• Sonuç bulunamadı

OSMANLI DEVLETİ’NDE GAYRİMÜSLİMLERİN TASNİFİ VE COĞRAFî DAĞILIŞLARI

GAYRİMÜSLİMLER

1.2- HAKLARI VE YÜKÜMLÜLÜKLERİ

3- OSMANLI DEVLETİ’NDE GAYRİMÜSLİMLERİN TASNİFİ VE COĞRAFî DAĞILIŞLARI

Osmanlı Devleti çatısı altında yaşayan milletler tasnife konu olduklarında kabaca, Müslümanlar, Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler olarak gösterilmiş ve milel-i erbaa diye adlandırılmışlardır.(73) Fakat farklı açılardan bakılarak farklı sınıflandırmalara gidilmesi mümkün, hatta sistematik bir çalışma yapmak bakımından zarurîdir. Bu cümleden olarak, Osmanlı hakimiyeti altında yaşayan gayrimüslimleri şu şekilde tasnif edebiliriz:

3.1- Din ve Mezhep Açısından

Osmanlı Devleti hakimiyetindeki gayrimüslim unsurlar, din ve mezheplerine göre gruplara ayrıldığında karşımıza şu tablo çıkmaktadır:

1) Hristiyanlar a) Katolikler

-Latinler (ayin ve ibadetlerini Latince yapan Avrupalılar) -Katolik Ermeniler

-Katolik Gürcüler -Katolik Süryanîler

(71) Ömer Lütfi BARKAN, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgünler”, İ.Ü. İktisat Fakültesi Mecmuası, XV (1954), 217-222.

(72) İlhan TEKELİ, “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Günümüze Nüfusun Zorunlu Yer Değiştirmesi ve İskan Sorunu”, Toplum ve Bilim, L (Yaz 1990), 52-53.

(73) Nuri ADIYEKE, “Islahat Fermanı Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet Sistemi ve Gayrimüslimlerin Yaşantılarına Dair”, Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, 89.

-Kildanîler -Marunîler -Kıptîler

-Katolik Rumlar b) Katolik Olmayanlar

-Ortodokslar (Pavlakî,Thondrakî, Selikian ve Bogomiller dahil) -Gregoryenler

-Nesturîler (Doğu Süryanîleri)

-Yakubî- Süryanîler (Batı Süryanîleri) -Melkitler -Mandeîler 2) Musevîler -Rabbanîler -Karaîler -Samirîler 3) Sabiîler(74) 3.1.1- Hristiyanlar

Osmanlı Devleti’nde Müslüman olmayan halk grupları içinde sayıca en fazla olanı Hristiyanlar’dır. Bunlardan birinci grup olarak işaret edilen Katolikler’in sayısı pek fazla olmadığı gibi, çoğunluk teşkil ettikleri bölgeler de yoktur.(75) Ancak Katolikler’in Osmanlı coğrafyasında daha çok Avrupa, Suriye ve Lübnan bölgelerinde yaşamış olduklarını söyleyebiliriz.(76)

Katolik olmayan gruplara gelince, genel olarak bakıldığında Ortodokslar, Osmanlı Devleti içindeki en büyük gayrimüslim topluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Ortodokslar’ın çoğunluğu Rum’dur ve diğer Ortodokslar’ı nüfuzları

(74) Yavuz ERCAN, “Türkiye’de 15. ve 16. Yüzyıllarda Gayrimüslimlerin Hukukî, İctimaî ve İktisadî Durumu”, Belleten, XLVII/188 (Ankara: 1983), 1127-1128; Y. ERCAN, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler (Ankara: Turhan Kitabevi, 2001), 52.

(75) Y. ERCAN, a.g.m., 1128.

altında tutmaktadırlar.(77) Katolikler’in Katolik olmayanlara göre daha düzenli bir dağılış gösterdikleri bilinmektedir. Rum ve Yunan Ortodokslar daha çok Doğu Karadeniz, Marmara ve Ege kıyıları ile Ege ve Akdeniz adalarında (Kıbrıs, Girit) çoğu kez azınlık(78) olarak yaşıyorlardı. Mora ve Teselya’da ise çoğunlukta oldukları görülmektedir.(79) Ortodokslar’ı en yoğun gördüğümüz bölge ise Balkanlar’dır; Eflak- Boğdan halkı, Sırplar, Karadağlılar, Bulgarlar Ortodoks olan diğer gruplara örnek gösterilebilir.(80)

Kildanî, Marunî, Melkit, Mandeî ve Nesturîler’e gelince, bunlar Mısır, Suriye, Irak ve İran topraklarında küçük gruplar halinde yaşıyorlardı. Kıptîler(81) ise Mısır’ın yerli halkı olup hemen hemen hiçbir dönemde Mısır’dan ayrılmamışlardır.(82)

3.1.2- Musevîler(83)

Eski çağlardan beri çeşitli dönemlerde farklı otoritelerin kararıyla sürgüne uğrayan Musevîler, özellikle Roma döneminde Kudüs’ten kovulduktan sonra dünyanın pek çok yerine dağılmışlardır. Daha çok önemli ticaret merkezlerinde kümelenen Musevîler zamanla bu yerlerde ekonomiyi ele geçirdikleri için yerli halkın tepkisini çekmişlerdir. Dinî tutuculuklarının sebep olduğu nefret ve

(77) B. ERYILMAZ, a.g.k., 43.

(78) Burada “azınlık” kelimesi gayrimüslimler için, modern anlamda “minority” karşılığı olarak değil, sadece yaşadıkları yerlerde sayıca çoğunluğu oluşturmadıklarını belirtmek üzere kullanılmıştır.

(79) Y. ERCAN, a.g.m., 1128.

(80) Bilal ERYILMAZ, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Teb’anın Yönetimi (İstanbul: Risale Yayınları, 1990), 52.

(81) Anadolu’da “Kıptî” adı verilen topluluklar bizi yanıltmamalıdır. Çünkü bunlar “çingene” olarak bilinen farklı bir halktır (bkz. Ş. SAMİ, “ط ”, a.g.e., 1050.; Ahmet Vefik Paşa, Lehçe-i Osmanî (Ankara: TDK Yayınları, 2000)).

(82) Y. ERCAN, a.g.m.,1129.

(83) Musevî, “Musa’nın yaydığı dinden olan” anlamına gelip dinî bir kimlik belirtir. Fakat daha

başlangıçtan itibaren Musevîliğin özellikle Yahudilerce benimsenmiş olması, bu kelimeye alternatif olarak Yahudi kelimesinin de kullanılması sonucunu doğurmuştur (Y. ERCAN, a.g.k., 63.). Burada, tasnifin din ve mezhep esaslı olmasından dolayı birinci terim kullanılmıştır.

Ortaçağ Hristiyanlığı’nın bağnazlığı da buna eklenince baskı ve katliamlara maruz kalmaları kaçınılmaz hale gelmiştir. Fernand Braudel’in, Musevî sürgünlerini Avrupa’daki nüfus fazlalığından kurtulma arayışıyla ilişkilendirmesi de akla uygun gelmektedir.(84) Bu çalışmanın ileri bölümlerinde daha ayrıntılı anlatılacağı üzere, Musevîler rahat yaşama olanağını Osmanlı Devleti hakimiyetindeki topraklarda bulmuştur.(85)

Tıpkı dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi, Osmanlı ülkesinde de kilit noktalara yerleşen ve özellikle finansal sahada söz sahibi olan Musevîler’in, Hristiyanlar’da olduğunun aksine inanç ayrılıklarıyla çok fazla bölünmediklerini ve aralarındaki bağların kuvvetli olduğunu söyleyebiliriz.(86)

Musevîler’in Osmanlı ülkesindeki varlıkları kuruluştan itibaren bilinmektedir. Bizans’tan alınan topraklarla birlikte burada mevcut, az miktardaki Yahudi, Osmanlı egemenliğine girmiştir. İstanbul’un fethiyle birlikte II. Mehmed’in izlediği politika, ilk kez Osmanlı başkentinde hatırı sayılır bir Musevî nüfusunun tebarüz etmesi sonucunu getirmiştir. Patrikhanelerin yanı sıra kurulan hahamhane(87) ise Musevîler’in örgütlenmesini sağlamıştır. Daha sonraki zamanlarda meydana gelen göçler ki en önemlileri 1376-Macaristan, 1394-Fransa, 1470-Almanya ve Bavyera, 1492-İspanya, 1496-Portekiz’den Osmanlı topraklarına gerçekleşmiştir, Osmanlı Musevî nüfusunu kat bekat artırmıştır.(88)

Osmanlı egemenliğinde yaşayan Musevî topluluklar, mezheplerine göre ayrılacak olursa 3 temel grup ortaya çıkar: Rabbanîler, Karaîler, Samirîler.(89) Osmanlı Musevîleri’nin çoğunluğu Rabbanî’dir. Roma döneminden kalan Romalı

(84) Musevîlerin sürülüş sebepleriyle ilgili olarak bkz. Ahmet Hikmet EROĞLU, Osmanlı Devleti’nde Yahudiler (Ankara : Seba Yayınları, 1997), 48-51.

(85) Y. ERCAN, a.g.m., 1129.

(86) Y. ERCAN, a.g.m., 1130.

(87) “hahamhane”nin çıkış noktası ve Musevîler için taşıdığı önem konusunda bkz. Y.ERCAN, a.g.k., 63-64 ve 117-118.

(88) B.ERYILMAZ, a.g.k., 68; Y.ERCAN, a.g.m., 1129-1130; Y.ERCAN, a.g.k., 65-71; A.H.EROĞLU, a.g.k., 51-65.

denen ve günlük hayatta Grekçe konuşan Romaniyotlar, çoğunlukla Almanca konuşulan bölgelerden gelmiş olan Eşkenazlar (Aşkenazim Yahudileri), İspanya ve Portekiz zulmünden kaçıp Osmanlı topraklarına sığınan Seferadlar (Sefardîler = Sefardim Yahudileri) bu Rabbanî Musevîleri içinde sayılmaktadır.(90) Karaîler ise Rabbanîler’den kutsal kitap konusunda ayrılan(91), bir gün mutlaka Kudüs’e dönüleceği fikrini ise asla kaybetmeyen, bu yüzden de özellikle Haçlılar’ın zulmüne uğramış olan Musevîler’dir. En çok Kırım, Anadolu ve Kuzey Afrika’da yaşamışlardır.(92) Samirîler ise diğer Musevîler’den Musa dışındaki peygamberleri reddetmeleriyle ayrılan ve Arapça konuşan, inançlarının İslamiyet’e olan benzerliklerinden dolayı da Müslümanlarca diğerlerine göre üstün addedilen Musevîler’dir.(93)

3.1.3- Sabiîler

Sabiîlik denince 2 farklı grup akla gelmelidir. Bunlardan biri ilk dönem İslam kaynaklarında Yahudilik ve Hristiyanlığın bir mezhebi olarak geçen gerçek Sabiîlik’tir ve bu sebeple Sabiîler ehl-i kitap kabul edilirler. Yıldızlara tapan putperest Sabiîler ise ehl-i kitap kabul edilmezler.(94)

Osmanlı Devleti ise ehl-i kitap gayrimüslimleri kabul etmekle birlikte, bunların haricindekileri reddetme eğilimindedir. Bu yüzden Sabiîlik çoğu zaman Hristiyanlık ve Yahudilik içinde bir mezhep olarak muamele görmüştür.(95)

(90) A.H. EROĞLU, a.g.k., 77-79; Y.ERCAN, a.g.k., 70-71.

(91) A.H. EROĞLU, a.g.k., 82; Y.ERCAN, a.g.k., 73.

(92) Y.ERCAN, a.g.k., 73.

(93) Y.ERCAN, a.g.k., 74-75; A.H. Eroğlu’nun Musta’ribe dediği fakat Rabbanîler içinde saydığı Musevîler kanaatimce Y.Ercan’ın Samirîler olarak bahsettiği grup olabilir (A.H. EROĞLU, a.g.k., 79).

(94) A.ÖZEL, a.g.m., 418.

(95) Mardin’de Mecusîler’in Hristiyanlar gibi kiliseye bağlanma ya da öldürülme seçenekleriyle karşı karşıya bırakılmaları, Osmanlı Devleti’nin bu anlayışı ile ilgilidir (Nejat GÖYÜNÇ, 16. Yüzyılda Mardin Sancağı (Ankara: TTK Basımevi,1969), 45.).

3.2- Etnisite Bakımından

Osmanlı Hakimiyeti’nde yaşayan gayrimüslimler etnik bakımdan, maddeler halinde sıralanacak olursa şu gruplar ortaya çıkar:

-Rumlar -Macarlar -Yunanlılar -Polonyalılar -Bulgarlar -Çingeneler -Pomaklar -Ermeniler -Sırplar -Gürcüler -Hırvatlar -Süryanîler -Karadağlılar -Kildanîler -Bosnalılar -Araplar -Arnavutlar -Yahudiler -Romenler -Kıptîler

-Türkler (Gagauzlar) -Habeşler(96)

Bu grupların çoğu, Pomaklar, Çingeneler, Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler hariç tutulursa, Osmanlı döneminde hemen hemen bugün bulundukları yerlerde yaşıyorlardı. Pomaklar en çok Bulgaristan’da ve Rumeli’nin diğer yerlerinde(97) oturuyordu ve pek azı gayrimüslimdi. Çingenelerin yoğunlukta olduğu bölge ise Rumeli’ydi ve sancak sisteminde yerleri belliydi.(98)

Rumlar Anadolu’nun Türkler’den önceki yerli halkıdır. Önceleri Romalı olduklarının işareti olarak Rum adını alan bu halk Bizans döneminde de aynı adla anılmaya devam etmiş, hatta Rum adı özellikle Anadolu’da yaşayanları ifade eden bir tabir olmuştur. Rumlar’ın etnik bakımdan Yunanlılar’la aynı kategoride sayılmaması ise yadırganmamalıdır. Çünkü Rumlar Anadolu’nun

(96) Y. ERCAN, a.g.m., 1130; Y. ERCAN, a.g.k., 53.

(97) Y. ERCAN, a.g.m., 1130.

Eskiçağ’dan beri biriken yerli kültürü ile Türk kültürünün karışımı olan bir alt yapıya sahipken, Yunanlılar Helen kültürüne mensuptur. Dilleri bile çoğu kez farklıdır; Rumlar pek çok yerde anadili olarak Türkçe’yi kullanmışlardır.(99)

Rumlar daha çok, Ege kıyıları, İstanbul ve Trakya’da toplanmışlardı. Çünkü Türk akınları doğudan batıya gerçekleşiyordu. Bu Rum nüfusunun bir kısmı, daha sonra Yunanistan’a ve adalara göçerek burada Yunanlaştı. Kalanlar ise, daha uzunca bir süre Türkler’le birlikte yaşamaya devam etti.(100) Ortodoks dünyanın hamisi rolünü üstlenerek Katolik Avrupa’ya karşı bu gücü elinde bulundurmak isteyen Fatih Sultan Mehmed, devletin diğer gayrimüslim teb’asına olduğu gibi, Ortodokslar arasında en kalabalık halk olan Rumlar’a da ahidname ile hak ve görevlerini bildirmiş, ayrıca Ortodoks Patrikhanesi’ni (Fener Rum Patrikhanesi) yenileyerek daha güçlü duruma getirmiştir.(101)

Eski çağlarda Kafkasya’ya (bugünkü Ermenistan bölgesine) gelip yerleşmiş olan Ermeniler’in çoğu Pers baskısından dolayı batıya geçmiş, Bizans döneminde de İmparator II. Basil tarafından Doğu sınırlarının emniyeti için Sivas ve çevresine yerleştirilmiştir. Türk akınları yüzünden bu bölgeden ayrılıp Çukurova yöresinde yaşamaya başlayan; Haçlı seferleri sırasında ise burada bir devlet kuran Ermeniler, bölgenin Osmanlılar tarafından fethiyle birlikte Osmanlı hakimiyetine girmişlerdir. Fakat Osmanlı tarihi boyunca bir bölgede çoğunluk oluşturdukları kesinlikle görülmemiştir.(102) Kafkasya ile Çukurova arasındaki önemli ticaret şehirlerine yerleşmiş olan Ermeni gruplar, İstanbul’un fethiyle beraber batıya da dağılmışlardır.(103)

(99)Y. ERCAN, a.g.m., 1130-1132; Y. ERCAN, a.g.k., 76-77; Suraiya FAROQHI, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam, Çev. Elif KILIÇ (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2005).

(100) Y. ERCAN, a.g.k.,104.

(101) Y. ERCAN, a.g.m., 1128.

(102) Y. ERCAN, a.g.k., 88.

Osmanlı Devleti’nde, Ermeniler’in çoğu Gregoryen mezhebindendi. Bu sebeple –aynen Rumlar ve Ortodoksluk örneğinde olduğu gibi- Ermeni denince akla Gregoryen Ermeni gelmekteydi. Öyle ki, Katolik Ermeniler kendilerinin Ermeni değil Katolik olduğunu söylemekteydiler.(104)

Yahudiler’e gelince; -daha önce din ve mezhebe göre yapılan tasnifte “Musevîler” konusunda değinildiği üzere Yahudi kelimesi aslında etnik bir anlam taşısa da- Musevîlik’le özdeşleşmişlerdir. Bu sebeple bu iki kelimenin birbiri yerine kullanılması alışılagelmiştir. Yine de, tahrir defterlerinde daha çok “Yahudiyan” kelimesinin kullanılmış olması dolayısıyla bu çalışmada da Yahudi kelimesi tercih edilmiştir.(105)

3.3- Müslümanlar’la Olan Siyasî ve Hukukî Münasebetleri Bakımından

İslam hukukunda gayrimüslimlerin tanımlanışları bahsinde kısaca değinilmekle birlikte, konu bütünlüğü açısından tekrarı gerekli görülen bu tasnif, tabiî olarak bir İslam devleti olan Osmanlı Devleti içindeki gayrimüslimler için de geçerlidir.

3.3.1- Ehl-i Harb Olanlar (Harbîler)

Osmanlı Devleti’nin teb’ası olmadıkları gibi, onunla muvâdaa anlaşması da bulunmayan harbîler, bu devletin her türlü koruma ve imtiyazından mahrumdur. Bu yüzden bunların malları, canları, eş ve çocukları Müslümanlar’a helaldir. Diğer bir deyişle harbîler, İslam dinini veya İslam devletinin hakimiyetini kabul etmemenin cezasını sadece öteki dünyada değil, bu dünyada da çekmeye mahkumdurlar.(106)

(104) İ. ORTAYLI, a.g.m., 125.

(105) Ayrıca unutulmamalıdır ki “Yahudi” denince daha çok Rabbanî Museviler kastedilmiş oluyordu (Y. ERCAN, a.g.k., 64).

3.3.2- Ehl-i Ahd Olanlar (Muahedler)

Genel anlamda, İslam devletinin anlaşma içinde olduğu gayrimüslimleri oluşturan ehl-i ahd grubu, devlete karşı statüleri bakımından 3 alt kategoriye ayrılabilir:

3.3.2.1- Muahedler

Darü’l-harb’te ve Darü’l-İslam’da Müslümanlar’a karşı güvenliklerinin sağlanması için İslam Devleti ile muvâdaa anlaşması yapmış olan gayrimüslimler muahed statüsünü kazanır ve kendilerine Müslümanlar’a karşı dokunulmazlık sağlamış olurlardı. Müslümanlar’ın bu durumda bile, yabancı ve potansiyel düşman olarak gördükleri muahedlere karşı temkinli hareket ettikleri, en azından silah, at gibi stratejik malları satmadıkları görülmektedir.(107)

3.3.2.2- Müste’menler (Müste’minler)

Aynen muahedlik için olduğu gibi, Arap putperesti ya da mürted(108) olmamak şartı aranan müste’menlik statüsü, gayrimüslim devletlerle savaş dışı ilişkilerin kurulmasına imkan veren bir olgudur. Yukarıda belirtilenle aynı sebepten, müste’menlere de silah ve at satılmamasına dikkat edilmekteydi. Bunlara karşı uygulanan hukuk ise, ne zımmîlere uygulanan, ne de Müslümanlar’a uygulananla aynıdır.(109) Bunlar Osmanlı yasalarına göre değil, kendi ülkelerinin yasalarına göre işlem görmekteydiler.(110)

(107) T. SOYKAN, a.g.k., 51.

(108) دﺭ (mürted) : irtidad eden, din-i İslam’ı terkle eski dinine veya bir ahir dine tâbi’ olan (Ş.SAMİ, a.g.k., 1321.).

(109) T. SOYKAN, a.g.k., 51-52.

3.3.2.3- Zımmîler(111)

Zımmî, Arapça, “bozulması yermeyi gerektiren söz ve aman (ahd), davet yemeği, kendileriyle sözleşilmiş ve yemin edilmiş kavim ve topluluk; sözleşme anlamlarına gelen zimme (zimma) kelimesinden gelmektedir.(112) Kamus-ı Türkî’de zimmet; “himaye, tesahub, vekaye mecburiyeti, birinin emniyetini taahhüd; uhde; bir adamın kendi uhdesine geçirüb te’diyesine mecbur olduğu akçe, din, borç” şeklinde tarif edilmektedir.(113) Bu bağlamda zımmî, fıkıh terimi olarak, İslam hakimiyetini tanıması karşılığında zimmet anlaşmasına göre canı, malı İslam devletinin zimmetinde olan gayrimüslim reaya anlamında kullanılmıştır.(114)

Gayrimüslim bir kişinin ya da halkın zımmî statüsüne geçmesi bir çok yoldan olabiliyordu. Bunları maddeleyecek olursak:

-Müslümanlar tarafından kuşatılan bir şehrin cizye vermeyi kabul ederek teslim olması üzerine o yerin halkı zımmî statüsünü kazanabilirdi.

- Teslim olmayı kabul etmediği halde, savaşta yenilen halk kılıçtan geçirilmek ya da köle yapılmak yerine cizye ve haraç karşılığında bağışlanıp zımmî statüsüne geçebiliyordu.

- Darü’l-harb’ten İslam ülkesine gelen gayrimüslimler, cizye vermek suretiyle zımmî oluyorlardı (Osmanlı’ya sığınan Yahudiler’in zımmî oluşları bu yolla gerçekleşmişti.).

(111) Bu çalışmaya konu olan Osmanlı gayrimüslimleri esasında zımmî statüsündekiler olduğu için, üzerlerinde daha detaylı bilgi vermek lüzumu hissedilmiştir. Çalışmada diğer gayrimüslim gruplara göre farklı işlem görmesini buna bağlamak gerekir.

(112) Claude CAHEN, “Zimme”, İA, XIII, 566.

(113) Ş.SAMİ, “ﺕ" ”, a.g.k., 649.

(114) Cl.CAHEN, a.g.m., 566; T. SOYKAN, a.g.k., 68; B. ERYILMAZ, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Teb’anın Yönetimi, 19; B. ERYILMAZ, Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi, 14; G. BOZKURT, a.g.m.; 117; v.d.

- Müste’men olup Osmanlı Devleti’ndeki oturma izni dolanların, bu ülkeyi terk etmek, öldürülmek ya da köleleştirilmek seçeneklerini eleyerek cizye ödeyip zımmîliği kabul etmesi söz konusu olabiliyordu.

- Bir müste’men, Osmanlı Devleti’nde bir toprak satın alınca üzerine haraç konuluyor ve kişi cizye ile mükellef oluyordu. Böylece zımmî statüsüne geçmek mümkündü.

- Müste’men statüsü ile Osmanlı ülkesine gelen gayrimüslim kadının bir zımmî ya da Müslüman’la evlenmesi onu zımmî statüsüne sokuyordu.(115)

Zimmet ahdi ile zımmî olduğu kabul edilen gayrimüslim, bu ahdin gerektirdiği yükümlülükleri yerine getirmez ve uyması gereken kurallara uymazsa, cezalandırılması veya zimmet sözleşmesinin feshi sonucu doğardı. Hanefîlik dışındaki sünnî mezheplerine göre, cizye ödemek, otoriteye baş kaldırmak, Allah, Muhammed ve Kur’an hakkında kötü konuşmak, birini İslam’dan çıkarmak, Müslüman bir kadınla ilişki kurmak ya da evlenmek, düşmana yardım etmek, eşkıyalık ya da soygunculuk yapmak zımmîliğe son verilmesine yetiyordu. Hanefîler ise darü’l-harb’e gidip İslam’a karşı savaşması söz konusu olmadıysa zımmînin zimmet akdinin iptalini öngörmüyordu.(116)

(115) T. SOYKAN, a.g.k., 71-72.

16. ASRIN İLK YARISINDA ANADOLU EYALETİ’NDE