• Sonuç bulunamadı

110- NASR SÛRESİ

Belgede KISA SÛRELERİN TEFSİRİ (sayfa 191-199)

ِِ ِ َّ ا ِ ٰ ْ َّ ا ِ ّٰ ا ِ ْ ِ

ِ ـ ِد ِ َن ُ ُ ْ َ َسאَّ ا َ ْ َأَرَو

١

ُ ْ َ ْ اَو ِ ّٰ ا ُ ْ َ َءآـ َ اَذِإ

٣

אً اَّ َ َنאَכ ُ َّ ِإ ُهْ ِ ْ َ ْ اَو َכِّ َر ِ ْ َ ِ ْ ِّ َ َ

٢

א ً اَ ْ َأ ِ ّٰ ا

Meâl Rahmân ve Rahîm Allah’ın Adıyla.

1. Allah’ın yardım ve zaferi geldiği zaman,

2. Ve insanların kâfile kâfile Allah’ın dinine girdiklerini gör düğün zaman,

3. Rabb’ini hamd ile tesbih et ve O’ndan af dile. Çünkü O tevvâbdır, tevbeleri çok kabul eder.

Nasr sûresi, Medine döneminde inmiştir, âyet sayısı üçtür.

Nasr Sûre si’ne, “İzâ câe Sûresi” de denilir.

Hz. Âişe’den şöyle rivâyet edilmiştir:

ُ ْ َ ْ ا َو ِ ّٰ ا ُ ْ َ َءٓאَ اَذِإ

sû resi nâzil olduktan sonra Peygamber Efendimiz (s.a.s.) her kıl-dı ğı namazda

ِ ْ ِ ْ ا َّ ُ َّ َا َكِ ْ َ ِ و אَ َّ َر َכَא ْ ُ

“Ey Rabbi miz! Seni

hamdinle tesbih ederim. Allah’ım beni bağışla!” derdi, rükûun da, sec-delerinde bunları çok söyler olmuştu.105

İbn Abbas (r.a.) çocuk sayılacak yaşta olmasına rağmen Hz.

Ömer (r.a.) onu istişâre meclisine çağırır, Bedir savaşına katılmış ashabın büyükleri bunu tuhaf bulurlardı. Bir gün mecliste Hz.

Ömer (r.a.): “Nasr sûresi hakkında ne dersiniz?” diye sordu. Çe-şitli cevaplar verildi. Sonra İbn Abbas’a sordu. “Resûlullah’ın vazifesinin tamamlanıp ecelinin yaklaştığı bildiriliyor.” dedi. Hz.

Ömer cevabı takdir edip: “Hâlâ bu gencin toplantımıza katıl-masına itiraz eden var mı?”106 dedi.

Bu sûre nâzil olduğu zaman Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.)

ِ ْ َ َّ َإ ُ ِ ُ

“Bana vefatım haber verildi.” buyurduğu rivâyet

olunmuştur.107 Bu sebeple bu sûreye

ُ ِد ْ َّ َا

“vedâlaşma” sûresi de denir.

Başka bir rivâyette: “Bu sûre nâzil olduğunda Peygambe rimiz

(s.a.s.) Hz. Fâtıma’yı (r.ah.) çağırıp

ِ ْ َ َّ َإ ُ ِ ُ

“Bana vefa tım haber verildi.” buyurmuş, o da ağlamış, sonra da gülmüş. Sorulduğunda Hz. Fâtıma demiştir ki: “Vefatını haber verdi, ağladım; sonra da bana ehlimden ilk gelecek olan sensin dedi, güldüm.” Bu sûrenin Veda Hac-cında, yani Mekke’de nâzil olduğuna dair bir rivâyet vardır.

Bazı müfessirlere göre bu sûre, âyet itibarıyla değil, fakat sûre itibarıyla Kur’ân’ın en son nâzil olan sûresidir.

Tefsîr

ُ ْ َ ْ اَو ِ ّٰ ا ُ ْ َ َءآ َ اَذِإ

1. “Allah’ın yardım ve zaferi geldiği zaman”,

105 Buhârî, Tefsîru Sûre 110, 1, 2; Müslim, Salât 218-220.

106 Buhârî, Tefsîru Sûre 110, 3.

107 Buhârî, Tefsîru Sûre 110, 3; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XXX, 326.

Nasr Sûresi

ِِ ّٰ ا ُ ْ َ

Nasrullah, “Allah’ın yardımı” demektir. Allah’ın,

Pey-gamberini ve mü’minleri düşmanlarına karşı galip ve muzaf fer kılacağına dair vaat edilen yardımı ve fethi. Bu yardım ve fe tih, müfessirlerin bazılarına göre, Resûlullah’ın Araplara ve Kureyş’e zaferi ve Mekke’nin fet hidir.

Bazı müfessirlere göre ise; Fetih’ten maksat yal nız memleket fethinden ibaret olmayıp, daha çok kalplerin iman ve İslâm’a fethi demek olur.

Bu sûrede işaret edilen fetih ten maksat Mekke fethidir denilmesinin sebebi; Mekke'nin fethinden sonra, İslâm dini-nin derhal yayılıvermiş olması ve yirmi seneden beri Kureyş kâfirlerinin karşı koymalarından dolayı hakkın kabulüne kapalı duran kalp lerin Mekke ve Tâif fethinden sonra akın akın İslâm’a açılıvermiş bulunmasındandır.

Buhârî, Amr b. Seleme’den şöyle nakletmiştir: Amr b.

Seleme demiş ki: Fetih olunca her kavim, Müslüman ola-rak Resûlullah’a koştu, bü tün kabileler Müslüman olmak için Mekke’nin fethini göze tiyorlar ve: “O’nu kavmi ile bırakalım, eğer onlara üstün gelirse O peygamberdir.” diyorlardı.

Sûrede bahsedilen “Fetih”, çoğunluğun dediği gibi Mek-ke’nin fethi olduğundan, aynı zamanda kalplerin Allah’ın dini ne, İslâm kapısının bütün insanlığa açılışıyla fetihlerin fet-hi ol muştur. Derhal bütün Arabistan’a ve oradan bütün ciha-na yayı lan İslâm’ın maddî ve manevî fetihleri Kâbe kapısının açılmasıy la başlamıştır.

Kuşkusuz Mekke’nin fethi bir bakıma kesin zafer sayılabilir.

Çünkü bu olaydan sonra Mekkeli müşriklerin cesareti kırılmıştır.

Buna rağmen müşriklerde hâlâ yeterli güç ve kuvvet vardı. Ni-tekim bundan sonra vuku bulan Tâif ve Huneyn gazve lerinden sonra Arabistan üzerinde kesin galibiyet sağlanabildi ve bu da iki yıl aldı.

Yani insanların birer ikişer İslâm’a girdikleri dönem geçmiş, kabilelerin, hiç karşı koymadan topluca İslâm’a girdikleri za-man gelmiştir. Bu durum Hicrî dokuzuncu yılın ilk zaza-manların- zamanların-da başlamıştır. Onun için o seneye “heyetler senesi” denmiştir.

Arabistan’ın her köşe sinden Araplar, peş peşe heyetler halinde Resûlullah’ın huzu runa gelerek O’na biat ettiler ve İslâm’a girdi-ler. Resûlullah’ın Veda Haccı’na gittiği Hicrî onuncu yıla kadar bütün Arabistan tek bay rak altında birleşmiş ve ülkede hiç bir müşrik kalmamıştı.

Bazı muâsır müfessirlere göre ise; sûredeki Fetih’ten murat yalnızca memleket fethi olmayıp daha ziyade kalplerin iman ve İslâm’a fethi demektir. Belki en büyüğü de odur. Hatta ülkelerin fethi bile kalplerin fethinden geçer. Kalpler fethedilmeden ülke-ler fethedilmiş olmaz. Olsa bile, işgal ve istila edilmiş olur.

א ً اَ ْ َأ ِ ّٰ ا ِ ِد ِ َن ُ ُ ْ َ َسאَّ ا َ ْ َأَرَو

2. “Ve insanların kâfile kâfile Allah’ın dinine girdiklerini gör düğün zaman”,

İnsanları Allah’ın dinine giriyor gördüğün zaman.

ا ُ َ َد

“Gir-diler” buyurul ma yıp

َن ُ ُ ْ َ

“giriyorlar” buyurulması da hepsinin girmeleri ta mam olmayıp, girmeye başladıklarına ve peyderpey girecekle rine işaret eder. “Nâs” (insanlar) kelimesi, Araplar’dan başkasını da içine alır ve gelecek yıllar ve asırlardaki insanla-rın da İslâm Dîni'ne gireceklerine işaret eder. Yani giriyorlar ve kıyâmete kadar girmeye devam edecekler. Öyle giriyorlar ki,

א ً اَ ْ َأ

fevc fevc, kâfileler, gruplar halinde, alaylarıyla,

top-lum toptop-lum. Mekke’nin fethiyle onu takiben Huneyn Muhare-besi ve Tâif Mu hasarası’ndan başka bir harp olmaksızın, ondan sonra Resû lullah’ın vefatına kadar iki sene içerisinde bütün Arabistan’ın her tarafından akın akın, fevc fevc heyetler gele-rek İslâm’a girmişler, İslâm’ı kabul etmemiş bulunanlar da İslâm

Nasr Sûresi

zimmet ve vatandaşlığını kabul etmişler ve İslâm milleti içine girmişlerdi. Vaat edilen o yardım ve fetih geldiği ve sen insan-ların böyle fevc fevc Allah’ın dinine girmeye başladıkinsan-larını gör-düğün zaman,

אً اَّ َ َنאَכ ُ َّ ِإ ُهْ ِ ْ َ ْ اَو َכِّ َر ِ ْ َ ِ ْ ِّ َ َ

3. “Rabb’ini hamd ile tesbih et ve O’ndan af dile. Çünkü O, tevvâbdır, tevbeleri çok kabul eder.”

Bu sûrede Yüce Allah, Resûlüne, Arabistan’da İslâm’ın zafe-ri kemâle erdikten sonra ve insanlar grup grup dine girdiklezafe-rinde bunun anlamının, bu dünyadaki misyonunun sona ermesi oldu-ğunu bildirmiştir. Ondan sonra Resûlullah’a, hamd ve Allah’ı tesbih ile meşgul olması emredilmiştir. Çünkü O, Allah’ın lütfu ile büyük bir işi başarıyla tamamlamıştır.

Bu âyetlerde Allah Resûlü’ne, Allah’ın yardımı ve fetih gel-diği ve insanların topluca Allah’ın dinine girdiklerini gördüğü za man Rabbini hamd ile tesbîh edip O’ndan mağfiret dilemesi emrediliyor. Burada hitâp Peygamber'edir ama, O’nun davranışı bütün mü’minlere örnek olduğu için her mü’minin, Allah’ın ni-met ve yardımını görünce O’na hamd ve şükretmesi, bu sûrenin hükmü gereğidir.

Burada önemli bir nokta da, bir Nebî ile dünyevî önder ara-sındaki farkın ne kadar büyük olduğudur. Bir dünyevî öndere, dünyada büyük bir inkılâp yapmak nasip olsa, o kişi törenler düzenleyerek önderliğinden gurur duyar. Ama burada Allah’ın peygamberi, 23 sene gibi kısa bir sürede bir kavmin akîde, dü-şünce, ahlâk, kültür, medeniyet, muâşeret, siyaset, iktisat ve sa-vaş anlayışını değiştirerek; cahiliyeye boğulmuş bu kavmi bütün dünyaya hâkim olacak duruma getirmesine ve dünyanın bütün kavimlerine önder olmaya lâyık hâle kavuşturmasına rağmen, böyle büyük bir başarının sonunda törenler düzenleyip

gurur-lanmak yerine, Allah’a hamd edip mağfiret dilemesi ve O’nu tesbih etmesi emredilmiştir.

Tesbih, Yüce Allah’ı bütün eksik ve kusurlardan tenzihtir.

Allah Resûlüne (s.a.s.) tesbihten sorulduğunda şöyle buyurmuştur:

ٍء ُ ِّ ُכ ْ ِ ِّٰ ا ُ ِ َْ

“Yüce Allah’ı her ârızadan, şâibeden tenzihtir.”108 Şu halde tesbih, Yüce Allah’ın zatında, sıfatında, fiillerin de, isimlerinde, hiçbir eksik ve kusurun olmadığını, tam tersine O'nun en mükemmel sıfatlara sahip olduğunu ifade eder.

Bu âyette tesbih'in bir diğer anlamı ise şöyledir: “Allah, dininin yücelmesi için sizin çabanıza muhtaç olmaktan münez-zehtir. Bunu itiraf edin. Çabanızın başarıya ulaşmasının, ancak Allah’ın te’yid ve yardımı ile olabileceğine de kesinlikle inanma-lısınız. Allah bir işi istediği kuluna yaptırabilir. Bir kula bunun gibi bir hizmeti yaptırması, aslında ona Allah’ın bir ihsanıdır.

Allah’ın sizin üzerinizdeki ihsanı da O’nun dinine hizmet etme şerefini size vermesidir.”

“Hamd”in mânâsı: “Bu büyük başarının, senin bilgi ve bece-rin sonucu gerçekleştiği aklına bile gelmemelidir. Bu tamamen Allah’ın lütfu ile olmuştur. Bunun için Allah’a şükret, kalp ve lisan ile bunu itiraf et. Çünkü böyle büyük bir işi gerçekleştiren ve bu başarının yaratıcısı ancak Allah’tır, hamde ancak O müs-tehaktır” şeklindedir.

Ve

אً اَّ َ َنאَכ ُ َّ ِإ ُهْ ِ ْ َ ْ اَو

“O’na istiğfar et. Çünkü O, muhak-kak tevbeleri çok kabul edicidir.” Tevbe ile kendine dönenleri kabul ile affedegelmiştir.

Tevbe; günaha pişmanlık ve bir daha yapmamak üzere ciddî karar ile dönüştür. İstiğfar ise; Allah’tan mağfiret/bağışlanma di-lemektir. Kimse baş kasının adına tevbe edemez; fakat başkaları-nın günahları için de istiğfarda bulunabilir, yani Allah’ın onları

108 İbn Mâce, İkâmet 179; Müsned, V, 384; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XXX, 326.

Nasr Sûresi

affetmesini isteyebilir. Kur’ân’da

َم ْ َ َ ِ ِ ْ ُ ْ ِ َو َّي َ ِ ا َ ِ َو ِ ْ ِ ْ ا אَ َّ َر

ُبא َ ِ ْ ا ُم ُ َ

“Rab bi miz, hesabın görüleceği gün, beni, anamı-babamı

ve mü’minleri bağışla.” (İbrahim, 14/41) âyetinde olduğu gibi bunun pek güzel misalleri vardır. Onun için burada da

ُه ْ ِ ْ َ ْ ا َو

“O’ndan

mağfiret dile.” emri, Pey gamberimizin sadece kendisi için olması lazım gelmeyip ümmeti için de olur. Ve hatta daha çok ümmeti için denilmiştir. Çünkü Yüce Allah, Peygamberimizi günahtan korumuştur. Öyleyse O'nun istiğfar etmesi; insanlara istiğfar etmenin ne kadar gerekli oldu ğunu bizzat kendisi yaparak ders vermesi, ümmetinin günahları için Allah’tan af dile mesi ve de-vamlı manevî terakkî halinde olması itibariyle, son durumuna göre bir önceki makamını eksik bulması ve nâdiren, daha güzel olanı terk edip, güzel olanı yapmasından dolayı olmuştur.

Hz. Âişe’den rivâyet edilmiştir ki, Resûlullah (s.a.s.) ömrü-nün son zamanlarında

ِ

ْ َ إ ُب ُ َأ َو َ ّٰ ا ُ ِ ْ َ ْ َأ ِهِ ْ َ ِ َو ِّٰ ا َنא ْ ُ

sö-zünü çok söyler olmuştu ve sebebi sorulduğunda: “Rabbim bana ümmetimde bir alâmet göreceğimi haber verdi ve onu gördüğüm zaman hamd ile tesbih ve istiğfar etmemi emir buyurdu.”109 demiştir.

Farz namazı kılan kimsenin namazdan hemen sonra üç defa istiğfar etmesi, teheccüt kılanın seher vakitleri dilediği kadar is tiğfar etmesi ve hacının hacdan sonra istiğfar etmesi tavsiye edil miştir. Aynı şekilde abdestin sonunda ve her toplantının biti -minde istiğfarda bulunmak gerektiği rivâyetlerde bildirilmiştir.

Resûlullah Efendimiz (s.a.s.) herhangi bir toplantıdan kalkarken de

َכَْ إ ُب ُ َأَو َكُ ِ ْ َ ْ َأ َكِ ْ َ ِ و َّ ُ َّ ا َכَ אَ ْ ُ

Rivâyet olunmuştur ki bu sûre nâzil olduğunda Allah Resûlü dermiş.110

109 Müslim, Salât 221; Nesâî, Sârık 3; İbn Mâce, Hudûd 29; Dârimî, Rikak 15;

Müsned, II, 282, 341, 450; VI, 35, 77, 184.

110 Müslim, Salât 218-220, Müsafirîn 201; Ebû Dâvud, Salât 119, Edeb 27; Tirmizî, Daavât 32; Nesâî, İftitah 17, Sehv 87; Dârimî, Salât 33, İsti’zan 29; Müsned, I, 95,102; II, 450; IV, 420, 425.

(s.a.s.) bir hutbe okuyup şöyle buyurmuştur: “Allah, bir kulu, dünya ile kendine kavuşması arasında muhayyer (seçmeli) kıldı, O, Allah’a kavuşmayı seçti.”111 Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.), bu sözünde bahsettiği kul, kendisidir. Bu sözün mânâsını ve Peygamberimi-zin ölümü tercih ettiğini anlayan Hz. Ebû Bekir (r.a.): "Canları-mız ve malları"Canları-mız, ataları"Canları-mız ve evlatları"Canları-mızla sana feda olalım."

demiştir.

Yine rivâyet olunmuştur ki: Resûlullah Efendimiz (s.a.s.) bu sûreyi as habına okuduğu zaman sevinmişler, fakat amcası Hz.

Abbas (r.a.) ağla mış. Resûlullah (s.a.s.): “Neye ağlıyorsun amca?” bu-yurmuş. O da: “Sana vefatın haber veriliyor.” demiş. Peygamberimiz de: “Evet dediğin gibi.” diye cevap vermiş.112

111 Buhârî, Menâkibü’l-Ensar 45, Salât 80, Fezâilü’s-Sahabe 3, Menâkibü’l-Ensar 45;

Müslim, Fezâilü’s-Sahabe 2.

112 Buhârî, Tefsîru Sûre 110, 3; Dârimî, Mukaddime 14; Müsned, I, 217, 344, 356, 449.

Belgede KISA SÛRELERİN TEFSİRİ (sayfa 191-199)