• Sonuç bulunamadı

1.3. KÖSTENDİLLİ SÜLEYMAN ŞEYHÎ’NİN ŞAHSİYETİ 33

1.3.2. EDEBİ ŞAHSİYETİ: 34

1.3.2.2. Nesirciliği: 40

Süleyman Şeyhî Efendi mensur eserlerinde tasavvufun niteliklerini, mutasavvıfların hallerini ve hayatlarını, tasavvuf yolunda ilerleyebilmek için gerekli olan şartların neler olduğunu, tasavvufi ıstılahları ve benzeri konuları işlemiştir.

Bahrü’l-Velâye isimli eseri bir tezkiredir; Lemaât-ı Nakşbendiyye isimli eseri

şeyhini anlattığı bir menkıbe kitabı olması yanında tasavvufi terimleri de açıkladığı bir eserdir. Diğer eserlerinde de Nakşbendiyye tarikatının esaslarını, âdâp ve erkânını, bunların arasında tasavvuf büyüklerinin menkıbelerini anlatmıştır.

Süleyman Şeyhî Efendi’nin telif ettiği eserler doğrudan kendisinindir. Bununla birlikte eserlerini telif ederken başka kaynaklardan da istifade ettiğini görüyoruz. Nitekim kendisi de eserlerinde, istifade ettiği kaynakları çeşitli vesilelerle belirtmektedir. Onun eserlerinde ismi geçen yazarların ve kitapların bir kısmı şunlardır: Mevlânâ Hüseyin b. Ali es-Sâfi (ö. 940/1533), Reşahâtü Ayni’l-Hayât, Nakşî-i Akkirmânî (ö. 1062/1651- 52), Aynü’l-Hayât, Şeyh Mahmûd-ı Şebüsterî (ö. 750/1320), Gülşen-i Râz, Şeyh Muhyiddin İbnü’l-Arabî (ö. 560-630/1165-1240), Füsûsu’l-Hikem, Mevlânâ Celâlüddin-i Rûmî (ö. 596-672/1200-1273), Mesnevi ve şerhi, İsmâil Hakkî-i Burûsavî (ö. 1063-1137/1652-1728), Şerh-i Muhammediyye, Niyazî-i Mısrî (1027-1105/1618- 1694) Dîvân, Yazıcızade Muhammed (öl.: 855/1451) Dîvân, Necmüddin-i Dâye (ö. 654/1256) Mirsâdü’l-İbâd, Naîmâ (1065-1158/1655-1716) Tarih, Âşık Paşa (ö. 733/1332-33), Eşrefoğlu Rûmî (ö. 874/1469).191

189 Yılmaz, a.g.e., s. 168. 190 A.e., s. 173-174. 191 A.e., s. 177-179.

Mamafih mensur eserlerinde genellikle sade bir dil kullanmıştır. Bunun başlıca sebebi eserlerini daha çok halk tabakasından olan kişiler için yazmış olmasındandır. Zaten eser- lerinin yazılış gayelerine bakıldığı zaman, birçoğunun tasavvufi konuların daha kolay anlaşılmasını sağlamak maksadıyla yazıldığı görülmektedir. Öyle olunca, belki çoğunun okuma yazma dahi bilmediği, çevresindeki müritler topluluğunun anlayacağı bir dil kullanması tabiidir. Buna rağmen, eserlerinde yer yer ağır ve ağdalı bir dil kullandığı da vakidir.192

Süleyman Şeyhî Efendi’nin nesrinde edebi sanatlara fazla yer verilmemiştir. Sadece, eserlerin takdim kısımlarında ve kişilerin methedildiği yerlerde teşbihlerle süslü sanatlı bir ifade tarzı kullanılmaya çalışılmıştır.193

Aynı şekilde telif ettiği eserlerinde başından geçen veya başkasının yaşadığı hadiseleri naklederken, dili daha sade, cümleler daha kısa ve ifadeleri daha nettir. Buna karşılık herhangi bir konuyu anlatırken, dili nispeten ağırlaşmakta; Arapça ve Farsça kelime ve terkipler artmaktadır. Ancak bu kelime ve terkipler, Süleyman Şeyhî Efendi’nin dilinin sâdelik niteliğini bozacak oranda değildir. Bunların çoğu, dilimizde ve Türkçe eserlerde kullanılmakta olan kelime ve terkiplerdir.194

O, işlediği bu konuları anlatırken, önce ne olduğunu belirtmekte, tarif edilmesi gereken bir mesele ise, tarif ettikten sonra bütün teferruatıyla izah etmektedir. Bu bazen “ve” sözüyle birbirine eklenen uzun cümleler halinde ve ilgi kurduğu başka konularla da karışmış olduğundan sıkıcı olabilecek dereceye varmaktadır.

Bununla birlikte o, anlattığı konuyla ilgili ayet ve hadisleri, yeri geldikçe Arapça metin olarak vermekte; başkalarının, işlediği konuyla ilgili olarak söylediklerini naklederek kendi anlattıklarını teyit etmektedir. Bazen anlaşılması güç olan mücerret kavramları, müşahhas örneklerle, daha kolay anlaşılır hale getirmektedir.

“Fikr-i fasideyi çöbe ve gönli göze teşbih eylemişlerdir. Zira her ne kadar sağir dahi olur ise, melâleti kebirdir. Görmez misin ki bir tamla mürekkeb bir bardak suyu nice siyah edüp, bir kıvılcım bir vilâyeti ihrâk u remâd eyler. Maahâzâ bir su-i hayal nice hüsn-i hâli sivâd ü berbâd eyler.”195

“Her sâlik-i sâdık ibtidâyı sülükda, nefs-i emmâreden geçüp nefs-i levvâme

192 Yılmaz, a.e., s. 182. 193 A.e., s. 184. 194 A.e., s. 183.

hükmüne girdükde, fi’l-mesel ruh-ı merdi, nefs-i zenîni nişanlamış hükmündedir. İctihâd-ı tam ile levvâmeden dahi mülhemeye ‘ubür eyledikde bakire nefsi nikahlamış menzilesindedir. Ve mülhemeden mutmainneye dühûl müyesser oldukda nefs-i arûsı ruh-ı emrede ile müzdevic olmuş makāmındadır. İnâyet-i pir ve hidâyet-i celil ile nefs-i mutmeinneden nefs-i raiiyyeye urüc eyledikde seyyibe-i nefs ol izdivâcdan hâmile olmuş hükmündedir. Fazl-ı Yezdan ile nefs-i râziyyeden merziyyeye güzer eyledikde ol veled-i kalb ki ilm-i ledündür, zuhûra gelüp ilm-i bâtın ve ilm-i hakikat ve ilm-i marifet olmuşdur.”196

Süleyman Şeyhî Efendi’nin Bahrü’l-Velâye ve Zübdetü Nefahâti’l-Üns’le kazandığı tezkirecilik vasfı yanında, bir de şârihlik yönü vardır. Onun, sırf şerh olan kitabı dört adettir. Bunlar da kısa risalelerdir. Bunlar Şerh-i Kelâm-i Kibâr, Şerh-i Kelâm-

i Vâsıtî, Şerh-i Kelimât-ı Bedriddîn ve Şerh-i Kelâm-ı Cafer-i Sâdık’tır. Bunların dışında,

diğer eserleri içinde bazı sözlerin şerhedildiğini de görmek mümkündür. Te’vilât-ı

Erbaîn ise başlıbaşına bir kırk hadis şerhidir.197

196 Köstendilli, Lemaât-ı Nakşbendiyye, vr. 91b, 92a. 197 Yılmaz, Köstendilli Süleyman Şeyhi, s. 184.

İKİNCİ BÖLÜM

KÖSTENDİLLİ SÜLEYMAN ŞEYHÎ’NİN ESERLERİ

Köstendilli Süleyman Şeyhî Efendi, tasavvuf ilmine vukûfiyeti ve ilmî müktesebâtının fazlalığı neticesinde bir hayli eser yazmıştır. Yazdığı eserlerinin tamamına yakını kendi telifidir. Eserlerini daha ziyâde nesir olarak yazmış, yalnızca iki dîvânı ile Aşknâme adlı eseri manzumdur. Bu eserlerin tamamının konusu tasavvufa müteallik konulardır. Tasavvufî konular içinde en göze çarpan konu ise vahdet-i vücûddur.198

Süleyman Şeyhî Efendi kendisine hilâfet verildiği 1193/1779 tarihinden itibâren eser yazmaya başlamıştır. Bahrü’l-Velâye isimli eserinde 1193/1779’dan 1230/1815 tarihine ka- dar geçen ömrünü, 1193-1200, 1200-1210, 1210-1220, 1220-1230 şeklinde dört dilime ayırarak, bu dilimler içinde yazmış olduğu eserlerin isimlerini zikretmiştir.199 Burada ismi geçen eser sayısı 19’dur. Halbuki kaynaklarda kendisine atfedilen eser sayısı 32’ye kadar çıkabilmektedir.200 Ancak, onun kendi zikrettiklerinden bazıları kaynaklarda geçmediği gibi, kaynakların herhangi birinde geçip de diğerlerinde geçmeyen eserler de vardır. Böylece Süleyman Şeyhî Efendi’ye atfedilen eser sayısı 30’a yaklaşmaktadır.

Dolayısıyla h.1193/1779 ile Bahrü’l-Velâye’yi yazdığı h.1231/1815 tarihi arasında geçen 28 senelik müddet içinde bu kadar eser yazmış olması, onun velut bir yazar olduğunu göstermektedir. Bulgaristan’dan yetişen mutasavvıf müellifler arasında Bursalı İsmail Hakkı’dan sonra en velüd olan mutasavvıf müelliftir.201

Süleyman Şeyhî Efendi’nin eserlerini tanıtmada öncelikle, Bahrü’l-Velâye’de yazarlık hayâtını taksim ettiği dört dilim içinde isimlerini verdiği eserlerinden bulabildiklerimizi, oradaki sırasıyla ele alıp tanıtacağız.

Daha sonra Bahrü’l-Velâye’de ismi geçmeyen, ancak diğer kaynaklarda kendisine atfedilen ve onun olduğu kesin olanları; varsa yazılış tarihlerine göre, tarih yoksa ehemmiyet derecesine göre sıralayıp tanıtacağız. Bunların arkasından, bulamadıklarımızın isimlerini zikredip, en sonunda da ona atfedilen, ancak ona ait olup olmadığı belli olmayanları

198 Aydemir, Köstendilli Süleyman Şeyhi’nin Kûtu’l-Uşşâk Ve Hulâsatü’l-Esrâr’ın Tahlili, s. 14-15. 199 Köstendilli, Bahrü’l-Velâye, vr. 202.

200 Bursalı, Osmanlı Müellifleri, c. I, s. 191.

inceleyeceğiz.202