• Sonuç bulunamadı

3.3. ULUSLARARASI YAPI/TOPLUMU ETKİN GÖREN YAKLAŞIMLAR

3.3.2.1. Bağımlılık Yaklaşımı ve Devlet

Bağımlılık kavramı kısaca, içinde ilişkileri kontrol eden asimetrik bir yapıya refere eder. Devletler (diğer devletleri), çokuluslu girişimler (diğer ekonomik unsurları) veya anne-baba (çocukları) gibi unsurların kontrol ettiği diğerlerinin davranışlarını değiştirdiği, sürdürdüğü bir durumu anlatır.376 Bağımlılık taraftarı yazarlar, farklı sosyal bilim kökenlerinden gelen Latin Amerika’nın yanı sıra ABD ve Avrupalı akademisyenlerden oluşur. Tartışma ilk olarak, 1960’larla ECLA (Latin Amerika Ekonomi Komisyonu) ve UNCTAD (BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı) çatısı altında başlamıştır. Bağımlılık teorisyenleri, Latin Amerika ve diğer üçüncü dünya ülkelerinin neden beklenen gelişmeyi sağlayamadıklarını açıklamak için çaba göstermişlerdir. ABD veya Kuzey Amerika gibi diğer gelişmiş kapitalist devletlerin önerdikleri reçeteler, neden bu ülkelerin ekonomik ve başka kalkınma sorunlarına çözüm sunamamaktadır? ve neden gelişmiş ülkelerin başarısı tekrar edilememektedir? sorusunun cevabını bulmaya çalışmışlardır.

Bağımlılık yaklaşımı mevzuunda hiç kuşkusuz, modernleşmecilerle yaptıkları tartışmalar da ele alınmalıdır. Modernleşmeciler, yukarıdaki sorulara ve başka bağımlılık sorularına cevap vermektedirler. Onlara göre, gelişmemiş ülkelerin

gelenekten (geleneksel toplumdan) moderne (modern topluma) geçiş konusunda

sıkıntıları vardır. Geri kalmışlığın temel nedeni, gelişmiş dünyanın XIX. yüzyılda yaptığı, geleneği bırakıp, modern topluma geçme sürecini yaşamamış olmalarıdır. Yani geleneksel toplumların kültürel kodları da kalkınmanın önünde bir engel olarak görülebilmektedir.377 Modernist yazarlar, Avrupalı gelişmiş devletlerin XVI. yüzyıldan beri bir süreç yaşadıklarını ve kalkınmanın doğrusal bir süreç olduğunu söylemekteler. Kalkınmamış devletler de, aynı süreçleri ve yolları takip ederek gelişmelerini tamamlarlar görüşünü savunmaktadır. Burada modernist yazarlar devlet bazlı bir yaklaşım benimsemektedirler ve devleti kendi iç toplumsal yapıları ile değerlendirerek devletin çevresini ve dünyaya hâkim olan kapitalist sistemi

376

Patrick J. McGowan, Dale L. Smith, “Economic Dependency in Black Africa: An Analysis of Competing Theories”, International Organization, Vol. 32, No. 1, 1978, s.180.

377

Esasında bu görüş Max Weber’in Protestan ahlakı övdüğü çalışmasından beri vardır. Bakınız: Max Weber, Talcott Parsons(İngilizceye çeviren), The Protestant Ethic and the Spirit of Capitalism, New york: Courier Dover Publications, 2003, s.47 vd.

görmezden gelmektedir.378 Gelişmenin ilkelerini Dos Santos, ileri bir toplumda iyi tanımlanmış genel hedeflerle sağlanabileceği; gelişmemiş devletlerin de sosyal, politik, kültürel ve kurumsal bir dönüşüme ihtiyacı vardır; ekonomik, politik ve psikolojik süreçler ulusal kaynakların rasyonel şekilde harekete geçirilmesi ile; sosyal ve politik güçlerin ideolojik anlamda da desteklenerek çeşitli ulusların kalkınmayı bir görev olarak belirlemesi için koordine edilmesi, şeklinde sıralamıştır.379

Raul Prebish ve diğer bağımlılık yazarları, modernist yazarlara şiddetli eleştiriler yöneltmişlerdir. Onlara göre oluşturulmak istenen kapitalist hâkimiyetin bu gelişmemiş veya bağımlı devletlere dayatılmasından başka bir şey değildir. Kapitalist sistem içinde azgelişmiş devletlerin endüstrileşmiş devletlerle ilişkilerin bazı avantajlara sahip olsa da, daha dezavantajlı olduğu bir çıkar ilişkisi vardır. Modernleşmecilere karşı en önemli eleştirilerden birisi de, gelişmiş devletlerin tarihin hiçbir döneminde bu günkü gelişmemiş devletlerin konumunda bulunmadığı şeklindedir. Bağımlılık açıklanırken genellikle Marksist ve Leninist terminolojiden yararlanılır.380

Dünya, refah düzeyi, yaşam standartları... bakımından birbirine eşit olamayan devletlerden oluşur. Bağımlılık yaklaşımı, bu eşitsizliği sınıfsal bir analizle ele alır.

Merkez ve çevre olarak sınıflandırılan dünyada Marks’ın alt-yapı ve üst-yapı

şeklinde yaptığı tanımlamasında olduğu gibi dünya sınıflara ayrılır.381 Kapitalist dünya ekonomisinin bütün uluslararası sistemi kapsadığı dünyamızda ‘çevreler’ ve ‘merkezler’ bir sömürü zinciri ile birbirine bağlıdırlar. Bu ilişkiler içinde çevre ülkelerin gelişmeleri için gerekli olan kaynaklar, merkez ülkeleri tarafından sömürülmektedir. Bu ülkelerde, bağımlılıktan kurtulabilmek ve gelişme sağlanabilmesi için, devrim yoluyla bağımlılığın kırılması ve merkez ile olan ilişkilerin minimize edilmesi gerekmektedir. Çünkü gelişmiş ülkeler, hiçbir zaman

378

Viotti, Kauppi, International Relations Theory: Realism, Pluralism, Globalism, s. 456.

379

Francis G. Snyder, “Law and Development in the Light of Dependency Theory”, Law & Society

Review, Vol. 14, No. 3, 1980, s.726

380

Viotti, Kauppi, International Relations Theory: Realism, Pluralism, Globalism, s. 457.

381

Kenneth W. Grundy, “Intermediary Power and Global Dependency: The Case of South Africa”,

azgelişmiş ülke olmamışlardır.382 Merkez ve çevre arasındaki ilişkiler ise, emperyalist bir ilişki olarak değerlendirilebilir.383 Bu ilişkide sadece ekonomik çatışmalar değil merkez ve çevre arasında uyumlu ve uyumlaştırılmamış çıkarların çatışması da bir emperyalizm olarak karşımıza çıkar. Sosyal farklılıklar çatışma riskini artırırken farklılıkların azlığı bu riski azaltmaktadır. Kısaca emperyalizm yapısal bir ilişkidir.384 16. yüzyılda şimdiki çevre olan ülkeler tekstil satıyorsa bu günde bu ürünü satmakta ancak merkez ülkeleri artık elektronik ekipmanların ticaretini yapmaktadır.385

Merkezdeki devletlerin işçi, hammadde gibi ihtiyaçları çok ucuza çevreyi oluşturan devletlerden temin edilir. Bu ilişkide, devlet dışı aktörler de devreye girer ve bunların en önemlileri uluslararası burjuvazi için çalışan çok uluslu şirketler, uluslararası bankalar gibi kuruluşlar olarak karşımıza çıkar. Yine, yerel burjuvazi de uluslararası burjuvazi ile çıkar ilişkisinden dolayı çevreyi oluşturan devletlerin bağımlılığında rol oynarlar.386 Bu içyapıdaki Comprador sınıf (ulusal burjuva) da esasında dış faktörlerin etkisi ile etkinlik kurarlar. Kısaca, bağımlılık oluşurken uluslararası burjuva sınıfları ile ulusal burjuvanın çıkarları uyuşmaktadır.387 Hali hazırda var olan karşılıklı bağımlılık ise asimetrik bir durumu yansıtmaktadır. Bu durum özellikle finansal ilişkilerde kendini göstermektedir ve çevreyi oluşturan devletler en çok da bu bakımdan bağımlıdır.388

Bağımlılık yaklaşımı, geleneksel devlet merkezli teorileri dört başlık altında eleştirmektedir. İlk olarak, ulus devlet merkezli sistem yerini küresel etkiye açık bir sisteme bırakmaktadır. Bu yeni küresel sistem yerel güç ve iktidar; yapıyı, sosyo- ekonomik sınıfları ve bu sınıflar içindeki ve birbirleri arasındaki normları da

382

Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, İstanbul: Filiz Kitabevi, 2000, s.52.

383

Elisabeth L. Gidengil, “Centres and Peripheries: An Empirical Test of Galtung's Theory of Imperialism”, Journal of Peace Research, Vol. 15, No. 1, 1978, s. 51–66.

384

Johan Galtung, “A Structural Theory of Imperialism”, Journal of Peace Research, Vol.8, No. 2, 1971, s. 81–117.

385

Immanuel Wallerstein, “Dependence in an Interdependent World: The Limited Possibilities of Transformation within the Capitalist World Economy”, African Studies Review, Vol. 17, No. 1, 1974, s.5.

386

Tony Smith, “The Logic of Dependency Theory Revisited”, International Organization, Vol. 35, No. 4, 1981, s.757.

387

Viotti, Kauppi, International Relations Theory: Realism, Pluralism, Globalism, s. 458.

388

Kenneth P. Jameson, “Dollar Bloc Dependency in Latin America: Beyond Bretton Woods”,

belirleyen özelliklere sahiptir. İkinci olarak, ulus-aşan politikalar artık ulus-devlet politikalarının yerini almaktadır. Ulus-devletler hala hayattadır ancak küresel politika dinamikleri artarak bir uluslararası hiyerarşi olarak değerlendirilebilecek bir şekilde merkez ve çevre arasındaki ilişkiyi etkilemektedir. Bu açıdan uluslararası politika ve yerel politika şeklindeki ayrım artık küresel sistemin çıkarları ve amaçları şeklinde yeniden isimlendirilebilir. Üçüncüsü, uluslararası sistem küresel sisteme doğru dramatik bir şekilde teknolojideki kalkınma ve uygulamalar ile birlikte dönüşmektedir. Bu sayede merkez tarafından çevre geleneksel kontrol mekanizması olan zora dayalı olmaktan yapısal bağlama ve manipülasyon mekanizmalarına dönüşmektedir. Son olarak, küresel sistemin etkinliği ile birlikte teknoloji kullanımı ile merkezileşen kontrol sistemi sayesinde, ulus-devlet ve yerel halkın heterojenliği ortadan kalkarak kültürel çoğulculuk tarihte kalmıştır/kalacaktır.389

Benzer Belgeler