• Sonuç bulunamadı

Ataerkil düzen aldatmacasının mitle sürdürüldüğünü ifade eden Mary Daly’nin sözlerinden hareketle, “bekaret ve namus miti”nin aterkilliği sürdüren, pekiştiren ve sarsılamaz hale getiren boyutları, görüşmecilerin anlatılarından izlenmiştir. Bu bölümde, namus ve bekaret kavramlarının yeniden üretilmesinde “namusun sahiplenicileri” olarak adlandırılan baba, koca, devlet ve kurumları, akrabalar ve komşuların kadının bedeninin ve cinselliğinin denetlenmesinde ve yeniden şekillendirilmesinde nasıl etkileri olduğu tartışılacaktır. Gelenek, örf, adet gibi kavramların kadınları ve bedenlerini denetlemesini “çarşaf göstermek, kırmızı kuşak bağlamak, mevlüt okutmak” gibi somut olaylar üzerinden anlatan görüşmeciler; ailesinden, akrabalarından, komşularından ve devlet kurumlarından gördüğü ya da gözlemlediği baskıları, birkaç görüşmecinin belirttiği fiziksel şiddet olayı dışında, daha soyutlaştırarak ve görünmezleştirerek anlatmışlardır.

Namus kavramını sahiplenerek, kadın bedenini ve cinselliğini bir mülkmüşçesine sahiplenen ve kadın kimliğini cinselliğine hapsederek kadının bedeni üzerinde kontrol sahibi olduğunu savunan aile, akrabalar, komşular ve devlet kurumlarından oluşan bir dizi eril pratik, kadın bedeninin kadının kendisine değil, topluma ait olduğunun göstergesidir; dolayısıyla bu durum, kadın bedenine gelen saldırıların da kadının vücut bütünlüğüne ya da kişilik haklarına bir saldırı olarak değil, aileye ve topluma karşı işlenmiş bir suç olarak nitelendirilmesine yol açar. Kadın görüşmecilerden birinin (K24) kendini “toplumun namusu gibi” hissetmesine nelerin yol açtığı sorulduğunda, aileden devlete ve devletin kurumlarına kadar birçok erk’in bu sorunun yanıtı olabileceği yanıtı verilmiştir. Namus kavramının cinsiyetçiliğinin bir dizi toplumsal pratikle desteklendiği göz önüne alındığında, aile, akraba ve yakın çevrenin baskısının öncelikle hukuk ve tıp gibi ataerkil alanlardan beslendiğini ortaya koymak gerekir. Hukuk ve tıp bilimlerinin, bekareti yücelten toplumsal normları olanca cinsiyetçiliği ile yansıtarak, ataerkil sistemi onayladıkları ve bunu kararlarına ve uygulamalarına yansıttıkları görülür. Tıp ve hukukun cinsiyetçi işbirliğiyle kadın bedeni ve cinselliği, “bekaret muayeneleri” ile denetlenir ve kadın bedeninin “ahlak” a uygunluğu kontrol edilir. Bir kadın görüşmeci, bu eril pratiğin devlet eliyliyle cinsiyetçiliği yeniden ürettiğine dair bir yorum yapar:

“…Devletin, erkin acımasız, cinsleri birbirine kıran resmi yaptırımları ya bunlar, gerçekten nasıl bir dünyada yaşıyorumu sorgulatan hareketler bunlar. Cinsler arasındaki eşitsizliği bu kadar tabiri caizse insanlık dışı yapan yaptırımlar bunlar. Devletin güç odaklı ve bu gücü erkeklikte erkte bulan düşüncenin ürünü bu saçma sapan hareketler. Gerçekten devletle ataerki yaptırımlarıyla olsun toplumdaki propagandalarında olsun hep ataerkiden beslenip güçleniyorlar. Erkek eşittir erkek devlet oluyor yani. Erkek devletin yaptırımları oluyor bu…” K7

Bekaretin “insana özgü bir tasarım” olduğunu belirten Blank (2008, s.45) kültürler, dinler, yasal sistemler, sanat eserleri ve bilimsel bilgi üreten çalışmalar aracılığıyla bekaret fikrinin yayıldığını ve her yeni pratikle yeniden üretildiğini açıklar. Zorunlu heteroseksüellik inşası dolayısıyla, cinselliğin fallosentrik terimlerle anlatılması (Ergün, 2006, s.4-5) cinselliğin penisin vajinaya penatrasyonu bağlamında tanımlanmasına yol açar. Bu durumda bekaretin varlığı da, vajinanın daha önce penis tarafından penatrayona uğramaması ile anlamlandırılır. Tıp ve hukuk aracılığıyla devletin “gözetiminde” uygulanan “bekaret kontrolleri” cinselliğin eril tanımları içerisinde, kadının “cinsel saflığı”nı denetleyerek kadın bedeninin toplumun kontrolünde olduğunu meşrulaştırır. Bekaretin bin yıllardır kadın bedeninin denetimi için kullanıldığını belirten Hanna Blank (2008, s.85), himenin fiziksel olarak çok küçük olduğunu ve kadın bekaretinin sözde belirleyicisi olarak kendisine biçilen rolün dışında hiçbir işlevinin olmadığını ifade eder. Kadının bekaretine yüklenen ve kadın için “denetlenme, baskı altına

alınma” anlamlarına gelen bekaret ve onunla ilişkili “bekaret kontrolleri”, kadının “cinsel el değmemişliği”nin tıp eliyle onaylanmasını sağlar. Kadının “iffet”inden şüphe duyulmasına neden olabilecek herhangi bir hareketi sonrasında, kadının “bekaret kontrol”üne maruz kalması olasılığı bu koşullar altında artar ve kadına bekaret kontrolü adı altında baskı yapılması kolaylaşır. Bir kadın görüşmeci, erkek arkadaşıyla gezerken sokakta amcasının onu görmesi üzerine amcasının onu bekaret muayenesine götürmek isteyişini şöyle anlatır:

“…Babam olsaydı belki orada dayak yemezdim, ama babam şehir dışındaydı. Amcamın kuzeni gaza getirmeye çalıştı. Silah verelim öldür falan o dereceye geldi işte hastaneye götürelim bakire midir değil midir kontrol ettirelim. Kuzenim var bir tane ast subay kuzenim o engel oldu. Öyle bir şey yapamazsınız dedi. Kızın psikolojisini bozarsınız dedi. Aldı beni eve götürdü işte. Sonra babam geldi işte ama bu olaydan sonra amcamlarla hiç görüşmedim, hala da görüşmem yani, çok nadir. Düğün olur bir şey olur o şekilde görürüm yani. Onun dışında hiç görüşmedim baba tarafıyla yıllardır…” K9

Kadının “iffet”ini “lekeleyen” ve ailenin namusuna “zarar” veren hareketleri, tıptaki ve hukuktaki cinsiyetçi uygulamalar aracılığıyla kolaylaşır ve insanların kadının bedenine baskı uygulama aracı olarak bekaret kontrollerine başvurmaları ilk düşünecekleri eylem haline gelir. Bekareti kutsallaştırarak “bekaret miti”ni yeniden üreten tıptaki bu cinsiyetçi uygulama için bir görüşmeci görüşlerini şöyle dillendirir:

“…İşte bu çok sıkıntılı bir konu. En azından bu konuda doktorların da mesela bir şey yapması lazım. Yasaklanması lazım. Ya bu işte işkence yani doğrudan yapılan. İnsanlık dışı bir durum. İnanılmaz aşağılayıcı bir durum. Bir kadına sen vajinadan ibaretsin demekle eş değer bir şey. Demiyorsun yaşatıyorsun o hale getiriyorsun. Bu testi yapmak demek seni yargılamak demek. Kabul edilebilir bir şey değil…”E6

Tıbbi ya da yasal bir faydası olmayan, hatta aksine kadın açısından aşağılayıcı, ayrımcı, zararlı ve tehlikeli olan bekaret kontrolleri, “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.” İfadelerinin olduğu anayasanın 17. Maddesine açıkça aykırıdır (Blank, 2008, s.25). Görüşmecilerin çoğunluğunun “insanlık dışı” , “kadını rencide edici” bulduğu uygulamanın, kadın için travma nedeni olabileceği vurgulanır:

“…Bu da aslında hakaret yani kadına. Büyük bir suç bence…Yaptırılması gerekmiyor. Bir insan kendi isteğiyle yaptırırsa ne ala, canı ister de yaptırırsa. Hayvan mı bu insanlar nesini kontrol ediyorsun? Ben asla onay vermiyorum böyle bir şeye. Çok ağır bir şey. Nee? İnsanı alıp böyle bekaret testi. Ben öyle bir şey yaşasam valla büyük travma yaşarım bir kadın olarak…” K1

Bekaret kontrollerinin yönetmeliklerle düzenlendiğini ve kadını rencide eden bir uygulama olduğunu belirten hukuk fakültesi öğrencisi bir kadın görüşmeci, bu uygulamanın politik yönüne de işaret eder.

“…80lerde bu uygulamanın solcu kız öğrencileri küçük düşürmek için yapıldığını ben çok okudum ve topluca bekaret kontrolüne götürüyorlar ve yok bu kız değil zaten bu işlerle uğraşıyor gibi alakasız saçma bağlantılar kuruyorlar yani…”K13

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (1994, s.14) 1992 yılında Türkiye’de bekaret kontrollerine götürülmek istenen lisedeki iki kız öğrencinin intihar etmesinin üzerine yazdığı raporda, bekaret kontrollerinin siyasi kadın mahkumları aşağılamak ya da cezalandırmak amacıyla polis ve devlet eliyle uygulandığı ifade edilir. Kadının kişilik haklarına ve vücut bütünlüğüne saldıracak şekilde yapılan bekaret kontrollerinin yasal bir zemin üzerinde işliyor olması, kadınların bekaretin toplumsal baskısını benliklerinde hissederek korku duymalarına yol açar. Bekaretin toplumsal baskısı ile yetiştirilen bir kadın için bekaret kontrolü uygulaması, kadının ruh sağlığına zarar verir. Bu durumu, bir görüşmeci izlediği bir diziyle örneklendirir:

“…Aslında böyle bir şey olmamalı. Kadın istiyorsa olmalı. Kadın istemiyorsa olmamalı. Onun psikolojisini düşünsenize. Filmlerde bile oyuncuların canlandıramadığı sırf bu yüzden sözleşmelerinin iptal edildiği, oyuncuların bile oynayamadığı bir rolden bahsediyoruz. Zorla doktora giden kızlardan bahsediyoruz. Bence olmaması gereken bir şey ve kadının psikolojisini çok etkileyebilecek bir şey…” K14

Bir kadın görüşmeci (K18), lisede 1 nişan şakası olarak kız öğrencilere bekaret muayenesi yapılacağını öğrenmesini ve bunun sonucunda “kız”11olmayan öğrencilerin okuldan atılacağının öğrenilmesinin yarattığı korkudan söz eder. Bir şaka üzerinden bekaret mitinin nasıl canlandırıldığını gösteren bu olaya benzer başka bir olaya diğer bir kadın katılımcının ifadesinde de rastlanmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın aldığı bir kararla okuduğu lisedeki kız öğrencilere bekaret kontrolü yapılmasını, öğretmenlerinin engellediğini belirten kadın görüşmeci, bu uygulamayı “iğrenç bir durum” olarak nitelendirse de, bekaret ve namus kavramının cinsiyetçiliğine dair bir bir eleştiri getirmediğinden “iğrenç” olarak nitelendirdiği durumun aslında bekaret kavramı değil; bu kavramın kontrol ediliş biçimi olduğu düşünülür:

“…Milli eğitim şöyle bir karar aldı okulda bütün kızlara bekaret kontrolü yapılacak ceninler kime ait bulunucak diye. Buna kız meslek lisesinde başlatıldı diye biliyorum bizim okula gelicekti herkes itiraz etti hocalarımız olur mu öyle şey yok olmaz kızlarımıza bu yakıştırılmaz falan diye bizim okulda yapılmadı mesela bu. Çok iğrenç bir durum. Benim babam olsa bu kaldıramaz bunu düşünsene dışarıdan bir adam geliyor müdür bile olsa senin kızından şüpheleniyoruz senin kızın kız olmayabilir. Bu yıkar ya bu benim babamı yıkar mahveder böyle bir şey. Ben kız bile olsam o saatten sonra, kız olsam bile bu babamı mahveder kaldıramaz yani bunun şokunu. Ki zaten bunu düşünen bir adam namusu düşünüyorsa benim babamı bizim toplumuzda erkeği alıp karşısına kızıyla ilgili bunu söyleyemez. Söylememeli yani vicdan buna el vermemeli…” K30

11

Türkçe’de “kız” sözcüğü ile “bakire” sözcüğünün eşanlamlı olarak kullanılmasının yarattığı dildeki cinsiyetçiliği yeniden üretmemek adına, tez boyunca “kızlık zarı” yerine himen kullanılmıştır.

Öğretmenlerin “kızlarımıza bu yakıştırılmaz” sözlerinde açığa çıkan “yakışıksız” durum bekaret kontrolleri ya da öğrencilerin bundan nasıl etkileneceği durumu değil; kız öğrencilerin bakire olmaması olasılığıdır.

Görüşmecinin (K14) söylediklerine, kadının psikolojik olarak etkilenebileceği boyutuyla katılan bir erkek görüşmeci, buna ek olarak, bu uygulamanın güven eksikliğinden kaynaklandığı yönündeki görüşlerini ortaya koymaktadır:

“…Yanlış bir şey olduğunu düşünüyorum ben. Aile çocuğuna güvenmiyor hem çocuğun psikolojik rahatsızlığına sebep olabilir kötü bir şey olduğunu düşünüyorum…” E19

Görüşmeci, bekaret kontrollerine dair olumsuz görüş bildirmesine rağmen, bu kontrole neden olan, kadını bedenine ve cinselliğine hapseden bekaret kavramına bir eleştiri getirmez. Söz konusu görüşmecinin (E19) “yanlış bir şey” olarak değerlendirdiği, bekaret kavramının kadın için bir baskı mekanizması haline gelmiş olması değil, bu baskının uygulanış biçimidir. Ailenin, kocanın, babanın kadına “güvenmesi” kadının “iffet” ve “namus”una “leke” getirecek davranışlardan uzak durması ile gerçekleşir. Kadın, bekaretin toplumsal baskısını benliğinde hissedince, patriyarkal düzenle değil ama bu baskıyı hissettiren öznelerle mücadeleyi “güven” kavramı temelinde yapmak durumunda kalır. Olumsuz bir anlamı çağrıştırmayacak şekilde kullanılan “güven” sözcüğünün aslında, kadının bedeni üzerindeki baskı biçimine işaret ettiği görülür; bu kavramın başka görüşmeciler tarafından da bekaret kontrolünü kınamak için gerekçe olarak kullanıldığı görülmektedir:

“…Bu konu güven ve güvenmeme muhabbetinden geliyor. Bu gerçekten en son gelinebilecek noktalardan bir tanesi. Ya baskıdan ötürü gizleyen insandır kontrol ettirilen ya da inanılmayan insandır. İkisi de çok kötü bir durum. Keşke o noktalara gelinmese işte ama yapılacak bir şey yok. Bence yapılmamalı güvenmek daha normal bir şey. Bu daha çok bir malmış gibi muamele yapmak. Bak işte kırık var mı baksana bi tarzında bi muhabbet benim gözümde. Sorarak öğrenebileceğin bir insandan güvenmeyerek bunu yapmak çok saçma bence….” E12 “…Bir anne baba gerçekten böyle bir şeye ihtiyaç duyduysa çok üzücü bir durum. Çünkü bir anne baba evladının neyi nerede nasıl ve ne şekilde yapacağını bilir. Ya da gözünün içine baktığı zaman ne yaptığını bilir. Onu oraya götürüp kendini küçültüp bunu böyle onaylamak kendini tasdik etmek amacıyla bunu belgeyle tasdik etmek işte ters ilişkiye neden oluyor. 23, 24 yaşına gelmiş biri için artık sen bu ilişkiye neden girdin diye soramazsın. Çünkü bu onun hormanal bir ihtiyacı…” K17

Bekaret kontrollerini, “aslında” yapılmaması gereken bir uygulama olarak gören görüşmeciler, bunun yerine ailenin, kocanın ya da erkek arkadaşın kadınla “güven” kavramı temelinde bir ilişki kurmasını daha “doğru” bulurlar. Fakat bu noktada sorgulanmayan kısım, kadının hangi hareketlerini denetleyerek kendi içinde bir kontrol mekanizması oluşturduğu ve bu durumun onun hayatında ve benliğinde yarattığı zorluklardır. Yukarıda alıntılanan

ifadelerden farklı olarak bir erkek görüşmeci, bekaret kontrolü uygulamasının çok yerinde bir uygulama olduğunu belirterek, bu uygulamanın yanlış olmadığını doğrudan dillendirir:

“…Aslında önemli bence ya. Ne kadar da günümüzde bazen aranmasa da, üstü örtülse de, ameliyatlar falan geçirilse de bence önemli bir şey. (ameliyatlardan bahsederken) Kendini kandırıyorsun, ya da karşıdakini. Ama o kendi çektiğin vicdan azabı, orası ona kalıyor. Bence daha önce yaşadığı şeyler, ona söylemiyor mesela onun dışında bir şeyler oluyor. Aynı şey yani. Bekaret kontrolünü ne kadar da yaptırsan da ameliyat da yaptırsan kızlık zarı dikme şeyleri olduğu için aynı şey, aynı süregelen şeyler. Daha önce ilişkileri oluyor ama ameliyat geçiriyor bu şekilde kendini saklıyor. O yüzden aslında yapılması gereken kontroller…” E3

Görüşmeci (E3), bekaret kontrollerinin olması gerektiğini ifade ederken, bekaretin tıbbileştirildiği bir diğer uygulama olan himenoplasti12

den bahsetmektedir. Kadının himenoplasti geçirmesini, erkeği aldatması olarak kabul eden görüşmeci, bunun neden bir aldatma olacağı üzerinde yorum yapmamıştır. Kadının herhangi bir organınını estetik operasyonla değiştirmesi “aldatmaca” olarak görülmezken, kadının evlenmeden önce “bakire” olma vasfını taşıması gerektiği düşünüldüğünden, bu ameliyatlar eril zihniyet tarafından “kandırmaca” olarak yargılanır (Ergün, 2006, s.22).

Bekaret kontrolleri, himenoplasti gibi tıbbın cinsiyetçi uygulamaları, görüşmecilerin çoğunluğu tarafından şiddetle kınansa da, bu uygulamaların yerine koydukları “güven” kavramı, kavramın özünü değiştirmez; uygulanış biçimini, kadının bu baskıyı içselleştirmesini sağlayarak bekareti daha “modern” bir hale büründürür.

İnsanların bekaretle ilgili eril zihniyetlerinin tıp ve hukuk gibi ataerkil kurumlar aracılığıyla meşrulaştırıldığı görülür. Ataerkil hukuk kurumlarının namus kavramı aracılığıyla kadın bedenini ve cinselliğini denetlemesini Yargıtay örnekleriyle açıklayan Ayşe Şafak Aydın (2014,s.121,122), kadının bekaretini kaybetmesinin hukuk tarafından “manevi acı” olarak nitelendirildiğini belirtir. Araştırmacı, Yargıtayın kadının evlenme şansının azalmasını, kadının şeref ve haysiyetinin zarar görmesi anlamına gelecek bekaret kaybı ile ilişkilendirir. Nişanlı kadının nişanlı erkekle cinsel ilişkiye girmesinin ardından erkeğin nişanı bozması durumunda kadının evlenme şansı azalacağı ataerkil düşüncesiyle, kadının manevi acısına karşılık erkeğe ceza verilir. Hukukun bu uygulaması, kadının “manevi zarar” gördüğü gerekçesiyle erkeği cezalandırması, var olan bekaret mitini yeniden üretmektedir. Yargıtayın erkeği ödemekle sorumlu tuttuğu manevi tazminat, kadını cinsel ilişkide mağdur olarak kabul etmekte; bu tutum görüşmecilerin daha önceki bölümlerde de ifade ettiği gibi kadının cinsel

12 “Kızlık zarı dikimi” olarak belirtilen bu uygulama, hem fiziksel hiçbir işlevi olmayan himen dokusunu zar

kelimesiyle ifade etmesi hem de bu zarı cinsel ilişki deneyimlememiş olmayla, “kız” olmakla eş tutması bakımından cinsiyetçi bulunduğundan himenoplasti olarak belirtilmiştir.

ilişkide “kurban”, ve direnemeyen bir nesne konumunda olduğunu vurgulayan yargılarıyla benzerlik göstermektedir.

Medeni kanunun 150.maddesinde aldatma hallerinin düzenlenmesine ilişkin şu bendi dikkat çekicidir: “eşlerden biri eşinin namus ve onuru hakkında doğrudan doğruya onun tarafından veya onun bilgisi altında bir başkası tarafından aldatılarak evlenmeye razı olmuşsa, kişi iptal davası açabilecektir.” İlgili hukuk kuralının namus ve onur olması, ataerkil hukuk kurallarının cinsiyetçiliğini bir kez daha ortaya koymuştur. İlgili kuralın erkek açısından uygulanması meslek üzerinden olurken, kadın açısından uygulanması ise kadının bedeni ve cinselliği üzerinden kurgulanır. Evlendikten sonra bir erkeğin, kadının “bakire” olmadığı gerekçesiyle yanılma ve aldatma sebebiyle evliliğin nisbi butlanı davası açabilmesi ve bu davaların sonunda Yargıtayın, kadının “bakire olma” vasfını taşımadığından, erkeği aldattığı gerekçesiyle evliliğin iptaline karar verebilmesi (Şafak Aydın,2014,s.136,137) hukukun ataerkil cinsiyet rejimine uygun hareket ettiğinin göstergesidir. Kadının cinsel kimliğinin toplumdaki ataerkilliği yeniden üretecek biçimde hukukun uygulamalarında konu edilmesi, cinsel ilişkinin kurulamaması nedeniyle açılan boşanma davalarında da avukat Şafak tarafından ortaya konur. Araştırmacının incelediği Yargıtay kararlarından çıkardığı sonuç, “kadın ve erkek sağlıklıysa ve kadın bakireyse, cinsel aktiflikle görevli olan erkek, karısının “kızlığını bozmakla” yükümlü olduğu; kadının normal olarak bundan kaçınmayacağı; yani cinselliğin toplumsal anlamında erkek eşin aktiflik, kadın eşin ise pasiflik ile görevlendirildiği”dir (Şafak Aydın,2014,s.154). Bu durum, cinsellik işinin erkeğin kontrolüyle sağlanan ve kadını, erkeğin cinselliğinin nesnesi haline getiren anlayışa hizmet etmektedir. Görüşmecilerin cinsellikte erkeği “eyleyen” konuma sahip cins olarak anlatmaları, hukukun uygulamaları ile bu bağlamda örtüşmektedir. Bekaret kontrollerini, namus suçlarını sözde kınayan görüşmecilerin, farklı uygulama biçimleriyle eril bir kavram olan bekareti yeniden üretmeleri ile Şafak’ın tartıştığı Yargıtay kararları karşılaştırıldığında, hukukun namus suçlarını sözde dehşetle kınamanın bir çözüm üretmediği ortadadır. Şafak (2014, s.170), Türk aile hukukunun kadın bedenine ilişkin uygulamalarının kadın şiddetini meşrulaştırdığını ve böylece namus cinayetlerinin ideolojisini desteklediğini öne sürer. Hukukun bahsedilen kararlarıyla ortaya serdiği ataerkil yapısı, hukuk öğrencisi bir kadın tarafından benzer şekilde ifade edilir:

“…Hukukun bu konuda ataerkil yapıda olduğunu görebiliyorum. İnsanlar böyleyken hukukun çok daha farklı seyretmesi gerekiyor mu o ayrı bir tartışma konusu ama çok farklı oluyor mu olmuyor. Hukukun da bu konuda kadını biraz daha bulunduğu durumu meşrulaştıran ve haksızlığa uğramasını kolaylaştıran bir şey olduğunu düşünüyorum ben…” K13

Görüşmecinin (K13) “insanlar böyleyken” dediği durumun izleklerini bu defa devletin ve kurumların cinsiyetçi uygulamalarına yansıttıklarından görmek gerekir. Foucault’un ortaya oyduğu gibi, cinselliğin modern aygıtları; söylemleri, kurumları, mimari yapıları, yasa ve düzenlemeleri, idari önlemleri, bilimsel gelişmeleri ve ahlakı içerecek şekilde oldukça heterojendir (Weeks, 2005, s.52). Bahsedilen aygıtların tamamı toplumun cinsellik olarak tanımladığı kavramı şekillendirir. Hukukun ve tıbbın cinsiyetçi uygulamalarını insanların gündelik hayatlarında aile, akrabalar ve yakın çevre bağlamında nasıl deneyimlediğine geçmeden önce, devletin ve devletin kurumlarından öğrenci yurtlarının bu cinsiyetçiliği nasıl inşa ettiğine bakmak gerekebilir. Bir kadın görüşmeci (K13) kadın olmanın zorlukları olduğunu ve bu zorlukların neler olduğu konusunda konuşurken, cinsel deneyime bağlı olarak kadın ve “kız” şeklinde sınıflandırılmanın kadını manevi olarak ezdiğini ifade eder. Bu ayrımın dönemin başbakanı tarafından, Hopa’daki eylemleri protesto etmek için panzer üstüne çıkan ve polis müdahalesi sonucu kalça kemiği kırılan Dilşat Aktaş için söylediği “kız mıdır kadın mıdır bilemem.” Sözleri (http://bianet.org/bianet/kadin/130532-basbakan-elini- kadinlarin-bedeninden-ceksin, 6 Haziran 2013) ile devletin “erk”i tarafından bu kadar kolay bir şekilde dillendirebilmesinin de ülkedeki cinsiyetçi uygulamaları meşrulaştırdığını ve insanların gündelik hayatlarındaki ataerkil zihniyete bir dayanak oluşturduğunu görmek gerektiğini ortaya koyar. Benzer bir yorumu, bir erkek görüşmeci; “…Devlet de ataerkil. Başbakan kız mı kadın mı belli değil diyor. Böyle de meşrulaştırıyor…” (E16) sözleriye ifade