• Sonuç bulunamadı

6. BÖLÜM ULAŞIM VASITALARI/ MEKÂNLARI

6.2. Otobüs Terminali

Ulaşımda hareket saatinin beklendiği mekân olarak değerlendireceğimiz otobüs terminali, Sonsuzluğa Nokta romanının önemli mekânlarından birisi olarak karşımıza çıkar. Bedran çocukluğundan itibaren durağanlıkla eşdeğer gördüğü kasabadan kaçmak istemektedir. Kahramanımız, doğup büyüdüğü kasabadan kaçarak adını bilmediğimiz fakat, “Heykellerin çoğu, kentin simgesi de sayılan horozdu.” (SN, s. 138) ipucuyla bahsedilen yerin Denizli olduğunu anladığımız şehre gelir.

Bedran, roman boyunca hep bir arayışın içindedir, kaybettiği ve bulmayı amaçladığı şey özgürlüktür. Fakat kaçıp geldiği bu yer, geride bıraktıklarından daha iç açıcı ve farklı değildir. Şehirdeki otobüs terminali şu şekildedir:

“Otobüs terminaline girdiğimizdeyse, yağmur karşılamıştı bizi, koşuşan insanların, peronuna girip çıkan otobüslerin, tepeleme dolmuş çöp bidonlarının, bavulların ve ayrılıkların üstüne sinsi sinsi çiseliyordu.” (SN, s. 45)

Bedran, otobüsten iner inmez kaçıp gitmek ister fakat muavin, “bavulunu almayacak

mısın?” (SN, s.45 ), diye sorduğunda, bavulunun olmadığını, söyleyerek geçmişi bu

noktada yok saymak ya da geçmişi yok etmek ister. Ancak muavin, kocaman bir bavulu Bedran’ın ayaklarının dibine bırakır.

Bedran’ın bavulu eline almasıyla birlikte geçmiş geleceğe, kasaba da şehre taşınmış olur. Toptaş, burada mekân tasviri yapmanın ötesinde, mekânın kahraman üzerindeki etkisini okuyucuya hissettirmek istemiştir.

“Peron lambalarının beyaz beyaz parlayan ölgün ışıkları altında durup bavulu tepeden tırnağa, dikkatle süzdüm içindekileri görebilecekmişim gibi. Hiç, ama hiç mi hiç anımsamıyordum onu, daha önde bir kez olsun görmemiştim. Yoksa annem mi hazırlamıştı, diye geçiriyorum içimden; bir annenin özenle katlanmış kara kara kaygıları mı vardı içinde, bir annenin sıcaklıkları, hasretleri, titizlikleri ve öngörüleri mi vardı? Yoksa beni eninde sonunda kasabaya sürükleyip götürecek olan paslı bir zincir mi bulacaktım açtığımda? Ya da kasabadan çıkarken, şoförün solundaki dikiz aynasından gördüğüm Bedranlardan birini mi göndermişti annem, beni bana bekçi kılmak için?” (SN, s. 46)

Bedran, terminalde gördüğü pek çok arabada yine çocukluğuna geri döner. Terminal ona babasını hatırlatmıştır. Çünkü Bedranı’ın babası uzun yıllar önce kamyon, sonra minibüs şoförlüğü yapmıştır. Bedran ise okuldan arta kalan zamanlarda –hiç istemese de– minibüste babasına yardım etmiştir. Bu noktada terminalde birbirine karışan kokular ona istemediği şeyleri hatırlatır:

“Her yeri burcu burcu bir egzoz dumanı kaplamıştı, kıvıl kıvıl, ince mavi, gözle görülür ya da görülmez, sihirli bir tül… Hiç dayanamazdım bu kokuya, nerede duysam çarpılırdım. Sever miydim sevmez miydim kestiremiyorum, ama fena hâlde büyülenirdim. Betim benzim de atardı herhalde, uyurgezerlere benzerdim ve içim egzoz dumanıyla dolup taşarken, yıllardır şoförlük yapan babamı düşlerdim.” (SN, s. 47)

Otobüs terminali Bedran’ın gözünde mahşer yerinden farksızdır. Her türden insanı, her tür duyguyu barındıran ortak bir mekân olması açısından çok önemlidir:

“… otobüs terminali kocaman bir bavulla gezip dolaşılmayacak kadar kalabalıktı. Parçalara bölünmüş ve her parçasına değişik giysiler, değişik ayakkabılar, değişik anlamlar giydirilmiş bulanık bir et ve kemik denizi; teri, telaşı, umutsuzluğu ve kararsızlığıyla dönüp dolaşıp birbirlerine kavuşan loş koridorlarda, peronlarda, otobüslerin çevresinde ve yazıhane kapılarının önünde uğultuyla dalgalanıyordu. Herkes bir yerlere bakıyordu, bense herkese ve her şeye. Kirli duvarlarda, tozlu bavullarda, ellerde, ayaklarda ve kimsenin ilgisini çekmeyen mavi mavi çöp sepetlerinde bile bir yerlere ulaşmanın telaşı vardı. Bu telaş, insanların o anda yaşamdan almaları gereken tatları oburca yiyip yutan bir canavardı kuşkusuz ama kimse bunun farkında değildi. Hatta koşmaları, biletlerini ön koltuktan almaya çalışmaları, üst üste sigara içmeleri ya da eşyalarını yerlerinde duruyor mu diye ikide bir bakışlarıyla yoklayarak saate bakıp durmalarıyla o canavarı sessiz sedasız beslediklerini de bilmiyorlardı. Hareket saati yaklaşan otobüslere binip koltuklarına oturanların yüzündeyse, bir yerlere çekip gitmenin heyecanını ve sevincini aramak boşunaydı. Kıpırtısızdılar çünkü… Her koltuğa insan duruşunda, insan bakışında ve insan sıcaklığında birer eşya bırakılmıştı sanki; yalnızca görüntüleriyle bakıyorlar, yalnızca görüntüleriyle işitiyorlar ve görüntülerinin diliyle konuşuyorlardı. Tek tük sevinçli görünmeye çalışanlar olsa da onları yolcu edenlerin durumu daha hüzünlüydü. Öyle ki, otobüs penceresinden yakınlarına el sallarken hüzünlerini de gösterebilme telaşıyla birbirlerinin tepesine çıkıyorlardı. O sırada yaşlı bir kadını ya da yerlerde bin bir güçlükle emekleyen bacakları kesik dilenciyi üzüm gibi ezseler, neredeyse hüzünleri haklı kılacaktı onları…” (SN, s. 48-49)

Bu, terminalin genel görünüşüdür. Yazar/anlatıcı herhangi bir kişi veya olay üzerine “zum” yapmıyor. Bu aslında mekân olgusuna daha uygundur. Kalabalık, panoramik bir şekilde verilmiştir.

Roman ara ara otobüs terminaline yaptığı dönüşlerle Bedran’ın bize ne tam kasabalı ne de tam şehirli olabildiğini hissettirmektedir. Terminaller, gitmekle kalmak arasında duran bir mekândır:

“Bu arada, kendimi kendimde bulamayışımın hüznü de giderek büyüyordu içimde, peşpeşe devirdiğim biraların sarhoşluğuysa yürüyüşümü peltek bir konuşmaya dönüştürüyordu. Sonunda, otobüs terminalinde, gene o uğultulu kalabalığın ortasında buldum kendimi. Bir an, kente yeni gelmiş olup olamayacağımı düşündüm. Bu düşünce, bir süre sonra çivilenip kaldı kafamda. İsvan bir düş, dedim kendi kendime; Gülderim bir düş… Kıvırcık saçlı, Turan, sokak sokak dolaşıp iş aramalarım, kır bıyıklı kapıcı, bordum katı, sonra ellerimde ansızın babamın ellerini hissetmem, iş dilendiğim o

alacakaranlık koridorlar ve dayımın palabıyıkları yalnızca birer düş, dedim.” (SN, s. 105)

Sonsuzluğa Nokta romanında otobüs terminali bir boşluktur. Ne gidilebilir ne de

kalınabilir. Adeta bir “araf”tır… Bunun için de genel çerçeve verilmiştir sadece. Bedran ne kentte nefes alabilmiştir ne de kasabada. Bedran’ın içsel dünyasında yaşadığı karmaşayı en iyi gördüğümüz yer otobüs terminalidir.

Otobüs terminalinin yer aldığı eserlerinden bir diğeri ise Heba romanıdır. Kasabadaki çocukluk yıllarından askerliğine, şehirdeki bir bombalı saldırıda karısını kaybetmesinden Yazıköy’de köylüler tarafından linç edilerek öldürülmesine kadar Ziya’nın hayatını okuduğumuz romanda otobüs terminalini, Ziya ve arkadaşı Kenan’ın, acemi birlikleri tamamlayarak usta birliği için Urfa’ya gideceklerken görürüz. Sonsuzluğa Nokta romanının aksine buradaki terminal, şehri de göz önünde bulundurduğumuzda daha küçük ve yöresel bir mekândır. Mekânın dekorasyonu da bu şehrin bu dokusu gözetilerek tasvir edilmiştir:

“Geç kalmamak için apar topar kalktılar sonra, gezinti yerlerinde salkım salkım renkli şıkırtılar bırakan tespih satıcılarının, lahmacuncuların, simitçilerin ve sucuların arasından geçip ter ve tütün kokularına bata çıka Viranşehir minibüsünün yanına gittiler. Yolcular yoktu henüz, direksiyondaki şoför de yoktu ve minibüs binlerce yıldır oradaymış gibi, çeşitli yerleri macunlanmış kocaman bir hareketsizlik halinde öylece duruyordu. Kenan’la Ziya, çaresiz, sağ taraftaki duvarın gölgesine çekilerek orada beklemeye başladılar. Canları hiç konuşmak istemiyordu artık, endişeli bir yüzle öylece bakıyor ve sürekli mahkûmların anlattığı hikâyeyi düşünüyorlardı.” (H, s. 180)

Terminalde sandığıyla gezen boyacı çocuk vardır:

“Derken omzunda boya sandığıyla bir çocuk yaklaştı onlara doğru, iki adım önlerinde durarak, boyayalım mı asker ağam, diye sordu.” (s.181)

Terminaldeki diğer insanlar ise şu şekildedir:

“Çocuk döndü hemen, omuzundaki sandıkla birlikte kalabalığa karışıp gözden kayboldu. O kaybolur kaybolmaz da yolcular çıktı ortaya, koşar adımlarla değişik yönlerden şalvarlarını dalgalandıra dalgalandıra gelip alelacele minibüsün içine doluştular.” (s.181)

Buradan sonra Ziya ve Kenan’ı usta birliğindeki nizamiyenin önünde görürüz.

Görüldüğü gibi otobüs terminalleri Toptaş’ın eserlerinde Anadolu’daki herhangi bir yerde karşımıza çıkabilecek cinstendir. Bu mekânlar kahramanların psikolojileriyle doğru orantılı olarak şekillenmiştir.

Benzer Belgeler