• Sonuç bulunamadı

1.2. KALKINMA

1.2.1. Kalkınma Kavramı

Bir bütün olarak iktisadi kalkınmanın yarattığı koşullar ve sonrasında geliştirilen teorilerin kalkınmaya yüklediği anlamlara bakılarak anlaşılabilecek olan

21

bu kavram; oldukça farklı ve geniş anlamlara sahiptir. Kalkınmanın tarihsel sürecine bakıldığında, kavramın, tarihin farklı dönemlerinde farklı anlamlarda kullanılmış olduğu görülmektedir.

Kalkınma kelimesinin İngilizce karşılığı olan ‘‘development’’ sözcüğünün etimolojik analizleri, kelimenin ‘‘develop’’ kökü mahreçli olduğunu göstermektedir. 1592’de İngilizce ‘‘disvelop’’ kelimesinin yerini alan ‘‘develop’’ sözcüğünün eski Fransızca’da ‘‘desveloper [des + veloper (undo + wrap up)]’’ şeklinde kullanıldığına ve ‘‘açmak, açığa çıkarmak’’ anlamına geldiğine rastlanmıştır. Kökeni belirsiz olmakla birlikte Keltçe, Germence veya geç Latince’den türetildiği tahmin edilmektedir. 1656’da ‘‘göz önüne sermek, açılmak (unroll)’’ veya ‘‘yayılmak, gelişmek (unfold)’’ anlamında kullanıldığı belirlenmiştir. Ayrıca; 1836’dan itibaren ‘‘ilerleyen safhalar aracılığıyla gelişme’’, 1885’ten itibaren nitelik itibarıyla ‘‘öngörülemeyen imkanları ortaya çıkarmak’’, 1902’den itibaren de ‘‘ekonomik gelişme durumu’’ anlamlarında kullanıldığı görülmektedir (Doğan, 2011: 46).

Diğer taraftan; ‘‘… kalkınma kavramı, İspanyolca ‘‘des–arrollo’’ veya ‘‘de– envelopment’’ anlamında Portekizce’deki ‘‘des–envolvimento’’ ile daha yakından ilgilidir. De–envelopment, pek çok dilde bağlanmış, sarılmış, örtülmüş, kapatılmış veya kilitlenmiş bir şeyin çözülmesi veya açılması anlamına gelmektedir, yani; hayata veya herhangi bir bireye ya da kolektif harekete mani olan tüm engellerin ortadan kaldırılmasıdır. Bu kalkınma konsepti, kişilerin ve ulusların yaratıcı enerjilerinin önündeki engellerin bertaraf edilmesini, sadece kendi kaderlerini kendilerinin belirleyebilmelerini içermektedir. Bu tür kalkınma, etkisiz bırakan hedeflerin programlanması veya erişilmez ütopyaların biçimlendirilmesi ile vakit kaybetmeyecektir. Bu kalkınma fikri, insanın gücüne ve halkın neye ihtiyaç duyduklarını bilme ve buna erişme yeteneğine, kendi çözümlerini sonuca ulaştırmak için eşit bir fırsattan başka bir şey talep etmeyen insanlara güven duyulmasını kapsamaktadır (Doğan, 2011: 46).

Türkçede kalkınma kavramı ‘‘gelişme’’ kavramının özdeşi olarak kullanılmaktadır. ‘‘Yenileşme’’ hareketinin başlangıcından bu yana, Sened-i İttifak’tan 1982 Anayasası’na kadarki dönemin temel metinlerinde, kalkınma

22

sözcüğü sadece 1961 ve 1982 anayasalarında yer almıştır. Latin kökenli batı dillerinde söz konusu kavram: development, desarollo vb. oldukça eski bir kullanıma sahip olsa da, kavram 15. yüzyılda ortaya çıkmıştır. 17 ve 18. yüzyıllarda yaygın kullanıma ulaşmıştır. Ekonomik içerik kazanması ise daha çok ikinci Dünya Savaşı sonrasına rastlamaktadır (Başkaya, 2000: 19).

Kavramın Türkçedeki kullanımı dünyadaki duruma aşağı yukarı denk düşüyor. Türkiye’de kavramın ekonomik içerikte kullanılmasının oldukça erken başladığı bile söylenebilir. Bunun da anlaşılır bir nedeni vardır. Gerçekten Türkiye, kapsamlı bir kalkınma planı sayılmasa da 1930’lu yıllarda (1933-1937) ilk sanayi planı uygulamış ülkelerden biridir. Türkiye Makaleler Bibliyografyası tarandığında, 1940’lı yılların başından itibaren, yazılan makalelerin başlıklarında bile kalkınma kavramına sıkça rastlamak mümkündür (Başkaya, 2000: 24). Genel bir tanımlamayla kalkınma, bir ulusun arzu edilen şekilde ekonomik gelişme süreci ortaya koyabilmesi amacıyla, ulusal ekonominin bir bütün olarak düzenlenmesidir ( Taban ve Kar, 2004: 29).

Ekonomik büyüme ile bir toplumda; eğitim, sağlık, beslenme hizmetlerinin yaygınlaştırılmasını ve iyileştirilmesini, mevcut üretim faktörlerinin miktarının ve kalitesinin artırılmasını, toplumun temel gereksinimlerini karşılayabilecek düzeye ulaştırılmasını, bölgesel gelişmişlik ayrımlarının giderilmesini, ekonomik kararlarda duygusallığın yerini akılcılığın ön plana çıkartılmasını, sosyo-kültürel dokunun geliştirilmesini ve sektörler arası ilişkinin geliştirilmesi olarak da tanımlanabilir ( Tunç, 1997: 13-14).

Simpson, 2004 yılı itibarıyla ABD Ticaret Bakanlığı’nın Ekonomik Kalkınma Bölümü Sekreter Yardımcılığı görevini yürüttüğü dönem içerisinde hazırlanan bir raporun önsözünde, özetle şunları söylemiştir (Doğan, 2011: 49-50):

• Günümüzde iktisadi kalkınmanın sonuç itibarıyla bir yüksek ve yükselen yaşam standardı bağlamında refahın inşası hakkında olduğu,

• Verimlilik ve verimliliğin büyümesinin refahın temel etkenleri ve teknolojik gelişmenin verimliliğin anahtar faktörü olduğu,

23 • Ekonomik kalkınmanın odağının, teknolojik gelişmenin desteklenmesi, işletmeler için zenginliğin arttırılması ve işçilerin Dünya’daki en verimli işgücü olarak kalmaları için gerekli becerilere sahip olmalarının garanti altına alınması olmasının gerektiği,

• Teknolojik gelişmenin daha iyi işlere ve daha yüksek ücretlere yol açacak yeni fikirlerin, teknolojilerin ve süreçlerin geliştirilmesi suretiyle sanayinin büyümesine ve sonuç olarak daha yüksek bir yaşam standardına yol açacağı, yenilik yapma kapasitesinin ekonomik büyümenin sürdürülebilmesinde en kritik unsur olarak hizmet edeceği,

• Günümüzde ekonomik kalkınmanın dominant gerçekliğini dünya çapında bir ekonomide yaşanması ve iş yapılmasının teşkil ettiği, dünya çapında ticaret, işletmelerin dünya genelindeki ülkelerde faaliyette bulunması ve işbirliği yapması gerektiği anlamına geldiği,

• Netice olarak; bölgesel düşünmek, tecrit edici uygulamalardan kaçınmak ve büyüme için güçlü bir platform kurmak gerektiği, bölgesel düşünmenin ekonomik kalkınma ihtiyaçları ve hedeflerini tanımlamak için anahtar hareket noktası olmasının icap ettiği hususlarına işaret etmiştir.

Kalkınma salt büyümenin ve kişi başına gelirin artırılması demek olmayıp, azgelişmiş bir ekonomide iktisadi ve sosyo-kültürel yapının da değiştirilmesi yenileştirilmesidir. Kişi başına düşen mili gelirin artması yanında, genel olarak üretim faktörlerinin etkinlik ve miktarının değişmesi, sanayi kesiminin milli gelir ve ihracat içindeki payının artması gibi yapısal değişiklikler kalkınmanın temel öğeleridir (Mazgit, 1998: 72).

Kalkınma bir ülkede varolan problemleri çözmeye yönelik arayışlar bütünüdür. Bu problemler yerel, bölgesel, ulusal koşullardan türediklerinden farklı içeriklere sahiptir. Bu nedenle problem çözümüne yönelik hedeflenen amaçlara ulaşabilmek için başarılı bir politikanın uygulanması son derece önemlidir. Uygulanan politikanın problemlerin hangi düzeylerde yaşandığını doğru tespit etmesi ve çözümünün ülkenin her kesiminde sürdürülebilir olmasını sağlaması gerekmektedir (Küçüktok ve Ceylan, 2005: 01).

24

Erinç Yeldan, iktisadi kalkınmanın gerçekleşebilmesi için beş tane olgunun önemini vurgulamaktadır. Altını çizdiği bu beş olgu şunlardır (Yeldan, 2002: 24) :

1. Sürdürülebilir büyüme

2. Üretim ve tüketim kalıplarının yapısal değişime uğraması 3. Teknolojik ilerleme

4. Sosyal, siyasi ve kurumsal modernleşme 5. Yaşam standartlarında geniş çaplı iyileşme.

İnsanlar kalkınma diye bir şeyin mevcut olduğuna, bunun olumlu ve arzulanır bir şey olduğuna inandırılmış durumdadırlar. Bu durum, kavramın tartışma konusu yapılmasını engelliyor. Kalkınma kavramı, diğerlerinin de Batı’nın bugünkü durumuna gelmeleri gerektiği, bunun mümkün ve gerekli olduğu, bu amaca ulaşmak için toplumların tarihsel geçmişinin ürünü olan kültürel, ideolojik, etik kalıntılardan uzaklaşmaları gerektiği, kendi geçmişlerinden miras kalanla hesaplaşmaları gerektiği düşüncesini içeriyor. Başka türlü söylenirse, Batı dışı toplumların kültürlerinin kalkınmanın önünde bir engel oluşturdukları düşüncesine dayanıyor (Başkaya, 2000: 18).

Bu tür bir yaklaşım geçerli olunca, sorunun algılanışı şu biçimi aldı: Her toplumsal formasyon gelişmenin değişik aşamalarında bulunuyor ve aynı doğrultuda ilerliyor. Batı’nın bugün ulaştığı düzeye doğru çevriliyor. Burada iki ortak söz konusu: 1. Herkes yarışla en önde giden gibi olacaktır (ABD’nin bugünkü düzeyine ulaşma retoriği); 2. Önde gidenler gibi olmak mümkündür. Eğer bu süreçte sorunlar ortaya çıkıyorsa, bu yanlış politikalardan kaynaklanabilir. Doğru politikalar uygulandığında bu tür sorunları aşmak mümkündür (Başkaya, 2000: 18).

Kalkınmanın esas hedeflerinin içeriği önemlidir. Bu hedefler; yiyecek, barınma, eğitim ve sağlık gibi hayatın sürdürülebilmesi için gereken temel malların sahip olunabilirliğinin artırılması ve bu malların dağıtımının genişletilmesi, yaşam standartlarının artırılması ve iktisadi, sosyal tercihlerin sınırlarının genişletilmesini içerdiği noktada asıl anlamına ulaşır (Todaro ve Smith, 2009: 22).

25

Kalkınmanın temel aktörü olan insan da; yaşamak ve yaşamını devam ettirebilmek için doğayı kontrol altına almayı, yasam standartlarını yükseltmeyi, istihdam olanaklarını genişletmeyi ve çalışma koşullarını iyileştirmeyi, bu çabaları gerçekleştirirken çevreye en az zararı vermeyi ve sonunda da, ekonomik, siyasal ve sosyal yönden özgürlük düzeyini yükseltmeyi hedefler (Kaynak, 2007: 59). Kalkınmanın geniş içeriğinde gelir, bir amaç ya da sonuç olarak görülmez, bir araç olarak görülür. Buna göre kalkınmanın hem araç hem de sonucunun insanın direkt kendisinin olduğu anlaşılmalıdır.

Kalkınma kavramının geri kalmış toplumları anlatan içerikteki ilk kullanımına Milletler Cemiyeti’nin (Cemiyet-i Akvam) ana sözleşmesinde (28 Haziran 1919) rastlanmaktadır. Bu sözleşmede hem kalkınma hem de kalkınmanın karşıtı olan kalkınmamışlık kavramları kullanılmıştır. Sözleşmede, ‘‘bu halkların refahı ve kalkınması uygarlığın kutsal misyonunu oluşturur’’ denilmiştir. Bu metindeki kalkınma kavramı ise uygarlık ve çağdaşlık teriminin es anlamlısı olarak kullanılmış, sosyo- kültürel yapıdaki değişim ön plana çıkartılmıştır. Daha sonraki yıllarda Milletler Cemiyeti tarafından yapılan yayınlarda ve metinlerde basta olmak üzere ekonomik içeriğin netleştiği ve ekonomik kalkınmanın diğer sosyal bilimlerden ayrılarak özerklik kazandığı görülmüştür. Nihayet 1947’de Birleşmiş Milletler, kalkınma planlarına dair incelemelerinde hükümetlerin iktisadi kalkınmada nihai amacının tüm nüfusun refah seviyesini yükseltmek olduğunu duyurmuştur. Bu dönemden itibaren iktisadi kalkınma, az gelişmiş ülkelerdeki kişi başına gelir artısıyla neredeyse eş anlamlı hale gelmiştir (Palabıyık, 2009: 09).

Kalkınma kavramını kullanan düşünürlerden biri de K.Marx’tır. Marx, kalkınmayı, aktif olmayan ve kendiliğinden ortaya çıkan, gelişen bir süreç olarak değerlendirmiştir. 1920’den sonra ise kalkınma kavramını, toplumsal sürece bilinçli müdahale olmasını savunan İngiliz Sömürge Siyaseti kullanmıştır.

Çin’de Sun Yat Sen’in 1922 yılında İngilizce olarak yayınlanan Çin’in Uluslararası Kalkınması başlığını taşıyan eserde Sun Yat Sen, ‘‘Çin sadece özel sermayeyi düzenlemekle kalmamalı, fakat aynı zamanda devlet sermayesini de kalkındırmalı ve sanayiyi teşvik etmeli, üretim araçlarını oluşturmalı, geniş kapsamlı

26

bir demiryolu ve suyolu oluşturmalı, yeni madenleri işlemeye açmalıdır. Çin’in doğal kaynakları zengindir ve o kaynakların kalkındırılması tüm dünya için sonsuz bir Pazar yaratacaktır’’ demiştir. Dikkat edilirse, Sun Yat Sen’in sorunu ele alış tarzı, öncekinden farklıdır ve amaç Status quo’yu korumak değil daha iyi bir dünya kurmaktır. Amaç ister toplumsal gelişmenin yasalarını ortaya koymak olsun (Marx ve Marksistlerin sorunu ele alış tarzları), ister bilinçli müdahale ve politikalarla sömürgecilik Status quo’sunu sürdürmek, isterse de müreffeh bir toplum oluşturma kaygısını taşıyor olsun, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan Kalkınma İktisadı bunların kesiştiği yerde ve bunların mirasçısı olarak ortaya çıkmıştır (Başkaya, 2000: 22-23).