• Sonuç bulunamadı

2.2 Balkanlarda Makedonya’nın tarihi

2.2.2 Osmanlı dönemi Makedonya tarihi

Yaklaşık olarak beş buçuk asırlık (1371-1912/1913) bir dönem boyunca Osmanlı Devletinin hâkimiyeti altında kalmış olan Makedonya bölgesi, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında önemli gelişmelere sahne olmuştur. Önce Ayastefanos, ardından da 1878 Berlin Anlaşması ile sınırları tartışmalı hâle getirilen Makedonya, üzerinde egemenlik ya da paylaşma savaşının yaşandığı bir bölgeye dönüşmüştür (Erol, 2013, s. 283). Nitekim 1912 yılına gelindiğinde Balkan Savaşları patlak vermiş ve bu savaşlar neticesinde Makedonya toprakları tamamen Osmanlı hâkimiyetinden çıkmış, Balkan ülkeleri arasında paylaştırılmıştır.

Balkanlarla asıl uzun süreli ve kalıcı ilişkiler Osmanlı Devleti zamanında başlamış ve günümüze kadar da devam etmiştir. Osmanlı döneminde bu ilişkiyi ilk başlatan Orhan Gazi’nin büyük oğlu Rumeli Fatih’i adıyla anılan Süleyman Paşa’dır. Onun 1354 yılında Çanakkale Boğazını geçerek Gelibolu’ya ulaşmasıyla başlayan fetih hareketi, kendisinden sonra dalgalar hâlinde devam etmiş ve Balkanlar kısa bir süre sonra Osmanlı Devletinin en önemli kanatlarından biri haline gelmiştir (Engüllü ve İsen, 1997, s. 13). Örnek olarak Edirne hariç bugünkü Trakya sınırına ulaşma tarihi ilk fetihten sadece üç yıl sonradır.

I. Murat devrinde ise (1362-1389) bu sınırlar Tuna’ya ve Adriyatik denizine ulaşmış bulunuyordu. Yıldırım Bayezid (1389-1402) hareketi Romanya’ya doğru genişletmiş, Fatih Sultan Mehmet ise (1432-1481) Atina’ya, Bükreş’e girmiş ve Bosna Hersek’i almıştı. Kanuni Sultan Süleyman, Balkan seferlerinin yönünü Kuzey’e doğru çevirmiş, Orta Avrupa’nın kilidi sayılan Belgrad’ı alarak (1521) Macaristan’a girmiş ve Mohaç Meydan Muharebesi ile bu ülkeyi de topraklarına katmıştı. Bu tarihten itibaren Balkanlar iki yüz yıl sürecek bir barış ortamına kavuşmuş ve bölge hızlı bir gelişme göstermiştir. Balkanlar’da bu manzara 1663’ten itibaren bozulmaya başlamış 1699 Karlofça Anlaşmasından sonra atalarımız bu topraklardan kademe kademe çekilmek zorunda kalmışlardır. 1832 yılında Yunan Krallığı kurulmuş, 1878’de ise Romanya, Sırbistan ve Karadağ devlet olarak teşekkül etmiştir. Makedonya, Batı Trakya ve Bulgaristan’ın bazı bölgelerinden ise 1912 yılında

17

çekilinmiştir. Son gelişmelerden sonra bugün Baklanlarda Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Sırbistan, Makedonya, Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Arnavutluk olmak üzere sekiz devlet yaşamaktadır. Bunların ilk beşinde günümüzde de belli yoğunlukta Türkler yaşamaktadır (Engüllü ve İsen, 1997, s. 13).

Balkan yarımadası Osmanlıların eline geçtikten sonra Balkanlardaki halkların yaşama biçimleri gelenek görenekleri, kültürleri, Türk dilinin yaygınlaşması cami, hamam medrese, tekke, türbe, çeşme, köprü, kervansaray vb. Osmanlı eserlerinin hızla inşa edilmesiyle değişime uğramıştır. Türklerle, Türk diliyle, Türk kültürüyle iç içe yaşayan Balkan halkları Türk kültüründen etkilenmişlerdir (Hafız, 1985, s. 5-10).

Türkler de doğal olarak Balkanlardaki yerli topluluklardan etkilenmişlerdir. Ancak Türklerin yönetici kesim olarak kendi etkileri daha büyük olmuştur. Fransız Georges Castellan, 14-18. yüzyıllar arasında Balkan halklarının dil ve dillerini değiştirmeden Türk usulü yaşadıklarını belirtmekle yetinmez, şunları da ekler: “O aralık dönemin seyyahları Balkan kentlerinin hatta Hristiyan nüfusun çoğunlukla olduğu yerlerde bile yaşama biçiminin Türk karakterinde olduğunu” belirtir. Buna göre “Selanik, Belgrad, Sofya’da herkes çarşaf giyiyordu ve pek çok kilise kadın ve erkekleri ayıran tahta parmaklıklarla bölünmüştür. 19. yüzyıla kadar Belgratlı Sırp kadınlar çarşaf giyiyor kocaları da sarık sarıp nargile içiyorlardı”. 1829’da Vuk Karaciç’te bunları doğurular. Şehirde Sırplar Türk adetlerine göre yaşıyorlardı (Castellan, 1995, s. 148). Bu konuda 1665’te Rycaut’un verdiği örnek çarpıcıdır. Rycaut

Osmanlılardan önce 1200 yıllık geçmişi olan Sofya kendi için öylesine her şeyiyle Türk ki içinde Türklerin kendilerinde daha antik görünen hiçbir şey yok, der (Koloğlu, 1999, s. 7).

Makedonya’da ve Bosna’da Türklerin hayatlarına imrenen Hıristiyan halk kitleler hâlinde İslam dinine geçiyordu. Osmanlılar akılcı iskân politikalarıyla Balkanlarda feth ettikleri topraklara konar-göçer Türk oymaklarını getiriyor, şehir ve kasabalara yerleştiriyorlardı. Ayrıca yeni yurtlarına bağlanmaları ve hayatlarını sürdürebilmeleri için çiftçi ve zanaatı olan Türk göçmenlere toprak veriliyordu (Artun, 2007, s. 297).

Romen tarihçisi Beldiceanu günümüzde hâlâ Türk kültürü damgasını yaşadığını şöyle anlatmıştır: ...Gelenekler ve Osmanlı söz hazinesi halkların dillerinde yaşamağa devam ediyor. Arnavutlar, Bulgarlar, Yunanlılar, Makedonyalılar, Boşnaklar, Sırplar ve Romenlerin miras aldıkları bu hazineye bir göz atılırsa Osmanlı uygarlığının ne derece kendini kabul ettirmeyi becerdiği ve Balkanlardaki yaşamın bazı yönlerini şekillendirdiği

18

fark edilir. Bir evin mobilyası, oda eşyası, giyim, yiyecek ve kent çevresine ait en az iki yüz kelimenin Türkçe olması anlamlıdır (Koloğlu, 1999, s. 7).

Yazarın bu değerlendirmeyi izleyen yargısı ise daha önemlidir. Yazar, Doğu Avrupa halkları üzerine vurulan bu damga, Balkanlarda yeni bir kent uygarlığının ilk temellerini Türklerin attığını ve bu roldeki önemlerini iyi yansıtmaktadır (Hafız, 1985, s. 5-10). demektedir. Sırp araştırmacı Milan Vasiç de işin Hıristiyan çocuklara Türk ismi vermeğe kadar vardığını, iki kültürün birbirini etkilemesi sonucu tam bir ahengin yaratıldığını belirtiyor (Koloğlu, 1999, s. 7).

Osmanlı Devletinin siyasi bakımdan gelişmesinden bir süre sonra kültürel gelişmeler başladı. Kültürel gelişmeler siyasi gelişmeleri belli uzaklıklarla izler. Bir şehir siyasi anlamda ne kadar gelişirse kültürel gelişme de bunun doğal sonucu olarak kendini gösterir. Osmanlı Devletinin ilk kültürel kurumları İznik ve Bursa’da temellenip buna bağlı olarak da ilk ürünlerini bu şehirde vermiştir. 14. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Rumeli fetihleriyle büyük ölçüde Balkanları yurt tutan siyasi yapı, bu kez oralarda kültürün gelişip serpilmesine imkân hazırlanmışlardır (İsen, 2001, s. 116).

Balkan yarımadasının dağlık oluşu kültür, dil ve geleneklerin çok farklı bir biçimde gelişmesine neden olmuştur. Balkanlar kendine özgü özellikler gösterir. Coğrafya toplumlar arası iletişimi güçleştirdiği için her bölge kendine özgü kültür, dil ve din toplumlarını gelişmesine sahne olmuştur. Balkanlardaki karmaşık halk; kültürü, dil, din mozaiğinde Osmanlı Türk kültürü birleştirici bir unsurdur. Balkanlar dinî, kültürel karşıtlıkların yeridir. Balkanlara kök salarak yerleşen Türkler geleneklerini, göreneklerini ve dinlerini koruyarak yaşamışlardır.

Benzer Belgeler