• Sonuç bulunamadı

Orta Çağ’da Avrupa ve Modern Devleti Oluşturan Koşullar

1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1.1. Devlet

1.1.5. Orta Çağ’da Avrupa ve Modern Devleti Oluşturan Koşullar

Modern devletin doğuşuna zemin hazırlayan şartlar Orta Çağ boyunca görülen gelişmelerde yatmaktadır. Orta Çağ yaklaşık bin yıl sürmüştür. Orta Çağ Avrupa’sında hâkim olan sosyal, siyasal, askeri ve ekonomik düzen feodalite olarak adlandırmaktadır. Feodal dönem olarak da adlandırılan bu dönemin kimi özellikler bakımından farklı ülkelerde farklı tecrübeler içerdiğini de göz önünde bulundurmak gerekmektedir (Gümüş, 2010, s 42). Bu şekilde yapılacak analiz tezin kapsam ve sınırlıklarını aşacağından bu bölümde yapılan değerlendirmeler genel hakkında yapılabilecek tespitleri içerecektir.

Klasik feodal düzende toplum otarşik yapılar olan malikânelerde yaşamaktadır. Malikâne topraklarının sahipleri senyörlerdir. Senyörler malikânelerde bir kral gibi özgürdür. Bu dönemde kral eşitler arasında birinci durumdadır. Senyörlerin krala değil kralın senyörlere ihtiyacı vardır. Kral senyörler olmadan ordu bile toplayamamaktadır. Senyöreler malikânelerde ekonomik ve sosyal yaşamı düzenlemekte, politik ve yargısal gücü elinde bulundurmaktadır (Özyüksel, 2007, s. 51). Senyörler topraklarında yaşayan insanlar üzerinde vazgeçilmez ve değişmez haklara sahiptir. Toplumun en alt katmanında serfler bulunmaktadır. Serfler soyluların toprağında üretim yapmakta ve ürettikleri malı soylulara vermektedirler. Feodal toplum yapısı koruyan-korunan (süzeren - vassal) ilişkisine dayanmaktadır.

33

Feodal düzende üç güçlü ve bir zayıf olmak üzere 4 temel grup etkilidir. Bunlardan üç güçlü grup toprak sahibi olan kral, aristokrasi ve kilise olup, zayıf grup ise sayıca fazla olmasına rağmen tümünün tasarruflarına konu olan köylü sınıfıdır (Ülgen, 2010, ss. 4-5). Beşinci bir grup olan burjuva sınıfı ise Orta Çağın sonlarına doğru belirginleşecektir. Bu gruplardan kilise, 10. yüzyıla kadar geçen süreçte giderek güçlenip 10. yüzyıldan itibaren elinde tuttuğu toprak, para ve bilgi birikimi ile toplumsal yaşam içindeki ağrılığını daha da artırmış, Avrupa sahnesinin belki de en önemli aktörü haline gelmiştir. Orta Çağ’da toprağın neredeyse yegâne geçim kaynağı olması, kiliseye sıradan halk üzerinde büyük etki sağlamıştır. Bağışlar, hacı zekâtları ve mülk gelirlerinin yüksekliği sayesinde sivillere de borç verebilen kilisenin maddi gücü de bu konumunu desteklemiştir. Son olarak okuma ve yazma tekelini de elinde bulundurması, kiliseyi özellikle imparator, kral ve lordlara insan kaynağı sağlayan bir kurum haline getirmiştir. Hatta kilise, Roma aristokrasisinin baskılarına karşı Alman Kral ile iş birliği yaparak Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu’nun kuruluşuna hizmeti karşılığında ise tahta da ortak olabilmiştir (Durmaz, 2010, ss. 94-96). Sonuçta böyle bir ortamda kral ve onunla iş birliği yapan kilisenin egemenliği, bireysel hayatın sürdürülebileceği alanı neredeyse tamamen işgal etmiştir (Dağtaş, 1999, s. 160).

Mülkiyet konusunda da durum pek farklı değildir. Feodal sistem toprak sahipliği üzerine kurulmuştur. Siyasal iktidarın sahipleri toprağı elinde bulunduranlardır. Üretim toprağa bağlıdır ve büyük ölçüde kendi kendine yetebilen bir mahiyet arz etmektedir. Ticaret son derece sınırlıdır. Feodal kentler arasında merkezi bir birlik yoktur. Bunun istisnası ise Hansa ticareti olmuştur. Tarihî süreçte “Feodal düzenin doruk noktasındaki çözülme sonucu kurulup güçlenecek” ve “milli ekonomik sisteme sahip krallıklar kurulunca da dağılıp gidecek” (Ortaylı, 2016, s. 87) olan Hansa ticaretinden de kısaca bahsetmek gerekmektedir.

1200’lerin sonunda Kuzey Alman şehirleri tarafından kurulan Hansa Birliği, “dünyanın örgütlü ilk ticaret birliğidir.” Bir meclis eliyle yönetilen birliğin kuruluşunda bazı bölgesel etkenler ile birlikte, esas olarak Akdeniz’de özellikle deniz ticaretine hâkim olan Venedik ve Cenovalılara bir alternatif yaratma hedefi vardır. Çöküşünde ise, ulus devletlerin güçlenmeleri ile yeni ticaret yollarının hizmete girmesi sonucunda Hollanda ve İngiltere’nin güçlü bir şekilde uyguladığı sömürgecilik

34

politikası, hızlı ve kontrolsüz büyüme başta olmak üzere birçok etmen rol oynamıştır (Aytüre vd., 2017, ss. 524-525). Yaklaşık dört yüz yıl varlığını sürdüren ve feodal düzene tezat görünen bu birlik, esasında varlığını feodal düzenin ortaya çıkardığı imkân ve fırsatlara borcudur. Nitekim bu yapıda bir araya gelen tüccarlar; merkezi otoritenin zayıflığına dayalı Orta Çağ döneminin güvenliği sağlanamayan deniz ticaret yollarında yaptıkları korsanlıktan sermaye edinenler, kıyı kentlerine göçen yatırım heveslisi lordlar ve hatta serflik veya kölelikten kurtulmak isteyen maceracı gençlerdir (Ülgen ve Çaylı, 2017, s. 169).

Topluluk anlamına karşılık gelen hanseler önceleri tüccarlar arasındaki birlik iken sonraları bu tüccarların yerleştikleri ve yerel ticaret mallarını edindikleri kentlerde de kent hanseleri oluşturulmuştur. Atın tarımsal üretimde kullanılmasıyla artan tarımsal ürünler, kent hanselerinin piyasaya sürdüğü farklı ziraat ve zanaat ürünleri ile karşılanmış, yerel tüketimin yanında ihracat da ticarete konu olmaya başlamıştır. Baltık denizi kıyısındaki ilk güvenli şehir olması hasebiyle Lübeck kenti başta olmak üzere 200’den fazla kentin dahil olduğu bu birlik zamanla askeri ve siyasi alana da nüfuz etmiş, bir anlamda egemenleşmiştir (Derya, 2018, ss. 803-804). Bu bakımdan kentli burjuva sınıfının oluşup siyasete katılma eğilimi göstermesinin nüvelerini de Hanse Birliği döneminde aramak mümkün görünmektedir.

Hansa ticareti dışında, klasik feodal sistemde ticaret, bir manastır veya şatonun etrafında kurulan pazarlardaki değiş tokuştan ibarettir. Orta Çağ kentlerinde bugünkü anlamda bir ticaret için gerekli koşullar bulunmamaktadır. Sürekli bir talep, bölgesel geçerli para, ağırlık ve ölçü birimleri olmadığından ticaret geri kalmıştır. Buna rağmen nüfus artışına bağlı olarak yaşanan göçler ile haçlı seferleri neticesinde zamanla ticaret gelişmiş ve yeni bir tüccar sınıfı ortaya çıkmıştır (Özyüksel, 2007, ss. 63-65). Değişen üretim tipleri ve ilişkileri ile birlikte ortaya çıkan bu sınıfa “burjuva sınıfı” denilmektedir.

Ticaretin gelişmesi ile birlikte üretimin artması ve üretilen mallara yeni pazarlar bulma ihtiyacı aynı zamanda birbirinden kopuk olan feodal kentlerin, siyasi, iktisadi ve hukuki olarak birbirlerine yakınlaşmasına ve birbirleri ile bütünleşmesine sebep olmuştur. Burjuva sınıfının desteği ile kralların siyasi otoritesi güçlenmiştir. Krallıkların güçlenmesi ile birlikte ulus devlet de denilen modern devletler ortaya

35

çıkmıştır. Üstelik bu yeni devletler din ve siyasetin birbirinden ayrı olması gerektiğini savunan ve bu düşünceleri yüzünden yollandığı sürgünde bu düşüncelerini eserlerine döken Dante (Temel, 2016, s. 10) gibi düşünürlerin de desteğiyle daha önce kilisenin elinde bulundurduğu gücü de önemli ölçüde devralmışlarıdır. Hatta Dante’nin eserleri yalnızca dünyevi siyaset için değil, ilerleyen dönemde baskıcı ve mutlakiyetçi iktidarlar karşısındaki direniş için de bir temel oluşturmuştur (Korkmaz, 2001, s. 93).

Feodal kentlerin kralların hâkimiyetine girmesi sonucunda daha az sayıda bağımsız devlet oluşmuştur. Bu devletler zamanla diğerleri ile güç mücadelesine girmeye başlamıştır. Ortaya çıkan yeni durumda bu devletler diğer devletlere karşı konumunu korumak ve sağlamlaştırmak için merkezi yönetimlerini güçlendirmek ve denetimi dışındaki yerleri işlerine karıştırmayı engellemek istemişlerdir. Ayrıca her devlet, yönetim mekanizmanı iyi düzenleyerek merkezin iradesini sınırları içindeki tüm topraklara eşit ve güvenilir şekilde iletmek ve gerekli gördüğü durumlarda toplumsal kaynaklarını örgütlemek zorunda kalmıştır. Egemen devletin doğurduğu ve diğer devletler ile mücadele edilmesine neden olan yeni tehdit ve anlaşmazlıklar kralın tüm yönetim yetkilerini kendi elinde toplama isteğini artırmıştır (Poggi, 2014, ss. 79- 80). Böylelikle, Avrupa’da feodal sistemin sona ermesi ile birlikte kralın tüm yetkileri elinde topladığı mutlak monarşi yönetimleri egemen olmaya başlamıştır.

Orta Çağın sona erişi ise aslında başlangıç ve bitişini tanımlayan feodal düzenin ortadan kalkması ve mutlakiyetçi merkezi otoritenin oluşması ile bir anlam kazanmaktadır. Bu sonucu hazırlayan şartlar 5 ana başlıkta şu şekilde özetlenebilir (Elias, 2004b, ss. 19-23):

✓ Para ekonomisin doğal ekonomi zararına büyüyerek, kral ve burjuvalara fayda sağlarken geliri aynı oranda artmayan sabit gelirliler, savaşçı soylular ve feodal beyleri zarara uğratması,

✓ Merkezi otoritenin elindeki parasal gücü kullanarak eriştiği asker kiralama potansiyeli sayesinde tımar sisteminden dolayı savaşçı sunan feodal serfin bu hizmetine ihtiyacının azalması,

✓ Ellerindeki mülklerin ekonomik değeri hızla düşerken para ekonomisinin sağladığı kazançlara da doğrudan erişimi olmayan savaşçı

36

zümresinin kendilerine ödeme yapabilen ve merkezileşmekteki kral veya prenslerin otoritesi altında toplanmaya başlaması,

✓ Değişen savaş teknolojisinin sunduğu ateşli silahların yeni düzende piyadeyi süvariden daha değerli bir konuma getirirken, ancak küçük bir kısmının subay olabildiği soyluların özgür şövalyeler yerine merkezileşen otoritelerin maaşlı savaşçılarına dönüşmesi,

✓ Büyüyen para ekonomisinin güçlendirdiği burjuva ve soylular arasındaki güç mücadelesinin bir işbirliğine dönüşmemesi ve taraflardan herhangi birinin zafer elde edememesi için zayıflayan tarafa kısa süreli omuz veren kral ve prenslerin neredeyse her zaman bu çekişmelerin tek galibi olması.

Benzer Belgeler