• Sonuç bulunamadı

Edebî bir şahsiyeti incelerken onun yazdığı eserleri, edebî görüşünü iyi anlayabilmek için yaşadığı siyasî ve sosyal çevreyi iyi tahlil edebilmek gerekmektedir. Çünkü yaşanan tarihî olaylar, mahallî gelişmeler ve kültürel yenilikler sanatkârları etkilemekte ve bu etkiler onların eserlerine yansımaktadır.

Tâ’ib, bir isyan hareketinden sonra tahta geçen (22 Ağustos 1703), savaştan çok barış yanlısı olan bir padişahın zamanında yaşamıştır. III. Ahmed, şair ve hattat olmasının yanı sıra kişilik itibariyle sakin yaradılışlı, zevk ve eğlenceyi seven, rahatına düşkün bir padişahtır. Hayatını ilim ve ibadetle geçiren III. Ahmed, saltanatı boyunca ilim ve ilim adamlarının da yanında olmuştur. Kendisiyle aynı görüşleri paylaşan damadı Nevşehirli İbrahim Paşa sadrazamlığa geldikten sonra III. Ahmed onunla iyi anlaşmış; devlet işlerinde ona tam yetki vermiştir. Damat İbrahim Paşa’nın eğlence ve zevke olan düşkünlüğü ile döneminin bilgin ve şairleriyle bir araya gelmekten hoşlanan, onlarla dost olmayı seven kişiliği de III. Ahmet ile iyi anlaşmasını sağlamıştır. Pasarofça Antlaşmasından Patrona Halil isyanına kadar süren 12 yıllık dönemde edebiyat, kültür, sanat, teknik ve askerlik gibi alanlarda pek çok gelişme olmuştur.

Söz konusu dönemde hayatını sürdüren Tâ’ib, III. Ahmed ve bilhassa Damat İbrahim Paşa’nın sağladığı sanat ve kültür ortamlarından faydalanmış, İbrahim Paşa’nın gerçekleştirdiği toplantılarda bulunmuştur.95

Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın devri bu dönem sanatçılarının olduğu kadar Tâʼib’in de saadet devri olmuştur. H. 1132 (M. 1720)’de yapılan kütüphanede ve Darü’l-hadis’de yapılan toplantılara Tâʼib de davet edilmiştir. İlk dersin sonrasında Sadrazam tarafından herkese ihsanda bulunulmuştur.96 Yine bu sene içerisinde padişahın şehzadelerinin sünnet törenleri; kızlarının ise düğün törenleri yapılmıştır. Bu törenler münasebetiyle Tâʼib, birkaç tarih ve kaside kaleme almıştır. Bunları padişaha arz etmesi için Damat İbrahim Paşa’ya sunmuştur. Damat

94

Hâfız Hüseyin Ayvansarâyi, Mecmuâ-i Tevârih, (hzl. Fahri Ç. Derin ve Vahid Çabuk), İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1985, s. 165.; Tâ’ib’in hayatıyla ilgili olarak daha kapsamlı bilgi için bkz. Sâdâvî, agt., s. 69-102.; Yöntem, agm., 103-115.; Karahan, agm., s. 453-455.; Abdülkadir Özcan, “Osmânzâde Ahmed Tâib”, TDV İslâm Ansiklopedisi içinde, C. 34, İstanbul: TDV Yay., 2007, s. 2-4.

95

Mengi, age., s. 230.; Metin Hakverdioğlu, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa İçin Yazılan Lâle Devri Kasideleri, 1. baskı, Ankara: Sage Matbaacılık, 2012, s. 29-54.

96

İbrahim Paşa, Taib’e bunların karşılığında ne istediğini sorduğunda ise Tâʼib, hediye istemediğini ve kendisinin takdim edeceği bir Mısır atına eyer örtüsü olmaya uygun, değerli Acemî dîbâ üzerine işleme altın nakışlı bir kesmeyi kabulünü istediğini söylemiş ve bu arzusu yerine gelmiştir.97

Tâʼib’in İbrahim Paşa’ya gösterdiği bağlılık onun için fazlasıyla faydalı olmuştur. Nüktedanlığı sayesinde sadrazamın musahibi gibidir. Bu nedenle zaman zaman III. Ahmed’in de gözüne girmeye çalışmış ve bunda da başarılı olmuştur. Özellikle H. 1133 (M. 1720)’te III. Ahmed’in şehzadesi İbrahim için sunduğu tarih manzumesi onun “reis-i şâirân” unvanını almasını sağlamıştır.98

Nihad Sâmi Banarlı, Tâʼib’in XIII. asrın birinci yarısında, Nedim gibi bir şairin şiir söylediği bir dönemde “reis-i şâirân” seçilecek kadar büyük bir şair olmadığını dile getirmiştir. Hicivlerinin ve methiyelerinin dikkat çekmesi, özellikle başkaları tarafından yazılmış bazı tanınmış eserleri derli toplu hâle getirmesiyle şöhret kazanmıştır.99

Fuad Köprülü’ye göre Tâʼib, ikinci derecede bir şair bile sayılamaz. Onun, III. Ahmed’in bir şehzadesi için yazdığı tarih sayesinde aldığı bu unvan, III. Ahmed’in ve daha doğrusu Damat İbrahim Paşa’nın iltifatı sonucudur.100

Muhammed Nur Doğan onun aldığı bu unvana rağmen ne nazımda ne de nesirde birinci sınıf bir şahsiyet olduğunu söylemektedir.101

Behçet Necatigil ise yazdığı tarih kasidesi sonucunda aldığı bu unvana rağmen kuvvetli bir şair olmadığını söylemiştir. Ayrıca Tâʼib’in aldığı bu unvan sonucunda yazdığı kasidesinde devrin ikinci planda olan şairlerinden bahsettiği hâlde Nedim gibi üstün bir şaire yer vermemesinin onun şiirden ve şairden anlamadığını, şair başkanlığı

97

Mertol Tulum (hzl.), Sûrnâme, İstanbul: Kabalcı Yay., 2008, s. 128, 129.; Yöntem, agm., s. 111.

98

Çapan, age., s. 121.; Karahan, agm., s. 454.

99

Nihad Sâmi Banarlı, Türk Edebiyâtı Târihi II, İstanbul: MEB Yay., 2001, s. 749.

100

M. Fuad Köprülü, Divan Edebiyatı Antolojisi, 2. Baskı, Ankara: Akçağ Yay., 2006, s. 381.; Coşkun, resmî olarak şairleri değerlendirme görevinin ilk defa III. Ahmed tarafından Osmanzâde Tâʼib’e verildiğini söylemektedir. Menderes Coşkun, “Divan Şairlerinin Birbirleriyle İlgili Manzum Değerlendirmeleri, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, 13, (2005), s. 120.; Pala ise Tâ’ib’in kendisi sultan-ı şuârâ iken İstanbul’daki şairlerin şiirlerini değerlendirmeleri için hâlâ daha Halep’e yani Nâbî’ye göndermelerini kıskandığını dile getiriyor. İskender Pala, “Bir Divan Şairinin Şiire Yansıyan Dramı”, Üstatlar Konuşuyor, 1. baskı içinde, İstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı Yay., 2002, s. 17, 20.

101

Muhammet Nur Doğan, “Taib (Ahmed, Osmanzade)”, Ekrem Işın ve İsmail Kara, -Yaşamları ve Yapıtlarıyla- Osmanlılar Ansiklopedisi içinde, C. 2, İstanbul: Yapı Kredi Yay., 2008, s. 603.

konusundaki yetersizliğini gösterdiğini dile getirmiştir.102 Ahmet Sevgi ise bu görüşlerin aksine Tâʼib’in, Hz. Peygamberi öven 224 beyitlik terkib-i bend şeklindeki niyaznamesinin ona reis-i şâirânlık unvanını layık görmeyenleri utandıracak nitelikte olduğunu söylemektedir.103

Tâ’ib, kaside, tarih, gazel, kıta gibi nazım şekilleriyle birçok şiir kaleme almıştır. Bu şiirler bazen toplum içerisinde ve devlet dairelerinde gördüğü aksaklıklar, yolsuzluklar için yazılan tenkit şiirleriyken bazen de bulunduğu edebî çevreyi eleştiren şiirlerdir. Ayrıca devrinde yaşanan mahallî olaylara da uzak kalmamış, dönemindeki kıtlık ve pahalılık için kasideler kaleme almıştır. Onun bu manzumelerinde halk deyim ve kelimelerini görmek mümkündür.104

Şiirleri incelendiğinde devrine tanıklık eden birçok olayla ilgili bilgi bulmak mümkündür. Yaşanan olaylar için bazen uzun şiirler kaleme almış; bazen de bir beyit veya mısra ile tarih düşürmüştür. Mesela 1699 Karlofça Antlaşması için “Bin yüz onda sulh ile

itdük yine dünyâyı ram.” şeklinde tarih düşürmüştür.105

Şiirlerinden çok nükte, hiciv ve hezl alanındaki eserleriyle ün kazanan Tâ’ib’in birçok mensur eseri de vardır.106

Bu eserlerin çoğu başkalarının eserlerinin tercümesi ve özeti şeklindedir.

Ta’ib’in, gerek mektupları ve şiirlerindeki üslubu, gerekse tarih kitaplarında ve tezkirelerde yer alan nüktedanlığıyla ilgili anekdotlar ve hatta ölümünün zehirlenmesi sonucunda gerçekleştiği bilgisi dikkate alındığında onun hassas olduğu kadar, hırslı ve sert bir mizaca sahip olduğu da söylenebilir. O sevdiklerine karşı ne kadar iyiyse, sevmediklerine karşı bir o kadar kötü, haklının yanında olduğu kadar haksızın da karşısındadır. Onun bu özelliğini Âsım, eserinde, şakadan ve ciddi davranışları iki taneli badem gibi olan, sözde ve işte memnun kaldığı devrin adamlarını övmekte ve beğenmediği

102

Behçet Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, Güncellenmiş 24. Basım, İstanbul: Varlık Yay., 2007, s. 329.

103

Ahmet Sevgi, “Reis-i Şâirân Osman-zâde Tâib Divanı Üzerine”, Türk Edebiyatı, 369, (2004), s. 5.

104

Tâ’ib’in şiirleri ile ilgili kapsamlı değerlendirme için bkz. Sâdâvî, agt., s. 136-236.; Yatman, age., s. 8, 9.

105

Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Sâdâvî, agt., s. 255-269.

106

kimseleri şiir ve nesirle kötülemekte başarılı; kısacası, bukalemun gibi renk değiştiren kalemi, düşmanlarına zehir saçan yılan ve dostlarına tatlı dilli papağan gibi idi, şeklinde anlatmıştır.107

Safâyî tezkiresinde pişman olup daha önceden kullandığı “Hamdî” mahlası yerine “tövbe eden, tövbekâr” manasına gelen “Tâ’ib” mahlasını kullanmaya başladığı bilgisi vardır.108

Kendi ifadesine göre mizah ve hiciv vadisinden elini tamamen çekmesine rağmen görüştüğü kişilerin iftirasından kurtulamamıştır. Hatta bir zaman gelmiş, o, “yârân-ı mârân”dan tamamen ayrılmış, bazen Kadıköy’deki köşkünde münzevi bir hayat yaşamış, bazen de Demirkapı’daki çiftliğinde ziraat ile uğraşmıştır.109

Ancak onun değişken mizacı, rahat bir hayat sürmesine engel olmuştur.110