• Sonuç bulunamadı

ne I. Antiokhos da benzeri bir girişimi babası için yaptı. Yaşa

cak 3. yüzyılda artık klasik çağın bağımsız şehir devletleri tü

3. yüzyıl sonu ve 4. yüzyılda doğudaki Roma yönetim sı

3.4. Ortodoks Hıristiyanlık

Hıristiyanlık Bizans kültürünün dayandığı üç temel eksenden biriydi. Bu nedenle bu bölümde kısaca geç Roma ve erken Bi­

zans dönemlerindeki Hıristiyanlıktan bahsedilmektedir.

Hıristiyanlık tarihi, gerek doğduğu ortam gerekse karşı karşıya kaldığı siyasi ve dini problemler nedeniyle başlangıçtan itibaren çeşitli inanç sorunları sergiledi. Ortaya çıkışından yak­

laşık üç yüz yıl sonra Roma İmparatorluğu tarafından resmi din olarak kabul edilen Hıristiyanlık bu süre içinde çok çeşitli kül­

türleri, felsefi akımları ve doğu dinlerinin bazı unsurlarını kap­

sar hale geldi. Üstelik M.S. 2. yüzyıl başlarında İsa ve havarile­

rini tanıyanları tanıyan kuşak ölmüş olduğu ve Hıristiyanlık fikirleri çok rahat bir ortam içinde yayılamadığından, Hıristi­

yanlık bütün köşe taşları belirli olan homojen bir yorum zemi­

nine oturmamıştı.83 Hıristiyanlığın Roma'nın devlet dini olma­

sından sonra yerüstüne çıkan Hıristiyan faaliyetler, çeşitli grup­

ların çeşitli yorumlamalarına konu oldu ve her bir yorum kendi geçerliliğini savunarak karşısındaki grupları sapkın (heretic) olarak nitelendirmeye başladı. Bu durum karşısında 325 yılında Hıristiyan tarihinin ilk genel konsili olarak kabul edilen İznik Konsili toplandı ve Hıristiyan inancının bazı yönleri tanımlan­

dı. Bu tanımlama faaliyeti ve yeniden tanımlama ihtiyacı, impa­

ratorluğun özellikle doğu eyaletlerinden kaynaklanan merkeze göre sapkın hareketler sonucu, hemen hemen bütün Bizans ta­

rihi boyunca sürdü. 4. yüzyılda Arianizm, 5, 6 ve 7. yüzyıllarda Monofizizim, 8 ve 9. yüzyıllarda İkonoklastizm (tasvirkırıcılık), 10. yüzyılda Paulikanizm, 12. yüzyılda Bogomilizm bu sapkın­

lıkların en önemlileriydi.84

83 Hıristiyanlığın yazılı temel kaynağı olarak ilk Genel Konsil'de kabul edilen dört metin arasında bile farklılıklar bulunmaktadır.

84 Paulikanizm ve Bogomilzm için bkz. Kilise-Dinadamları bölümü.

Konstantinos (306-337) Hırıstiyanlığı kabul eden ilk Roma imparatoruydu. Ancak imparatorun kişisel tercihi olan ve saray çevresinde egemen olmuş görünen Hıristiyanlık, Konstantinos öldüğünde imparatorlukta hala küçük bir azınlığın diniydi. Üs­

telik iyi eğitim görmüş 4. yüzyıl paganları arasında bütün kült­

lere ve dinlere karşı hoşgörülü olmak modaydı. Bu nedenle bir pagan görevli için şimdi "gerekli" olan Hıristiyan ayin ve tören­

lerini kabul etmek biraz yüzeysel kalabiliyor, Hıristiyan ayinle­

rine resm'i olarak katılsa dahi diğer tanrılara inanmaya da de­

vam edebiliyordu.85 Bu gibi durumlar iyi bir temele oturmamış Hıristiyanlığın çok çeşitli yorumlara açık olmasını ve içine baş­

ka bazı unsurları almasını anlamayı kolaylaşhrmaktadır.

Theodosios (379-395) döneminde Katolik86 Kilisesi'nin kurul­

masıyla Hıristiyanlık resmi devlet dini haline geldi. Helenistik düşüncedeki bir unsur olan yeryüzünde tanrı-yöneticiye sahip tek bir krallık olması gerektiği fikri Hıristiyanlık ile kolayca bağdaşh. Hıristiyanlığın Roma'nın resmi devlet dini olmasıyla gelişmeye başlayan Hıristiyan-imparatorlukçu siyaset teorisine göre, imparator Tanrı'nın yeryüzündeki vekiliydi ve Tanrı'nın yeryüzündeki krallığını onun adına yönetiyordu. İmparatorluk yetkisi ona doğrudan tanrı tarafından verilmişti: o tanrının taç­

landırdığı (theostefes) kişiydi.87 İmparator tanrının kendisine emanet ettiği Hıristiyan devletinin yaşayan sembolü idi ve bü­

tün insanları Hıristiyan dinine kazandırmalıydı. Bu, Helenistik evrenselciliğin, yani bütün insanlığın tek bir çah alhnda top­

lanması fikrinin bir uzantısı olarak yorumlanabilir niteliktedir.

İmparator, tanrının yeryüzündeki temsilcisi olması nedeniyle,

85 The Cambridge Medieval History (1966), Vol.4-Part I, s.44.

86 Helence katlıolikos: evrensel (bütün Hıristiyanları kapsayan). Webster's Tlıird New lnternational Dictioııary, Merriam-Webster Inc. U.S.A., 1981.

87 Burada doğu geleneğinin, iktidarın yukarıdan bağışlandığı şeklindeki düşüncesinin izi görülmektedir.

Hıristiyan inancının saflığını korumak ve hangi ibadetin hangi anlamda kullanılacağına karar vermek durumundaydı. Ancak özellikle inanç konusundaki düzenlemeler 325 yılındaki İznik Konsili'nden sonra Kilise'ye bırakıldı. Tanrı'nın gözünde impa­

rator ile sıradan bir insanın farkı olmadığı için imparator bütün insanlara şefkat ve hoşgörü ile davranmalıydı. İmparator tanrı­

nın seçtiği kişi olup, kilisenin ve doğru inancın (ortodoksluğun) koruyucusuydu. Havarilerin eşiti, kutsal ve tanrısal gibi unvanla­

rın yanısıra bir Helenistik unvan olan insanlığın velinimeti de ona aitti.88

Hıristiyanlıktaki üçleme (teslis) teorisi 3. yüzyıldan itibaren pek çok yorumlamalara, görüş ayrılıklarına ve dolayısıyla sap­

kınlıklara yol açtı. Sapkınlık kiliseye göre, kilisenin açıkladığı doktrinleri reddetmek ve Hıristiyan inancının özel içeriğini bozmak demekti. Ortodoks bakış açısına göre yeryüzünde tek bir krallık (Tann'nın krallığı) ve onun tek bir temsilcisi olabile­

ceğine göre Hıristiyanlığın da tek bir "doğru" yorumu olabilir­

di. Üstelik bu doğru yoruma inananların sayısının inanmayan­

lardan fazla olması, imparatorun meşruiyetini sürdürebilmesi için çok önemliydi. Çünkü doğru tanımı kilise yapıyordu ve ki­

lise imparatorun koruyuculuğu alhndaydı.

Hıristiyanlığın Katolik Kilisesi ve Ortodoks yorumuna sa­

hip olmasından sonra ortaya çıkan ilk önemli sapkınlık Arianizm idi. 4. yüzyılın ilk çeyreğinde Mısır' da İskenderiyeli bir rahip-bilgin olan Arius, Kutsal Üçlü'nün unsurları arasında bir ayırıma giderek Hıristiyanlığı değişik bir şekilde yorumladı:

Oğul'u açık bir şekilde Baba'ya bağlıyordu. Ona göre Oğul Ba­

ba tarafından yaratılmıştı, önceden ezeli olarak mevcut değildi.

Bu düşünce 2. ve 3. yüzyıllarda bazı din düşünürlerinin, Tan­

rı'nın birliğini vurgulama isteklerinin bir uzanhsı

niteliğindey-88 The Cambridge Medieval History (1966), Vol.4-Part I, s.431.

di.89 Temelde Havariler geleneğine dayanan Ortodoks düşünce ise Cçlü'nün üyeleri arasında böyle bir ayırımı yadsıyordu.

Arius'un öğretileri 318 yılında Mısır' da toplanan yerel bir konsilde mahkum edildi ancak yayılması önlenemedi. Oysa aynı yıllarda İskenderiye, Roma'dan sonra imparatorluğun ikinci önemli şehri olmuş ve Mısır İtalya'nm tahıl kaynağı hali­

ne gelmişti. Dolayısıyla buradaki bir sapkın düşünce tehlikeli sonuçlar yaratabilirdi. Sorunun çözümü için Konstantinos, im­

paratorluğun her tarafından piskoposlar çağırarak 325 yılında İznik'te bir konsil topladı. Konsilde Baba ile Oğul'un doğaları arasındaki ilişki Helence homoousios (benzer varlık) kelimesi ile ifade edildi ve üçlünün üyeleri arasında bir ayırıma gidilmesi kınandı.90

İznik Konsili'nin usulü daha önce kilise tarafından Ro­

ma' da ve Afrika' da benimsenen senato usulunün aynısı idi.

İmparator piskoposları konsile senatörleri davet ettiği gibi birer çağrı mektubu ile davet ediyordu. Piskoposlar da senatörlerin kullandığı, masrafların devlete ait olduğu seyahat ayrıcalığın­

dan ve iyi bir posta teşkilatından yararlanıyorlardı. Konsil' e imparator başkanlık ediyor ve tartışmalara karışabiliyordu.

Konsil davetinde ve tartışmaların seyrinde imparatorun ön planda olması kilisenin bağımsızlığı için bir tehlike unsuruydu.

Ancak küçük bir ayrıntı kilisenin bağımsızlığını korumasına yardımcı oldu. Bu ayrıntı, imparatorun senatoda oy verme hakkı olmayışının bir benzeri olan, konsil tartışmalarında oy hakkının olmayışı idi. İznik Konsili kararlarında da Konstantinos'un oy kullandığı zikredilmemiştir. İmparator dünyevi otorite idi. Dini işlerde kilisenin sadece koruyucusu

89 Ovomik, s.6; Eliade, 1982, s.409.

90 Dvomik, s. 7.

olabilir ama inanç formüllerine karışamazdı; kilise konsillerinin kararlarını değiştirmeye yetkili değildi.91

Konstantinos'un temelini attığı kilise ve devlet ittifakı Bi­

zans İmparatorluğu'nda her iki tarafa da büyük kazançlar sağ­

ladı. Doğu Roma-Bizans imparatorları Hıristiyan dininde güçlü bir manevi destek buldu, kilise ise devletten zengin maddi araç­

lar elde etti. Ama bu ittifak aynı zamanda bazı güçlükler de ge­

tirdi. Misyonerlik ve sapkınlıklarla mücadelede devlet desteğini alan kilise buna karşılık devletin vesayeti altına girerken, devlet de kilise hiziplerinin anlaşmazlıkları içine çekilmiş oldu. İnanç mücadeleleri kilisenin iç işleri olmaktan çıkıp, siyasi meseleler ile birleşerek, devlet için önemli politika sorunlarına yol açtı.

Örneğin İznik Konsili'nin mahkum ehnesine rağmen ortadan kalkmayan ve giderek güçlenerek sonunda siyasi bir sorun ha­

line gelen Arianizm ile mücadelede, Konstantinos sonradan taktik değiştirerek Arius'un tekrar kilise cematine kabul edil­

mesini sağlamış ve inanç formüllerinde Ariusçulara tavizler vermişti. Bu ise ortodoks ruhani sınıf ile ihtilafa düşmek de­

mekti. Benzer şekilde Bizans İmparatorluğu'nu 5., 6. ve 7. yüz­

yıllarda uğraştıran Monofizit sapkınlık ile başedebilmek için imparatorlar, ortodoks inanç ile daha çok doğu eyaletlerinde rağbet gören Monofizizmi, ortodoksluktan taviz vererek bağ­

daştırmayı denemişlerdi. Batıda ise kilise 476 yılından sonra, Bizans'ta olduğu gibi kendisine başkanlık edecek ve koruyacak bir imparator olmadığı için bağımsız kaldı. 800 yılında Charlemagne papanın elinden taç giydiğinde din ve devlet yö­

netiminin ayrı alanlara ait işler olması bir gelenek olarak iyice yerleşmiş bulunuyordu. Doğu ve Batı kiliseleri arasında doktriner ve siyasi nedenlerle oluşan ayrılıklar Bizans

İmpara-91 Ostrogorsky, 1956, s.44; Dvomik, s.5-9.

torluğu'nun karşı karşıya kaldığı bir dizi sapkınlık ile de des­

teklendi ve sonunda 1054 yılında iki kilise birbirinden ayrıldı.92 İznik Konsili'nden sonra 9. yüzyıla kadar altı büyük konsil daha toplandı. Doğu ve Batı kiliselerinin ortak olarak kabul et­

tiği bu yedi konsil (Genel Konsiller) ile Bizans İmparatorlu­

ğu'nun ortodoks inanç tanımı belirlenmiş oldu.