• Sonuç bulunamadı

Gayrimüslimlerin Türkleşme ve İslamlaşması Meselesi

GAYRİMÜSLİMLER

1.2- HAKLARI VE YÜKÜMLÜLÜKLERİ

3- Gayrimüslimlerin Türkleşme ve İslamlaşması Meselesi

Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasında bölgede bulunan

gayrimüslimlerin durumu ve bunların devletin kuruluşuna olan katkıları meselesi özellikle Avrupa’da çok ilgi uyandırmış ve Osmanlı Devleti’nin bir Türk devleti olup olmadığı sorusunun –esasında olmadığı iddiasının- ortaya atılmasına sebep olmuştur. Bu konuyu irdeleyenlerin başlıca kaynağı ise H.A. Gibbons’un Osmanlı Devleti’nin kuruluşu üzerine yazdığı eseridir.(51) Kendisinden önceki yazarların aksine, yaptığı titiz ve ciddi çalışmalar sayesinde, bazı konularda oldukça doğru tespitlerde bulunan Gibbons, esas tezinde tamamen hatalı fikirler ileri sürmüştür.

Bu fikirleri, Fuat Köprülü’nün ortaya koyduğu şekliyle özet olarak ifade edecek olursak; Gibbons’a göre Osmanlı Devleti, devlete adını veren Osman’ın babası Ertuğrul’un liderliğinde Anadolu’ya gelen müşrik Türkler’den oluşan, küçük, çobanlıkla uğraşan bir aşiret tarafından kurulmuştur. Bu Türkler Müslüman muhitine girdikten sonra tıpkı selefleri Selçuklular gibi İslam’ı kabul etmiş, bundan sonra da çevrelerinde bulunan ve iyi ilişkiler kurdukları Hristiyan Rumlar’ı zorla İslamiyet’e sokmuşlardır. On sene içinde sayılarının on kat artması ise ihtidalarla açıklanabilir. Osmanlı Devleti’ni kuran ırk saf bir Türk ırkı değildir çünkü devletin kurulduğu yerdeki mevcut unsurların birbiriyle karışmasından yeni bir ırk meydana gelmiştir. Osmanlı Devleti’ni kuranların müşrik Türkler olduğunu ve bunların devlet kurma becerisi olmayan çoban bir

(50) Bu ahidnamenin versiyonları ve yorumları içim bkz. Halil İNALCIK, “Ottoman Galata”, Essays in Ottoman History (İstanbul: Eren Yayıncılık, 1998), 275-376.

(51) Herbert Adams GIBBONS, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, Çev. Bülent ARI (Ankara: 21. Yüzyıl Yayınları, 1998)

kavim olduğunu iddia eden Gibbons, buna dayanak olarak kuruluş menkıbelerinde anlatılan hikayeleri göstermektedir.

Gibbons’un bu iddialarını ileri sürdüğü eserine bir reddiye ile karşılık veren Fuat Köprülü şunları söylemektedir: “Osmanlı” kelimesi, etnik değil, politik bir tabir olup aslında hanedan ismidir ve bir Türk devletinin hakim sınıfını ifade eder. Osman’ın ve aşiretinin sonradan Müslüman oldukları ve devşirmelerden önce ilkel, yönetim tecrübesinden ve kabiliyetinden yoksun bulunduklarına(52) kanıt gösterilen menkıbeler aslında Anadolu’daki diğer Türk beylikleri üzerinde hakimiyet ve bunun gereği olan meşruiyeti sağlamak amacıyla sonradan uydurulmuştur.(53) Gayrimüslimler arasında ihtidalar olsa bile, bunlar iddia edildiği şekilde devletin kimliğini değiştirecek, nüfusunu ona katlayacak kadar olmamıştır.(54) Gerçekten de Osmanlı Devleti, gayrimüslimlerin başat rolleri sebebiyle değil, olsa olsa dolaylı bir şekilde gayrimüslimlerle meskun bir uç bölgesinde kurulması nedeniyle genişleme imkanı bulmuştur.(55)

Ayrıca, hiçbir siyasî baskı ve tesir olmadan, gerek Selçuklu ve gerekse Bizans toprakları dahilinde Müslümanlar’la Hristiyanlar arasında kendiliğinden doğan iş bölümü sayesinde, iki zıt dinî topluluğun bir arada yaşamaya alışmaları –daha önce de değinildiği üzere- Osmanlı-Türk rejiminin kurulmasında Türkler’e başarı sağlayan başlıca amillerden birisi olmuştur.(56)

(52) Bu iddiaya karşılık olmak üzere, Osmanlı Beyliği’nin ilk kurucularının tam tersi hususiyetleri taşıyan birer Selçukî halefi ve varisi olduklarına dair bkz. M. AKDAĞ, a.g.k., I, 115-116.

(53) Menakıbnamelerin meşruiyet sağlama amacı için bkz. Halil İNALCIK, “How to Read Ashık Pasha-zade’s History”, Essays in Ottoman History, 31-50. Menakıbnamelerin yazılış sebepleri hakkında bkz. Ahmet Yaşar OCAK, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıbnameler (Ankara: TTK Basımevi, 1990, 36.)

(54) Fuat KÖPRÜLÜ, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu (Ankara: TTK Basımevi, 1991), 312.

(55) Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamaları ve başarı itenekleri ile ilgili olarak bkz. Halil İNALCIK, “Osmanlı Tarihi En Çok Saptırılmış, Tek Yanlı Yorumlanmış Tarihtir”, Cogito Osmanlı Özel Sayısı, 25-40.; Osmanlılar’ın kökenleri ile ilgili olarak bkz. H. İNALCIK, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ ,11-15.

Özellikle kuruluş devrinde gayrimüslimlerin ağırlıklarının Türkler kadar olmadığının bir kanıtı da “14. yüzyılda bilince eren Türk milliyetçiliği” nin varlığıdır. Yaylacı Türkler’in Selçuklu idaresinde hep, İran’dan gelenlerce kaba ve cahil oldukları gerekçesiyle hor görülmesi, Arapça ve Farsça’nın üstün tutulması, son olarak da Moğollar’ın uyguladıkları zalimane idare, özellikle Anadolu Türk Beylikleri’nde bir tepki olarak Türklük şuurunu ortaya çıkarmıştır.(57) Bu durum Osmanlı Beyliği için de geçerlidir. Bu sebeple en azından 1453’e kadar, kültürü, siyasî idaresi ve diğer yönleriyle Osmanlı toplumu millî bilincin güdümünde gerçek bir Türk toplumu özelliği taşır.(58) Fakat bu sırada Türkler’in gayrimüslim komşularıyla ilişkilerinin azaldığını düşünmek yanlış olur; aksine devamlı surette bir artış yaşanmıştır. Hatta gazilerin ve diğer Türk erkeklerinin Hristiyan kadınlarla evlendikleri görülmektedir.(59)

Gayrimüslimlerin Osmanlı Devleti’nde giderek daha çok rol oynaması noktasında –Gibbons’un ihtida konusundaki yanıltıcı iddiası da göz önüne alınmak üzere bahsedilmesi gereken bir husus da, devşirme meselesidir.

Kuruluş döneminde düzenli askerî birlikleri bulunmayan Osmanlı Beyliği,

askerî faaliyetlerini gaziler vasıtasıyla yürütüyordu. Gerektiğinde dellâlların çağrılarıyla bir araya gelip sefere çıkan çoğunluğu batınî bu gaziler, savaş bitince dağılıp kendi işlerine bakarlardı. Düzensiz birliklerle kuşatmaların çok uzun sürdüğü anlaşılınca, Orhan Gazi zamanında ilk girişimlere başlandı. Öncelikle Türk gençlerinden teşkil edilen “yaya ve müsellem teşkilatı” yanında bu dönemde aşiret kuvvetleri ve köylülerden oluşan “azaplar” da yer almaktaydı.(60)

(57) M. AKDAĞ, a.g.k.,II, 10-15.; Ayrıca, bu şuurun somut örnekleri için bkz. Salim KOCA, Anadolu Türk Beylikleri Tarihi ( Trabzon: KATÜ Matbaası, 2001), 29-30.

(58) M. AKDAĞ, a.g.k.,II, 17.

(59) M. AKDAĞ, a.g.k.,II, 11-12.

(60) Abdülkadir ÖZCAN, “Osmanlı Askerî Teşkilatı” Osmanlı Devleti Tarihi, Ed. Ekmeleddin İhsanoğlu (İstanbul: IRCICA Araştırma Merkezi Yayınları, 1999), I, 337.

Özellikle Balkanlar’daki fetihlerle birlikte askere olan ihtiyacın artmasıyla savaşlarda esir alınan gençlerin 5’te 1’i bu iş için eğitilmeye başlandı. “Pencik” denilen bu sistemle oluşturulan ocak, Yeniçeri Ocağı’nın da temelini teşkil etmiştir.(61) Zamanla bu sistemle toplanan askerler de ihtiyaca yetmeyince – özellikle 1402 Ankara Savaşı sonrası fetihlerin duraklaması sonucunda pencik oğlanlarının sayısı çok azaldığı için- yeni kaynak arayışına girişildi. Böylece, devletin sınırları içinde bulunan gayrimüslim çocuklarından “acemi oğlanı” toplamaya başlandı.

Devşirme sistemi, II. Murad devrinden itibaren uygulamaya konmuştur ve esasında Acemi Ocağı teşkilatının yeni kanunlarla geliştirilip daha mükemmel hale getirilmesiyle oluşmuştur. Zannedildiğinin aksine, Acemi Ocağı’nın kuruluşu ve devşirme yönteminin uygulanmaya başlaması aynı şeyi ifade etmez.(62)

Batılı tarihçilerin bazıları, özellikle Gibbons’u örnek alarak, devşirme sisteminin doğrudan doğruya İslamlaştırma amacı için ihdas edildiğini savunmaktadırlar. Bunun kabul edilmesi nasıl mümkün değilse, tam tersini iddia etmek, yani bu sistem ile Osmanlı İslamlaştırma politikası arasında hiçbir bağlantı olmadığını söylemek de aynı şekilde yanlıştır. Çünkü devşirme sistemi cebrî İslamlaştırma’yı görebileceğimiz başlıca devlet kurumudur. Osmanlılar bunu meşrulaştırmak için, Kur’an’ın nazil olmasından sonra İslam’a dönen Hristiyanlar’a zımmî statüsünün verilemeyeceğini, zaten Balkanlar’daki zımmîlerin çoğuna kuvvet zoruyla boyun eğdirilmiş olduğundan onların çocuklarının devşirilmesinin İslam hukukuna ters düşmediğini ileri sürüyorlardı. Yine uygulamayı haklı gösterme kaygısıyla, Osmanlı tarihçisi Hoca Sa’deddin’in ileri sürdüğü iddiaya göre, çocuklar bir dine mensup olmadan doğuyorlardı.

(61) “Pencik” sistemi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Devleti Teşkilatından Kapıkulu Ocakları (Ankara: TTK Basımevi, 1988), I, 5-12.

(62) Yavuz ERCAN, “Devşirme Sorunu, Devşirmenin Anadolu ve Balkanlar’daki Türkleşme ve İslamlaşmaya Etkisi”, Belleten, L/198 (1986), 712-713.

Ayrıca, devşirme oğlanları da zorla değil, Müslümanlar’la temasa geçmeleri sonucunda ihtida ediyorlardı. Dolayısıyla cebrî İslamlaştırma diye bir şey söz konusu değildi. Hoca Sa’deddin bunlara ek olarak 100 yılda 200 binden fazla ihtidanın sadece devşirme yoluyla gerçekleştirildiğini de ifade etmektedir. Fakat bu çok abartılıdır. Devşirme ile Türkleştirme ve İslamlaştırma çok dar sınırlar içinde etkili olmuştur ve asla devşirme sistemi , Gibbons’un iddia ettiği gibi, Hristiyan teb’ayı Müslümanlaştırma’nın aracı olmamıştır.(63) Devletin ihtiyaçlarından doğan ve örfî hukuka dayanan devşirme uygulamasının zaman, bölge, etnik yapı, din, yaş, fizik yapısı, ailenin çocuk sayısı, sosyal ve kültürel durumunun gözetilerek yapılmış olması(64) da bunu kanıtlamaktadır.(65) Bilinçli bir asimilasyondan ise asla bahsedilemez. Türkleşme ve İslamlaşma tabi ki kozmopolit bir yapıya sahip olan Osmanlı Devleti’nde kaçınılmazdı ve bu bir asimilasyon olduğunu göstermemektedir. Kaldı ki bu bir asimilasyon olarak kabul edilse bile denilebilir ki, bu sessiz bir asimilasyondur, asimile eden de niye öyle yaptığının farkında değildir.(66)

Yine devşirme meselesiyle ilgili olarak, Türk-Müslüman menşeli olmayan

unsurların –ilmiye mansıpları hariç tutularak- devlet kademelerinde yerleştirilmeye başlanmaları, gayrimüslimlerin Osmanlı Devleti’ndeki etkinliğine binaen ele alınması gereken bir husustur. Mevcut aristokrasiyi bertaraf ederek güçlerini artırmak isteyen Osmanlı sultanları, bu konuda devşirme kökenli “kulları” kullanmışlardır. Mustafa Akdağ, bu seçim sonucunda devletin Türk unsurunun, siyasî yönden devlette yalnız edilgen kuvvet kaynağı ve malzeme durumuna düştüğünü söylemektedir.(67) Gayrimüslimlerin özellikle İstanbul’un fethinden itibaren devlette daha etkin rol oynamaları, devletin en iyi unsurlarının seçilip en sadık ve fedakar kullar olarak yetiştirilmelerini sağlayan devşirme sistemi ile mümkün olmuştur. Bu kurum sayesinde yerli Hristiyan nüfus ülkeye

(63) H.İNALCIK, “Osmanlı İmparatorluğu’nda İslam”, 30.

(64) Devşirme işleminin nasıl yapıldığının ayrıntıları için bkz. İ. H. UZUNÇARŞILI, a.g.k.,13-14.

(65) Y. ERCAN, a.g.m., 721.

(66) İ.ORTAYLI, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Gayrimüslimler”, 120.

en büyük devlet adamları ve askerî komutanlarını kazandırmıştır.(68) Bu durum o dönem Batı düşünürlerinin de dikkatini çekmiştir. Örneğin Machiavelli (1469-1527), dönemin Fransası’nı “prens ve baronlar” hükümeti olarak tanımlarken, Osmanlı Devleti’ni “prens ve yardımcıları” hükümetinin ana örneği olarak göstermiştir. Daha sonra Kanunî’nin sarayında V. Charles’in iki kez elçiliğini yapan Busbecq, asillere bağımlı olan Avrupalı hükümdarlar ile kamu görevlerinde kölelerin başı olan Osmanlı sultanı arasındaki farkı gözlemlemiş; sistemde kana bağlı asaletin bulunmamasının, sultanın kölelerini seçmek ve yeteneklerine göre yetiştirmekte serbest bıraktığını belirtmiştir. Bu sisteme göre kişinin en yüksek mevkilere çıkmasının önünde kendi kapasitesinden başka hiçbir engel yoktur.(69)

Son olarak, Türkleşme ve İslamlaşma’nın ihtida, devşirme gibi en önemli araçlarından göç ve sürgünler üzerinde durmak gerekmektedir. Bu göç ve sürgünler bizzat devlet tarafından planlı ve sistemli bir şekilde, ya yeni fethedilen yerlerde boş ve ıssız bölgeleri “şenlendirmek” ya da topluluğu (aile, aşiret, köy, v.s.) cezalandırmak yani o bölgede asayişi temin etmek için yapılırdı. Devlet gerektiği zaman herkese sürgüne tâbi olma zorunluluğu koymuştur. Gerek Avrupa’dan Anadolu’ya, gerekse Anadolu’dan Avrupa’ya gerçekleştirilen nüfus nakline çeşitli örnekler vermek mümkündür. Örneğin Trabzon Rumları Balkanlar’a gönderilmiş,(70) onun yerine Balkanlar’dan Arnavutlar getirilmişti. Yine Kıbrıs’a büyük Müslüman sürgünü de şenlendirme amacıyla yapılmıştı. Bunlardan başka ferdî ya da küçük gruplar halinde göç ve sürgünler de yaşanıyordu. Toprağı verimsiz olanlar, toprak sıkıntısı çekenler, kira ile toprak işleyenler, araları bozuk olup bir türlü düzelmeyenler, başka yerlerden gelip yerleşenler de sürgüne tâbi olabiliyordu. Ayrıca devletin, Rumeli’deki Hristiyan

(68) Paul WITTEK, Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğuşu, Çev. Fatmagül BERKTAY (İstanbul: Pencere Yayınları, 2000), 66.

(69) Arshi KHAN, “Osmanlı İmparatorluğu: Çok Kültürlülüğün Doğulu Mimarı”, Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, 172.

(70) Osmanlı Devleti’nde meydana gelen göç ve sürgünlerin görsel bir sunumu için bkz. S. FAROQHI, Osmanlı’da Kentler ve Kentliler, Çev. Neyyir KALAYCIOĞLU (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2004), 339.

sipahilerden kendisi için tehdit oluşturanları Anadolu’ya göndermesi ya da Türk asilzadelerine Rumeli’de tımar vererek nüfuz bölgesinden uzaklaştırması söz konusu olmaktaydı.(71) Klasik Osmanlı döneminde her ne kadar sürgün oldukça çok baş vurulan bir yöntem olsa da –1530’lu yıllarda Rumeli’deki Müslüman nüfusun % 20’ye bile ulaşmadığı göz önüne alınırsa- etkisinin sınırlı olduğu anlaşılır. Hem toplumsal, hem de teknolojik sınırlar bunda büyük rol oynamıştır. Ayrıca göçler, insanlar için zor ve sancılı bir süreci çağrıştırsa da bir çok gönüllü göç hareketinin olduğu da unutulmamalıdır.(72)

3- OSMANLI DEVLETİ’NDE GAYRİMÜSLİMLERİN TASNİFİ VE COĞRAFî