

“Bense ufuktaki mor dağlara dikmiştim gözlerimi. Korkular geçiyordu içimden o sırada; adını veremediğim, derinliğini bilemediğim, bir ucu bende bir ucu bilinmezde, tül ağırlığında, gece karanlığında korkular. Bunlar sürekli büyüyor, birbirlerinin rengini ve biçimini alarak içimin o köşesinden bu köşesine salkım saçak dağılıyor ve kıpır kıpır oynaşan kocaman gölgeleriyle bütün dünyamı karartıyorlardı. Öyle ki, sonunda insan derisine bürünmüş yorgun bir tavşan gibi hissediyordum kendimi.” (SN, s. 11)

Kahramanımız otobüsün camından seyrettiği dış dünyanın içinde var olan ayrılış korkusunu arttırır. Ne otobüsün içi ne de camlardan seyrettiği dış dünya, kahramanımıza aydınlık vermektedir. Sanki o karanlıkta, karanlığa doğru gitmektedir. Devam eden yolculukta camdan görünen dış dünya, kahramanımızın iç dünyasına yansır:

“Camlardan geçi geçiveren görüntülerse silinmişti artık; ne bulutlar vardı, ne gökyüzü, ne uzak uzak tepeler, ne de aşağılarda kalan bozkır… Her yer, bir anda zifiri karanlığa gömülmüştü. Yokuşları tırmanıp inen, dönemeçleri yumuşak frenlerle dönen ve gecenin alnına yapışmış inatçı bir sinek gibi çırpınan otobüsün uğultusundan başka hiçbir ses işitilmiyordu.” (SN, s. 12) Yolculuk bitip otobüs şehre vardığında da dış dünya/şehir yine içeriden gözlenir:

“Otobüs, ertesi gün akşam saatlerinde girmişti kente. Önümüzde mor dağlar yoktu artık, bozkır da yoktu. Alacakaranlık caddeler vardı, dev karaltılarıyla

kocaman kocaman binalar, gecenin bir ucundan bir ucuna abanan köprüler, ıssız kavşaklar, durup dinlenmeden akan ışıklar ve ışıklar vardı. Otobüs terminaline girdiğimizdeyse, yağmur karşılamıştı bizi, koşuşan insanların, peronuna girip çıkan otobüslerin, tepeleme dolmuş çöp bidonlarının, bavulların ve ayrılıkların üstüne sinsi sinsi çiseliyordu.” (SN, s. 45)

Bedran’ın özgürlüğe giden yolu bir otobüsle başlar. Bedran, var olmak istediği şehirde evlenir, iş bulur, yeni bir çevre edinir. Fakat Bedran’ın yolculukla değişeceğine inandığı hayatı, başka bir yolculukla kâbusa döner. Arabayı kendisinin kullandığı bir kazada Bedran, ağır yaralanır ve felç olur. Yani onun için kasabadaki çocukluk yıllarından sonra yeni bir mahkûmiyet başlar.

Ölü Zaman Gezginleri isimli öykü kitabında yer alan Çift Çizgi öyküsünde, ereye

gittiğini bilmediğimiz anlatıcı/yazarın hikâyesi bir kompartımanda başlar. Kompartıman henüz hareket etmeden anlatıcı son kez gözlerini dışarıya gezdirir:

“Tren hareket edeceği sırada, (…) garın karanlıkta eriyen köşesinde, kendim kadar yalnız bir akasyaya takıldı gözlerim.” (ÖZG, s. 90)

Tren hareket ederken anlatıcı şunları düşünür:

“Parmaklarım sigaraya yaklaşırken, şair bir dostumun dizesi geçti içimden: ‘Bir kent terk edilirken sigara içilir sayın yolcular.’” (ÖZG, s. 90)

Toptaş, burada kahramanının otobüs yolculuğu yerine tren yolculuğunu niçin seçtiğini anlatır:

“Gitmek fiilinin altını çift çizgiyle en güzel trenler çizebilirmiş ona göre. Otobüs koltuğunda Ramses gibi kıpırdamadan oturanlara, yolculuk ediyor denemezmiş doğrusu. Sonra, trenler her zaman bir sır taşıma olasılığı taşırlarmış. İnsanlar vagondan vagona geçtikçe, tuvalete, restorana gidip geldikçe, ilginç şeylerle karşılaşabilirmiş insan.” (ÖZG, s. 90)

Kompartımanda anlatıcının yanına şişman biri oturur ve Toptaş’ın diğer eserlerinden farklı olmayarak mekân gittikçe silikleşir, okuyucu kendisini başka bir hikâyede bulur. Toptaş, kahramanlarını otobüsün içinde tek başına ve düşünce hayalleriyle ele alır. Kahraman bazen camdan dışarı bakarak geçmişini, kaçışını düşünür. Bu durumda otobüs, onu içinde bulunduğu halden uzaklaştıran, çevrede gördükleriyle geçmişten kaçışını sağlayan bir vasıtadır. Bazen de otobüsün içindeki diğer yolcular ile kendisini karşılaştırır kahramanımız. Onlardan farklı olduğunu hissettirir bize. Bu yaklaşım kaçış duygusu ile birleşir. Böylece mekân ona, kaçma duygusunu vermektedir. Otobüs gerçekçi bir mekân gibi algılanmaz.

Benzer Belgeler