• Sonuç bulunamadı

Elmalılı, İslamiyet’i dönemin şartlarına göre yorumlama çabası içinde çalışarak Müslümanların yaşadıkları sıkıntıları çözmeye çalışmıştır. O yaşadığı dönem itibariyle hem Osmanlı Devleti’nin yıkılış aşamasını hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarını görmüş bu dönemler içerisindeki fikri, siyasi, içtimai ve felsefi birçok konuda derinlemesine incelemeler yapmıştır. Müslüman ülkelerde bulunan atalet ve geri kalmışlık için çözüm öneri düşünmüş ve katkıda bulunmuştur.

Hamdi Yazır Müslümanların her zaman diğer ümmetlerden farklı olarak bir hedefinin bir ilerleme amacının olması gerektiğini savunmuştur. Ona göre Müslümanlar İslam’ın şevkinden nasibini alamamış ve Garp milletlerine benzemeye çalışmaya başlamışlardır. O bu durumu anlayamamış ve hakikatin kaynağının İslamiyet olduğunu söylemiştir. Müslümanlar geçmiş ümmetlerden gerekli bilgi ve tecrübeyi alamamış ve ilmi açıdan çok eksik kalmışlardır. İlim noksanlığı da bir zaman sonra Batılıları tamamen örnek edinme ile Müslümanları karşı karşıya kalma tehlikesi ile baş başa bırakmıştır. Müslümanlar amaçladıkları hedeflere ulaşabilmeleri için geçmişte bulunan

101

değer yargılarını reddetmek yerine geçmiş değerleri günün şartlarına göre yorumlamaları, Batı ile arasında bulunan ilim açığının kapatılması ve geçmişin içinde bulundurdukları değerleri mevcut sistemin doğru zenginliklerine ilave etmeleri gerekmektedir. Elmalılı Hamdi Yazır bunu “Tabir-i aharla; servet-i eslafa servet-i

ahlafı zanneylemektir.” diyerek tarif etmiştir. (Telkenaroğlu, 2015:277) Osmanlı

Devleti’nin çöküşünü açıklarken de “asrın muhtaç olduğu ulum ve fununun hiç arkasından koşulmadı” demiştir. Müslümanlar doğrudan Batılı kaynaklara ulaşamayacaklarından temsil gücü yüksek felsefi eserleri Türkçeye çevrilmesi, Müslümanların Batılılar karşısında eziklik duygusundan kurtulması için bir gereklilik olarak görmüştür. (Özel, 2015:453; Kara, 2015:27; Bolay, 1993:128-129-130; Kılıç, 1993:56-60; Akça, 1993:10-11; Koştaş, 1993:243)

Elmalılı Hamdi “Metalib ve Mezahib” adıyla kaleme aldığı kitabının önsöz bölümünde Müslümanların geri kalma nedenini dini hassasiyetlerinin azalmasına ve Müslümanların inanç esaslarına karşı duydukları donukluk yüzünden olduğunu söylemiştir. Müslümanlar Asr-ı Saadetten uzaklaştıkça kalplerindeki heyecanları kaybolmakta ve kendilerini bir donukluk kaplamıştır. Eskiden beri devam eden ritüeller ve rutinleşen olaylar hisleri harekete geçirmez olmuştur. Bu durumda akıl yenileşmeye karşı bir istek duyarken Asrı Saadetten uzaklaşmanın verdiği gerilim ile mantıklı karar verememiş ve gönüllerde İslam’a aykırı yenilik arzusu doğmuştur. İşte bu şekilde ortaya çıkan yenilik kavramı orijinaline uygun bir yenilik olamamıştır. (Telkenaroğlu, 2015:282) Elmalılı Hamdi Yazır batıya tamamıyla kapıların kapatılmasına karşı çıkarken aynı zamanda Batı’nın taklit edilmesine de karşı çıkmıştır. Batıyı taklit etmek isteyenlere karşı çıkarak batı dünyasının İslami bütün önemli eserlerini çevirdiklerini ve kendi bilgilerine kattıklarını söylemiştir. Ona göre Batılılar bunu yaparlarken bizim yapmamamızı gerektirecek herhangi bir durum yoktur. Kuran-ı Kerim’i okuyup ilimlerini geliştiren batılılar nasıl Müslüman olmuyorlarsa bizde batının ilim, fen ve felsefesini aldığımız takdirde batılı olmayacağızdır. (İbanoğlu, 2015:526; Coşkun, 2015:346) İlerlemek için gerekli olanları üç madde de özetleyen Elmalılı, ilk olarak ilimlerimiz ile içtimai hayatta bir ahenk kurulması ve iman ile aşkın birleşmesi gerektiğini söylemiştir. İkinci olarak dini hükümlerin korunması ve geliştirilmesi; son olarak da edebiyat ve sosyal hayatı etkileyecek dini bir hassasiyetin takip edilmesini söylemiştir. (Bolay, 1993:132; Kılıç, 1993:73)

102

Hamdi Efendi’ye göre terakki (yenileşme) kavramı insanlık âleminin mutlak bir amaç ve hedef doğrultusunda gerçekleştirdiği ve artarak devam eden bir hareket” olmuştur. (İbanoğlu, 2015:520) Elmalılı Hamdi Yazır İslam’daki yenileşme kavramını Kuran-ı Kerimdeki ayetlere ve Hz. Muhammed’in “Allah hiç şüphe yok ki her yüz sene başında yani her asırda bu ümmete dinini yenileştirecek adam veya yetiştirici bir kadro gönderecektir.” 47 Hadis-i Şerif’i ile açıklamıştır. O Hadis-i Şerif’i yorumlarken İslam’da yenilik yapacak kişinin din adamları arasından çıkacak olan varisler olacağını söylemiştir. Bu varisler dönemin şartlarını iyi tetkik edebilecek olan, asrın ihtiyaçlarına göre hareket edebilecek kişiler olması gerektiğini belirtmiştir. Bu âlim, Müslümanların birliğine herhangi bir zarar vermeyecek, yenileşme hareketinden sapmayacak, yabancılara benzemeyecektir. Böyle bir yenileşme hareketi de Müslümanlar için bir zorunluluk değil kendi istekleri ile yapacakları bir hareket olacaktır. (Bolay, 1993:135; Aydın, 1993:299-300) Bu yenileşme yolu ile İslam kendi içinde bulunan evrenselliğini ortaya çıkaracaktır. (Onat, 1993:150)

Elmalılı Hamdi, “Müslümanlık Mani-i Terakki değil, Zamini Terakkidir” adlı Sebilürreşad’ da yazdığı makalesinde İslam’ın yenileşmeye engel olduğu ile ilgili iddiaların aslında Batılılar tarafından ülkemizin içine taşındığı yazmıştır. Ona göre bu tartışmayı ortaya çıkararak amaçlarının kalkınmış ve gelişmeye açık olan tek toplumun Avrupa medeniyeti olduğunu ve İslam’ın bazı bidat ehilleri tarafından yapılan yenileşmeye karşı kendini koruma direncini kırmak olduğunu belirtmiştir. (Telkenaroğlu, 2015:276)

Elmalılı Hamdi Yazır değişimin doğanın bir kanunu olduğunu söylemiştir. Her canlı organizma zamanla değişir ve eskir işte bu durum gibi insani hayatın önemli unsurları olan düşünce, fiil ve duygular zaman içerisinde değişir ve yıpranır. İçtimai hayatta arzu edilmeyen ve hoş karşılanmayacak şeyleri önlemenin tek yolu yenileşmeye açık olmaktır. (Aydın, 1993:300)

Hamdi Efendi dindeki yenileşme hareketinin nasıl yapılacağıyla ilgili olarak İslam’ın en büyük prensibinin tevhid olduğunu ve tüm yenilik çalışmalarının bu minvalde değerlendirilerek yapılmasını söylemiştir. Ona göre ümmetin birlik bütünlüğüne zarar verecek uygulamalardan kaçınılmalıdır. Asırlar içerisinde ortaya

103

çıkan gelişmeler ilk önce İslami çerçevede değerlendirilmeli ve dine uygun olarak addedildiği takdirde uygulanmalıdır. Bu şekilde hareket edilerek yapılacak yenilik hareketinin bidat mi yoksa yenileşme hareketi mi olduğu ortaya çıkacak ve Müslümanlar arasında ortaya çıkacak ihtilaflar azaltılacaktır.

Hamdi Yazır’a göre istibdad devrinde devletin kaybettiği kazanımların birkaç kanun maddesi ile gelmesi mümkün değildir. Geçmişte devletin kurumlarına verilen zararların giderilmesi için en gerekli olan yolun meşruti bir yönetim ile meclis idaresi olduğunu söylemiştir. Bu durumun yapılabilmesi için de bir zamanın oluşması gerektiğinin altını çizmiştir. (Telkenaroğlu, 2013:148)

Vefatı üzerine Ömer Rıza Doğrul kaleme aldığı “Kaybedilen Büyük Âlim Elmalılı Mehmed Hamdi” (Kozan, 2015:375) adlı makalesinde Elmalılı Hamdi’yi yenileşme karşıtı ve gelenekçi olarak tarif etmiştir. Onun Muhammed Abduh gibi yenilikçi ve modernist bir İslamcı olmadığını, Muhammed İkbal gibi geleneklere bağlı bir geliştirme hareketinde de yer alamadığını söylemiştir. Ayrıca Ömer Rıza Doğrul yargılanmasından sonra Yazır’ın inzivaya çekilmesini de eleştirmiştir.

II. Meşrutiyet döneminin önemli simalarından olan Hamdi Efendi, bu dönemde Sebilürreşad ve Beyanü’l Hak gazetelerinde makaleler kaleme almıştır. Elmalılı Hamdi II. Meşrutiyetin ilan edilmesiyle birlikte dünyadaki birçok devletin gözlerini Osmanlı Devleti’ne çevireceği ve Meşrutiyet ile İslamiyet’in bir arada nasıl uygulanabileceğini merak edeceklerini söylemiştir. Ona göre İslam Hukuku şartlarına göre yönetilmeyen hükümet sisteminin devlet içerisinde yer alması durumunda kalıcı olmayacağını söylemiştir. Elmalılı Hamdi Kanun-i Esasi’nin İslam Hukukuna uygun olduğunu belirtirken meşrutiyetin istikamet, hürriyet, adalet, eşitlik, meşveret, Müslümanlar arasında kardeşlik duygusunu ortaya çıkaracağını belirtmiştir. (Çalışkan, 1993:188-189)

Beyanü’l Hak Dergisinde kaleme aldığı “Siyaset-i Medeniyye” adlı tercümesinde bir meclisin kurulması gerektiği ve kurulan bu meclisin bir padişah ya da halifeye itaat etmesi gerektiğini söylemiştir. Elmalılı Hamdi Efendi’nin burada kastettiği halifelik anlayışı Şefeattin Severcan (2015:413-414)’a göre sadece yürütme yetkisiyle sınırlı kalmış ve Meclis-i Mebusan’ın icra gücünü yerine getiren bir memur olduğunu söylemiştir. Buradaki hilafet algısının âdete makamı itibarsızlaştırdığını iddia eden Şefaettin Severcan (2015:413-414) bunu II. Abdülhamit’e karşı olmanın bir

104

sonucu olduğunu iddia etmiştir. Abdullah Kozan (2015:383) Elmalılı bu yazdıklarından meşrutiyet yönetiminin İslamiyet için en uygun idare tarzı olarak savunduğunu iddia etmiştir. II. Meşrutiyetin tekrar ilan edilmesinden sonra yazdığı makalede Elmalılı Hamdi Efendi Osmanlı Devleti’ni devletler topluluğunun kuyruklu yıldızı olarak nitelemiş ve II. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte Osmanlı Devleti’nin bir yıldız haline geldiğini söylemiştir. (Severcan, 2015:408)

Şefeattin Severcan (2015:413)’ın iddiasına göre Elmalılı Efendi halifeyi kendisine biat etmiş ümmetin vekili olarak tanımlamış bir diğer taraftan da halifenin diğer ülkelerde bulunan Müslümanlar hakkında herhangi bir idari yetkisi olmadığını aralarında sadece manevi bağın bulunduğunu söylemiştir. Şefeattin Severcan (2015:403) Elmalılı Hamdi’nin dini tercihleri ile İTP’nin iktidara geldikten sonra yaptığı siyasi hamleler arasında kaldığından olduğunu iddia etmiş ve Elmalılı Hamdi Efendi’nin yaşadığı bu ikilemi evrensel bir hilafet anlayışına sahip olan II. Abdülhamit’e muhalif olmasının bir politik ürünü olduğunu söylemiştir.

Elmalılı Hamdi Kanuni Esasi’nin tekrar yürürlülüğe girmesiyle birlikte bazı sorunların da ortaya çıktığını söylemiştir. Ona göre Kanuni Esasi’nin uygulanması ve Meclisi Mebusan’ın çıkaracağı kanunların İslam Hukukuna uygun olup olmayacağı merak edilen ve takip edilmesi gereken önemli bir durum olduğunu söylemiştir. Müslümanların İslam esaslarına aykırılık teşkil eden kanunları kabul edemeyeceğini belirten Hamdi Yazır uygulanması gereken her kanunun İslam hukuk felsefesine uyması gerektiğini belirtmiştir. Elmalılı Hamdi’nin iddiasına göre memleketimizde başımıza gelen musibetlerin nedeni kanunların eksik veya olmamasından değil olan kanunların uygulanmaması veya cisminin var olup hükmünün yok olması olmuştur. (Severcan, 2015:410; Çalışkan, 1993:188-189) Elmalılı Hamdi Efendi istibdad devrinde Osmanlı Devleti’nin kaybettiklerini geri getirmek için sadece kanunun yazılı bir şekilde durması değil aynı zamanda meşrutiyetin ve Meclis-i Mebusan’ın olması gerektiğini belirtmiştir. Ona göre devlette bulunan bu eksiklerin giderilmesi birdenbire olmayacak zamanla devlet dinen, siyaseten ve iktisaden ilerleyecektir. (Telkeneroğlu, 2015:273)

Hamdi Efendi 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra kaleme aldığı “İslamiyet ve Hilafet ve Meşihat-ı İslamiye” adlı eserinde Halifenin yetkilerinin bir yürütme organı ile sınırlandırılması gerektiğini söylemiştir. Elmalılı’ya göre Halife

105

denilen makam meşrutiyetle idare edilen İslami bir hükümetin reisidir. Bu yüzden diğer memleketlerdeki Müslümanlarla olan bağı da sadece “manevi” bir bağdır. Saltanat kelimesi istibdadı anımsattığı için meşruti bir yönetim içerisinde bu ifade yerine Hilafet kelimesinin kullanılması daha uygun olduğunu söylemiştir. (Kara, 1993:255-256)

İbrahim Coşkun (2015:366)’un iddiasına göre Elmalılı Hamdi, batıcılar tarafından iler sürülen İslam medeniyetinin artık tarihe mal olan bir medeniyet olduğunun aksine, İslam’ın gelecekte yenidünya şartları içerisinde toplum inşa sürecinde bilim adamları çıkaracağını düşünmüş ve buna önemli katkı sağladığını söylemiştir.

Cumhuriyetin ilanının ardından görev yaptığı kurumlar lağvedilen Elmalılı Milli Mücadele karşısında bir tavır almamıştır. Ancak İstiklal Mahkemeleri tarafından yargılanmış ve idama mahkûm edilmiş ve daha sonrasında suçsuz bulunmuştur. Bu yargılanma sürecinin Özgür Oral (2006:185)’a göre eski İTC üyesi olması etkisi olmuştur. Ancak bu yargılanma hadisesine çok üzülen Hamdı Yazır, kendini camiye kapatmış ve dışarı çıkmamıştır.

Şapka kanunu dönemin İslamcıları açısından büyük bir kırılma teşkil etmiştir. Falih Rıfkı gelenekselcilerin başında olan şapkayı “cumhuriyetin yumruğu” olarak nitelendirmiştir. Bu dönemde yaşayan bazı İslami mütefekkirler şapka kanunun yürürlülüğe girmesinin ardından Elmalılı Hamdi gibi inzivaya çekilmişler konutlarından dışarı çıkmamışlardır. (Cantek, 2011:245) Şapka Kanunun çıkmasının ardından Sadık Albayrak (1990:57)’a göre 17 yıl boyunca o serpuşu giymemek ve başına sardığı sarığı çıkarmamak için Elmalılı Hamdi evinden çıkmamıştır.