• Sonuç bulunamadı

3.3. ULUSLARARASI YAPI/TOPLUMU ETKİN GÖREN YAKLAŞIMLAR

3.3.1.1. Neorealizm’de Sistem/Yapı ve Devlet

Waltz, uluslararası sistem ve ona ilişkin özellikleri üç boyutta inceler: 1- düzenleyici ilkeler; 2-birimlerin özellikleri ve 3-kapasitelerin dağılımıdır.343

337

Bu noktada da esasında dengeleşen büyük güçlerdir: Douglas Lemke, “African Lessons for International Relations Research”, World Politics, Vol. 56, No. 1, 2003, s.114.

338

Bostanaoğlu, op cit., s.88.

339

Alexander Wendt, Social Theory of International Politics, Cambridge: Cambridge University Press, 1999, s.103.

340

Stuart J. Kaufman, “The Fragmentation and Consolidation of International Systems”, International

Organization, Vol. 51, No. 2, 1997, s. 177.

341

Michael Doyle, “Peace, Leberty, and Democracy: Realist and Liberals Contest a Legacy”, Michael Cox at al. (ed.), American Democracy Promotion: Impulses, Strategies, and Impacts, Oxford: Oxford University Press, 2000, s.25.

342

John J. Mearsheimer, “The False Promise of International Institutions”, International Security, Vol. 19, No. 3, 1995, s.13.

343

Kenneth N Waltz, “Realist Thought and Neorealist Theory”, Charles W. Kegley Jr. (ed.),

Controversies in International Relations Theory: Realism and the Neoliberal Challenge, New York:

Düzenleyici ilke, anarşi ve onun yol açtığı çeşitli sonuçlardır. Birimler, temel aktör devletler olduğu için devletlerin özellikleri olarak karşımıza çıkar. Kapasite dağılımı ise, esasında güç dengesi ve onunla ilintili olarak hegemonya ile açıklanır. Bu üç boyut Neorealizm’in yapısalcılığının bir analizi ile açıklanabilir.

Neorealizm, uluslararası politikada “düzenlilikler” ve “yenilenmeler” kavramlarının yapının anahtarı olduğunu varsayar. Linklater’e göre, realizm ve Neorealizm arasında kırılmalardan daha çarpıcı bir şekilde devamlılıklar vardır. Neorealizm ve realizm “anarşik” yapıya vurgu yaparlar ve aslında Waltz ve Morgenthau’yu birbirinden ayırmak çok da faydalı değildir. Ancak, yine de farklar söz konusudur. Bu anlamda, Neorealizm “yapı” kavramını sosyal bilimlerdeki anlamıyla alır ve kullanır.344 “Anarşi” kavramı realizmde bir sonuç olmasına karşın, Neorealizm’de bir “neden” olarak görülür ve bu yönüyle devletlerin dış politikalarını açıklamak için kullanılır. Realizmin bütün versiyonlarında anarşiye bağlı olarak da “self-interest”, “self-help” ve “güvenlik ikilemi” üzerinde durulur.345

Yapı kavramı, Neorealizm’de “düşünsel bir ürün” olarak ele alınır. Waltz yapıların gerçekte olmadığını bunun insan zihninde icat edilmesiyle var olduğunu düşünmekte ve bu yönü ile de ampirik-analitik geleneğe katılmaktadır. Waltz bu icadını, yani “sistem modelini”, mikro ekonomi ile benzeştirir. Ona göre sistemin yapısı, “görünmez el”in pazardaki etkisi gibi ele alınabilir. Devletlerin birbiriyle etkileşimlerinden hepsini etkileyen ve sınırlandıran bir yapı ortaya çıkar. Waltz’ın ontolojisinde birimler önce gelir. Yapıyı birimlerin etkileşimleri oluştursa da yapı birimleri etkiler ve sınırlandırır. Neorealizm’e göre yapı, kendiliğinden ve devletlerin etkileşimleri ile ortaya çıkan eylemlerin “amaçlanmayan koşullarını” ifade eder.346 Devletlerarasındaki etkileşimleri sistem düzeyindeki unsurlar belirler yani olayların sonuçlarında bireysel/birimsel olmayan nedenler söz konusudur. Yapısalcılık bütüncü bir yaklaşımla bütünün parçaları üzerinde belirleyici bir üstünlüğü olduğunu

344

Linklater, “Neo-Realism in Theory and Practice”, s.244.

345

Johan Eriksson, Giampiero Giacomello, “The Information Revolution, Security, and International Relations: (IR)relevant Theory?”, International Political Science Review, Vol. 27, No. 3, 2006, s.228– 229.

346

varsayan bir yaklaşımdır. Öğelere kendi özelliklerini kazandıran yine sistem/yapıdır.347

Waltz’ın sistem modelini anlamak için, diğer sitem modellerine nasıl baktığını anlamak gerek. Waltz, D. Easton’nın sistem modelini etkileşimi birinci planda ve yapıyı ikinci planda tutması veya önemsiz görmesi nedeniyle yetersiz görmektedir.348 Easton’ı “sistem” sözcüğünü sadece davranışsal bir yönü ifade etmek için kullandığı gerekçesiyle eleştirir ve onun yaklaşımını bir kuram olarak bile görmez. Zira Easton’nın yaklaşımı, Waltz’a göre sistemik değildir. Waltz’a göre, bir sistem yaklaşımında yapıyı oluşturan birimler arasındaki etkileşimler de önemlidir. Birimlerle hem kendi aralarında hem de oluşturdukları sistem arasında bir etkileşim vardır. Bunu göz ardı eden sistem yaklaşımları yeterli olmayacaktır.349 Bu bakımdan uluslararası politikada kısıtlamalar olarak karşımıza çıkan “örgütsel” bir etki vardır.350

Yine Waltz, M. Kaplan’ın sistem yaklaşımındaki sınırlılıklara vurgu yaparak kendi yaklaşımını geliştirmeye çalışmaktadır. Her şeyden önce Kaplan, uluslararası ilişkileri inceleme konusu olarak ele almasıyla uluslararası politikanın -bahsedilen- organizasyonu arasında bir fark gözetmemiştir. Yani birimlerin etkileşimleri ile dizilmelerini bir tutmuştur. Kısaca Kaplan da, yapıya gereken vurguyu yapmayarak diğer sistem yaklaşımları gibi “indirgemeci” bir sonuca gitmektedir. Aynı şekilde Waltz, Kaplan’nın kullandığı “geribildirim” (feed-back) kavramının da çok anlamsız olduğunu, zira geribildirimin ancak bir örgüt içinde (hiyerarşik bir yapıda) işe yarayacağını dolayısıyla uluslararası anarşik sistem içinde hiçbir anlamı olmayacağını söylemektedir.351

Waltz, sistemi oluşturan birimlerden ziyade uluslararası sistem üzerinde durmaktadır. Sistemik bir yaklaşımı haiz olmadan aynı niyete/özelliklere sahip olan devletlerin farklı, farklı devletlerin de aynı sonuca ulaşmalarını açıklamak mümkün

347

Geoffrey L. Herrera, “Explaining International System Transformation: Typology, Structure and History”, The Annual Meeting of the American Political Science Association, Philadelphia, 27 Ağustos 2003, s.7–8.

348

Waltz, Quester, Uluslararası İlişkiler Kuramı ve Dünya Siyasal Sistemi, s.80.

349

Ibid., s.51–52.

350

Ibid, s.70.

351

Ibid, s.71; Kaplan’ın sistem yaklaşımının bir değerlendirmesi için bakınız: Jay S. Goodman, “The Consept of “System” in International Relations theory”, Background, Vol. 8, No. 4, 1965, s.63–66.

olmayacaktır. Birimlerin içsel yapıları, sosyal, ekonomik vs. değişiklikleri esasında sistemi değiştirmemektedir. Bu bakımdan, tekrarlanan ilişki kalıpları dolayısıyla “teoriye temel olacak nedenler” sistem düzeyinde aranmalıdır.352 Sistemik bir şekilde küresel politikada bin yıldan beri süregelen düzenlilikler vardır ve sistemik bir yaklaşımı kurmak da mümkündür. Waltz, “sistem” ve “birim” ayrıştırması yaparak yinelenmeler ve yeniden oluşumlar olgusunu açıklamayı hedef edinir. Ona göre sistem, bir yapıdan ve birbiriyle etkileşen birimlerden meydana gelmektedir. Birimlerin bir araya gelişleri, ilintileri kendi özellikleriyle değil sistemin özellikleriyle açıklanır. Sınırlayıcı ve yönlendirici bir güç olarak işleyen sistemin yapısı, sürekliliği açıklamanın ve öngörmenin anahtarıdır.353 Waltz’a göre sistem yaklaşımı, sadece nedenler sistem düzeyinde işliyorsa kullanışlıdır. Birimlerin/devletlerin özelliklerini ve etkileşimlerini yapı tanımı dışında tutmak gerekir. Bir sistem yaklaşımı ancak, incelenen konu düzenli bir karmaşıklığa sahipse gereklidir. Burada sistemin yapısı, bu yapının kendini oluşturan birimleri nasıl etkilediğini ve bu birimlerden nasıl etkilendiğini inceler.354

Waltza göre, uluslararası ilişkiler sistemi anarşik bir özelliğe sahiptir. Merkezi bir otorite olmadığı için hiçbir devletin emretme gücü ve hiçbir devletin de böyle bir emre uyma zorunluluğu yoktur. Devletler, kuvvet kullanma konusunda keyfi denebilecek bir yetkiye sahiptir. Devletler, başka devletlerin çıkarlarını kullanamayacağına göre kendi başının çaresine bakmak zorundadır (self-help). Bu nedenle de devletler işlevsel olarak birbirine benzemektedir. Devletler, zaten bir düzen kurma çabasında da değildirler, onun yerine kendi iç bünyelerinde tanımladıkları çıkarları elde etmek için her türlü araca başvururlar. İşbirliği de (eğer varsa) bu yönde bir çabadır.355 Devletlerin güvenlik (hayatta kalma) motivasyonu ve self-help (anarşi ile devletin bencilliği birleşince) anlayışı Waltz’ın neoklasik iktisattan aldığı bir yöntem olarak karşımıza çıkar.356 Neorealistlerin hedefi sistemde anarşinin kalıcılığını betimleyecek veya yasal varsayacak teorileri oluşturmak ve

352

Sönmezoğlu, op. cit., s.109.

353

Ibid., s.91-92

354

Waltz, Quester, Uluslararası İlişkiler Kuramı ve Dünya Siyasal Sistemi, s.72.

355

Kenneth N Waltz, “Evaluating Theories”, The American Political Science Review, Vol. 91, No. 4, 1997, s.913–916.

356

Wendt, “Why a World State is Inevitable”, s.510; Wendt, Social Theory of International Politics, s.99–100.

bunları tarih karşısında sınamaktır. Anarşi, hegemonya mücadelesinin sürdürüleceği ve hegemonik düzeninin anarşiyi denetim altına alacağı uluslararası ilişkiler arenasının bir “doğal” durumudur.357

Waltz diğer neorealistlerin de çevresinde kümelendiği en az dört tez önerir. Bunlardan birincisi, devletlerin birbirlerinin gücünü dengelemeye çalışacağıdır. Bu dengeleme işi ya iç dinamiklerle – bu yetersiz kalırsa- ya da ittifaklarla sağlanır. İkincisi, devletler göreli kazanca göre hareket edecektir. Yani “kim daha çok kazanacak”ın hesabını yapar. Bu yaklaşım da işbirliğinin çok zor olduğunu ortaya koyar. Üçüncüsü ise, devletlerin “tek birim” haline dönüşme eğiliminde olmasıdır. Burada devletlerin fonksiyonel olarak ve self-regarding/self-help ilkesi gereğince benzeşeceği varsayılmaktadır. Tabii bunu sistem yapacaktır. Dördüncü tezi ise “iki kutuplu” sistemin çok kutuplu sistemlere göre daha istikrarlı olacağıdır.358

Weber, anarşiyi bir mit olarak tanımlamakta ve Waltz’a atfen üç unsurunu saymaktadır. 1- Uluslararası politikada egemen devletler vardır ve bunların egemenliği bir yüksek otorite tarafından sınırlandırılmamıştır. Burada egemenliğin derecesi farklı olabilir ancak uluslararası alanda devletlerin en hayati özellikleridir. 2- Uluslararası politik hayatta bir dünya hükümeti yoktur. Devletler egemenliklerini kontrol edecek bir gücü kendilerinden daha güçlü bir “güce” vermezler. NATO, BM gibi örgütler vardır, ancak bunlardan devletlerin istediği zaman ayrılmasına bir engel yoktur. 3- Bir uluslararası düzenleyici yoktur. Düzen/hiyerarşi, politik teoride “anarşi” karşıtı olarak kullanılırken uluslararası anarşi ise bir düzenleyicinin olmaması anlamında kullanılır.359

Anarşi konusu, “savaşlar niçin çıkar” sorusuna da cevap vermektedir. Bu konuda realizm ve Neorealizmin benzerlikleri ve farkları konusunda da görüldüğü gibi devletlerin anarşik ortamda hayatta kalma çabası, ortak görüştür. Realizm ve Neorealizm arasında, “savaşlar niçin çıkar” sorusuna cevap verme konusunda ise, farklılık vardır. Realistlere göre devletler, savaşa gider çünkü kötü organizasyona sahiptir. Onlar için anarşi, sadece etrafın egemen devletlerle çevrilmiş olmasıdır.

357

Nicholas Onuf, Frank F. Klink, “Anarchy, Authority, Rule”, International Studies Quarterly, Vol. 33, No.2, 1989, s.165.

358

Wendt, Social Theory of International Politics, s.102–103.

359

Duncan S. A. Bell, “Anarchy, Power and Death: Contemporary Political Realism as Ideology”,

Journal of Political Ideologies, Vol. 7, No. 2, 2002, s.228; Weber, International Relation Theory: A Critical Introduction, s.14.

Neorealizm’e göre ise, uluslararası anarşik ortam savaşa davetiye çıkarır. Onlara göre, anarşi uluslararası alanda egemen devletlerarasındaki ilişki olarak tanımlanır. Waltz’a göre, savaşlar çıkar çünkü onu önleyecek bir uluslararası otorite yoktur. Ve devletler en kötü duruma hazırlıklı olmak zorundadır.360

Neorealizm’in eleştiri aldığı konulardan birisi de sistemin değişimi konusunda karşımıza çıkar.361 Neorealizm, devamlılıklar üzerine vurgu yapsa da değişimin varlığını inkâr etmez. Uluslararası sistemde değişmeler olur, çünkü askeri güçlerde kaymalar olur ancak, “düzenleyici ilkede” bir değişim olmaz. Anarşi, bir gün belki hiyerarşiye dönüşebilir ancak ekonomik ve politik değişmelerin anarşiyi değiştirebileceğini düşünmenin bir mantığı yoktur. Aynı şekilde, güç dengesinde değişmeler/kaymalar olmaya devam edecektir. Ancak, askeri güçlerin biçimlerinin ve yoğunluklarının değişmesi uluslararası ilişkilerin temel yapısını (anarşiyi) değiştirmez. Bu, tabii ki Neorealizm için güç dengelerindeki değişmeler/yeniden oluşmalar önemsiz demek de değildir. Değişim devletlerin askeri kapasiteleri ve güç dağılımında olan değişikliklerdir ve sistemin özünde yani anarşik yapısında bir değişiklik olmamaktadır.362

Gilpin ise, değişimi yapısalcı ve tarihsici bir sentezle daha çok da çatışmacı bir yöntemle olacağı savıyla ele almıştır. Ona göre, uluslararası sistem ve toplumsal yapının oluşumunda amaçlar aynı kalmıştır. Her yeni sistemin yapısı oluşurken güçlü aktörlerin çıkarlarını gerçekleştirmektedir. Zamanla aktörlerin güç dengelerinde kaymalar olabilmekte ve dolayısıyla çıkarlarında da değişmeler olmaktadır. Sistemin değişimi, yeni güçlerin sistemi kendi çıkarlarına uygun değişimi için çalışmalarıdır. Eğer hiçbir devlet değişimden çıkarı olacağını düşünmüyorsa sistem istikrarlı olacaktır. Sistemin değişiminden çıkarı olacak olanın, buna karşılık katlanacağı zararın oranı da istikrarı etkileyecektir. Yine bazı devletler potansiyellerini gerçekleştirmek ister bu da istikrarı etkiler. Değişim fayda/maliyet dengesine

360

Stephen G. Brooks, “Dueling Realisms”, International Organization, Vol. 51, No. 3, 1997, s.448.

361

Jennifer Sterling-Folker, “Realism and the Constructivist Challenge: Rejecting, Ceconstructing, or Rereading”, International Studies Review, Vol. 4, No. 1, 2002, s.73–97.

362

Kenneth N. Waltz, “The Emerging Structure of International Politics”, International Security, Vol. 18, No. 2, 1993, s. 59–63; Linklater, “Neo-Realism in Theory and Practice”, s.245.

ulaşılınca duracaktır. İstikrar sorunu çözülemezse, sistem çöker ve yerine kurulan yeni sistemde istikrar aranır/oluşur.363

Özetle anlatıldığı üzere Neorealizm için temel ve en önemli unsur sistem ve sistemin yapısıdır. Devlet merkezci ve devleti temel aktör olarak gören bir teorik yaklaşım olmasına rağmen Neorealizm, devletin sistemi değiştirme ve etkileme kapasitesinin olmadığını ileri sürmektedir. Devlet yerel politika ve toplum üzerinde tam otonomi sahibi olarak görülürken, uluslararası alan veya politikayı belirleme/şekillendirme konusunda bir otonomisi yoktur. Zira sistemin anarşik yapısı, devleti belli kalıplarda hareket etmeye --güvenlik ikilemi, self-help prensibi, güç dengesi gibi-- zorlamaktadır. Kısaca bu da, her ne kadar Neorealizm için sistemin yapısı devletlerin faaliyetleri sonucunda oluşmuş olsa da tarih dışı olmasından dolayı, devletin uluslararası alanda bir otonomisi olmadığı anlamına gelmektedir.

3.3.2. (Neo)Marksizm

Uluslararası ilişkiler alanında, Marx’ın düşüncelerine başvurularak geliştirilen ilk sistematik girişimler, Dünya Sistemi yaklaşımının temelini oluşturmaktadır. Bu anlamda Marks’tan etkilenerek geliştirilen ilk çalışmalar, 20. yüzyılın başlarında Hobson, Luxemburg, Burkharin, Hillferding ve Lenin gibi düşünürlerin geliştirdikleri ‘Emperyalizm’ kavramı veya teorisi olarak kabul edilmektedir. Şüphesiz, bu alanda ortaya çıkarılan en popüler ve en etkili çalışma 1917’de yayınlanan Lenin’in “Emperyalizm, Kapitalizmin Son Aşaması” çalışmasıdır. Lenin, Marx’ın temel düşüncelerinden etkilenmiştir. Bunlar içinden özellikle Marx’ın sınıf çatışmalarının tarihi belirlemekte ve anlamakta etkili olduğu düşüncesini analizlerinde kullanmıştır.364 İmparator/emperyalizm kavramı Marksist düşüncede tarih-dışı, metafiziksel ve felsefi bir anlamda kullanılır ve kapitalizmin doğal/zorunlu bir sonucu olarak kabul edilir. Emperyalizm kapitalizmden türer ve pazar ekonomisi

363

Arıboğan, op. cit., s.34.

364

Stephen Hobden, Richard Wyn Jones, “Marxist Theories of International Relations”, John Baylis, Steve Smith (der.), The Globalization of World Politics, Oxford: Oxford University Press, 2005, s.231.

gelişmek için bu yönteme başvurur. Emperyalizmin bu anlamdaki kullanımı Marksizm’in geçmiş anlayışından farklıdır.365

Uluslararası İlişkilerde Marksizm, 1970’lerde temel analiz araçlarından biri olarak kendini göstermiştir. 1980 başlarından itibaren eleştirel teorilerin de çıkış noktasını oluşturmuştur.366 Diğer taraftan soğuk savaşın sonu ile Neoliberalizm, tarihin sonunu (ideolojilerin sonunu) ilan etti ve bu dönemde Marksizm’e olan ilginin azaldığını görmekteyiz. Ancak 11 Eylül olayları, yeniden emperyalizm üzerine ve dolayısı ile Marksizm üzerine çalışmaların artmasına neden oldu.367

Realizmin temel sorunsalı, anarşik bir dünyada istikrarı nasıl devam ettirebiliriz iken; liberalizm ve türevleri askeri, siyasi, sosyal ve ekonomik anlamda karşılıklı bağımlılığın arttığı bir dünyada barışçıl değişim ve gelişmeleri nasıl sağlarız çerçevesinde dönmektedir. Marksist teoriler ise, temel olarak üçüncü dünya ülkelerinin (Latin Amerika, Asya ve Afrika’daki) neden gelişmelerini tamamlayamadığı çerçevesinden kendini tanımlamaktadır. Bunun için de, çıkış noktası olarak bazı markistler küresel kapitalist sisteme, bazıları ise bağımlılığa vurgu yapmaktadır. Marksistler gücü, sınıf gücü bağlamında değerlendirmekte; devletlerarası ilişkileri de aslında kapitalist sınıflar arası ilişkiler olarak ele almakta ve bunu uluslararası ilişkilere uyarlamaktadır.368 Marksist Uluslararası İlişkiler, mesela kızıl haç gibi insani kuruluşların bile belli merkezlerin amaçlarını gerçekleştirmek için faaliyet göstermekte olduğunu iddia edebilmektedir.369

Marksist Uluslararası İlişkiler’in dört ortak/genel varsayımının varlığından söz edebiliriz. Öncelikle devletler ve diğer aktörlerin interaktif bir ilişki içinde olduğunu kabul ederler. Bu ilişkinin anlaşılabilmesi için de sistemik bir analizin olması gereğini savunurlar; yani Marksist Uluslararası İlişkiler yapısalcı/sistemci bir

365

Danilo Zolo, “Contemporary Uses of the Notion of 'Empire'”, The Monist, Vol. 90, No. 1, 2007, s.52.

366

Cox ve Ashley Gramsci ve Wallerstein’in görüşlerinden etkilenerek 1980’lerde eleştirel teoriyi tecessüm ettirmeye başladı. Bkz: Craig N. Murphy, “The Promise of Critical IR, Partially Kept”,

Review of International Studies, Vol. 33, No. 1, 2007, s.122.

367

Jeffery R Webber, “Marxism and Development Theory: Recent Scholarship on the Third World”,

Rethinking Marxism, Vol. 20, No. 1, 2008, s.165.

368

Spyros Sakellaropoulos, Panagiotis Sotiris, “American Foreign Policy as Modern Imperialism: From Armed Humanitarianism to Preemptive War”, Science & Society, Vol. 72, No. 2, 2008, s.210- 211.

369

Simona Varga, “Non-Governmental Organızatıons as Actors of International Relations Case Study: the International Committee of the Red Cross” Studia Universitatis Babes-Bolyai - Studia Europaea, Vol. LIII, No. 2, 2008, s.116.

teori olarak birim düzeyli analize sıcak bakmaz. İkinci olarak uluslararası sistemin anlaşılmasında “tarihsel analizin” önemine dikkat çekerler. Sistemin şu anki yapısını anlamak için tarihi gelişimine bakmak gerekir ki, bu da Marksizm’de genellikle

kapitalizmin370 gelişimi olarak telakki edilir. Yine dünya belli bir sınıfsal kategoriye ayrılarak bir tarihsel analiz yapılması söz konusudur: Soğuk Savaş döneminde Doğu- Batı ayrımı söz konusuyken bu gün için kapitalist gelişmiş devletlerin rekabet ettiği bir Kuzey-Güney ayrımı vardır. Üçüncüsü, üçüncü dünya devletlerinin gelişmemişliğinin sürekliliğine ve bunun sağlanması için gelişmiş kapitalist devletlerin sürdürdükleri kısmi hâkimiyet mekanizmalarının varlığına vurgu yapmaktadırlar. Bu mekanizmalar kuzeydeki gelişmiş kapitalist devletlerin ve güneydeki zayıf devletlerin aralarında kurmuş oldukları bağımlı ilişkilerdir. Son

olarak, sayılan bu ilklerde temele alınacak olan şeyin ekonomik faktörler olduğuna

inanırlar; dünya kapitalist sistemin ve üçüncü dünya devletlerinin ikincil konumunun açıklanması/anlaşılması için ekonomik faktörlerden yararlanılır.371 Marksizm’den etkilenerek ortaya çıkan Eleştirel Teori, ekonominin sosyal ve politik hayatın birincil belirleyici unsur olduğu fikrinden hareketle bir ekonomik determinist anlayışa varılmasına da karşı çıkmaktadır.372

Marksist yaklaşım, high politics-low politics ayrımına karşı çıkar ve politik ekonomi temelli bir yaklaşım geliştirir. Askeri ve ekonomik konuların ayrık otonom konular olduğuna inanmaz; politikanın ekonomiye bağlı olduğunu kabul eder. Devletlerin bilardo topu olduğuna da inanmaz ve olaylar, süreçler, kurumlar ve aktörlerin devletin hem içinde hem de devletler arasında bir harmoni olduğunu ve analizlere dâhil edilmesi gereğini kabul eder. Tabi burada, sistemin önemi ve belirleyiciliği daha büyüktür. Ekonomik ve refah konularının Ulus-aşan (Transnational) bir hüviyete sahip olduğunu kabul eder. Ancak, Marksist Uluslararası İlişkilerin ideolojik ve politik ilişkileri de açıklama gayretinde olan normatif bir bakış açısına sahip olduğunu söyleyebiliriz.373 Uluslararası ilişkiler, şayet devletlerarası

370

Kapitalizm Adam Smith, Werner Sombart ve Karl Marx orijinli olarak üç farklı anlamda kullanılmıştır. Marks’ın kullanımında bir üretim yöntemi çeşidi olarak tanımlanmaktadır. Bakınız: Immanuel Wallerstein, “From Feudalism to Capitalism: Transition or Transitions?”, Social Forces, Vol. 55, No. 2, 1976, s.273–283.

371

Viotti, Kauppi, International Relations Theory: Realism, Pluralism, Globalism, s. 449-450.

372

Mark Pupert, “Marxism and Critical Theory”, Dunne at al., op cit., s.156.

373

ilişkiler bütün tarafların katıldığı bir pazarlık ve uzlaşma sürecinden geçerse sıfır

toplamlı değil pozitif toplamlı bir oyun olarak kabul edilir. Az gelişmiş ülkeler

(LDC) konusunda da tamamen olumsuz görüşlere sahip değildirler; barışçıl çözümlerin bulunabileceğini kabul ederler. Mevcut hiyerarşik yapıda (Marksistlerin ilk katkısının Emperyalizm üzerine olduğunu da akıldan çıkarmamak gerek) bir değişiklik yapılmalıdır; bir taraf, bunun barışçı bir şekilde reformlarla; diğer taraf ise, devrim yoluyla olabileceğini kabul eder.374

Marksist/yapısalcı teorilerde devlet, temel kavramlardan birisidir; ancak, realist ya da liberal teorilerdeki anlamından farklı bir anlama sahiptir. Marksistler, devletin uluslararası ilişkilerdeki önemi ile ilgili olarak önceliği sosyal sınıflara vermekte ve devleti, ulus-aşan elitler arasındaki ittifakı sürdüren bir aktör olarak görmektedir. Fakat bu şekilde, sınıf merkezli bir analizde devletlerarasında politik farklılıklar görmek anlamsız olmakta ve devlet sınıfsal eşitsizliklerin devamı rolüne indirgenmektedir. Realizmin devleti uluslararası ilişkilerde ‘ulusunun’ çıkarını koruyan egemen bir güç olarak görmesine karşılık, Marksizm devleti dominant sınıfın çıkarını temsil eden bir araç olarak görür. Ancak marsksizm içinde tam bir uzlaşı olduğunu da söyleyemeyiz. Çünkü devleti, dominant sınıfın emrinde bir unsur

Benzer Belgeler