• Sonuç bulunamadı

2.4. NEOLİBERAL KALKINMA İKTİSADI

2.4.2. Neoliberal Devlet

Geçmişten günümüze liberal öğretinin temelinde modern devlet yapısının içinde iki devletin birlikte var olacağı düşüncesi yer almaktadır. Birincisi demokrasinin koruyucusu ve temel özgürlüklerin garantörü olan hukuk devleti iken, ikincisi bu özgürlükleri yıkan müdahaleci devlettir. Dolayısıyla ‘‘iyi devlet’’ ile ‘‘kötü devlet’’ yapısını birbirinden ayırt etmek ve birinciyi korumak için ikinciyi sınırlandırmak ya da yok etmek gerekecektir. 18. yüzyıldan bu yana pazarın, ekonomik alanın kendi kendine düzenleme ilkesine göre islediği bir ‘‘doğal düzen’’ var olduğu için devletin müdahalesi gereksiz ve zararlı görülmektedir. Devlet sadece bu düzeni ve düzene temel olan özgürlükleri korumakla yetinmelidir (Rosanvallon, 2004: 54).

Yeni sağ yaklaşımın sorunsallaştırdığı en temel alanlar devlet, devletin konumu ve işlevleri ile kamu hizmeti anlayışı olmuştur. Bu çerçevede yapılan eleştiriler: ekonomiye siyasal amaçlarla müdahale edilmesinin, üretilen malların kalitesini/verimliliğini olumsuz yönde etkilemesi; rekabet ortamının sağlanamaması ve dolayısıyla rekabetin sağlayacağı düşük fiyat, kaliteli ürün ve verimsiz çalışan firmaların pazar dışına çıkarılamaması gibi avantajların gerçekleşmemesi ve son olarak da, kamu harcamalarının fazlalığı noktalarında toplanmaktadır. Sonuç olarak sosyal devlet sorunun kendisi ve kötülüklerin kaynağı olarak gösterilmektedir. Yeni

82

sağ; planlama, müdahale, kontrol ve örgütlülük gibi unsurları içinde barındıran sosyal devleti, bireyin girişim özgürlüğünün, kendiliğindenliğin ve çoğulculuğun bastırıldığı bir totaliter düzen olarak algılanan sosyalizm ile birleştirerek mahkum etmektedir (Çam, 2006: 31).

Neoliberal ekonomik politikalar İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan sosyal refah rejimlerinin krizi söylemi çerçevesinde meşrulaştırılmaktadır. Bu söyleme göre sosyal refah devletleri yüksek bütçe açıkları, kamusal yatırımları, piyasaya müdahaleleri, rekabete kapalı olmaları, özel teşebbüsü engellemeleri, sosyal programları ile yurttaşları çalışmaya değil tembelliğe itmeleri nedeniyle ekonomik büyüme sorunu ile karşılaşmışladır. Neoliberal söyleme göre devlet ticari faaliyet alanından çıkmalı, düzenleme ve güvenliği sağlayacak düzeyde küçülmelidir. Bu politik söylem esas olarak devletin çekildiği alanların özel sektöre devredilmesi, yani özelleştirme anlamına gelmektedir. Neoliberal iddiaya göre devletin ürettiği hizmetler rekabete kapalı, pahalı ve kalitesizdir. O halde bu hizmet alanlarında kaliteyi yükseltmek, fiyatları düşürmek için özel sektörün devreye girmesi ve rekabete açılması gereklidir (Yıldız, 2008: 17).

1980’lerle birlikte yeni sağ hegemonya; neoliberal politikaların temsilcisi uluslararası kuruluşlar ve çok uluslu şirketler aracılığıyla devletin konumu, amaçları ve işlevlerinde önemli dönüşümlere yol açmıştır. Bu dönüşüm sonucunda devletler, önceki dönemin sanayileşme ağırlıklı büyüme amacından uzaklaşmış ve bu amaç için gerekli müdahale araçlarını terk edip küçülmüşlerdir. Küreselleşme sürecine uyum hedefiyle söz konusu devletler ‘‘sermayenin istekleri doğrultusunda’’ ve ‘‘küreselleşmeye destek verecek şekilde’’ yeniden yapılandırılmaktadır (Çam, 2006: 33)

Yeni sağa göre öncelikle yapılması gereken devletin reformdan geçirilmesi gerektiğidir. Bunun ilk adımı, devletin piyasaya/ekonomiye her türlü müdahalesinin engellenmesi; başka bir değişle; devletin minimalize edilmesidir. Diğer bir adımı da kamu hizmeti faaliyetleri açısından devletin kamu işletmeciliği anlayışı etrafında yapılandırılması ve isletilmesi oluşturmaktadır. Yani devletin kamu hizmeti faaliyetlerinde “kamu yararı” ilkesini; etkinlik, verimlik, maliyet vb. ekonomik

83

ilkelerle ikame etmesidir. Bunun yolu da özelleştirme, yerelleştirme, serbestleştirme, piyasalaştırma gibi süreçlerden geçmektedir. Bu çerçevede neoliberal küreselleşmenin hegemonya projesi olan yeni sağın aynı zamanda ‘sosyal devletin tasfiye projesi’ olduğu söylenebilir (Çam, 2006: 32-33).

Neoliberalizmin zaman içinde değişim gösteren yüzü, devletin tam anlamıyla dışlanmaması, sermaye lehine hareket edecek bir standarda kavuşturulması gerekliliği üzerinde durarak, gelişmekte olan ülkelerde Yapısal Uyum Programlarını uygulamaya başlamıştır. Devletin rolü, piyasanın serbest bir şekilde işlemesini sağlayacak ve bunun önündeki emek gücünün siyasallaşmasına son verecek bir sınıra çekilmelidir(Demircan, 2008:20).

Neoliberalizmde özel sektör ekonomik büyümenin motoru haline getirilir, devlet bürokrasisi azaltılır, devlete ait kuruluşlar özelleştirilir, rekabeti artırmak için ekonomide yapısal düzenlemeler yapılır, yargı sisteminde idari yargının alanı daraltılır, kota ve gümrüklerden vazgeçilir vs. Bu noktada önemli bir sorun ortaya çıkmaktadır. Siyasetten arındırılmış bir ekonomik düzen içinde toplumsal ilişkiler nasıl olup da demokratik ve tartışmacı bir zemine oturtulabilecektir. Bu devleti mümkün olduğunca küçültmekle esas amaçlanan şey, bireysel alanı ve özgürlükleri genişletmektir. Ancak bu anlayış, toplumdaki adaletsizliklere, eşitsizliklere ve gayri insani durumlara nasıl çareler üretebilecektir? sorusunun yanıtı belirsizdir. Bu nedenle bazı liberal düşünürler kendi mantıklarına uygun olarak çözümler üretmeye çalışmışlardır. Bir liberal düşünür olan Nozick’te ‘‘görünmeyen el’’ kavramını tüm sorunların anahtarı olarak sunmaktadır (Demiray ve İnaç, 2011: 06).

Friedman’a göre de ‘‘Adam Smith’in görünmeyen eli ile karşıt doğrultuda işleyen bir görünmeyen el vardır… Yalnız genel çıkarı sağlamak için çaba sarfeden bireyler, sağlamak istemedikleri bir özel çıkarı sağlamak doğrultusunda yönlendirilirler’’. Onun anlayışına göre ortak yararı sağlama amacıyla ortaya konulan tüm çabalar gibi, sosyal devlet anlayışı faydadan çok zarar getirmektedir. Sosyal güvenlik sisteminin ve kurumlarının ortaya koyduğu hizmetler, yardımcı oldukları sanılan kitlelere ulaşmamakta ya da gerçek ihtiyacı olanlar yerine daha az ihtiyacı olanlara gitmektedir. Ulusal gelirin yeniden dağıtımını yapanlar hükümetin

84

bürokratlarıdır ve bundan herkesten önce kendileri yararlanmaktadır (Demiray ve İnaç, 2011: 06).

Yeni sağın sosyal devlet anlayışına dair yaptığı eleştirileri şu birkaç noktada özetlemek mümkündür (Güler, 1996: 51):

1. Devletin ekonomik yaşama doğrudan (üretici olarak) ya da dolaylı (piyasaları düzenleyici olarak) müdahalesi kamu tekellerine yol açmakta, bireysel girişim özgürlüğünü sınırlandırmakta ve özel girişimler için haksız rekabet yaratmaktadır.

2. Kamu, niteliği gereği verimsiz ve pahalı çalışmakta ve kaynak israfına yol açmaktadır. Buna göre yeni sağ temel politika araçları olarak piyasanın koşulsuz egemenliği, minimal, gece bekçisi, regüle edici, katalizör gibi adlarla tanımlanan asli fonksiyonlarına çekilmiş bir devlet tanımlamakta ve bunun yöntemini; özelleştirme ve deregülasyon (merkezi gücün yerel birimlere dağıtımı) olarak belirlemektedir.

3. Kamusal hizmetlerini tüketen tarafın vatandaş değil; müşteri olduğu kabul edilmesi gerektiğidir. Bu çerçevede tüm hizmetler fiyatlandırılmalı ve sadece hizmeti satın alma gücünden yoksun yurttaşlar kupon vb. yöntemlerle desteklenmeli, diğer bir deyişle kamu yönetimi isletmeci bir tarzda düzenlenmelidir.

4. Kamunun sosyal harcamalarının haksız gelir transferine yol açtığı iddiasıdır.

Neoliberal devlette, refah devleti modelinde düzenleyicilik işlevi gören devletin yerini piyasa alır. Piyasa sadece ekonomik verimliliği artıracağı için değil, siyasal özgürlüğü sağlayacağı içinde çok önemli bir konumdadır. Toplum kendi haline bırakıldığında, hem ilerleme, hem de özgürlüğü sağlayacak -başta piyasa olmak üzere- çeşitli mekanizmalara sahiptir. Aslında yeni sağa hayat veren vizyon piyasa düzenidir. Bütün yeni sağ kuramcıları, sosyal demokrasinin müdahale ettiği ve sınırlamalar koyduğu ya da piyasaları tamamen kapattığı alanlara ilişkin olarak, piyasa ilkelerini yeniden öne sürmeye ve genişletmeye çalıştılar. Hayek’in piyasa

85

düzeni düşüncesi gelirin piyasa güçlerinin serbest işleyişi yoluyla dağıtıldığı bir ekonomi düşüncesine dayanır. Hükümetin rolü sözleşme ve mülkiyet gibi piyasa düzenini tanımlayan ve piyasa ilişkilerini mümkün kılan bu kuralların pekiştirilmesi ile sınırlıdır. Hükümetler rekabeti sağlamak açısından ve bireysel özgürlüğü korumakta yetkin olmalıdırlar. Ancak bireyler piyasa içinde karar alırken bu kararlara hiçbir şekilde müdahale edilmemelidir (Demiray ve İnaç, 2011: 11).

Devletin yeni rolü, küreselleşme sürecine uygun bir şekilde yeniden düzenlenmiş, devlet, Friedman’ın savunduğu şekliyle ulusal devletler üzerindeki ‘‘hakem rolü’’nü bir kenara bırakılarak, piyasada aktif bir ‘‘oyuncu’’ olarak yer almaya başlamıştır. Ancak devletin örgütlenme biçimi, artık kamu yararına değil, küresel piyasalar lehinedir. Bu dönemde, kalkınma modelleri de devlet destekli özel sektörün eliyle yürütülmüştür (Demircan, 2008: 15).

Neoliberalizm, emek piyasasına müdahale etmede, bilgi akışının iyileştirilmesi ve iş akitlerinin düzenlenmesinde de devlete müdahale alanı sağlamaktadır. Mevcut bilgiyi iyileştirmek ve aksaklıkları gidermekle sınırlı kalmak koşuluyla finansal piyasalarda da gerektiğinde devlet müdahalesine izin verilir. Yani, devlet, piyasanın tek başına sağlayamadığı güven ve istikrar ortamını sağlayarak, piyasanın önünü açma işlevini yerine getirmelidir (Demircan, 2008: 25).

Neoliberalizm, devletin işlevlerini sınırlayarak ve onu yeniden tanımlayarak, gücü topluma bütün olarak geri vereceğini söylüyordu. Gelişen dünya ile bütünleşmenin yanı sıra demokratik katılım yeni bir modernizasyon yolu açacak, hatta yeni düzen sayesinde sağlanan modernizasyon toplumu bütünleştirecek ve yeniden organize edecek, demokratik kurumlar ve bunların uygulamaları güçlenecekti. Fakat öngörüler gerçeklerle uyuşmadı. Sivil toplum oluşumu sürekli krizlerin yıkıcılığı, zayıf biçimde kurumsallaşan siyaset ve parçalanan yurttaşlık bilinci şeklinde ortaya çıktı (Görenel, 2002: 305).

Artık refah devletini yıkarak büyük bir zafere imza atan neoliberalizmin bir hediyesi olan küresel düzende, bütün ülkeler bütünleşen dünya ekonomisinde iyi bir yer kapmak için birbirileriyle kıyasıya yarışmaktadır, çünkü yeni sistem yarışmaya dayanan bir sistemdir. Küreselleşme ile ulusal devlet arasında da bir yarışın ya da

86

çatışmanın olması kaçınılmazdır. Çünkü her ülke dünya ekonomisine entegre olmak için çaba sarfederken devlet politikasını kullanarak avantajlı bir konuma gelmek istemektedir, ancak buna kendisi karar verebilecek durumda ve yetenekte değildir, bu kararı yani küreselleşme süreci içinde kimin nasıl bütünleşeceği ve bütünleşme içindeki konumunun ne olacağı kararını uluslararasılaşmış mali sermaye verecektir. (Şaylan, 2002: 317).

Neoliberalizmde temel tartışma konusu sınırsız bir iktisadi girişim özgürlüğü temelinde devlet müdahalesini reddeden Friedmancı önerilerle, insanın kendine özgü amaçlar peşinde koşan bir varlık olduğu, bu amaçları gerçekleştirdiği ve geliştirdiği ölçüde kendi kişiliğini de geliştirme olanağına sahip bulunduğu, bunun içinde birincil gereklere (Temel hak ve özgürlükler, gelir vs.) sahip kılınması gerektiği düşüncelerinin temellendirdiği bir birey anlayışı etrafında odaklaşmaktadır (Köker, 1987: 83).