• Sonuç bulunamadı

Neolitik Dönem Sonundan Osmanlı Devleti Dönemine Kadar Kentin

4.2 Kentin Gelişim Süreci

4.2.1 Neolitik Dönem Sonundan Osmanlı Devleti Dönemine Kadar Kentin

gelişiminde önemli roller oynamıştır. Bu etmenler, kentte yaşamış olan uygarlıklara göre değişim gösterip zaman içinde şehre farklı özellikler kazandırmıştır. Aşağıda tarihsel gelişim süreci üç safhada incelenmekte, ilk olarak neolitik dönem sonundan Osmanlı Devleti dönemine kadar olan sürece yer verilmektedir

4.2.1 Neolitik Dönem Sonundan Osmanlı Devleti Dönemine Kadar Kentin Tarihsel Gelişimi

Şanlıurfa’nın tarihi günümüzden yaklaşık 11.600 yıl öncesine dayanır. İnsanoğlunun avcı-toplayıcı bir yaşam tarzından yerleşik hayata, çiftçi-üretici düzene geçmek üzere olduğu bu geçiş döneminde neolitik dönem olarak adlandırılan sürecin yaşandığı yer Fırat ile Dicle Nehirleri arasında kalan topraklardır. Bu sahnenin odak noktasında Şanlıurfa’nın 18 km kuzeydoğusunda olan “Göbeklitepe” yer almaktadır (Şekil 4.7).

Şekil 4.7 Göbeklitepe Kazı Alanı (Evrim Töre Arşivi)

Mevkii olarak seçilen ve kireçtaşından anıtsal eserlerin yaratıldığı büyük bir buluşma merkezi olan Göbeklitepe, günlük yaşama yönelik mekânlarla değil, törensel amaçlı inşa edilmiş, özel yapılarla kaplıdır (Özbek, 2013). Neolitik Dönemin ardından

66

burada yeni bir şehirleşme formu ortaya çıkmıştır. İlk şehirlerin Mezopotamya’nın “Verimli Hilal” bölgesinde ortaya çıktığını savunan görüşlere göre şehirleşme hareketleri buradan Nil, İndus ve Hwanh-Ho Vadileri’ne yayılmıştır.

M.Ö. 3000 yılından itibaren bölgede krallıklar kurulmaya başlanmıştır. Bu dönemde Harran’da önemli bir yerleşme olduğu bilinmektedir. M.Ö. 2000 yılında Hurrilerin buralara egemen olmalarıyla birlikte Şanlıurfa ve çevresindeki birçok yerleşim yerinin ortadan kalktığı bilinmektedir. M.Ö. 14. yüzyıl sonlarında Mitanni Krallığı döneminde, Şanlıurfa’nın önemli bir kültür ve ticaret merkezi olması ise Şanlıurfa’nın 13. yüzyılda da var olduğunu göstermektedir. Kargamış hariç tamamen Hititler’in, M.Ö. 1275 yılından sonra da Asur Krallığı hâkimiyetine girmiş, M.Ö.1000. yılından itibaren başlayan Arami göçleriyle birlikte kurulan Arami Devletleri’nden Bit-Adini sınırları içinde yer almıştır. M.Ö.743 yılında Şanlıurfa bölgesi, yeniden Asur Krallığı’nın, daha sonra Asur Krallığı’nın yıkılmasıyla birlikte kısa bir süre için Medler’in hâkimiyetine geçmiştir. M.Ö. 540 yılından itibaren Pers egemenliğine giren Urfa ve Harran, M.Ö. 332 yılında Büyük İskender’in büyük doğu seferi ile Makedonyalılar tarafından alınmıştır (Güler 2002:4-10).

Şanlıurfa’nın şehir olarak tarihte geçmesi İskender’in Kuzey Mezopotamya seferi sırasında başlamıştır (Ross, 2001: 5). Bazı görüşlere göre Edessa’nın şehir olarak kurulması ise 303 yada 302 yıllarında olmuştur (Drijvers, 1980: 9).

Tunç çağında Doğu Anadolu Bölgesi ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri ile Orta Mezopotamya’da bulunan şehirler arasında ticari ilişkiler hakimdir. Bunun anlamı şehrin Selevkoslar Döneminden önce gelişmiş bir yol şebekesinin olmasıdır. Bu da bu bölgenin stratejik öneminin yüksek olduğunun kanıtıdır.

Bu dönemde şehrin etrafına kalın surlar örülerek şehrin güvenli olması sağlanmıştır. Segal, bir Süryani tarihçisi tarafından “şehrin etrafına dört burçlu güçlü ve yüksek bir sur ve şehrin dört köşesine muhteşem ve tahkim edilmiş iç kale” (Segal, 2002: 20- 36) olarak tasvir edilmektedir. Edessa’nın şehirleşmesinin dönüm noktası olarak surların inşa edilmesi belirtilmektedir (Ross, 2001: 19). Günümüzde tarihi şehir surlarının kalıntılarına rastlamak mümkündür.

67

Edessa M.Ö. II. YY ile MS VII. YY yılları arasında daha çok önem kazanan bir şehir olmuştur. Edessa ve çevresinin Kuzey Mezopotamya Bölgesi içerisinde oluşu buranın sürekli hâkimiyet mücadelesi sürülen bir yer haline dönüşmesini sağlamıştır. IV. yüzyılın başlarında Hristiyanlığın şehre hakim olması Edessa’ya dini açıdan büyük bir önem kazandırmıştır. Edessa aynı zamanda resmi dini Hristiyanlık olarak kabul eden Osrhoene Krallığı ile büyük bir üne kavuşmuştur (Segal, 2002: 123-165). Edessa şehri, önceden krallıkların sonra da Roma eyaletinin başkenti olması sebebiyle büyük önem kazanmıştır. Böylece şehre birçok kültürel ve sosyal yapılar inşa edilmiştir (Ross, 2001: 110-111). Bugün mevcut olan iç kaleye M.S. 205-208 döneminde saray yaptırılmıştır (Segal, 2002: 49, 58-59). Şehirde bulunan diğer bir saray ise bugünkü Haşimiye Meydanı civarında bulunan “Belediye Sarayı”dır. Şehrin diğer önemli yapılarından biri hamamlar olup bugünkü Balıklıgöl’ün kuzeyinde yer almaktadır (Segal, 2002.: 65-217).

Bir başka kaynağa göre surların dışında arena ve tiyatro mevcuttur (Ross, 2001: 109; Segal, 2002: 50-217). Şehir, Hristiyanlığın önemli bir merkezi olmasından dolayı birçok kilise inşa edilmiştir. Şehir surlarının içinde bulunan kiliselerin yanısıra şehir surlarının dışında da birçok kilise ve manastır mevcuttur (Duval, 1975: 17). Bu dönemde Eyyub kuyusunun şifalı olduğu bilinmektedir ve bu nedenle bugünkü “Harran Kapı” yakınlarında bir cüzzam hastahanesi inşa edilmiştir (Segal, 2002: 112- 113). V. yüzyılda şehirde yönetici ve personeli kadın olan hastahane bulunduğu bilinmektedir. Ayrıca şehirde çocuk bakım evi ve hapishane yapıları olduğu bilinmektedir (Hayes, 2002: 190-233). Etrafı surlarla çevrili olan Edessa’nın başlıca dört kapısı mevcuttur (Duval, 1975: 14). Kentin şehir surları dış ve ana surlardan oluşmaktadır (Segal, 2002: 241-244). Özetle şehir surlardan başlayarak gelişim göstermiş, daha sonra yayılarak genişlemiştir. Edessa şehri stratejik konumundan dolayı önemli bir ticaret merkezi konumuna gelmiştir. Edessa’nın yakınındaki ticari merkezlerle çok yakın olması buranın sık din değiştirmesine vesile olmuştur. Edessa’nın önemli ticaret merkezlerinden birinin Karakoyun Deresi’nin eski yatağında konumlandığı bilinmektedir (Segal, 2002: 53-109).

68

Edessa’nın bu dönemdeki diğer bir önemli özelliği de inanç turizmi açısından önemli bir merkez olmasıdır. Kral Abgar’ın Hz. İsa’yı Edessa’ya davet etmesi ve bunun üzerine Hz. İsa’nın gelemeyeceğini belirterek şehre bir havarisini ve yüzüne sürdüğü ve yüzünün şeklinin belirdiği kabul edilen bir mendili (mandylon) ve bir de mektup göndermesi, Edessa’nın Hristiyan dünyasındaki önemini büyük oranda arttırmış ve şehre kutsallık izafe edilmiştir. Bahsedilen bu mektup ve mendil Hristiyanlar tarafından kutsal emanetler olarak kabul edilmiştir. Ayrıca şehrin hemen yakınındaki mezarlarda ve 4. yüzyılın ortasından itibaren de şehirde bulunan kilise mezarlıklarına gömmüş oldukları şehitler ve azizlerden dolayı, şehir Hristiyan dünyasından önemli miktarda ziyaretçi almıştır. Bu durum Edessa’nın inanç turizmi bakımından önemli bir merkez haline gelmesine neden olmuştur. Sahip olduğu bu özellikler nedeniyle Edessa “Müminler Şehri” olarak da ün yapmıştır. Hristiyan dünyasında Edessa önemli bir hac merkezi haline gelmiştir (Segal, 2002: 227-231).

Soylu kesim içinde ticaretle uğraşanların önemli bir yer tutması, şehirde ticarete büyük önem verildiğini ve ticaretten önemli oranda gelir sağlandığını göstermektedir. Bu nedenle Edessa Şehri, bu statüsünden ekonomik olarak büyük ölçüde yararlanmıştır. Şehrin en önemli ticaret alanlarının o zaman için Dayşan olarak adlandırılan Karakoyun Deresi’nin (eski yatağı) etrafında bulunduğu görülmektedir. Burası aynı zamanda çeşitli mesleklere ait zanaatkârların da işyerlerinin bulunduğu bir alandır. Ayrıca şehirde yaşayan kadınların bir kısmı ücret karşılığı bir takım el sanatlarına dayanan işler yapmaktaydılar. Kıl ve yün eğirmek, desen yapımı ve öğreticiliği kadınlar arasında ücretle yapılan işler arasında önemli yer tutmaktaydı (Segal, 2002 53-204).

Edessa’nın 639 yılında Arapların hâkimiyetine girmesiyle Grek kültürü son bulmuş, İslam kültürü başlamıştır (İbnü’l-Esir, 1991: 487; Hayes, 2002: 303; Segal, 2002: 252). İslam Dönemi’nde Edessa’yı “El–Ruha” ismiyle çağırmışlardır. Şehir İslam Devleti’nden önce Hristiyanlık için büyük bir öneme sahip olmuştur. Fakat İslam Devleti’nin hakimiyeti ile birlikte şehrin dini ve idari fonksiyonu zayıflamış ve buna bağlı olarak da ekonomik gelişimi duraklamıştır. El-Ruha şehri artık “orta halli bir taşra şehri” olarak adlandırılmaktadır (Demirkent, 2001: 47). Bu durum şehrin

69

stratejik önemini kayda değer ölçüde azaltmıştır (Güler, 2002: 16; Demirkent, 2001: 52; Segal, 2002: 279-280; Abû’l-Farac, 1999: 279; Urfalı Mateos, 2000: 53-54). Şehre Müslümanların gelmesiyle birlikte kiliselerin sayısındaki artış durmuş, onun yerine camilerin yapılmasına başlanmıştır. Ancak şehir dört yüzyıl boyunca Müslümanların elinde kalmasına rağmen İslam şehri geleneği ortaya çıkmamış, Müslüman kenti özelliği taşıyamamıştır. Bu dönemde kale ve burçlar şehrin yöneticilerine paylaştırılarak yönetilmiştir. Müslümanların şehrin fiziki dokusunda değişiklik yapmamalarından dolayı eski ticaret merkezleri korunmuştur (Segal, 2002: 254-279).

M.S 750 yılında çıkan Abbasi isyanı ile birlikte El Ruha büyük bir tahribata maruz kalmış ve şehrin etrafında bulunan surlar büyük oranda yıkılmıştır. Yıkılan surlar ancak 814 yılında onarılabilmiştir (Abû’l-Farac, 1999: 212-213).

1031 yılına kadar Müslümanların hakimiyetinde kalan şehir bu tarihten sonra tekrar Bizans hakimiyetine girmiştir. Böylece şehir yaklaşık 56 yıl Bizans hakimiyetinde kalmıştır. Bu dönemde şehir 10 defa kuşatmaya maruz kalıp büyük bir tahribata uğramıştır (Demirkent, 2001: 52-56).

El Ruha İslam Devleti döneminde kaybettiği stratejik önemi III. Bizans döneminde tekrar kazanmıştır. Bölgede yıllardır mücadele veren Arap ve Bizanslıların yanında Türklerin de buraya yönelmesi kentin önemini arttırmıştır (Demirkent, 2001: 54). 1079-1080 yıllarında Mezopotamya’da yaşanan kıtlık binlerce insan Edessa’ya göç etmiştir (Urfalı Mateos, 2000: 156).

1031 yılında başlayan Bizans hakimiyeti Selçuklular’ın buraya girmesiyle birlikte 1087’de son bulmuştur. Bu dönemde şehir surları tamir edilmiş ve surlar üstüne 25 adet kule inşa edilmiştir (Segal, 2002: 286). Selçuklular’ın bölgeye hakimiyeti çok uzun sürmeyip Haçlı Seferler’inden sonra 1098 yılında Haçlı hakimiyeti başlamıştır (Demirkent, 2001:59). 1098 yılından itibaren Suruç ve Samsat’ın da içinde yer aldığı Urfa Haçlı Kontluğu kurulmuştur. Hristiyanların şehirde son hâkimiyetinin sahibi olan Haçlı kontluğu Selçuklular’ın 1144 yılında burayı almaları ile son bulmuştur

70

(Urfalı Mateos, 2000: 296). Şehir 1115 yılında büyük bir depremden zarar görmüş ve şehrin surları üstünde bulunan 13 adet kule yıkılmıştır (Abû’l-Farac, 1999: 354). 1182 yılında Eyyubilerin, 1244-1260 yıllarında ise Moğolların hakimiyetine giren Edessa XV. yüzyılın başlarında Akkoyunlu hakimiyetine geçmiştir (Demirkent, 2001: 63-64). Şehir daha sonra 1503 yılında Safevi Devletine katılmış, Safevi Devleti’nin hakimiyeti 1517 yılında Osmanlılar’ın şehre hakim olmasına kadar sürmüştür (Güler, 2002: 20-21; Demirkent, 2001: 64-66). Camiler arası ortalama mesafeye bağlı kalarak Osmanlı Devleti öncesindeki alanı 1,48 km² olarak belirlendiğinden, şehir Osmanlı Devleti dönemine kadar bu çekirdek dahilinde gelişmiştir (Sönmez ve Akgül, 2013:54).

Benzer Belgeler