• Sonuç bulunamadı

Bu tezin asıl konusu 31 Mart Olayı’nı tarihsel olarak çözümlemek olmadığı için burada olayın Ali Birinci, Mete Kaynar’ın ve David Farhi’nin çalışmaları kapsamında sadece kısa bir özetini vermenin yeterli olacağı kanısındayız. Zira bu son derece çatışmalı olan 31 Mart Olayı’nın aşırı derecede politize olması bir yana, tarihe Cumhuriyetçi bir çizginin hayırlı bitmiş sonu ile bakmanın ve Kemalist tarihyazımının yarattığı tahribatın neticesinde 31 Mart Olayı’nın tarihi hâlâ yazılamamıştır. Dediğimiz gibi burada sadece olayların kısa bir özetini vermekle yetineceğiz.

                                                                                                               

* Bu bölüm için şöyle bir notun düşülmesi gerektiğini zaruri buluyoruz. Bu konu hakkında en kapsamlı

çalışmalardan birisini Sina Akşin yapmıştır. Yazar doktora tezi olarak yaptığı bu çalışmayı kitaplaştırmış ve kitap ilk baskısını 31 Mart Olayı ismi ile yapmıştır. Elimizde bu baskı bulunmaktadır. Ardından yazar 1994 yılında kitabın yeni baskısını yaparken, sanırsak dönemin konjonktürü gereği kitabın ismini Bir

Şeriatçı Ayaklanma 31 Mart Olayı şeklinde değiştirmiş daha sonrada Cumhuriyet vurgusu güçlü Kemalist

bir siyasi çizgide hayatına devam etmiştir. Çalışmasına böyle ideolojik bir savruluş ile yön veren Akşin, daha sonra Taha Akyol’un 11.04.2010’da CNNTurk’teki Eğrisi Doğrusu adlı programında bu konuyu konuşmak üzere öğrencisi Prof. Ali Birinci ile konuk olmuş ve 31 Mart Olayı’nda İngilizlerin parmağı olduğu şeklinde daha önce Doğan Avcıoğlu’nun 31 Mart’ta Yabancı Parmağı isimli kitabında ileri sürdüğü argümanlara benzer bir iddianın arkasında durmuştur. Programda Prof. Ali Birinci, Sina Akşin ile genel çerçevede uzlaşmış olsa bile büyük oranda ona karşı çıkmıştır. Bu tez, tarihsel olarak 31 Mart Olayı’nı çözmek iddiasında olmadığı için ve böyle bir tarih çalışması bu tezin konusu olmadığı için bu konuya daha fazla değinmiyoruz. Ama burada verilecek olan kısa tarihçe için Sina Akşin’in çalışmasının seçilmemesi bir tercih olarak tarafımıza aittir. Burada, bütünüyle bunlara bile katılmamış olsak da, yapılan maalesef birçok sorunlu çalışmadan en iyilerini seçmeye çalıştık. Ama son dönemde Ayşe Hür, Cemil Koçak ve Mete Tunçay’ın haklı ve kuvvetli itiriazlarını da göz önünde bulundurarak temel olarak 3 çalışma ve 2 gazete röportajı ile 1 gazete makalesi bu kısa tarihçe için esas alınmıştır. 31 Mart Olayı ile ilgili başka çalışmalar elbette vardır. Özellikle Osman Selim Kocahanoğlu’nun Derviş Vahdeti ve Çavuşların İsyanı ile daha sonra çıkardığı 31 Mart Ayaklanması ve Sultan Abdülhamid isimli iki çalışması mevcuttur. Aslında son çalışması geniş olarak ilk kitabını tekrarlayan Kocahanoğlu’nun bu iki çalışması dışında konunun Kastamonu’daki yansımalarından tutun da Taşkışla’da olan bitenlere kadar onlarca çalışmanın varlığını da belirtmekte fayda vardır. Asıl önemlisi bugün hâlâ İdris Küçükömer’in yıllar önce yazdığı hakikatli yorumun bir karşılığının bulunamadığının derin üzüntüsü içinde 31 Mart Olayı’nın tarihinin tam yazılamadığını üzülerek belirtmek zorundayız. Bu bölüm için yararlanılan kaynakları burada belirtmek istiyoruz: Ali Birinci, “31 Mart Vak’ası’nın Bir Yorumu”, Türkler, c. XIII, 2002, s. 193-211; Mete K. Kaynar, “Hareket Ordusu ile Avcı Taburu Arasında Sıkışmak” Resmi tarih tartışmaları- 31 Mart’tan

Günümüze “Gericilik” Söylemi, ed. Fikret Başkaya, Cilt 7, 1.Basım, Mayıs 2009, Özgür Üniversite

Kitaplığı-79, syf 11-51; David Farhi, “The Şeriat as a Political Slogan: Or ‘the Incident of 31 Mart’”,

Middle Eastern Studies, Vol. 7, No. 3, (Oct., 1971), syf 275-299; Arsen Avagyan & Gaidz F. Minassian, Ermeniler ve İttihat ve Terakki, İkinci Baskı, Kasım 2005, Aras Yayınclık, İstanbul; Ayşe Hür, “31 Mart

‘ihtilal-i askeriyesi’ ”, Taraf, 06.04.2008; Cemil Koçak: ‘En sivil, Abdülhamit dönemiydi’, Röp: Neşe Düzel, Taraf, 09.11.2009; Cemil Koçak: ‘Atatürk orduya güvenmiyordu’, Röp. Neşe Düzel, Taraf, 11.11.2009; Mete Tunçay: ‘Atatürk dönemi yargısı içler acısı’, Röp. Neşe Düzel, Taraf, 01.03.2010.

31 Mart Olayı, daha önce onu hazırlayan siyasi atmosferin gergin ortamında muhalif Serbesti gazetesinin başyazarı Hasan Fehmi’nin Galata köprüsü üzerinde öldürülmesi ile gerginliğin had safhaya çıktığı ve ardından İttihatçı karşıtı bir gösteriye dönüşen cenazenin gergin süreci tetiklemesi ile, bilindiği üzere 1909 yılında 12 Nisan’ı 13’üne bağlayan gece, İstanbul’da Meşrutiyet’i korumakla yükümlü 4. Avcı tabularının isyanı ile başlayan; medrese öğrencileri, İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti ve Ahrar Fırkası yanlıları’nın destek verdiği ve geniş halk kitlelerinin katılımı ile İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Cemiyet’in organı Tanin gazetesinin, bazı mektepli subayların, ve önde gelen İttihatçı isimlerin hedef olması sonucu Selanik’ten İstanbul’a doğru yürüyüşe geçen Hareket Ordusu’nun 24 Nisan günü İstanbul’a giriş yapıp Taksim ve Taşkışla civarında şiddetli çatışmaların yaşanması ile, bu sırada İmparatorluğun diğer vilayetlerinde (Erzurum ve Kastamonu gibi) benzer olayların vuku bulduğu, isyanın başladığı günün hemen akabinde Adana’daki Ermeni mahallelerinde yoğun ölçekli katliamların yaşandığı ve 27 Nisan günü de Sultan II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi ve ardından da Selanik’e sürgüne gönderilen Sultan II. Abdülhamit’in Yıldız Sarayı’nın yağmalanması ile son bulan olaylar zincirini kapsayan bir isyan sürecidir. Bunun yanı sıra isyan sırasında yanlışlıkla öldürülen bazı kişilerin olduğunu ve sokaklarda ye yer şiddetin vuku bulduğunu da belirtmekte fayda vardır. Son zamanlarda, Cemil Koçak ve Mete Tunçay’ın, 31 Mart Olayı’nın asıl sebebinin ayaklanmanın bağlamından koparılarak değerlendirilmesi ile isyanın bir ‘irticai’ ayakanma olduğu ve “Şeriat İsteriz!” talebi ile eski rejimle birlikte dini bir siyasi kalkışmanın meydana geldiği yönünde ileri sürülen tezlere karşı çıkmaları ve 31 Mart Olayı’nın, ordu içinde örgütlenen İttihatçı bir cuntaya

karşı yapılan bir isyan ve mektepli-alaylı subayların karşı karşıya gelmesi ile asker içi bir çatışmanın yansıması olarak patlak veren bir olay olduğu yönündedir.

İsyan sırasında Arnavutların etkin rol oynadığı (vurulan Hasan Fehmi ve daha önce öldürülen bir mebus Arnavut’tu ve kimi talepler yüzünden önde gelen bazı Arnavutlar’ın git gide İttihat ve Terakki ile araları açılmaktaydı) ve daha önce durumları iyiliştirilmeyen medrese öğrencilerinin daha sonra askere alınmak istenen bir yasa ile daha da sıkıntılı bir hale gelen durumlarının isyanın gelişmesi ve büyümesinde önemli rol oynadığı görülmektedir.

Olaylar sırasında askerlerin “Şeriat İsteriz!” sloganının kilit bir slogan olduğu ve şeriata uyulması gerektiği üzerine yapılan ihtari ile bu zamana kadar yazılan tarihyazımlarında 31 Mart Olayı ile ilgili ilk karşılaştığımız ses oluyor bu slogan. Bağlamı içinde değerlendirildiğinde anlamlı ve provakatif bir çağrı olarak adalet talebini dillendirmesi, bir hukuk devleti çağrısı olarak düşünülmesi gereken önemli bir nokta olarak “Şeriat İsteriz!” sözlerinden oluşan sloganın isyan sürecinde kullanıldığı ve haykırıldığı bilinmektedir.

31 Mart isyanını dönemin bütün muhalif basının desteklediği bilinmektedir. Mizancı Murad sahibi olduğu Mizan gazetesi, Mevlanzade Rıfat’ın sahibi olduğu

Serbesti, Ali Kemal’in başyazarlığını yaptığı İkdam ilk akla gelenlerdir. Prens

Sabahaddin’in de desteği de not düşülmelidir. İttihad-ı Muhammediye Cemiyeti ve Derviş Vahdeti’nin Volkan gazetesi ile bizzat kendisinin destek verdiği isyanın daha

sonra en büyük müsebbipleri bu son üç aktör (Muhammedye Cemiyeti, Volkan gazetesi ve Vahdeti) olarak gösterilecektir. Ama bu konu hakkında sağlıklı bilginin olmadığı, Derviş Vahdeti’nin isyan sırasında rol oynadığı bilinirken isyanın baş sorumlularından gösterilen Vahdeti’nin olay sürecinde önde olmasının ya da en önde kalmak zorunda olmasının onu olayı çıkaran kişi olmak zorunda olması anlamına gelmeyeceği ve rolünün abartıldığı kanısındayız. Bir ‘irticai’ hareket olarak İttihatçılar tarafından lanse edilen isyanın, Meclis-i Mebusan’ı kapatmak ya da Meşrutiyet rejimini askıya almak gibi bir niyeti olmasa da İttihat ve Terakki isyanı ‘irticai’ bir isyan şeklinde değerlendirmiş ve bastırılması için harekete geçmiş ve isyanın Meşrutiyet karşıtı olduğu dillendirilip bu uğurda Hareket Ordusu İstanbul üzerine yürütülmüştür. II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi ile sonuçlanan olay Hareket Ordusu’nun kente girişinin ardından son bulmaya başlarken büyük bir darbe yapan Hareket Ordusu’nun başındaki Mahmut Şevket Paşa’nın sıkıyönetim ilan etmesi ile olaylar son bulmaya başlar. Hareket Ordusu’nun kente girmesi ile şiddetli çatışmalar sonucu büyük oranda ölümlerin olması önemle düşülmesi gereken bir not olmanın yanı sıra, İstanbul’da sarıklı medrese öğrencilerine yönelik ciddi bir cadı avının başladığı da belirtilmelidir. Sultan II. Abdülhamid hal edilip Selanik’e sürgüne gönderilmesi ile Yıldız Sarayı’nın yağma edildiğini biliyoruz. Daha sonra Divan-ı Harbi Örfi kurularak yargılanmalara başlanmış ve olayın sorumlusu olduğu düşünülen onlarca isim darağaçlarında ve meydanlarda asılmışlar, onlarca kişi sürgüne gönderilip hapis cezası almış ve birçok muhalif gazete kapatılmış ve yazarlar susturulmuştur. Adana’daki Ermeni mahallelerinde yaşanan korkunç katliamların Ermeniler ile İttihat ve Terakki’nin daha sonra arasının açılmasında önemli rol oynadığı da bilinmektedir. Gücü, 31 Mart Olayı sonrasında İttihatçıların ellerine aldıklarını söylemeye ise gerek yoktur.

‘ÖTEKİ’NİN SESLERİ

Carlo Ginzburg, Güç İlişkileri adlı yapıtında Marianne Adalarında bir yerli ayaklanması üzerine yazan Cizvit rahibin kalem aldığı tarihin üzerine yazdığı bir yazıda, daha sonra kaleme alınan bir tarihyazımı sırasında tarihi yazan kişinin gözlerinden yansıyan ‘öteki’nin seslerinden bahseder bize.123 İnanılmaz zihin açıcı olan yazısı, bize, 31 Mart Olayı bağlamında bu konuyu değerlendirdiğimizde ilginç bir noktayı yeniden düşünmemizin yolunu açar. İsyan lideri yerlinin konuşmalarını aktarırken Cizvit rahip bize, bu sırada kendi ‘ötekisi’ni seslendirir, bir diğer taraftan onun sesi ile kendi düşünce dünyasını da yansıtır aslında. Bir diğer taraftan da söylenmeyeni ya da söylenemeyeni kendi inşa ettiği kurgudaki ‘öteki’nin sesi aracılığı ile yapar. Eğer bu kurgudaki o söz tam olarak söylenmiş bile olsa bu tarihyazımı kurgusunda yeni bir anlamıda üzerine yüklenir. Bir güç ve iktidar ilişkileri bağlamında baktığımızda bu söylemin birbirini inşa edip karşılıklı besleyen bir ‘biz-öteki’ ikili karşıtlığı yaratacağı ortadadır. Uzatmadan bu ilişkiyi biraz daha farklı bir biçimde düşünürsek, Cumhuriyet’in bir ‘ötekisi’ olarak lanse edilen ve Cumhuriyet’in ondan korunması gerektiği iddia edilen ‘şeriat’ tehlikesi bağlamında karşıt tarafın söylediği ileri sürülen (bunu söyleyedebilir) “Şeriat İsteriz!” talebinin, egemen söylem altında bir tarihyazımı aracılığıyla kurgulanırken bizi yeniden 31 Mart’a götürmesi ve duyulan tek ses olması üzerinde gerçekten düşünülmeye değer bir noktadır. Neden Cumhuriyet, bir ötekisi olarak kendi duymak istediği “Şeriat İsteriz!” talebini ya da haykırışını duyurur bize? Neden sadece “Şeriat İsteriz!”? 31 Mart Olayı’nın tek sesi “Şeriat İsteriz!” talebi midir? Böyle bile olsa Cumhuriyet neden ısrarla bu talebi sanki hiç değişmeyen ve dönüşmeyen ve kontekstine göre anlam dönüşümü yaşamayan                                                                                                                

123. Carlo Ginzburg, Güç İlişkileri, Birinci Baskı, Temmuz 2006, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, syf 82-

ve 31 Mart Olayı’nın dondurulduğu tarihin içerisinden günümüze dek ulaştırır? Döneminin bağlamında “Şeriat İsteriz!” şeklinde söylenen bu sözlerde çok açık bir adalet şiarı olan bir siyasi ve hukuki talebin sesi duyulur. Sesin adalet isteği ortadadır. 31 Mart Olayı sırasında sloganlaşan ve talep edilen başka isteklerin ya da 31 Martçıların sesinin duyamazken bu sesler içerisinde neden sadece “Şeriat İsteriz!” sesi duyulur? Bir müslüman için son derece normal olan bu ses neden sürekli vurgulanır?

Aslında bu ses, seslendirmesini istediği kendi ötekisinin sesidir. Cumhuriyet, kendi ötekisine kendi duymak istediği ses ile yaklaşır. Ötekinin ise Cumhuriyetle başka türlü konuşma şansı yoktur. Bu ses aslında Cumhuriyet’in bilinçdışından gelir. Bu ses güç ilişkileri bakımından sadece ‘öteki’sinin sesi değil kendi sesidir de. ‘Öteki’sinin sesi onun duymak istediği ses olduğu kadar o, ‘öteki’yi zihninde yaşatması bakımından kendi sesidir de. Osmanlı konteksti içinde o dönem son derece sıradan olan bu talep ve ses neden Cumhuriyet’in sonrasında tek ses olarak duyulur? Cumhuriyet bu kadar ses içerisinden neden sadece “Şeriat İsteriz!” sesini duyurur bize? 31 Mart sırasında başka hiç mi ses çıkmaz? Neden sadece bu ses? Bir tarihyazan olarak neden sadece ‘öteki(si)’nin sesi olarak “Şeriat İsteriz!”? Üzerinde çok düşünülmeye değer olduğu kanısındayız.

BİR ÇATIŞMA ALANI OLARAK 31 MART TARTIŞMALARI  

 

‘LABORATUVAR’DA ÇÖZÜMSÜZ BİR 31 MART DENEMESİ

 

İdris Küçükömer 31 Mart Olayı’nın tarihinin yeniden yazılması gerektiğini boşuna istemiyordu.124 Üzerine sayısız tartışmaların yapıldığı, kitapların yayınlandığı ve düzinelerce makalenin yazıldığı bu çetrefilli tarihin, takvim yapraklarında sıradan bir gün olmaktan çoktan çıktığı, Türkiye siyasi tarihini az çok bilen herkes için aşikârdır artık. 31 Mart Olayı, yakın Türkiye tarihine bakıldığında çözülemeyen onlarca konudan belki de sadece bir tanesi; ama günümüz Türkiye’sini en çok etkileyenlerin en başında geleni. Geçmişten bugüne güçlü bir gölge yaratmış bu olaylar silsilesinin öncesi ve sonrasında, hiç şüphesiz Cumhuriyet’e giden yolun şifreleri de mevcut. Ya da en azından o yolun taşlarını dizen zihniyetin kodları… Tarık Zafer Tunaya’nın “siyasal bir laboratuvar”125

olarak tanımladığı bir dönemin en acılı ve karanlıkta bırakılmış anı olarak 31 Mart Olayı, yeni kurulacak bir Cumhuriyet’in ikrah kuyusu olarak tekinsiz, bir tarihi yasak bölgedir. Cumhuriyet’in kendi loş aydınlığını parlatmak için kararttığı bir zamanın eski bir takvimde hapsedilmiş tarihi… Hâlâ tam olarak çözülemeyen bu tarihsel kırılmanın iç yüzü, olayların silsilesini kaleme alan tarihçilerden, anılarını kaleme alan onlarca tanığa kadar bir kolajlı resmi bize gösterse de, başta söylediğimiz gibi, olayın kendisi hala spekülatif bir tarihyazımının hendeğinden çıkamadı. Belki de bu denli politik oluşundan                                                                                                                

124. İdris Küçükömer, Batılılaşma & Düzenin Yabancılaşması, 2 Baskı, Nisan 2010, Profil Yayıncılık,

İstanbul, syf 83.

125. Tarık Zafer Tunaya’dan aktarılan kaynak: Tarık Zafer Tunaya Anısına Yadigar-ı Meşrutiyet ed.

Mehmet Ö. Alkan, Birinci Basım, 2010, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, Tanıtım Bülteni: “Türkiye’de siyasal hayatla birlikte düşünce tarihinin gelişimi ve siyasal kurumların biçimlenmesi üzerine yapmış olduğu çalışmalarla kendisinden sonraki bilim insanlarını büyük ölçüde etkilemiş Tarık Zafer Tunaya, İkinci Meşrutiyet dönemini bir siyasî laboratuar olarak nitelerken, “Hürriyet’in İlanı”nı “Türkleri imparatorluktan cumhuriyet formülüne ileten bir köprü” olarak tanımlar. Tunaya’ya göre “Bu bahtsız demokrasi denemesi, ulaştığı sonuçlar bakımından tarihî olmaktan çıkar, bugüne bağlanabilir. Bizler bu tarihî tablo karşısında ibretle düşünmeye mecbur bir kuşağın çocuklarıyız.”

Benzer Belgeler