• Sonuç bulunamadı

Necip Fazıl Kısakürek’in kaleme aldığı eserlerden siyasi düşüncesini anlatabilecek en önemli eser “İdeolocya Örgüsü” dür. Bu eser Büyük Doğu idealini anlatırken aynı zamanda onun düşünce yapısının anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. Bu düşünce yapısını Büyük Doğu mefkûresi olarak adlandıran Necip Fazıl Kısakürek; “İdeolocya Örgüsü” adlı eserinde mefkûresini en ince ayrıntılarına kadar açıklamıştır.

Temel prensipleri olarak: “ruhçuluk, keyfiyetçiler (öze, halis olana, hak olana dönme), şahsiyetsizlik, ahlakçılık, milliyetçilik, sermaye ve mülkiyete tedbircilik, cemiyetçilik, nizamcılık, müdahalecilik olarak belirlemiştir. (Kısakürek, 2015b:389)

İdeolocya örgüsü toplumda oluşabilecek yönetim mekanizmasından toplum yapısının olması gerektiği düzeni anlatmaktadır. Onun zihninde kurguladığı devlet yapılanmasının kurumlar: “Yüceler Kurultayı, Başyüce ve Başyüce Vekili, Başbuğ, Yüce Din Dairesi, Halk Divanı, Başyücelik Akademyası”dır.

Başyücelik makamı olarak isimlendirdiği makam devlet başkanı makamıdır ve bu makama gelecek kişi millet içerisinde sivrilen en ahlaklı ve en bilgili kişi olmalıdır. Başyücelik makamına gelecek kişiyi Yüceler Kurultayı 5 senede bir olarak seçilmektedir. Kısakürek kurguladığı bu ütopyada hâkimiyetin halkın değil Hakkın olduğunu ve Yüceler Kurultayındaki duvarda “Hâkimiyet Allah’ındır” yazılı bir levhanın asılı olduğunu söyler.

Yasama konusunda son sözün Yüceler Kurultayına ait olduğu bu devlette yürütme etkisinin son mercii ise Başyücedir. Devletin üst kademelerine getirilecek insanların özel bir eğitim sürecinden ve titiz bir elemeden geçirilmesi gerekmekte ve Yüceler Kurultayına seçilecek birisinin en az 45 yaşını doldurması gerektiğini söylemektedir. (Kısakürek, 2015b:285-296)

İdeolocya örgüsündeki devlet yargılama sistemi özel eğitimden geçmiş hâkimler eliyle görülmektedir. Hâkimler “açık çek” denecek bordolara sahiptir ve ekonomik anlamda rahat olmaları verdikleri hukuki kararda herhangi bir zaafa düşmemelerini sağlayacaktır. Şeriat hukukunun devlet düzeyinde etkili olması gerekmekte ve cezaların ağırlığı toplumun korunması için lazımdır. (Kısakürek, 2015b:315)

115

Necip Fazıl Kısakürek’in kurduğu bu ütopik devlet genel olarak incelendiği zaman kişi haklarını koruyan ideolojik ve kültürel anlamda topluma yön gösteren, şeri hükümleri içerisinde barındıran bir devlet kurgusudur.

5.2.2. Necip Fazıl Kısakürek’in Siyasetle Meşguliyeti

Kısakürek’in siyasi hayatı 1940’lı yılların başında başlamıştır. Bu dönemde ülke içerisinde tek parti iktidarı ve “Milli Şef” İsmet İnönü dönemi yaşanmaktadır. Bu dönem Rasim Özdener (2006:138)’e göre “Allah” demenin yasak olduğu, dinin sadece vicdanlarda yaşayabileceğinin söylendiği bir dönem olmuştur. İşte böyle bir dönemde İslamcılık cereyanının bir temsilcisi olarak Necip Fazıl selefinin olmamasına rağmen kendi cesareti ile hareket ederek İslami konudaki hassasiyetini dile getirmiştir.

Rasim Özdenören (2006:143)’in iddiasına göre Kısakürek, entelektüel planda Müslümanca düşünmenin Cumhuriyet dönemindeki ilk temsilcisidir. Dönemin diğer İslam düşünürler olan Said Nursi, Elmalılı Hamdi ve Mehmet Akif’ten onu ayıran en önemli ayrım onların Osmanlı aydını şeklinde olmalarıdır.

Necip Fazıl hayatının neredeyse tüm döneminde siyasetle içiçe bir yaşam sürmüştür. Kaleme aldığı eserlerden yayımladığı dergilere kadar birçok yerde siyasetten bahsetmiş kendi çizdiği siyasi görüşe uygun bir oluşum aramıştır. O, yaşadığı dönem itibariyle soğuk savaş yıllarını hissetmiş bir insandır. Bu dönemde komünizm ve kapitalizm gibi dünyayı etkileyen hâkim ideolojiler Türkiye üzerinde de etkisini hissettirmiştir. Komünizmin temel yapısı olarak materyalist bir dünya görüşüne sahip olması Necip Fazıl’ın kişiliğinde anti-komünist bir yapının oluşmasına neden olmuştur. Necip Fazıl (Kısakürek, 2012: 60-61) komünizm ile ilgili olarak şunları söylemiştir:

“Komünizm bir ayağı (Marx), bir ayağı (Engels) ve bir ayağı (Lenin) den ibaret üçayaklı bir sehpadır… İnsanlığın idam sehpasına benzeyen bu üçayaklı çatıda, dili bir karış dışarıya vurmuş, gözleri fırlamış ve suratı kireçten daha beyaz bir renk bağlamış bir (martirmaznum) sallanmaktadır. İnsan…”

Türk siyasi hayatında önemli bir yere sahip olan Necip Fazıl 28 Haziran 1949 yılındaki seçimlere katılabilmek adına arkadaşları ile birlikte bir parti kimliği altında “Büyük Doğu” cemiyetini kurmuşlar ve bu oluşum 26 Mayıs 1951’de feshedilişine kadar devam etmiştir. (Kısakürek, 2014:6) Partinin kuruluş amacı Türk ferdinin ruhunu tamamlamak, ahlak ve dünya görüşünde erginleştirmek olarak tanımlayan Kısakürek; cemiyetin tüm ahlak dışı oluşumlara karşı olduğunu ifade etmiştir. (Kısakürek, 2014:20-

116

21) Kurduğu bu partinin mücadele ettiği gruplar olarak şunları söylemiştir: İnkâr eden ve kopyacılar, madde ve komünizm ideolojisine bağımlı olanlar ve ham softa kaba yobaz olarak tarif ettiği din ölçülerini nefsi duygularına indirgeyen insanlar. (Ak, 2009:143)

Necip Fazıl’a göre particilik kavramı Sultan Abdülaziz dönemi ile başlayan ve ülkenin bölünüp parçalanması için dış ülkelerden getirilen bir ithal maldır. İTC koca bir devleti bir zara bağlayan bir parti; Hürriyet ve İtilaf Partisi ise milletin kurtuluşunun önünde duran ve İTC’’nin önünde duran antitezdi. CHP için ise Necip Fazıl ülkeyi mekân ve madde anlamında kurtaran bu partinin ruh anlamında batıran ceberuti bir yönetim olduğunu söylemiştir. (Mumyakmaz, 2017:174)

Necip Fazıl İTP’nin Türkçülük idealini getirerek aslında varlığımızın kaynağı olan İslam düşüncesi ile değiş-tokuş yaptıklarını söylemiştir. Ona göre milliyetçilik düşüncesi insanın kendi benliği ile bağlantılı olan ve dine dayalı bir düşünceyken İttihad ve Terakki bunu bu şekilde gerçekleştirmemiştir. (Kısakürek,2015:200)

Kısakürek’e göre Türk siyasal tarihinde genç Osmanlılardan başka dünya görüşüne sahip herhangi bir oluşum gelmemiştir. Ancak onlarda milleti kucaklayıcı bir idealleri olmadığından dolayı millete kendilerini benimsetememiştir. Tüm bu partilerin ortak noktası batıyı her daim ilerde görmek, milletin ilerlemesi için batıda bulunan bütün hasletleri almaktır. Fransız İhtilali döneminden kalma demokrasi, liberalizm, adalet ve hürriyet gibi mefhumları devşirerek kurtuluşu dışarda aramışlardır. (Mumyakmaz, 2017:174)

Necip Fazıl kurguladığı siyasi nizamın oluşması için Necmettin Erbakan’dan Adnan Menderes’e kadar birçok siyasi kişilikle hareket etmiş ve onlara destek vermiştir. Ercan Yıldırım (2015:496)’a göre Necip Fazıl siyaseti ve dönemin siyasi figürlerini sadece bir “maşa” olarak görmekte ve onları sadece kendi davası için kullanmaktadır. Gerçek siyasi düzenden bir beklentisi olmayan Necip Fazıl, “İslam davası uğruna bir menfaat sağlayabilir miyim?” düşüncesi ile siyasi partilere yaklaşmıştır.

Yasin Beyaz (2012:15)’ın iddiasına göre Necip Fazıl parti seçimlerinde her zaman kötünün iyisi olan tarafı seçmiştir. Onun düşündüğü sistemde çok partililik veya tek partililiğin pek bir önemi yoktur. Çok partili sistem bir karmaşanın içinde devam

117

ederken; tek partili bir oluşum ise tek sesliliği savunan bir anlayışa bürünecektir. (Kısakürek, 2015:86)

Necip Fazıl siyasi hayatının başlarında ezanın asli şekline döndürülmesi, Demokrat Parti’nin İslami düşüncelere biraz daha ılımlı davranması Adnan Menderes’i İslam inkılabını gerçekleştirecek bir remz şahsiyet olarak görmesine sebep olmuştur. 1954 seçimlerinden sonra Demokrat Partisi içindeki dalgalanmalar ve Menderes’in onun iddia ettiği İslami reformları gerçekleştirememesi neticesinde Demokrat Partiye mesafeli olmuş; Menderes ve arkadaşlarını idamlarından sonra rahmetle yâd etmiştir. (Kısakürek, 1990b:445) Kısakürek Adnan Menderes’in idamının ardından “Ozan” mahlasıyla birlikte 1964 yılında “Zeybeğin Ölümü” adında şiir yayınlamıştır. 53

1960 yılında yapılan ve Necip Fazıl Kısakürek’in anlatımıyla “yoğurttan bir hükümete mukavvadan bir hançer saplandı” (Kısakürek, 2015d:19-20) diyerek nitelendirdiği 1960 darbesi Türk siyasi hayatında yeni bir sayfa açmıştır. Darbe sonrası ortaya çıkan siyasi oluşumlarda Süleyman Demirel’e karşı durmuş; kısa bir süre Milli Selamet Partisi içerisinde yer almış ve daha sonrasında Necmettin Erbakan’a da muhalefet etmiştir.

1972 yılında kurulan MSP bir sene sonra yapılan seçimlerde CHP ile bir koalisyon kurmuş; bu koalisyon sonucunda Bülent Ecevit Başbakan olurken Necmettin Erbakan Başbakan Yardımcısı olmuştur. MSP’nin CHP ile koalisyon kurması İslam kesimlerden tepkilere neden olmuş ve yıllardır fikren karşı durdukları bir oluşum ile nasıl bir araya gelineceği görüşü yaygınlaşmıştır.

1977 yılında yapılan seçimlerinde Erbakan ile Kısakürek arasındaki sorun daha çok belirginleşmiştir. Bu dönemde Necip Fazıl Necmettin Erbakan’a olası erken seçimlerde milletvekili adayı göstermesi için 40 kişilik bir aday listesi vermiştir. Parti içerisinde kendisini oyalama taktiği izlenmiş ve bunun sonunda Kısakürek MSP aleyhine yazılar kaleme almaya başlamıştır. (Güzel: 2003, 335)

Kısakürek "Raporlar" adlı eserinde insanların Necmettin Erbakan'a bir peygamber gibi gördüklerini söylemiş ve bu davranışlarından ötürü Necip Fazıl Kısakürek Milli Türk Talebe Birliğine (MTTB) olan ümidini kaybetmiştir. Hatta bu durum karşısında Erbakan'ın "pişmiş kelle gibi" güldüğünü söylemiştir. (Ceran 2010;

118

Kısakürek, 1993:52) Necip Fazıl Necmettin Erbakan'ın aşk, his ve düşünce manasında eksik olan ve "tezgâhtar ağzına” sahip bir insan olduğunu; kibirli ve insanları tepeden gören bir insan olduğunu söylemiştir. (Kısakürek, 1993: 37; Kısakürek, 1993:108) Erbakan Kısakürek'e göre söz söylemeden boynunun vurulması gereken tek adamdır. (Kısakürek, 1993:180)

Kısakürek MSP ile alakalı aynı davanın yoldaşı olmadıklarını MSP’nin içi boş bir konserve kutusu hüviyetinde olduğunu ve lafta Müslüman olduklarını söylemiştir. Bir dönem bu partinin şiddetli tutmasının aslında bir konu hakkında ümidinin yanlış neticelenmesi sonucu olmuştur. Onlara kendi düşünce yapısında olan doğruları anlattığını ancak MSP’nin yönetimi ve lideri onu dinlememiş ve farklı bir yoldan devam etmişlerdir. Necip Fazıl MSP’nin müspet hiçbir hamlesinin olmadığını iddia etmiştir. (Kısakürek, 2017:112)

Kısakürek’in siyasi hayatında Alparslan Türkeş’in de önemli bir yeri olmuştur. MSP ve Erbakan'dan istediği etkiyi alamayan Necip Fazıl; ülkücülerin Komünizm ile olan mücadeleleri ve kendisine duydukları saygının neticesinde ülkücü kesime yönelmiştir. O Ülkücü kesimin Komünizm ile olan mücadelede aktif rol almalarını ve kendi ütopik hayali olan “İdeolocya Örgüsü” ne sahip olmamalarına rağmen bazı ıslah çalışmalarından sonra partinin daha aksiyoner bir yapılanma olacağını düşünmüştür. (Kısakürek, 2014:267) Türkeş'in 3 Mayıs günü "Türk Milletine Beyanname" adlı altında kaleme aldığı ve tüm yayın organlarında yayınlanan bildirisini Kısakürek altın keyfiyetinde olduğunu söylemiştir. Yayınlanan bu bildirinin ardından Necip Fazıl’ın Tercüman gazetesine verdiği bir röportajda MHP’ye oy verilmesi gerektiği ancak MHP’ye verilmezse AP’ye verilmesi gerektiğini söylemiştir. (Kısakürek, 1999:25) Alparslan Türkeş'in kurduğu parti ve oluşum ruhi değerlere önem veren; milliyet bağlılığı olan tam manasıyla İslam imanıdır. Onun iddiasına göre yıllardır beklenen Türk Milletinin kurtarıcısı artık gelmiş ve kırk senedir kendi verdiği emeğin semeresini bu oluşumdan beklemektedir. (Kısakürek, 1993:307) Daha sonraki süreçte birkaç kez Türkeş ile görüşen Necip Fazıl Kısakürek 1977 seçimlerinden önce Türkeş’in evinde buluşmuşlardır. Bu döneme tanıklık etmiş olan Taha Akyol Necip Fazıl Kısakürek’in bu görüşmeden pek memnun kalmadığını ve hayal kırıklığı ile ayrıldığını söylemiştir. (Akyol,2014)

119

Kısakürek daha sonraki süreçte kendisini ziyarete gelen MTTB heyetine ülkücüler ile ilgili olarak şunları söylemiştir: “ülkücüleri demir cevheri zannettim.

Onları işleyerek çelik yapabileceğimi zannettim. Ancak gördüm ki teneke imiş; kaldırıp attım” (Şentürk, 2015:299)

Necip Fazıl (Kısakürek, 2017:98) için “milliyetçilik” kavramı bir ideolojiden ziyade psikolojiyi temsil etmiştir. İdeoloji denilen mefhumun tüm insanlara hitap eden bir yapısının olması eğer bu yapıya sahip değilse zaten kabul görmeyeceğini söylemiştir.

Kısakürek yaptığı siyasi söylemlerin içerisinde CHP ile alakalı yoğun bir eleştiri yapmaktadır. CHP’yi bir put hane olarak tanımlayan Necip Fazıl; milleti itlaf etmek için görevlendirilmiş bir parti olarak tanımlar. (Kısakürek, 1999:20) Ona göre CHP’nin esas amacı milletin manevi değerlerine musallat olmak ve iktidarda olduğu dönem içerisinde bir cani; muhalefet olduğunda ise “Yavuz hırsız” gibi hareket etmek olmuştur. (Kısakürek: 2017:113) Ercan Yıldırım’ın iddiasına göre Necip Fazıl’ın CHP’ye olan tavrı İslami kaygılardan ziyade kişisel bazı husumetlere dayanmaktadır. Kısakürek, dönemsel olarak CHP’li yetkililerle, başbakanlarla görüşmüş ve CHP’den milletvekili olma aşamasına gelmiştir. Necip Fazıl Kısakürek (1985a: 110-111) bu dönemde İnönü ile alakalı olarak şunları söylemiştir:

Büyük adam bünyesinde en musallat hastalık tipi olan içtimai ve ferdi hüviyetler tezadından ayıklanmış; selim akıl, selim duygu, selim hayat mümessili bir örnek şef: İsmet İnönü.”

Ancak Büyük Doğu yayınlarının başlaması ve İsmet İnönü’nün Kısakürek’i milletvekili adayı yapmaması onun İnönü ile alakalı fikrinin değişmesine sebep olmuş ve Büyük Doğu’nun 58. Sayısı kapağında İnönü’ye ithafen büyük bir kulak resmi ile birlikte “Başımızda Kulak İstiyoruz” başlığı ile çıkmıştır. 54

Kişisel husumeti ile alakalı kaleme aldığı “Sabır Taşı” adlı eserinde ödüle layık görülmesine rağmen ödülün kendisine verilmemesini “bir gericiye nasıl ödül verilir?” düşüncesi olduğunu iddia eden Kısakürek tüm kabahati İsmet İnönü’ye yüklemiştir. (Kısakürek, 2013:31)

120

Ercan Yıldırım (2015:498)’ın iddiasına göre Necip Fazıl’ın siyasi açıdan gözlemleri ve uluslararası alanda yaptığı analizler geleceğe yönelik fikir ortaya koyarken bulunduğu dönemle de alakalı olarak çağın gerektirdiklerini söylemektedir. Yıldırım’a göre onun yaptığı bu çıkarımlar kendi davasının işlevselliğini artırırken aynı zamanda ilerdeki dönemler için de bir kaynak teşkil etmektedir.

5.3 NECİP FAZIL'IN KISAKÜREK’İN II. ABDÜLHAMİT’E BAKIŞ