• Sonuç bulunamadı

LEMAÂT-I NAKŞBENDİYYE’NİN GÜNÜMÜZ HARFLERİNE ÇEVİRİSİ 107

[1/B] LEMAÂT-I NAKŞBENDİYYE ِﻢﻴِﺣﱠﺮﻟا ِﻦَـﻤْﺣﱠﺮﻟا ِﻪّﻠﻟا ِﻢْﺴِﺑ

Hamd-i sipâs ve şükr-i lâ-yukās olhabîb-i hüsn-i hisāl ve ol celîl-i cemîlü’l- müte‘âl ve bî-zevâl-i lâ-yezâle ki, enbiyâ-i zevi’l-ihtirâmı ve evliyâ-i zevi’l-ihtişâmı rû-yi zemînde îcâd ve izhâr edip ibâd-ı du’afâya sebeb-i necât ve bâis-i izz u iftihâr edip “َﻦﻴِﻤَﻟﺎَﻌْﻠﱢﻟ ًﺔَﻤْﺣَر ﺎﱠﻟِإ َكﺎَﻨْﻠَﺳْرَأ ﺎَﻣَو” [Ve biz seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik]393 tebşîriyle mübeşşer َمَدﺁ ﻲِﻨَﺑ ﺎَﻨْﻣﱠﺮَآ ْﺪَﻘَﻟَو [Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık…]394 tekrîmiyle mükerrem “ﻢﻳِﻮْﻘَﺗ ِﻦَﺴْﺣَأ ﻲِﻓ نﺎَﺴﻧِﺈْﻟا ﺎَﻨْﻘَﻠَﺧ ْﺪَﻘَﻟ” [Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık]395 teşrîfiyle müşerref edip müfredât-ı mülk u melekûtü muhâtarât-ı isneyniyetten halâs ve katarât-ı nâsûtiyye ve mücerredât-i ceberûtiyye ve lemaât-ı lâhûtiyyeyi âlem-i hüviyyet ve mertebe-i ahadiyyet ile hâs ve hakâyık-ı cüz’iyye ve külliyeyi avâlim-i süfliyye-i gayriyyeden ifrâz edip hâssü’l-hâs ve ahâssü’l-havâs edip zerrâtı mümkinât-ı mazâhir-i [2/a] ilâhî ve eşyâ-yı mürekkebât-ı merayâ-yı cemâl-i hazret-i pâdişâhî edip her katrede bir bahr ve her zerrede bir mühür gösterip şuâ-ı vahdâniyyeti zuhûr ve kemâl-i pertevinden on sekiz bin âlemi pür-nûr ve ma’mûr edip cenâb-ı akdesi galebe-i zuhûrundan mahfî ve mestûr olup erbâb-ı ukûle ve ashâb-ı kulûbe “َﻚْﻴَﻟِإ ُﻪﱠﻠﻟا َﻦَﺴْﺣَأ ﺎَﻤَآ ﻦِﺴْﺣَأَو” […Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap…]396 inâyetiyle nihâyet-i vusūle işâret ُﻪْﺟَو ﱠﻢَﺜَﻓ ْاﻮﱡﻟَﻮُﺗ ﺎَﻤَﻨْﻳَﺄَﻓ ِﻪّﻠﻟا […Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü işte oradadır…]397 saâdetiyle ahâli-i tevhîd-i hakîkiyeyi hakîkat-i vâhide ile irşâd edip “ٌﻂﻴِﺤﱡﻣ ٍءْﻲَﺷ ﱢﻞُﻜِﺑ ُﷲاو” […Allah her şeyi kuşatandır]398 envârından kesretinde vahdetiyle dilşâd “ِضْرَﺄْﻟاَو ِتاَوﺎَﻤﱠﺴﻟا ُرﻮُﻧ ُﻪﱠﻠﻟا” [Allah göklerin ve yerin nurudur…]399 ihsânıyla vahdetinde kesret îcâd ve küşâd eyledi. ِﻪّﻠِﻠَﻓ

393 Enbiyâ, 21/107. 394 İsra, 17/70. 395 Tin, 95/4. 396 Kasas, 28/77. 397 Bakara, 2/115.

398 Yukarıdaki ifâdenin aynısının bulunduğu bir ayet yoktur. Benzer bir ayet şöyledir:” ٍءْﻲَﺷ ﱢﻞُﻜِﺑ ُﻪﱠﻧِإ

ٌﻂﻴِﺤُﻣ” Fussilat, 41/54.

ُﺔَﻐِﻟﺎَﺒْﻟا ُﺔﱠﺠُﺤْﻟا […En üstün delil yalnızca Allah'ındır]400.

Sad hezâr salavât u tahiyyât ve bî-simâr-ı selâm emn u âfiyet olhayrü’l-‘âkıbete ki, “كﻼﻓﻷا ﺖﻘﻠﺧ ﺎﻤﻟ كﻻﻮﻟ كﻻﻮﻟ” [Sen olmasaydın bu kainatı yaratmazdım]401 hil’atıyla şâh-ı eflâk ve sâlâr-ı seb’-i semavât-ı tıbâkan olup âlem-i beşere teşrîfiyle erbâb-i nifâk gamnâk ve sîneçâk olup ashâb-ı kirâm ve ehl-i islâm pâk ve ferahnâk oldular ve dahî [2/b] büsyâr tahiyyat tuhfe-i cemî’-i enbiyâ ve mürselîn üzerlerine neşâr olsun ki, hulefâ-i rû-yi zemîn ve ümerâ-i ins u cin ve bâ’is-i inâyet emr-i “kün” olmuşlardır. Ve ale’l-husûs çehâryâr-ı güzîn ve âl-i ashâb-ı resûl-i kevneyn üzerlerine olsun ki, mehterân-ı “َنﻮُﻘِﺑﺎﱠﺴﻟا َنﻮُﻘِﺑﺎﱠﺴﻟاَو” [(İman ve amelde) öne geçenler ise (Ahirette de) öne geçenlerdir]402 olup “ﻢﺘﻳﺪﺘها ﻢﺘﻳﺪﺘﻗا ﻢﻬﻳﺄﺒﻓ مﻮﺠﻨﻟﺎآ ﻲﺑﺎﺤﺻأ” [Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz]403 mukarreb-i hazreti olup َنﻮُﺑﱠﺮَﻘُﻤْﻟا َﻚِﺌَﻟْوُأ [İşte onlar (Allah'a) yaklaştırılmış kimselerdir]404 tâcıyla taht-nişîn olmuşlardır. Ve dahî cemi’-i evliyâi’l-mütekaddimîn ve ‘urefâi’l-müteahhirîn üzerlerine olsun ki َﻦﻳِﺮِﺧﺂْﻟا َﻦﱢﻣ ٌﺔﱠﻠُﺛَو َﻦﻴِﻟﱠوَﺄْﻟا َﻦﱢﻣ ٌﺔﱠﻠُﺛ [Bunların birçoğu öncekilerden, bir çoğu da sonrakilerdendir9405 fazlıyla tafaddul edip َنﻮُﻧَﺰْﺤَﻳ ْﻢُه َﻻَو ْﻢِﻬْﻴَﻠَﻋ ٌفْﻮَﺧ َﻻ ِﻪّﻠﻟا ءﺎَﻴِﻟْوَأ ﱠنِإ ﻻَأ [Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de]406 hitâbıyla teşrif bulup يﺮﻴﻏ ﻢﻬﻓﺮﻌﻳ ﻻ ﻲﺑﺎﺒﻗ ﺖﺤﺗ ﻲﺋﺎﻴﻟوأ [Velîlerim kubbelerim altındadır, onları benden başkası bilmez]407 tahsîsi ile müstehakk-ı kurb-i Cenâb-ı Rabbi’l-izzet olmuşlardır. Ve ale’l-husûs ulemâ-i müttakîn ve zühhâd-ı mücâhidîn üzerlerine olsun ki ﻞﻴﺋاﺮﺳإ ﻲﻨﺑ ءﺎﻴﺒﻧﺄآ ﻲﺘﻣأ ءﺎﻤﻠﻋ [Ümmetimin âlimleri İsrâiloğullarının peygamberleri gibidir]408 rif‘atiyle terfî’ü’l-kadr olup ءﺎﻴﺒﻧﻷا ﺔﺛرو ءﺎﻤﻠﻌﻟا [Âlimler peygamberlerin vârisleridirler]409 ihbarıyla vâris-i ulûm-ı şer’iyye-yi mustafaviyye olup sütûn-ı hayme-i İslâm ve esâs-ı sarây-ı ‘ilm-i îmân olmuşlardır. [3/a] Ve senniyyân-ı âliye ve ed’iyyât-ı külliye-yi zillullah Şâh-ı Rûm ve Padişah-ı Arap ve’l-Acem üzerine olsun ki hirâset-i memalik-i Osmaniye ve emn-i istirâhat-ı kulûb-i insaniyye ve kuvvet-i

400 En’am, 6/149.

401 Bkz. Aclûni, Keşfü’l-hafâ, c. II, s. 164, h. no: 2123. 402 Vâkı‘a, 56/10.

403 Bkz. Aclûni, Keşfü’l-hafâ, c. I, s. 132, h. no: 381. 404 Vakıa, 56/11.

405 Vakıa, 56/39-40. 406 Yunus, 10/62.

407 Bkz. Abdurrahman Câmî, Nefehâtü’l-üns, s. 45. 408 Bkz. Aclûni, Keşfü’l-hafâ, c. I, s. 64, h. no: 1744.

şeref-i İslamiyyedirler.

Emmâ ba’d bu kalîlü’t-tâa ve kesîrü’l-bidâa Mollazâde şeyhî Eş-şeyh Süleyman Köstendîlî ğaferallâhü lehû ve li-vâlideyhi ve li-ehibbâihi410 ve li-cemîil mü’minîne ve’l-mü’minât ve’l-müslimîne ve’l-müslimât bi-rahmetike ya Rahîm.

Pes zamânımızda olan müridân-ı mübtediyân ve tâlibân-ı emn ü emânın tarîkāt-ı ‘âliyyeye ve ıstılâhât-ı sûfiyyeye meyelânın müşâhede eylediğimizde diledik ki, bir risâle bünyâd edip, ıstılâhât-ı sûfiyyeyi ve ‘ibârât-ı muhtelifeyi bir yere cem’ ve mâbeynlerin fark u temyiz edip, fehimde su’ûbet ve tahsîlde ‘usret olmayıp sühûlet ü yüsret tarīki üzre tahsîl edip ﺎًﻤْﻠِﻋ ﺎﱠﻧُﺪﱠﻟ ﻦِﻣ ُﻩﺎَﻨْﻤﱠﻠَﻋَو […Kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik]411 vefkınca zulmet-i nefsî ve şebninde envâr-ı ulûm-ı ledünnî ile münevver edip, hayât-ı ebedî ve safâyı sermedî ile mu’ammer olup, bu fakîr dahî َسﺎﱠﻨﻟا ُﻊَﻔْﻨَﻳ ْﻦَﻣ ِسﺎﱠﻨﻟا ُﺮْﻴَﺧ [İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olan kimsedir]412 fehvâsınca behredâr olup hayr ile yâd olunmak [3/b] ümmidiyle yârâna bir yâdigâr ve kusûr ile âlûde bir bergüzâr inşâ edip, ol vesileyle azîzlerimizin dahî keyfiyyet-i ahvâlleri ve seyr-i etvârları ve havârık-ı âdetleri ‘ale’l-icmâl birer şemme zikr-i ‘ayân ve şerh-i beyân olunmuştur.

Ale’l-husûs dilâverân-ı dü-cihân a’nî silsile-i hâcegândan dahî bir miktârın kayd-ı tahrîr ve ketb-i tastîr olunup hâzırlarımızdan himmet ve gâiblerimizin rûhânîlerinden i’ânet ve dergâh-ı cenâb-ı rabbü’l-izzetten ‘inâyet talebiyle mübâşeret olunup ol bahâne ile ahvâl-ı ta’bîrât-ı vâkı’âtdan dahî birer nebze işâret olunmuştur ki, cümlesi on beş faslı müştemil, üç bâb üzerine binâ olunup ismine lemaât-ı nakşbend deyu tesmiye olunmuştur.

Eğerçi bu icmâlî bir mikdâr tafsîl ve bir mukaddime ve bir hâtime tastîr ve birkaç bâb dahî ilhâk ve tahrîr olunmak murâd olunmuştu. Fe-emmâ Pir Hazretlerinin bu mikdâr ile kifâyete işâret-i ‘âlîleri ta’alluk eylemek ile taraf-ı tafsîlden ‘udûl eyleyip cânib-i icmâl ü ihtisâra ‘ubûr olunup, yalnız üç bâbına mahsûr olundu, 413ﻢﻴﻘﺘﺴﻣ طاﺮﺻ ﻰﻟإ [4/a] ﷲاو يﺪﻬﻳ [Allah sırât-ı müstakîme iletir.]

Bab-ı Evvel (vr. 7b-78b):

410 K: ehibbâinâ. 411 Kehf, 18/65.

412Beyhakî, Şu’abu’l-îmân, h. no: 7395.

Hâce Mustafâ Şâmî Kuddise Sirruhu’s-Sâmî Hazretlerinin enfâs-ı kutsiyye ve kerâmât-ı celiyye ve hulefâ-i ‘âliyye ve etvâr-ı seyr [ü] sülûk ve Hâce Çelebi İbrahim Kuddise Sirruhü’s-Selîm Hazretlerinin ibtidâ ve intihâların ve keyfiyyet-i hâllerin beyân eyler ve silsile-i Nakşbendiyye a’nî hândân-ı hâcegândan serhalka-i dilâverânların bir mikdâr nazm ile tahrîre ve bir mikdârın dahî ma’lûmumuz oldukça devâir ile tasdîri beyânında olucudur ve bu bâb üç faslı müştemildir.

Fasl-ı evvel (vr. 7b.): Hâce Mustafâ Şâmi Aleyhi Rahmetü’l-Bâri Hazretlerinin keyfiyyetleri beyânındadır.

Fasl-ı sâni (vr. 35b.): Hâce Çelebi -‘aleyhi’r-rahme-414 tezvīkleri beyânındadır. Fasl-ı sâlis (vr. 61b.): Silsile-i Nakşbendiyye beyânındadır.

Bâb-ı Sânî (vr. 79a.-135a.):

Istılâhât-ı sûfiyyûn beyânındadır ve bu bâb, yedi faslı müştemildir: Fasl-ı evvel (vr. 81a).: Şeriat, tarīkat, ma’rifet, hakikat beyânındadır.

Fasl-ı sânî (vr. 89b.): İlme’l-yakīn, ayne’l-yakīn, hakka’l-yakīn beyânındadır. Fasl-ı sâlis (vr. 90a.): Murâkabe, teveccüh, râbıta, ilm-i ledün beyânındadır. [4/b] Fasl-ı râbi’ (vr. 92b.): Havâss-ı aşere ve tabîat-ı beşeriyye beyânındadır.

Fasl-ı hâmis (vr. 94a.): Hazerât-ı Hamse ve eflâk-i tis’a beyânındadır.

Fasl-ı sâdis (vr. 111b.): Hadd ü hâl415, zülf-i rûy, put, zünnâr, küfr ü îmân beyânındadır.

Fasl-ı sabi’ (vr. 117b.): ‘İbârât-ı semâniye beyânındadır. Bab-ı Sâlis (vr. l35a.-191a.):

Ta’bîrât-ı vâkı’ât beyânındadır ve bu bâb, beş faslı müştemildir: Fasl-ı evvel (vr. 139a.): Şuhûd-ı cemâdât beyânındadır.

Fasl-ı sânî (vr. l56b.): Şuhûd-ı nebâtât beyânındadır. Fasl-ı sâlis (vr. l62a.): Şuhûd-ı hayvânât beyânındadır.

414 K: -‘aleyhi’r-rahme

415 Bu iki kelime Ankara nüshasında noktasız yazılmıştır. Doğru olan Kütahya nüshasında da yazıldığı

üzere hem hadd hem de hâl kelimelerinin noktalı ha (خ) ile yazılmasıdır. Hadd, yanak; hâl, ben demektir.

Fasl-ı râbi’ (vr. l67a.): Şuhûd-ı insân beyânındadır.

Fasl-ı hâmis (vr. l79a.): Şuhûd-ı semâvât vemâ-fîhâ beyânındadır. Beyit:

Hüdâyâ hamd ve bî-bin delîle Nîce bin kerre bin hamd her biriyle Ânındır devlet-i izzet-i sa’âdet Ânındır kudret-i kuvvet-i irâdet Ânındır andan şerîfîyle Süleyman Dedi bu muhtasarda bismi Rahmân Müretteb eyledi bir aşknâme Ulaştır fazl-ı lütfunla tamâme Bu kez gül’izâr ettim çû bünyâd Meyânı mürgizâr sa’dâbâd Binâ ettim bu bağ içinde üç bâb Akıttım her birinden gülâb Gelin tertîb edip bu bostânın

Dire gör [5/a] kangısın isterse cânın Küşâd ettim ânın bâbın seherde Safâsı sürüle fasl-ı baharda Fusûlün her birinde bir nezâket Kodum bir bir bu kasır içre temâmet

Müyesser eyledi lutfuyle Bârî Akıttım her yanâ bir nehr-i câri Müzeyyen eyledim bir nev arûsu Mücevher ettim anda bir ‘arûsu Nikābın ref’ ederse yüzünden Sana ma’lûm olur hüsnü sözünden Hicâbından hicâb ederse dîldâr Nice yüz göstere sana bu gülzâr Gülün görmez isen sen bahârın Enîsi olmasın ağyâr ve hârın Bunun perdeleri şâl u kubâdır Bunun na’meleri üç sabâdır Ma’arif ehline bir hoş gülistân Bîna ettim kenârı sümbülitân

Eger ârif isen bir gel bir gül-ü bihterdir Ve ger nâdâne gül ü hârdan beterdir Bu bağ içinde koydum iki mihmân Biri zâlûmân biri nerîmân

Müretteb eyledim havz u kusûru Sanasın her biri olmuşdu hûri O havzın çevresi zerrîn-i sümbül

Sana416 bahşeyleye şevkiyle gulgul Ânın etrâfın ettim tarh-ı zambak Beyim ârif isen bu kez uzan bak [5/b]

Bu bir fasl-ı fusûl-ü ârifândır Bu bir seyr-i sülûk-i sâdıkândır İçinde hûriler koydum hezarân Kimi zâhirdir kimisi pinhân Bu hûri dediğim ma’nâ yüzünden Çıkar bin nâzenin her bir sözünden Alır kadrince her sâlik nemâsın Sürer âşık olan ânın safâsın Kodum bir nice zerrîn tahtı şâhı Cülûs etti içinde pâdişâhı

Düzüp saflar müheyyâ oldu haslar Göründü her birinde nice faslar İhâta etti havlin nice gılmân Kurulmuş ortada taht-ı Süleyman Akar her çeşmeden ab-ı zülâli Cihan çeşmeleri ânın hayâli Kodum bir sürü sâmân

Dolu gâsı dürer-i şâhâne serde Çemânzârımdan bir nişândır Tehi sanma efendi âd u sândır Seher vaktinde ektim tuhm-ı eşki Gören bu gülşeni eylerdi reşki Çû bitti ol tohumdan bu tefârik Gezip seyr eyleyin câna teberrük Kızarmış lâleler la’l-i lebden Akar enhârı envârı ledünden Zelmekāde dürer her bir devâir Konulmuş ortasında bir cevâhir Kimi lâle kimi yâ’kut-u ahmer Müzeyyen şîveler ile mücevher [6/a]

Uzatmış gerdânın sünbül sabâda Dökülmüş her yana güller safâda Nezâket noktası döküldü dilden Zerâfet düğmesi çözüldü gülden Şakâyık iki şık etti yakasın Fenâdan almak istersen bekāsın Benefşe boynunu bürmüş murâkıb Zarîfâne okur türkü menâkıb

Karanfil penbelenmiş şîvesinden Likā-i nâzeninin cilvesinden Dolanmış mû-yi ma’nâ mûmiyâna Verir her biri hayret okuyana Eğilmiş nergisin altunlu tâcı

Ve dağılmış her yanına sünbüllü saçı Çemenzâr şerefte tûğ şâhı

Kurulmuş bârgâh-ı padişâhı Der-âğuş eylemiş gör erguvânı Sarı şebboy gibi nâzik civânı Büker ağyâre mûştun tiğ-i zenbur Sürer a’dâyı dilden ceng-i tambur Açılmış hatmeler her bir varakta Konulmuş bir sürâhi her dudakta Mu’attar fulyalar etmiş dimâğı Acep zülf-i nigâr olmuş yanağı Sürâhîdir sürâhi zeyn-i bostan Yanağı dilberin gülgüli gülistan Dolanmış yasemin her bir budağa Dilâcân şerbeti düşmüş dudağa Bahar ve neşveden şebnem cillenmiş Seherde gonca nemden çilenmiş [6/b]

Bu bâğa hâr u hâşân fesleğendir Hurûfât-ı ma’nâ üstünde dikendir Arâyiş eyledim bir bezm-i sahbâ Gümüş gerdânlar sakīlerdir rübâ Sürâhî seng-i zebercetten müretteb Edip yakut u ahmerle mürekkep Kadehler dopdolu sâkī Süreyyâ Lebâleb işveler hâzır müheyyâ Perîşan zülf-i sâkī mehcebîne Mu’âdil mûmîyân-ı yâsemine

Piyale rağm ederken erguvâne İçer âşıklar aşk-ı hasrüvâne Sunanlar her biri aşkına yârin Koyarlar tâcını şâh-ı diyârın Büker pençesini bir türlü şirân Ciğerin hûn ederler şirre nîrin Kimin aşk ipine berdâr ederler Kimin ethem gibi bîdâr ederler Hakīkī lâleden meyler süzerler Nesîmî veş zırhın yüzerler

Kimin Mecnûn edip meshûr ederler Kimin Leylâ edip ma’mûr ederler

Kimi Azrâ gibi zünnâr kuşanır Kimi Vâmık gibi beyninden boşanır Kimi Zünnûn-ı Mısrî gibi mecnûn Kimi San’ân gibi âzerde mahzûn Kimi Mevlevîler gibi ferâfur

Kimi döner rûmî gibi ‘arşlan beraber Kimi bülbül gibi feryâd-ı zarî gibi Figân eyler samış nâmus u ârı [7/a]

Kimi pervane veş vuslat çerâğın Dolanıp nûş eder kurbet şarâbın Kimi kendini havuz ve dilrubâya Atup vermiş tenin mahv u fenâya Fenâ ender fenâ olmuş vücûdu Bekā ender bekāda hüsn ü cûdu Budur âşıklar ekser edâsı Bûların şeyhiyâ kemter gedâsı Beni anlardan ayırma ilâhî Kul olam olmaz isem pâdişâhî Kabul ittir yüzü kara fakîrî Olayım onların berzengi kulu.

ِﻢﻴِﺣﱠﺮﻟا ِﻦَـﻤْﺣﱠﺮﻟا ِﻪّﻠﻟا ِﻢْﺴِﺑ [7/b] “ِﻢﻴِﺣﱠﺮﻟا ِﻦَﻤْﺣﱠﺮﻟا ِﻪﱠﻠﻟا ِﻢْﺴِﺑ ُﻪﱠﻧِإَو َنﺎَﻤْﻴَﻠُﺳ ﻦِﻣ ُﻪﱠﻧِإ”417

Bâb-ı Evvel:

Hâce Mustafa -kuddise sirruhu- Hazretlerinin tarîkat-ı âliyeye ibtidâ-ı duhûlü ve târîh-i vefatları ve keyfiyet-i halleri ve etvâr-ı seyr-i sülûkları ve havârık-ı âdetleri ve hulefâları ve silsile-i hândan hâcegân beyânında olucudur. Ve bu bâb üç faslı müştemildir, dîbâcede zikr olunduğu vech üzere.

Fasl-ı Evvel:

Hâce Mustafâ Şâmî -kuddise sirruhu’s-sâmî- hazretlerinin cedd-i pâkları diyâr- ı Şâm’dan olup mevlûdleri, mevlûd-i418 vâlidleri Köstendil’de vâki’ olmuş. Hâneleri ve hankâhları mahalle-i debbâğhânede vâki’ olmuş.

Nakil olunur ki, evâil halleri gayet şecî’ ve hakikatte vecîhî idiler, vücûd-ı şerîflerine mu’âdîl ehl-i beldede bir kimse bulunmazdı. Ve şebâbet-i hâlleri söz [8/a] ve saz ve aşk-ı mecâz ile Hâfız-ı Şîrâzi misüllü mümtâz ve ser-firâz imişler.

Ve tarīkat-ı âliyeye ibtidâ-ı dühulleri şöyle vaki’ olmuş ki, Hâce Evliyâyı Muhammed Seyyâhûn -kuddise sirruhu- hazretleri Şeyhu’l-vüzerâ ve419 Muhibbu’l- fukārâ Hakîmzâde420 Ali Paşa -rahimehullahu rahmeten vâsi’aten- hazretlerinin maiyyetine me’mûriyyet esnâsında Rumeli hanlığıyla makarrı olan mahâlde karar etmek için kazâ-i Köstendilden mürûr ve derûn kasabaya duhullerinde dairesi halkının nüzulleri için ashâb-ı alâkaya ve mahallâta hâneler tertip için tenbîh olundukta Hâce Evliyâ Hazretlerini Hâce Mustafa Hazretlerinin hânelerine nüzûlü tertîp ve tenbîh olunmuş. Hatta Hâce Hazretlerinin hânelerinin vüs’atı olmadığından bir miktar mihmân husûsunda teemmül ve tereddüt vâkı’ olup akıbetü’l-emir hânelerini tahliye edip Hâce Evliyâ Hazretlerinin mihmâniyyetlerini kabûl edip bir

417 [O Süleyman’dan gelmiştir. Ve o, "bismillahirrahmânirrahîm" dir. …]. Neml, 27/30. 418 A: -

419 A: -

iki gün şeref-i sohbet ve meclis-i izzetleriyle müşerref ve mu‘azzez [8/b] olup ol vakit zikri hafiyyu’l-kalbi telkin ve mâye-i hakîkat-i Muhammediyyeyi sîne-i safâlarına ilkā ve cemî‘i emrâz-ı cihâna şifâ ve devâ eylemişler. ﻲﻨﻌﺴﻳ ﻻ ﺖﻗو ﷲا ﻊﻣ ﻲﻟ ﻞﺳﺮﻣ ﻲﺒﻧ ﻻو بﺮﻘﻣ ﻚﻠﻣ ﻪﻴﻓ [Benim Allah ile beraber öyle bir vaktim var ki, benimle birlikte o vakit içine ne bir mukarreb ne de bir mürsel nebi sığar.]421 Sırrından irâdetleriyle hilâfetleri bu vakitte vâki‘ olmuş. Zehî şem‘i Hüdâ ki, sadr-ı safâları ve tab‘-ı zekâları mücellâ ve müheyyâ422 fetîl-i dil-i devletleri nefh-i mürşid ve hidâyet-i reşîde üftâde ve âmâde olup, zulmet-i şeb-i teni tulû‘-ı mihr-i cânân ile der-hâl tahvîlü’l-hâl ve tenvîrü’l-bâl423 edip424 mahzen-i esrâr-ı ilâhî ve menşe-i envâr-ı nâmütenâhî ile mahall-i me’mûrelerinde vakār425 ve avâlim-i ulviyye-i gaybiyyede serdâr ve râh-ı behişt dîdâr-ı dildâre dâl ve kafadâr olup ber-muktezâ-yı ﺎﻨهﺎﺒﺷأ ﺎﻨﺣاورأ ﺎﻨﺣاورأ ﺎﻨهﺎﺒﺷأو [Ervâhımız, eşbâhımız; eşbâhımız, ervâhımızdır] nâriyyetin nûriyyete süfliyyetin ulviyyete ibdâl ve idhâl edip, hil‘at-ı şerîatı ve hilkatı426 tarîkati ve tâc-ı tevhîd-i hakîkat ve ma’rifeti seyr-i saâdet-i me’neviyyesine427 giydirip, ﻪﻴﻠﻋ ﻲﺒﻨﻟا لﺎﻗ ﺎﻤآ

مﻼﺴﻟاو ةﻼﺼﻟا "

ﻖﻳﺪﺼﻟا ﺮﻜﺑ ﻲﺑأ رﺪﺻ ﻰﻠﻋ ﻪﺘﺒﺒﺻ ﻻإ يرﺪﺻ ﻰﻠﻋ ﺎﺌﻴﺷ ﷲا ﺐﺻ ﺎﻣ

" [9/a] Peygamber

Efendimizin buyurduğu üzere [Allah’ü Teâlâ’nın kalbime akıttıklarını Ebu Bekir’in kalbine akıttım]428 vefkince olşeref-i sırr-ı Muhammedî ve ol mâye-i hakîkat-ı Ahmedî ile şeref-i sermedî ve inâyet-i ebedî ile piyâle-i ezelîden şarâb-ı aşk-ı lâ- yezâlîyî dest-i sâkiye “ﷲا ﻰﻟإ اﻮﺒﻴﻧأو”429 [Allah’a yönelin] َﺔَﻠﻴِﺳَﻮْﻟا ِﻪﻴَﻟِإ ْاﻮُﻐَﺘ [O’na ْﺑاَو yaklaşmaya vesile arayın]430 sırrından nûş edip dil ve cânın mest-i medhûşu ve şöyle cûş ve sarhoş olmuş ki, meydân-ı dilde şirdilîr ve şerzenîr veş431 a’dâ-i celî ve husamâ-i hafîyyi kavîlerî ejderhâ-yı heft seri Mûsâ’yı âsâ hark u432 mahvedip şa’şa’â-i şimşîr-i çâr serî ğılâf-ı terkîb-i ‘unsûrîden leme’ân ve yâlmân gösterip şu’â-i nûr-ı akdesi şark u garba seyrân ve âsâr-ı feyz-i tevhîdî tahte’s-serâ’dan fevka’s-

421 Bkz. Aclûni, Keşfü’l-hafâ, c. II, s. 172, h. no: 2159. 422 K: mühallâ

423 K: ahvâl 424 K: olup 425 A: kâr 426 A: -

427 A: - seyr-i saâdet-i me’neviyyesine 428 Bkz. Aclûni, Keşfü’l-hafâ, c. II, s. 419.

429 Ayette “َبﺎَﻧَأ ْﻦَﻣ ِﻪْﻴَﻟِإ يِﺪْﻬَﻳَو”. [O kendisine yöneleni hidayete erdirir] şeklinde geçmektedir. Ra’d,

13/27.

430 Maide, 5/35. 431 A: -

semâ’yâ ve sidretü’l müntehâyâ erişip ziyâ-i şems-i ma’nevîleri küre-i süreyyâ-yı nefsî kaplayıp ka’r-ı deryâyı tevhîde mânend-i gavvâs-ı dürr-i ‘adn-i âşıkāne derfeşân ve mürîd-i sâdıkāne cevher-i yektâ ve gevher-i bîhemtâ nişâr edip ârâyîş-i meclis-i ‘urefâ ve zurefâ ederek bâzâr-ı muhabbet-i mahbûb-ı hakîkîsi revâc [9/b] bulup külâh-ı tarîkat-ı ser-suret ve tâc-ı hakîkat-ı hakayık-ı ma’neviyeyi ser-sîrete vaz’ edip halkı râh-ı hakka da’vete ve ibâd-ı duafâyı irşad ile taht-ı izzet ve saray-ı saâdete eriştirmeye vekalet-i hâssa ile delâlet-i tâmmeye me’mur me’zun eyleyip kendileri vezîr-i müşârun ileyh ile azm ü sefer eylemişler.

Nakil olunur ki, Hâce Evliyâ -kuddise sirruhu’l-‘azîz hazretlerinin kendi lisân-ı mübâreklerinden işitmişler ve şöyle buyurmuşlar ki “bu ana gelince doksan altı bin bîçâreye mâye-i Ahmedî ve şifâyı feyz-i sadr-ı Muhammedî ile medet eriştirmişiz”.

Ve Hâce Mustafa -kuddise sırruhu’l-hafî- hazretleri hânelerinin civârındaki olan hankâh-ı saadetleridir. Bir harâbe mektepten ibâret imiş. Ve ol harâbede üç seneden mütecâviz edâ-yı hizmet-i ilâhîde olmuşlar. Şöyle ki, bir tâlib ve sâlik zuhûr edip irâdet getirmemiş haftada iki defa yek başlarına hatm-i hâcegân ederlermiş. Bir gün [10/a] bu hâtıra zuhûr eyler ki mektebi terk edip kendi hânelerinde istikāmet ve edâ-yı hizmet edeler. Ol-gece âlem-i mâ’nâda şöyle müşâhede olunur ki, Hâce Evliyâ Hazretleri mektep kapusunu açıp içeri girerler. Ellerinde olan âsâyı üç defa mektep kapusu eşiğine kakıp geriye avdet ederler. Hâce Hazretleri bîdâr olup bu vâkı’anın ta’bîri “yerinde sâbit kadem ve metîn ve müstahkem433 ol” demektir deyu ol da’iye-i ferâğattan434 fâriğ olup inşirâh-ı sadr ile münşerih ve müsterîh olurlar. Sehl zaman murur eylemeden bâzâr-ı neşv ü nemâları revâç bulup ahâli-i beldenin siğâr u kibârı kendilerine münkâd olup ve ekserî kenar meclislerinde sohbet iksîr-i eserleriyle feyizyâb ve hissedâr olmuşlar.

Hatta ol-beldenin rüknü ve cümlenin makbul ve müsellemi Çelebi İbrahim - kuddise sirruhu’s-selîm hazretleri ol-vakit tâife-i ricâlden ve erbâb-ı safâdan hevâya rağbet ve münkir-i tarîkat imişler. ِﻦْﻴَﻠَﻘﱠﺜﻟا َﻞَﻤَﻋ ىِزاَﻮُﺗ ِﻦَﻤْﺣﱠﺮﻟا ِتﺎَﺑَﺬَﺟ ْﻦ [10/b] ٌﺔَﺑْﺬَﺟ ِﻣ [Rahmani olan bir cezbe, insanların ve cinlerin yapmış olduğu ibadeti tartar]435 hadîs-i şerîfi kadehinden şöyle bir cür’a sunmuşlar ki, terk-i mülk ü mal edip

433 A: -ve metîn ve müstahkem 434 A: ferağından

mühibb-i sâdık ve mürîd-i muhlisleri olmuşlar. Ve onların irâdetleri tarîkat-ı âliyeye intisapları şimşîr-i dîl-i münkirân ve şifâ-i sine-i sâlikân olup yevmen fe-yevmen neşv ü nemâları ve zevk-i şevk-i ehibbâ müzdât olup nice mürde diller hayât-ı ebedî ve nice âzerde gönüller şifa-i sermediyeye nâil ve vâsıl oldular. Ve hâlen ol kadehin cur’ası ve ol şarâbın katresi eseridir ki, bu varak-ı sefîdi dest-i i’tirâf-ı kalem kusûruyla sevâd edip katarât-ı aşk-ı dil-i şevk arzusu dildâr ile hurûf-ı teheccî sûretin kesb edip yine onların istimdâd-ı rûhânîleriyle ol hurûfât-ı terkip edip lafz ü ma’nâ mertebesine götürmüşler. Ve نﺎآ ﺎﻤآ نﻵا436 eşcâr-ı pür esmarlarının âsâr-ı pür envârları iksâr ve izhâr olunmadadır ki ezkâr-ı dil-i zevkiyyeleri ve efkâr-ı fikr ü fâkiheleri şitâetinde ve bahâr-ı canda küşâd ve dilşâd ederek bülbül-i [11/a] şeydâ asâ nağamât-ı ihvân-ı safâ ravza-i eser-i Mustafâ da kelimâtı terennümât etmeye âşufte-i gülzâr-ı ehibbâ ve pervane veş şem’i nur-i Mürtezâya ve feyz-i şems-i esrâr-ı Hüdâ ve kurb-ı hazret-i ‘azâmet-i kibriyâya mülk ve malların ve ten ü canların fedâ ve cüdâ ederek hayât-ı bekā ve safâ-yı şuhûd ve likāya tâlibân-ı salikân ve aşıkân-ı sâdıkān gün be-gün revân ve sene be sene fe-râvân oldukları ‘ayândır. اذﺎﻓ مﺎﻴﻧ سﺎﻨﻟا

ﻮﺗﺎﻣ ا

اﻮﻬﺒﺘﻧا [İnsanlar uykudadır, öldüklerinde uyanırlar]437 mısdâkınca şunlar ki, اﻮﺗﻮﻣ اﻮﺗﻮﻤﺗ نأ ﻞﺒﻗ [Ölmeden evvel ölünüz]438 emrinden mevt-i ihtiyâri şerbetin nûş edip kıyâmet-i vüstâ alâmetin ve letâfetin kesb edip ihyâ-i kulûb için âlem-i beşeriyyete ba’s olunmuşlar. Kıyamet-i suğra melâmetin ve mevt-i439 ızdırârî şerbetin içmek hayât-ı ebedîlerine ve feyz-i ruhâniyet-i sermedîlerine nice ma’ni olur440. Tîği dîl-i merdân ğılaf-ı tenden ve bend-i bedenden ‘uryân olup ‘avâlimi ulviye-i kutsiyyede cevelân eyledikte anlara irâdet getiren ehibbâ ve asdikâya te‘sîr-i nazar-ı iksîr-i ma’nevîlerinden ve terbiye-i inayet-i hafîlerinden [11/b] bir an dûr ve bir nefes mehcûr olmak emr-i muhâl ve bu za’m bir bâtıl hayâldir. Fefhem441 cidden.

Hâce Mustafa -kuddise sirruhu’l-hafî- hazretlerinin meşreb-i ‘âlîleri gâh tâife-i melâmiyye gibi amelin ma’siyetin zuhûrundan ictinâb olunduğu gibi izhâr-ı tâat ve işrâb-ı riyâzâttan ictinâb edip, hâlleri dâimâ sıyâm üzere geçerdi. Şol şart ile ki, her ne vakit ki bir mahalde bulunalar me‘külât ve meşrûbâttan her ne ki, arz olunsa