Klinik Olarak Mental Kapasite
9.1. Olguların ve Ebeveynlerin Sosyodemografik Özellikler
ÇalıĢmamızda olgular adli süreçlerine göre; CĠ, SSÇ ve diğer grup olarak 3 ana gruba
ayrılmıĢ olup; cinsel istismar mağduru 97 (%64,7) olgu, 37 (%24,7) suça sürüklenen çocuk
ve diğer 16 (%10,7) olgudan oluĢmuĢtur. Literatüre bakıldığında çocuk ve ergen grupta adli vakaların dağılım oranları değiĢkenlik göstermektedir. Köse ve arkadaĢları cinsel istismar
oranını %89, Gökten %15, Ayaz ve arkadaĢları ise %54.9 olarak saptamıĢtır (57,58,59).
Diğer bazı gruplar ise adli olguların arasında SSÇ oranlarının daha fazla olduğundan,
özellikle aile ve tanıdık çevre içinde yaĢanan CĠ vakalarının adli mercilere taĢınmamıĢ
olmasının önemli bir faktör olduğundan bahsetmektedirler (60,61). ÇalıĢmamızda ise
66 SSÇ oranının ise çok daha az olduğu görüldü. Bunun sebebinin adli makamların cinsel
istismara maruz kalmıĢ çocuk ve ergenlerde değerlendirmeyi yapacak kurulda adli tıp
uzmanının da olmasını istemesi ve üniversitemizin adli tıp uzmanlarının katıldığı nadir
kurullardan olması nedeniyle cinsel istismar vakalarının daha çok kurulumuza yönlendirilmesi olabilir. Görüldüğü üzere çalıĢmalar arasında CĠ ve SSÇ oranları çok farklı
saptanmaktadır. Bu denli farklı oranların saptanmasında baĢlıca neden, her birimin örneklem
havuzunu sadece kendisine yönlendirilen olgulardan oluĢturması ya da çalıĢmaların yapıldığı bölgelerin sosyokültürel özelliklerine bağlı olarak bildirim oranlarının da farklı olması rol
oynamıĢ olabilir (62). Bu nedenle toplum temelli daha geniĢ örneklem grubunu içeren
çalıĢmalara ihtiyaç vardır.
Olguların yaĢ özelliklerine bakıldığında 5-18 yaĢ aralığındaki tüm vakaların yaĢ
ortalaması 13.19±3.35 olarak saptanmıĢtır. Gruplar arasında ise CĠ vakalarının yaĢ
ortalamasının 12,78±3,60, SSÇ‟lerin 15,08±1,23, diğer grubun ise 11,31±3,32 olduğu, CĠ
grubunda kız çocuklarının yaĢ ortalamasının 13,17±3,54, erkek çocuklarının ise 11,42±3,63
olduğu görülmüĢtür. SSÇ grubunda ise kızlarda yaĢ ortalaması 14,83±0,75, erkek çocuklarda
ise 15,13±1,31 olarak saptanmıĢtır. CĠ grubuna bakıldığında kız çocukların daha geç, erkek
çocuklarının ise daha erken yaĢlarda istismara uğradıkları, SSÇ grubu açısından ise yaĢ
oranlarında cinsiyete göre belirgin bir farkın olmadığı gözlenmiĢtir. CĠ grubundaki bu farkın
nedeni olarak ailelerin küçük yaĢtaki kız çocuklarına erkek çocuklara oranla daha koruyucu davranması ve yaĢ grubu arttıkça erkek çocukların eĢcinsellik ve damgalanmaya yönelik
imalar nedeniyle istismarı daha az dillendirmeleri gibi etmenlerle açıklanabileceği ileri
sürülmektedir. Kız çocukları küçük yaĢlardan itibaren aileleri tarafından korunurken, erkek
çocuklarının daha serbest yetiĢtirilmeleri, uzun süre ve geç saatlere kadar dıĢarıda
67 karĢı daha rahat koruyabilmeleri gibi faktörlerin de elde edilen bu bulguyla iliĢkili faktörler
olabileceği düĢünülmektedir (58,62,63,64,65).
ÇalıĢmaya alınan olguların cinsiyet özelliklerine bakıldığında, %58,7‟sinin (n=88)
kız, %41,3‟ünün (n=62) erkek olduğu görülmüĢtür. Gruplar arasındaki özelliklere
bakıldığında CĠ grubunda %80,4 (n=78) kız, %19,6 (n=19) erkek; SSÇ grubunda %16,2
(n=6) kız, %83,8 (n=31) erkek; diğer grubunda ise %25 (n=4) kız, %75 (n=12) erkek
cinsiyet olarak dağılım göstermiĢtir. Genel popülasyona bakıldığında kızların ve erkeklerin
eĢit oranda istismara maruz kaldığı, ancak fiziksel istismarın erkeklerde, cinsel istismarın ise
kızlarda daha çok görüldüğü bildirilmiĢtir. Yapılan çalıĢmalara bakıldığında da bu bilgi ile
uyumlu olarak kız çocuklarında cinsel istismarın 2-5 kat daha fazla görüldüğü bilinmektedir
(66,67). ÇalıĢmamızda literatür ile benzer Ģekilde, CĠ grubunda 4/1 oranında kız çocuklarının daha fazla cinsel istismara uğradıkları görülmüĢtür. Erkek çocuklarında CĠ
varlığının kız çocuklarına göre daha az olduğu kabul gören bir gerçektir. Ancak erkek
çocuklarının istismarının açığa vurulması kızlara göre daha az olmaktadır (68).
Olguların okula devam etme durumuna baktığımızda; CĠ grubunda 62 (%63,9)
olgunun okula devam ettiği, 35‟inin (%36,1) okula devam etmediği; SSÇ grubunda 21
(%56,8) olgunun okula devam ettiği, 16‟sının (%43,2) okula devam etmediği; diğer
grubunda ise 14 (%87,5) olgunun okula devam ettiği, 16‟sının (%12,5) okula devam etmediği belirlenmiĢtir. Gruplar arasında okula devam etme durumu incelendiğinde anlamlı
fark saptanmamıĢtır. Oysa ki çalıĢmamızda istismara uğrayan çocuk ve ergenlerin %35‟inin,
SSÇ‟lerin de %43,2‟sinin okula devam etmediği anlaĢılmaktadır. Bu veriden yola çıkarak
okula devam etmeyen çocuk ve ergenler için uygun bir eğitimin planlanması ve eğitimde
zaman kaybı olan çocuk ve ergenler için koruyucu önlemlerin alınmasının istismarı ve suça
68 Anne ve babanın sosyodemografik özellikleri değerlendirildiğinde, annenin veya
babanın sağ ya da ölmüĢ olmasının gruplar arasında anlamlı bir farkının olmadığı
görülmüĢtür. Literatüre bakıldığında bir ya da iki ebeveyninin olmayıĢının istismar geliĢimi
açısından risk faktörü olduğuna dair veriler mevcut olsa da çalıĢmamızda böyle bir iliĢki
saptanmamıĢtır (66).
Anne ve babanın yaĢ ortalamaları değerlendirildiğinde hem anne hem de baba için
benzer yaĢ ortalamalarının olduğu ve gruplar arasında anlamlı bir farkın olmadığı
gözlenmiĢtir. Ebeveynlerin eğitim düzeyleri incelendiğinde CĠ grubunda anne eğitim
düzeyleri; %63,4 (n=45) ilkokul mezunu ve altında eğitim, %36,6 (n=26) ortaokul mezunu
ve üstü, SSÇ grubunda %90 (n=27) ilkokul mezunu ve altında eğitim, %10 (n=3) ortaokul
mezunu ve üstü, diğer grubunda ise %35,7 (n=5) ilkokul mezunu ve altında eğitim, %64,3
(n=9) ortaokul mezunu ve üstü düzeyinde olarak bulunmuĢtur. Babaların eğitim düzeyleri CĠ
grubunda %68,3 (n=43) ilkokul mezunu ve altında eğitim, %31,7 (n=20) ortaokul mezunu
ve üstü, SSÇ grubunda %63 (n=17) ilkokul mezunu ve altında eğitim, %37 (n=10) ortaokul
mezunu ve üstü, diğer grubunda ise %38,5 (n=5) ilkokul mezunu ve altında eğitim, %61,5
(n=8) ortaokul mezunu ve üstü düzeyinde olarak bulunmuĢtur. CĠ grubunda istatistiksel
olarak anlamlı bulunmasa da ebeveynlerin çoğunluğunun ilkokul ve altı eğitim düzeyine sahip oldukları görülmektedir. SSÇ grubunda ise istatistiksel olarak anlamlı Ģekilde düĢük
eğitim düzeyine sahip olan annelerin çocuklarında suça karıĢma oranının daha fazla olduğu
saptanmıĢtır. Ancak benzer iliĢki baba eğitim düzeyi ile saptanmamıĢtır. Daha önce yapılan
çalıĢmalar değerlendirildiğinde annenin eğitim düzeyinin hem cinsel istismar hem de
istismar sonrası ruhsal etkilenmede önemi bir risk faktörü olduğu görülmektedir (67,70).
ÇalıĢmamızda istatistiksel açıdan anlamlı saptanmasa da CĠ grubunda anne eğitim düzeyinin
belirgin Ģekilde düĢük olduğu gözlenmiĢtir. Ebeveynlerin eğitim düzeyi gruplaması
69 durumuna sahip oldukları düĢünüldükleri için istatistiksel olarak anlamlı bir sonuç
saptanamadığı düĢünülmektedir.
Gruplar arasında annelerin çalıĢma oranlarına bakıldığında her 3 grupta da annelerin
ağırlıklı olarak ev hanımı oldukları görülmektedir. Daha az oranda ise düzenli bir iĢe sahip
anne profili mevcuttur. Gruplarda daha yüksek oranda ev hanımı oranının bulunması, kadın
istihdamının önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Düzenli bir iĢe sahip olan annelerin
çocuklarında istismar oranlarının daha düĢük saptanması da bu gerçeği göstermektedir (71).
Babaların çalıĢma oranlarına bakıldığında ise her 3 grupta da babaların daha yüksek oranda
düzenli bir iĢte çalıĢtıkları ve gruplar arasında anlamlı bir farklılık olmadığı görülmektedir.
Ülkemizin sosyokültürel özellikleri düĢünüldüğünde çocukların evde anneleri ile daha fazla
vakit geçirdikleri ve babaların çocuk eğitimi ve geliĢiminde daha geri planda kaldıkları
bilinmektedir. Bu nedenle çocuk geliĢimi açısından asıl olan faktör kadının istihdamı ve
eğitimi olarak görülmektedir.
Ebeveynlerin ruhsal ve fiziksel hastalıkları açısından yapılan değerlendirmede ise
hem annede hem de babada ruhsal ya da fiziksel hastalık bakımından anlamlı bir fark
saptanmamıĢtır. Sağlıklı bir aile yapısının var olması için ebeveynlerin fiziksel olduğu kadar
ruhsal durumlarının da sağlıklı olması gerekmektedir. Çocuklarına yeterince ilgi
göstermeleri, çocukların ruhsal ve fiziksel ihtiyaçlarının yeterince karĢılanabilmesi sağlıklı
bireylerin topluma kazandırılması için gerekli etkenlerdendir. Annenin yaĢadığı yoğun
depresif süreç çocuğu da etkileyecek ve bakımının aksamasına neden olacaktır (10,63). Bu
bilgilerle uyumlu olmayan sonuçlarımızın ise çalıĢmanın kısıtlı bir örneklem içerisinde
yapılmasından kaynaklandığını düĢünmekteyiz.
Aile özelliklerine bakıldığında örneklemimizde anne-baba birliktelik durumu,
olguların birlikte yaĢadığı kiĢiler, aile ile birlikte kalma durumu, anne ve baba ile birlikte
70 kardeĢ varlığı incelenmiĢtir. Anne-baba birliktelik durumu, olguların birlikte yaĢadığı kiĢiler,
aile ile birlikte kalma durumu, anne ve baba ile birlikte yaĢama durumu, kardeĢ sayısı, üvey
anne, üvey baba ve üvey kardeĢ varlığı açısından anlamlı fark saptanmazken; evde yaĢayan
kiĢi sayısı açısından gruplar arasında anlamlı fark saptanmıĢtır. Cinsel istismar
mağdurlarının yaklaĢık %40 kadarında parçalanmıĢ aile yapısı veya anne-baba kaybı olduğu
saptanmıĢtır. ParçalanmıĢ aile yapısı, çocukların temel güven duygusunu sarsmakta olup
yaĢadığı ruhsal, Ģefkat ve ilgi arayıĢı istismar için risk oluĢturmaktadır. Diğer yandan
bozulan aile bütünlüğü sosyal alanlardaki risklere karĢı çocukların kontrolünü
güçleĢtirmektedir. Cinsel istismara aile bireyleri açısından bakıldığında üvey babanın olması
CĠ için riski arttıran bir faktördür ve üvey baba ile olan cinsel istismarın daha ciddi olma
olasılığı daha yüksektir (72,73). Evde kalan kiĢi sayısının fazla olması ve ebeveynlerin
çocuğa yeterince vakit ayırmaması, sosyoekonomik gelir düzeyinin düĢük olması, yanlıĢ
arkadaĢ çevresi gibi faktörler çocukların suça karıĢma oranlarını arttırmaktadır (74).
ÇalıĢmamızda da SSÇ grubunda evde yaĢayan kiĢi sayısının fazla olması anlamlı bir faktör
olarak saptanmıĢtır. Ancak ebeveynlerin bir arada yaĢama durumları, üvey anne ve üvey
baba varlığı gibi hem CĠ hem de SSÇ açısından önemli olan risk faktörleri açısından anlamlı
bir sonuç elde edilememiĢtir. ÇalıĢmaya alınınan olguların sayıca istenen düzeyde olmaması
ya da örneklemin sadece yönlendirilmiĢ ve heterojen bir gruptan oluĢması nedeniyle bu sonuca ulaĢılmıĢ olabilir.
Olguların alıĢkanlık özelliklerine bakıldığında her 3 grupta da sigara, alkol ya da
madde kullanımı açısından anlamlı bir fark saptanmamıĢtır. Gruplar arasında her 3 faktörü
kullanan çocuklar bulunsa da istatistiksel olarak fark yaratacak bir oran mevcut değildir. Son
yıllarda tüm Avrupa ülkelerinde ergen ve gençler arasında alkol ve yasadıĢı madde
kullanımında bir artıĢ söz konusudur. Ülkemizde madde kullanımı birçok ülkeyle
71 aldığımızda bu düĢük oranların ne kadar büyük rakamlar oluĢturacağını unutmamak
gerekmektedir. Ülkemizde gençler arasında yapılan çalıĢmalarda yarısından fazlasının sigara
deneyiminin olduğu, ilköğretimde ise yaĢam boyu en az bir kez tütün kullanma oranının %
16 olduğu görülmektedir. YaĢam boyu en az bir kez alkol kullanımı %35-45, esrar kullanımı
%4, uçucu madde kullanımı % 4, ekstazi kullanımı için ise %2-2,5 oranları
verilmektedir. Çocuk ve gençlerin madde kötüye kullanımına yol açan „risk faktörleri‟ ve onları bundan koruyan „koruyucu faktörler‟ söz konusudur. Risk faktörlerini üç grupta
toplayabiliriz: biyolojik faktörler (örn. genetik faktörler), psikolojik ve davranıĢsal faktörler
(örn. emosyonel bozukluklar, öğrenme güçlükleri, dürtüsellik, davranıĢ bozuklukları), sosyal
ve çevre ile ilgili faktörler (örn. ebeveynlerin madde kullanıyor olması, aile desteğinin az
olması,akademik baĢarının düĢük olması, akran iliĢkileri, ekonomik ve sosyal desteğin
olmaması vb.). Eğer bu faktörlerden bir tanesi dahi güçlü bir olumsuz etkiye sahip ise madde
kullanma olasılığı yüksektir. Bu faktörlerden bir veya daha fazlası olumlu yönde güçlü ise
genci madde kullanımına karĢı koruyabilmektedir (75). Literatür bilgisine göre biraz daha düĢük oranlarda olsa da gruplar arasında sigara kullanım oranlarının yüksek olduğu
görülmektedir. Alkol ve madde kullanım oranları literatür bilgisi ile daha çok örtüĢmekte,
sigara kullanımına göre daha düĢük olsa da azımsanmayacak ölçüde olgunun olduğu görülmektedir.
Bilindiği üzere çeĢitli çalıĢmalarda mental retardasyon (MR) varlığı, CĠ ve SSÇ‟ler
için risk faktörü olarak tanmlanmıĢtır. Ġstismar mağdurlarının yarıya yakınının zeka
düzeyinin sınır, hafif veya orta düzeyde geri olduğu saptanmıĢtır. Anne-babanın birlikte
olmadığı veya çocuğun evlat edinildiği, çocuğun zeka düzeyinin normal sınırlarda olmadığı
durumlar, çocuğun cinsel istismar mağduru olma olasılığı açısından risk etkenidirler.
Zihinsel kapasitesi normalin altında olan çocuklar yaĢadıklarını ifade ederken sözlerine itibar
72 tarafından daha fazla mağdur edilmektedir. Çocuğun kendisine yapılan cinsel davranıĢı
algılaması, bedenini koruması, yapılan dokunuĢların iyi ya da kötü olduğunu ayırt etmesi,
cinsel olayı muhakeme etmesi ve gerektiğinde kendini savunabilmesi, durumun farkına varıp
bildirmesi için algılama kapasitesinin ve kendini yönlendirmesinin geliĢmiĢ olması
gerekmektedir. Benzer koĢullar SSÇ‟ler için de geçerlidir. Özellikle kötü niyetli kiĢiler
tarafından, küçük yaĢta ve MR olan çocukların cezai sorumluluğu olmadığı bilinmekte ve
basit yönlendirmeler sayesinde hafiften ağır ceza gerektiren durumlara varan geniĢ bir
yelpaze çerçevesinde suça sürüklenmektedirler (62,75). ÇalıĢmamızda gruplar arasındaki
iliĢkiye baktığımızda literatür bilgisi ile uyumlu olarak MR çocukların suça sürüklenme
oranlarının anlamlı ölçüde fazla olduğu görülmüĢ, ancak CĠ vakaları için beklenen bu iliĢki
saptanamamıĢtır. Ġstatistiksel olarak anlamlı saptanmadığı halde, CĠ vakalarının %20‟sinin
MR olması da kayda değer bir veri olarak düĢünülmüĢtür.
SoygeçmiĢ özelliklerine bakıldığında psikiyatrik hastalık öyküsü CĠ grubunda
olguların %35,1‟inde, SSÇ grubunda %32,4‟ünde, diğer grubunda ise %43,8‟inde olduğu
saptanmıĢtır.Bu oranlar gruplar arasında karĢılaĢtırıldığında istatistiksel açıdan anlamlı fark
saptanmamıĢtır. Ailede psikiyatrik hastalık varlığı açısından incelendiğinde CĠ ve diğer
grubunda depresyon, AMKB ve anksiyete bozukluğunun, SSÇ grubunda ise depresyon ve
AMKB‟nin çok daha ön planda olduğu görülmektedir. AMKB açısından gruplar arasında
istatistiksel bir fark saptanmamıĢtır. Ailede suç oranlarına bakıldığında ise CĠ grubunda
%17,5, SSÇ grubunda %18,9, diğer grubunda ise %18,8 oranında suç iĢleme öyküsü
bulunmaktadır. Gruplar arası anlamlı fark olmamakla birlikte yapılan bazı çalıĢmalara göre
SSÇ olgularında ailede suç öyküsü oranları yüksek görünmektedir (62). Ailede suç
öyküsünün olması çocuk ve ergenlerin suça sürüklenmesi için bir risk etkenidir (76). Çocuk
büyürken model aldığı anne-babasının davranıĢlarını geliĢiminin bir parçası olarak taklit
73 etkilemektedir. Suç iĢlemenin normal olarak algılandığı aile ortamında yetiĢen bir çocuğun
suça sürüklenmesi durumunda, iĢlediği suçun anlamı ve sonuçlarını algılama yeteneğinin
sağlıklı aile ortamında büyüyen çocuktan farklı olması kaçınılmazdır. Bir baĢka açıdan
bakıldığında, iĢlediği suç nedeni ile ceza ve tutuk evinde olan anne-babanın temel
koruyuculuk iĢlevini yerine getirememesi çocuğun suça sürüklenmesini kolaylaĢtırmaktadır.