• Sonuç bulunamadı

Üniversiteli Öğrencilerin “Erkek”lik ve “Kadın”lık Anlatıları

Üniversitede okuyan kadın ve erkek öğrencilerin namus kavramını nasıl tanımladıkları irdelenmeden önce, görüşmecilerin kadınlık ve erkeklik anlatılarını nasıl şekillendirdiklerini ortaya koymak önemlidir. Bu çalışmada, kadın ya da erkek olmanın gerekliliklerini, “uygun kadınlıklar ve erkeklikler” temelinde anlamlandıran ataerkil düzenin özünün namus kavramına dayandığı savunulmaktadır.

Namus, her ne kadar çoğunlukla cinsellikle ilişkili olarak kavramsallaştırılsa da, namus adına işlenen kadın cinayetlerini araştıran çalışmalarda da görüldüğü gibi5

namus kavramı, kadının sadece cinselliğini değil, davranış biçimlerini, karşı cinsle arkadaşlık ilişkilerini yani özel alanın dışında da kadının kamusal hayattaki davranışlarını denetleyen ve biçimlendiren, heteronormativite ile yoğrulmuş eril tahakkümün tezahürü olarak da okunabilir. Cinsler arasındaki güç ilişkilerini meşrulaştıran namus kavramı, kadın ve erkeğin toplumsal hayatta eşitliğinin sağlanmasının önünde bir engel olarak durmaktadır. Namus bağlamında, kadın ve erkek olmanın bireylere yüklediği “sorumlulukların” ve “avantajların” izlerini görüşmecilerin anlatılarında görmek mümkündür.

Görüşmecilere erkek olmanın ve kadın olmanın ne anlama geldiği ve hayatlarında bunu nasıl yaşadıkları sorulduğunda erkek olmanın “rahatlık”, “kolaylık”, “yüceltilmiş olmak”, “bir adım önde olmak”, “belli haklar verilmiş insanlar”, “karlı bir noktada olmak”, “koruyan, kollayan”, “baskın karakter”, “özgür”, “karar veren”, “sınırları aşan” sözcükleriyle ifade edildiği; kadın olmanın ise “kısıtlanmak”, “anne olmak”, “baskılanan”, “ikinci sınıf vatandaş”, “güce tabi olan”, “birine bağlı olan” ve “sınır getirilen” sözcükleriyle tanımlandığı görülür. Görüşmecilerin deneyimlerinden ve gözlemlediklerinden elde edilen bu ifadelerde göze çarpan, erkek olma durumunun etkin ve yeterli bir özne olma haline denk düşen kelimelerle tanımlanmasına karşın; kadınlık durumunun kadının öznelliğini ortaya koyamayan, konduğu durumlarda ise “ikinci sınıf vatandaş” gibi ötekiliğini vurgulayan kavramlarla ve “esas” cinsin denetimine “tabi olma” durumuyla anlatıldığıdır. Kandiyoti’nin (1987, s.327) erkekliğin “kazanılmış bir statü” (achieved status) kadınlığınsa “verilmiş bir statü” (ascribed status) olduğu ifadesi, görüşmecilerin anlatılarında belirginleşmiştir. Erkeğin “erkeklik” statüsüne sahip olmak ya da bu statüyü elinde tutmak için sürekli yapması gerekenler bulunurken, kadının ikincilliğini ifade eden sıfatlarını pasif bir biçimde üzerinde

5

Bknz; Koğacıoğlu, D.,“The Tradition Effect: Framing Honor Crimes in Turkey”, A Journal of Feminist Cultural Studies, Vol.15, No.2, (2004), 118-151; Yıldız Tahincioğlu, A.N., Namusun Halleri, Postiga Yayınları, İstanbul, 2011;Alışmayacağız: Namus Adına İşlenen Cinayetler 2003 Raporu, Kamer, We will not get used to! Killings in the Name of Honour 2003 Report, KAMER; Mojab, S., Abdo, N., Namus Adına Şiddet Kuramsal ve Siyasal Yaklaşımlar, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006.

taşıması yeterlidir. Cinsiyetlere göre ayrışan etken-edilgen ikiliğinde belirtilen bu durum, kadın bir görüşmecinin şu sözlerinde açıkça görülmektedir:

“…Sanki biz erkeklerden biraz daha üstünüz. Biraz daha ilgiye, biraz daha şefkate, biraz daha naz çekmeye ihtiyacımız var gibi. Sanki biz hep birilerine bağlı gibiyiz. Kadın, birinin sana değer vermesine ihtiyacı olan biri bence. Ben öyle hissediyorum. İlgi gösterilmesi gereken bir varlık bence. Kadın olmak birinden ilgi, iltifat güzel şeyler duymak kadını iyi hissettiren şeyler bence. Annem mesela ne kadar güzel olmuşsun dediğinde mutlu olur. İlgilendi mi babam mesela mutlu olur diğer konularda mutlu olmasa bile. Kadınlar ilgi gösterilmesi gereken kişiler bence… Erkek olmak bir şeylerin mücadelesini vermek gibi bazen. Erkekler daha çok mücadele vermek zorunda kalıyor. Ben erkek arkadaşımdan biliyorum. Beni memnun etmek için her şeyi yapıyor. Kadınların öyle bir şeyi yok. Sen seviyorsun. Ben kendim mesela sürekli ilgi ihtiyacı olan bir insanım. Sürekli benimle ilgilensin, sürekli bana değer versin. Beni mutlu etmek için bir şeyler yapsın. Bir erkeğin kadın için elinden gelen her şeyi yapması önemli bence, erkek işte benim gözümde. Kadın için her şeyi yapan bir insan, koruyan kollayan. …Mesela onun arkadaşı sana ters bir şey söylediğinde o seni koruyor. Seni tanıyor çünkü erkek arkadaşın. İnsanlara karşı seni koruyor, seni övüyor, ailesine karşı anlatıyor… Kadın her zaman sonuçta bir korunup kollanma üstünde tutulma potansiyeline sahip. O yüzden mutlu oluyorum. Bu bana değer verdiğini gösteriyor…”K8

Heritier (2013, s.13), kadınların zayıf, itaatkar, güce tabi ya da birine bağlı olmanın “doğal” kabul edilebilmesinin ve güçten ve otoriteden yoksun bırakılmasının gerçekleşebilmesinin yolunun kadınların aşağılanmasından geçtiğini belirtir; kadının erkekten daha aşağı seviyede olduğuna inandırıldığını savunur. Yukarıdaki görüşmecinin alıntılarından görülebileceği gibi, kadının kendini erkeğe kıyasla ilgi ihtiyacı ve korunup kollanma ihtiyacı olan biri olarak tanımlaması Heritier’in kadının aşağılanması bağlamında savunduğu görüşü destekler niteliktedir.

“Erkekliği” imleyen özelliklerden birisi de başta da belirtilen “koruyup kollayıcı” kişi olmasıdır. Görüşmecinin de ifadelerinde görüldüğü üzere kadın “sadece seven” iken erkek, kadın için sürekli bir şeyler yapması gereken “erkek”liğini kanıtlaması gerekendir. Kadının kendini ifade edemeyen, kararlarını veremeyen ve erkeğin onu anlatmasına ve korumasına “ihtiyacı” olan bir cins olarak anlatılması cinslerin eşitsizliğinin bir göstergesidir. K8’in ifadelerinde “birilerine bağlı gibiyiz” sözleriyle anlatılanlar başka bir erkek görüşmeci tarafından kadınların “güce tabi” varlıklar olarak tanımlamasında yerini bulmaktadır.

“…Kadınların güce tabi olduklarını düşünüyorum. Yakın birkaç kız arkadaşımdan duymuştum. Biz ne kadar güçlüysek kendimiz şöyle başarılıyız deseler de muhakkak beyaz atlı bir prense muhtacız diye bir cümle kurmuşlardı. Eşit olmalarına inanıyorum ama bir yandan da bir şeye tabi olmaları gerektiklerini düşünmüyor değilim yani…” E21

Kadının tüm başarılarına, kendini güçlü hissetmesine karşın eksik, yetersiz bir cins olarak görülmesi, başka bir cinsin himayesinde yaşamaya “muhtaç olması” ile gerekçelendirilir.

Cinslerin birbirini “tamamlaması” sözleriyle eşitsizliğin, tahakkümün meşrulaştırıldığı, erkek görüşmecilerin kadınları “korumak ve kollamak sorumluluğu” adı altında denetlediği görülür. Erkek bir görüşmeci, kadın olmanın çok daha zor ama erkek olmanın da belli zorlukları olduğunu kendisinden büyük bir kız kardeşi olması bağlamında açıklarken (E22); başka bir erkek görüşmeci kız kardeşlerine “kol kanat germeye çalıştığını”(E5) ifade eder. İki görüşmecinin de söylediklerini “koruyup kollama sorumluluğu” bağlamında başka bir erkek görüşmeci şu şekilde örneklendirir:

“…Erkek olmak sorumluluk bence. Arkada ailenden kalanlar varsa ya da bakmakla yükümlü olduğun insanlar varsa büyük bir sorumluluk erkek olmak… Mesela ablam. Büyük ablam nişanlı, bu yaz evlenir. Ama diğer küçük ablam, benim mesuliyetimde. İşte abim de evli. Evin tek bekar erkeği olaraktan bana kalıyor…”E10

Erkeğin “erkeklik” konumuna ulaşmasının en önemli tamamlayıcılarından biri, yukarıdaki alıntıda belirtildiği üzere erkeğin kendine kan bağı ile bağlı bulunan kadınları “koruyup kollaması”dır. Görüşmecinin “sorumluluğundaki” iki kadından bekâr olanı erkek kardeşin sorumluluğundayken diğerinin nişanlı ve bu yaz evlenecek olması onun sorumluluğunun evleneceği erkeğe “devredileceğini” anlatmaktadır. Görüşmeci, kendini ablalarından sorumlu hissetmesinin nedenini babasının yurt dışında olmasına ve diğer abinin evli olmasına dayandırmaktadır.

Kadının baba, erkek kardeş ve koca üçgeninde bir “koruyucu kollayıcı” erkeğin himayesinde olmasını, kadının kendi başına bir kimlik oluşturmaktan uzak oluşunu Bourdieu (2001, s.42,43), sembolik malların üretiminde ve yeniden üretiminde kadının yalnızca bir nesne olarak görüldüğünü iddia ederek destekler. Kadınlar, evliliğin temel araç olarak kullanıldığı bu ataerkil toplumsal düzende anlamları kendileri dışında inşa edilen semboller olarak erkeklerin sahipliğindeki sembolik sermayenin sürdürülmesine ve artmasına yalnızca katkı sunar.

Kadının araçsallığına karşın erkeğin toplum tarafından “önemli cins” olarak tanımlanması erkekliğe yüklenen sorumluluklar ve görevlerle ilgilidir. Bir kadın görüşmecinin erkekleri “toplum tarafından yüceltilmiş” (K5) insanlar olarak tanımlamasına başka bir görüşmeci şu şekilde katkı sunar:

“…Kız arkadaş olsun, herhangi biri anne de bile olsun hep böyle seni bir yüceltme olayı var. Bu bilir, bu iyi yapar, kötü bir şey yapmaz. Halbuki kötü şeyler 6 yapıyoruz ama örtüyoruz yani…” E22

6

G22’nin burada “kötü şeyler” olarak belirttiği aslında ailesinin “kötü” olarak nitelendirdiği içki, sigara, kadın ve zina konularıdır. Annesinin “kötü” şeylerdin biri olarak belirttiği kadınlar konusunda söyledikleri çarpıcıdır: “…Annem kızlarla olan ilişkilerime çok kötü bakar. Yapma oğlum, hiç bulaşma der yani… Kadınlara güvenme

kadınların hepsi şeytan. Hiçbir kadına bakma sen o kadına bakarsın, onların ağabeyleri de seni kız kardeşine bakar…” Konunun bu boyutuna namusun cinsiyetlendirilmiş görünümünde bakılacaktır.

Görüşmecilere erkek olmanın onların hayatı için ne anlama geldiği sorulduğunda erkek görüşmecilerin biri, çocukluğuna dair bir anıyı paylaşmış ve “erkekliğin” yüceltilen, önemli kılınan haline somutluk ve canlılık kazandırmıştır:

“…Erkek olmak deyince gece vakti teyzem geliyor. Çünkü ben gece vakti acıktığımda a o erkek çocuğu yok düşer, ne istiyorsa verin falan, yesin yesin. Erkek çocuğu o, evet biraz üstünlük geliyor, rahat bir çocukluk geliyor…”E28

“Erkekliğin” yüceltilen ve önemli kılınan görünümlerine birçok görüşmecinin anlatısında rastlamak mümkündür. Erkeğin daha doğar doğmaz bir “saygınlık” belirteci olması, aşağıda ifadelerine yer vereceğim görüşmeci için ayrımcılığın temelidir:

“…Bir erkek çocuğu doğması özellikle Mardin gibi bir yerde böyle bir prestij sahibi hissediyor insan kendini. Bir erkek oğlum var falan. Şeyden gelior hani, soyum devam edecek bu fikirden geliyor. Zaten küçüklükten onlara bir şey veriliyor… Daha büyük bir prestij sahibisin daha rahatsın bir kere…”K26

Erkek olmanın kadın olmaya göre ayrıcalıklı bir konumda olmasını görüşmeci, soyun devamının erkekten geleceğine olan ataerkil inançla belirtir. Bir erkek görüşmeci, üniversiteye başlamadan önceki fikirlerinden bahsederken kadınlık ve erkeklik arasındaki farkın erkeğin soyun devamını getirecek cins olmasından kaynaklandığını belirtir:

“…Lisans eğitimimden önce erkeklik ve kadınlık arasında baya belirli çizgilerin olduğunu düşünüyordum. Yani mesela bir ailede erkek çocuğu olmadığı zaman kadınların kendi arasında bu ocağı sönmüş, soyun devamı olmadığını söylüyorlardı. O zaman ben düşündüğüm zaman onlara katılıyordum. Eğer ki soyluluk soyun devamı erkekten geliyorsa adamın ya da kadının erkek çocukları yoksa sadece kız çocukları varsa onlar da başkalarına gidecek evlenmek için. O zaman adamın evi barkı ya erkek kardeşlerine kızların amcalarına kalacak ya da onlar da olmazsa en yakın akrabasına kalacak. Demek ki soyun devamı olmayacak. O zihniyette düşünüyordum. Erkek çocukları olmayanlara dua etmeye giderlerdi adak falan adanırdı erkek çocukları oldu diye boğalar kesilir. Erkeklik onlara göre tanrının verdiği bir şey…” E31

“Dua etmek, adak adamak ve boğa kesmek” gibi ritüellerin erkekliğin yüceltilen anlamlarına işaret ettiği görülmekte ve bu önemin ataerkil bir soy sistemine dayanan bir anlayıştan beslendiği açıkça ortaya konmaktadır. Babasoylu sistemde, kadına ve erkeğe üreme bağlamında verilen değerlerin cinsiyetçiliğini Delaney (1991, s.8) iki masum imge olarak görülen tohum ve toprağın aslında nasıl da hiyerarşik bir biçimde ve etken-edilgen dikotomisinde farklı değerler taşıdığını belirtir. Bu imgelerin anlattığı şey, erkeğin yaratmaya dair tanrısal bir güç taşıdığı ve kadının bu süreçte bir hazne görevi gördüğüdür. Batıda üremeye dair yüzyıllardır egemen bir inanış olarak tohum-toprak imgesinin Türkiye’de de tezahürlerini toplumsal yaşantıda görmek mümkündür.

Mitchell’in (1971, s.64-65) ataerkillik için, “erkeğin gücünü kurup kontrolü sürdürdüğü cinsel bir politika” tanımlaması cinslerin eşitsizliğinin temeline dair bir bakış açısı sunar.

Görüşmecilerinin anlatılarında ortaya konan erkekliğin rahatlığa, kolaylığa işaret eden yapısı, ataerkil sistemden erkeklerin sağladığı yararı ve o sistemden aldıkları payın, karın ya da kazancın ne kadar büyük olduğunu aslında açığa çıkarır. Connell de (1995,s.79) erkeklerin önemli bir çoğunluğunun kadınların ikincilliği ve baskılanmasından kaynaklı ataerkil bir kazanca (patriarchal dividend) sahip olduklarını iddia eder. Connell (1995, s.82) erkeklerin ataerkiden sağladıkları bu yararın yalnızca maddi olmadığını (zengin kapitalist ülkelerde erkeğin ortalama gelirinin kadının ortalama gelirinden iki kat olduğuna işaret ederek) onur, saygınlık ve yönetme hakkı bağlamında da erkeklerin ataerkil bir kazanç sağladığını ifade eder. Bu durum, erkeklerin ataerkil sistemden sağladıkları yararın yalnızca ekonomik boyutta değil aynı zamanda erkeğin kadının bedeni, cinselliği ve kimliği üzerindeki tahakkümünü de içerdiği yorumunu yapmaya olanak tanır. Hegemonik erkeklik kavramını ortaya attığı Toplumsal Cinsiyet ve İktidar kitabında Connell (1987, s.215) erkeklerin bu ataerkil güçten keyif aldıklarını ve bunun onlara dışarıdan bir güç tarafından, doğadan ya da geleneklerden hatta kadınların kendilerinden geldiğini düşündüklerini fakat asla bu durumun kadının toplumdaki ikincil durumundan kaynaklandığını düşünmek istemediklerini belirtir. Hegemonik erkekliğin, kadının ikincilliğini ve erkeğin tahakkümünü sağlamlaştırması bağlamında tezde iddia edilen namus kavramının heteroseksizmi ve ataerkilliği güçlendiren yapısı ile benzerlik taşıdığı düşünülebilir.

Genel olarak erkeklerin ve heteroseksüel erkeklerin toplumsal yapıdan avantaj sağladıklarını belirten Connell (1987, s.xi) 1970lerde Amerika’da başlayan "erkek hareketi" ile erkeklerin bu toplumsal avantajların onlar için bir bedeli olduğunu ve aynı zamanda adaletsizliği farkeden bazı erkeklerin miras aldıkları erkeklik konumundan dolayı rahatsız olduğunu ifade eder.

Görüşülen 12 erkek arasında yalnızca 2 erkek içinde bulunduğu erkeklik konumuna dair rahatsızlıklarını açıkça dile getirmiştir. Diğer erkeklerin erkek olmaya ilişkin bir eleştiri getirmedikleri ve “erkek olma” ölçütlerini yerine getirmeye çalışarak var olan toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üreten söylemlerde bulundukları gözlenmiştir:

“…Toplum olarak bize verilen bir cinsiyet var. Erkek için mesela bize atfedilen bir rol var. O rol doğrultusunda hareket etmeye çalışıyoruz. Onun rolünün dışına çıktığınız zaman toplum tarafından tuhaf karşılanıyoruz, dışlanıyoruz mesela. Bu yüzden o rollerin dışına çıkmamak gerekir. Ben yapmaya çalışıyorum bu rolleri. Öyle doğup büyüdüğüm için çocukluktan beri sen onunla büyüdüğün için sen onu fark etmiyorsun artık. Çok bir şey ifade etmiyor artık onun hayatında. İsteyip istemeyerek yapma gibi bir durum yok artık…” E19

Verili toplumsal cinsiyet rollerini üstlenmekten kaçınan ya da ataerkil sistemden, erkek olmaktan dolayı kazanılan avantajlardan rahatsız olan görüşmecilerden biri cinsler arasındaki adaletsiz durumu şöyle açıklar:

“…Tek erkek olduğum için annem daha çok beni kayırırdı. Belki bu birçok ailede olmuştur. Bu belirli bir yaştan sonra aklım ermeye başladıktan sonra ben bundan rahatsız olmaya başladım. Anne bana böyle yapma. Çünkü karşı tarafı da görüyorum, rahatsız oluyor. İki tane ablam bu durumdan rahatsız oluyor. Bazen ben bile kötü oluyordum. Ben kayırılmak istemem, ben de aslında bundan rahatsızım. Eşit davransın. Hele anneannemde bu daha fazla…” E16

Görüşmecinin ifade ettiklerini derin sorgulamalar ve eleştirilerle daha öteye götüren başka bir erkek görüşmeci, erkek olmanın sağladığı kolaylıkları ve zorluklarıyla beraber erkekte oluşturduğu erkekliğe dair kırılma anlarını, erkeğin içinde bulunduğu çelişkili durumu şu şekilde betimlemektedir:

“…Erkek olmak zor bir şey aslında çok kolay bir şey. Bazı şeyleri düşündükten sonra zor bir süreç haline geliyor. Erkek olmak her gün bazı konularda mücadele etmeni gerektiren bir şey namus kavramı devreye girdiği zaman. Çünkü erkek olmak iktidar olmak demek. Bu sana öğretilmişlik olarak var. Toplum olarak bu konum doğal olarak elinde yani. Kurduğun ilişkilerin birçoğunda da bu var. Ama bunları sorgulamaya başladığın zaman bunlarla mücadeleye girişmek belki kadınlarınki kadar değil ama erkeklerin de ciddi bir zorluğu var. Aslında erkeklerde bu durum şizofrenik bir durum yaratıyor. Şimdi bir öğretilmişliklerimiz var bizim. Bu öğretilmişliklerin sağladığı çok ciddi kolaylıklar var. Egemen olmanın o kadar ciddi rahatlığı var ki. İlişkiler içinde istediğin gibi davranabiliyorsun. Sorumsuzlukların o kadar ciddi bir sorun yaratmıyor. Yani çok daha rahatsın. Oldukça karlı bir noktayız erkek olarak. Ama başka bir noktadan baktığın zaman bu kar aslında hoş olmayan bir kar. Çünkü başkasının zararından edinilmiş bir kar. Buradan sorguladığın zaman kendini suçlu hissettiğin noktalar oluyor. Yani ama bu suçluluk hissetmekle beraber senin hayatında ne kadar değişiklik yaratıyor dersen bu çok tartışmalı bir nokta oluyor hani. Şöyle oturup düşündüğümüz zaman konuştuğumuz zaman mesela birisi sana şu anda olduğu gibi bu soruları yönelttiği zaman o zaman daha makul şeyler düşünüyorsun. Daha güzel şeyler söylüyorsun. İşin teorisini lafını kolay yapıyorsun yani… Hani mesela toplum içinde toplumsal olarak yürütülen mücadelenin pratik görünümünü örgütlemek çok daha kolay. Herhangi bir mesela kadın eylemi gerçekleştirmek, ya da bir kadın dayanışması yaratmak ya da bunu gündeme alan bir yazı yazmak bunlar kolay şeyler bence. İnsanın kendisini değiştirmesinden çok daha kolay. Bu konuda çok güzel teoriler geliştiren erkekler tanıdım aydın ama hayatında bunu o kadar da yedirememiş olduğunu görüyorsun. En başta kendinden görüyorsun zaten. …”E6

Görüşmecinin “başkasının zararından edinilmiş bir kar” ifadesi Connell’in ataerkil kar kavramı ile birebir örtüşür. Görüşmeci, kadının ezilmesinden kaynaklı avantajların onda yarattığı rahatsızlığı açık bir biçimde dile getirebilirken bu avantajları ilişkilerinde kullanmaktan kaçınamadığını, teorik anlamda söylediklerinin pratik hayatında kolay bir şekilde karşılığını bulmadığını ifade etmektedir. Teoride “makul erkeklikler” inşa etmek görüşmeciye göre inşa edileni değiştirmekten çok daha zordur.

Erkeklerin ataerkil karla beraber ilişkilerinde daha rahat olduğu ve sorumsuzluklarının kadınlara göre daha affedilebilir olduğu başka görüşmecilerin anlatılarında da dile getirilmiştir:

“…Günümüz Türkiyesinde Müslüman olan bir ülkede çok avantajlı bir şey gibi geliyor. Neden? Çünkü eşinizi seçme konusunda, işinizi seçme konusunda, nerde yaşamak istediğiniz konusunda özgürsünüz ve ne yaparsanız yapın bir tık daha artılarınız vardır. Kadının yaptığı çapkınlık nasıl addedilirken erkeğin birçok kadınla birlikte olmuş olmasının çapkın deriz mesela ama kadına çok daha farklı bir ithamda kullanırız…” K13

“…Kadın olunca böyle bir çekingenlik hani sen kadınsın. Birazcık geri dur mantığı oluyor. Erkek olunca ise, erkek hani erkektir. Erkekler her şeyde daha rahat davranıyorlar erkek oldukları için. İnsan ilişkilerinden tutun da yaşamaya kadar verdikleri kararlara kadar. Kadınların bu konuda biraz daha kısıtlandıklarını düşünüyorum…”K1

“Baskın olmak” ve “kısıtlanmak” sözcükleriyle ifade edilen kadın ve erkek olmanın farklılıkları K1’in ebeveynlerin çocuklarına verdiği tepkileri karşılaştırmasında da görülür:

“…İki kardeş var, biri kız biri erkek. Biri akşam dışarı çıkabilirken arkadaşlarıyla gezmeye vs. bu erkek olursa izinleri daha rahat koparabiliyor ama bayan olursa fazla izin alamadığını düşünüyorum. Daha sonra karşılıklı ilişkilerde aşk ilişkilerinde annelerimiz babalarımız bu konularda bayanlara fazla taviz vermezken erkek çocukları sevgililerini anne babalarıyla tanıştırabiliyor. Bu konuda daha rahat olduklarını düşünüyorum. Bu da erkek olduklarından kaynaklanıyor diye düşünüyorum…” K1

Anne babaların cinsiyet farklılığından dolayı kadın ve erkeğe farklı davranması görüşmecilerin çoğunun vurguladığı konulardan biridir. Cinsiyetlerinden ötürü ayrımcılığa