• Sonuç bulunamadı

Nahiv ve Ġ„râbü‟l-Kur‟ân

Ġ‟râb harekelerinin yanlıĢ okunmasından kaynaklanan dilsel hatalar, Arap gramerinin kurallarını belirleme ihtiyacını doğurmuĢtur. Kaynaklarda zikredilen lahn örneklerinin büyük bir kısmının, kelimenin morfolojik yapısından ziyade kelime sonlarındaki i„râb hataları ile ilgili olması, ilk dönem gramer faaliyetlerinin

224

Ġbnü‟l-Enbârî, Îdâhü‟l-Vakf ve‟l-Ġbtida, s. 14.

225

Tenesî, et-Tirâz fi ġerhi Dabti‟l-Herrâz, s. 64.

226 Tenesî, et-Tirâz fi ġerhi Dabti‟l-Herrâz, s. 65. 227 ed-Dânî, el-Muhkem fi Nakdi‟l-Mesâhif, s. 4. 228

79

baĢlamasında i„râbın etkin bir rol üstlendiğini göstermesi açısından önemli bir veridir. Bu tespiti teyid eden diğer bir veri de Ebü‟l-Esved‟in mushafa i„râb harekelerini koyduktan hemen sonra çoğunluğun da kabul ettiği görüĢe göre nahvin temel kurallarını oluĢturma çabalarıdır. O, kelimeleri fâil, mef„ûl, muzâf Ģeklinde kategorize etmek suretiyle nahvi, kurallaĢtırmanın ilk adımını atmıĢtır.229

Ebü‟l-Esved tarafından ana kuralları tespit edilen daha sonra Basrâ dil ekolüne mensup Nasır b. Âsım el-Leysî (v. 89/707), Yahyâ b. Ya„mer (v. 90/709), Anbese b. Ma„dân el-Fîl (v. 100/718) ve Abdurrahmân b. Hürmüz (v. 117/735) gibi dilbilimcilerce gerçekleĢtirilen nahiv faaliyetlerinin esas maksadı, sosyal hayatta gittikçe yaygınlaĢan lahni önlemekten ziyade Kur‟ân‟ı lahn tehlikesinden muhafaza etmekti. BaĢka bir ifade ile çok erken sayılabilecek dönemlerde temelleri atılıp daha sonraları Kur‟ân esas alınarak sistematize edilen edilen nahiv ilmine ve H. II. yüzyılın sonları ile H. III. yüzyılın baĢlarından itibaren i„râbü‟l-Kur‟ân‟a yönelik çalıĢmaların baĢlaması, temelde Kur‟ân‟ın yanlıĢ okunmasını önlemeye matuf çalıĢmalardı.230

Arap dili grameri alanında günümüze ulaĢan en eski ve en kapsamlı eser olarak kabul edilen Sibeveyh‟in (v. 150/194) el-Kitâb‟ı incelendiğinde birçok ayetin istiĢhad amacıyla kullanıldığı görülecektir. Bu özelliğiyle kendisinden sonraki me„âni‟l-Kur‟ân ve ğarîbü‟l-Kur‟ân türü filolojik tefsirlere kaynaklık eden bu eser, bazılarınca i„râbü‟l- Kur‟ân ilminin ilk eseri olarak da değerlendirilmiĢtir.231

Her ne kadar birçok ayeti Ģevahid olarak kullanması sebebiyle böyle bir sonuca varılmıĢsa da kanaatimizce sırf bu özelliğinden dolayı el-Kitâb‟ı, i„râbü‟l-Kur‟ân sahasının ilk eseri kabul etmek doğru değildir. Bunun yerine daha sonraları amaç, yöntem ve içerik itibariyle bağımsız olan i„râbü‟l-Kur‟ân ilminin geliĢim sürecinin önemli bir aĢaması kabul etmek daha doğru olur. Çünkü bu eserde Kur‟ân i„râbı ile ilgili bilgilerin yanında baĢta nahiv ve sarf olmak üzere lügat, kıraât, belağât, sesbilim (fonetik), fıkhü‟l-lüğa gibi dilbilimin alt dallarıyla ilgili bilgiler de mevcuttur.232

229

Yâkût, Zâhiretü‟l-Ġ„râb fi Nahvi‟l-Arabî, s. 18.

230 BirıĢık, Ġ„râbü‟l-Kur‟ân, XXII, 377; Öztürk, Kur‟ân Dili Retoriği, s. 58. 231 BirıĢık, Ġ„râbü‟l-Ku‟rân, XXII, 377

232

80

Nahiv kurallarının konulması ve lügatlerin tespitinde yaklaĢık üç yüzden fazla ayetin istiĢhad amacıyla233

kullanıldığı bu eser, özellikle ayetlerin i„râb özelliklerini açıklamada referans kaynak olması açısından oldukça önemlidir. Ebû Hayyân‟ın (v. 745/1345), ayetlerin filolojik açılımlarını ve özellikle de i„râb tahlillerini ön plana çıkaran kaynak niteliğindeki bu eser ile ilgili değerlendirmesi oldukça dikkat çekicidir:

“El-Kitâb (bununla Sibeveyh‟in el-Kitâb‟ını kasdederek), Kur‟ân‟ı anlamada bir basamaktır. Çünkü i„râb ilminden haberdar eder. Tefsir ilmine merak salan ve onda uzmanlaĢmak isteyip özgürce araĢtırma yapmak isteyenlerin bu esere mesailerini hasretmeleri gerekir. El-Kitâb, bu alanla ilgili problemleri çözmede ihtiyaç duyulan bir eser olduğu gibi bu konuda önemli bir kaynaktır.”234

Genelde Arap dili tarihi özelde ise i„râbü‟l-Kur‟ân tarihi açısından çok önemli bir yeri olan el-Kitâb‟ta ayetlerin i„râb yönlerinin nasıl incelemeye tabi tutulduğu ve yapılan gramatik yorumlamaların ve çözümlemelerin ayetin anlamını ne ölçüde etkilediği hakkında fikir edinmek maksadıyla birkaç örnek vermeyi faydalı görüyoruz.

Daha öncede de belirtildiği gibi bilinen gramer kurallarından farklı bir formda gelmesi sebebiyle bazılarınca kâtiplerin yazım hatası olarak tevehhüm edilen, ئِٓئِىتٌَ

تَدتتَونَّ ٌة تَْٛمُس غْؤمُّغٌْةتَٚ تَدتَ نَّصٌة تَٓ ئِّ ئِممُّغٌْةتَٚ تَهئٍِغْختَل غْٓئِِ تَيئِ غْٔمُ تتَِتَٚ تَهغْ تٌَئِ تَيئِ غْٔمُ تتَّئِح تَْٛمُٕئِِغْؤمُي تَْٛمُٕئِِغْؤمُّغٌْةتَٚ غُْمُٙغْٕئِِ ئُِغٍْئِ غٌْة يئِ تَْٛمُخ ئِ ةنَّيٌة تدًّ ئِظتَ ةدًيغْػتَ غُْئِٙ ئِسغْؤمُٕ تَ تَهئِبتٌَٚمُ ئِي ئِ لآة ئَِغْٛتَ غٌْةتَٚ ئِاتئِح تَْٛمُٕئِِغْؤمُّغٌْةتَٚ (Nisa, 4/162) ayetindeki تَٓ ئِّ ئِممُّغٌْة kelimesinin, cümle içerisindeki i„râb konumuyla ilgili olarak Sibeveyh, i„râb yapmıĢtır. Kıraât âlimlerinin çoğunluğunun mushaftaki asıl Ģekliyle mansûb i„râb formunda okumayı tercih ettikleri bu kelime, bazı kıraât âlimlerince ayetin baĢında geçen تَْٛمُخ ئِ ةنَّيٌة kelimesine atfen merfû okunmuĢtur. Mansûb okuyuĢ biçimine göre değerlendirmede bulunan Sibeveyh, nahvin konularından birisi olan ihtisâs kaidesi gereğince ؽ ِة ve ص ة fillerini takdir ederek bu kelimenin medh üzere mansûb olduğunu ifade eder. Bu

233 Tantâvî, NeĢ‟etü‟n-Nahv ve Tarihu EĢheri‟n-Nühât, s. 84.

234 Ebû Hayyân, Esirüddîn Muhammed b. Yusuf el-Ceyyânî el-Endelüsî, Tefsîrü'l-Bahri‟l-Muhît, Dârü'l-

81

kaideye göre anlam, “Özellikle namaz kılanları kasdediyorum.” Ģeklinde olup bununla Allah (cc), namaz ve namaz kılanların üstünlüğüne vurgu yapmıĢtır.235

Benzer Ģekilde i„râb hatası olduğu iddia edilen تَْٛمُبئِحت نَّصٌةتَٚ ةٚمُاتتَ٘ تَٓيئِبنٌَّةتَٚ ةٛمُٕتَِآ تَٓيئِبنٌَّة نَّْئِ تَْٛمُٔتَ غْـتَي غُْمُ٘ تَاتَٚ غُْئِٙغْ تٍَتَ حٌاغْٛتَ تَ تَ تدًـئٌِت تَص تًَئِّتَ تَٚ ئِي ئِ لآة ئَِغْٛتَ غٌْةتَٚ ئِاتئِح تَٓتَِآ غْٓتَِ ٜتَ ت تَصنٌَّٕةتَٚ (Mâide, 5/69) ayetinde geçen ve Arap dili kurallarına göre edatının ismine âtıf olarak mansûb okunması نَّْئِ gerekirken Mushafta orijinal Ģekliyle merfû olarak kaydedilen تَْٛمُبئِحت نَّصٌة kelimesiyle ilgili olarak Sibeveyh, gramer çözümlemesi yapmıĢtır. Sibeveyh, هٌبو تَْٛمُبئِحت نَّصٌة Ģeklinde yaptığı i„râb tahliliyle bu kelimeyi mübtedâ-merfû kılıp haberini de hemen akabinde takdir etmiĢtir. Bu durumda cümle, itirazî (ara) cümle olup ayetin anlamı Ģu Ģekilde olur: “Ġman edenler, Yahudiler ve Hristiyanlar‟dan Allah‟a ve ahiret gününe inanıp iyi

iĢler yapanlar için asla korku yoktur, onlar üzülecek de değillerdir. Sâbiiler için de aynı hüküm geçerlidir.”236

Sibeveyh, aynı zamanda hocası olan Halil b. Ahmed‟e, نَّائِ مُاة مُٗتَّوّئٍِتَىمُي غْْتَ دٍي تَ تَخئٌِ تَْتتَو تتَِتَٚ حٌُ ئِىتَؿ يٌّيئٍِتَ مُٗنَّٔئِ مُيتتَ تَي تتَِ ئِٗئِٔغْ ئِ ئِح تَيئِؿٛمُ تَ دًاٛ مُ تَ تًَ ئِ غْيمُي غْٚتَ دٍثتتَؼئِؿ ئِيةتَ تَٚ غْٓئِِ غْٚتَ تدً غْؿتَٚ (ġurâ, 42/51) ayetinde geçen تًَ ئِ غْيمُي غْٚتَ fiilinin hangi kelimeye atfen mansûb olduğunu sorar. Halil b. Ahmed, bu fiilin ayetin baĢında geçen مُٗتَّوّئٍِتَىمُي غْْتَ fiiline atfen mansûb olduğu Ģeklinde mukabelede bulunur. Sibeveyh, bu yorumun yanlıĢ olduğunu, kabul edilmesi halinde ayette anlamsal bir problemin ortaya çıkacağını ima eder. Sibeveyh, ayetin anlamını esas alıp aynı zamanda istisnâdan sonra fiilin edatsız gelemeyeceği kuralını da dikkate alarak تدً غْؿتَٚ نَّائِ ifadesini, تَيئِؿٛمُي ْة نَّائِ Ģeklinde te‟vil etmek suretiyle atfı buraya yapmıĢtır. Bu durumda ayetin anlamı Ģu Ģekilde olur: “Allah (cc) bir insana ancak vahiy yoluyla veya bir perde

arkasından hitab eder. Yahut ona kendi izniyle dilediğini vahyedecek bir elçi gönderir. Çünkü O yüceler yücesidir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.”237

235 Sibeveyh, el-Kitâb, II, 63. 236 Sibeveyh, el-Kitâb, II, 155. 237

82

Ġbn Haldûn (v. 808/1406), nahiv ilminin teĢekkülünde i„râb faktörününün önemli bir rol oynadığını söylemektedir. O, nahiv ilminin oluĢum sürecini ve i„râb ile olan iliĢkisini Ģöyle anlatmaktadır:

“Arap dilinde harfler, harekeler, kelime ve cümlelerin Ģekil ve suretleri, anlam ve maksatları anlatmaya hizmet eder. Araplar, öğretim ve tahsil zahmetlerine katlanmadan bunları bilirler. Bu hal Arap dilinde bir alıĢkanlıktan (meleke) ibaret olup çağımızda çocuklarımız dilimizi nasıl öğreniyorlarsa eski Araplar da biri öbüründen iĢitmek suretiyle buna alıĢmıĢlardı. Ġslamiyet zuhûr edip baĢka devletlere yayılmak üzere Hicâz‟dan ayrıldıktan ve diğer kavimlerle karĢılaĢtıktan sonra onların bu melekeleri değiĢti. AraplaĢmıĢ baĢka kavimlerin, Arapların konuĢma ve melekelerine aykırı konuĢmaları bu alıĢkanlığı bozdu. Çünkü iĢitmek, dilde melekenin aslı ve temelidir. Ġlim adamları bu melekenin büsbütün değiĢmesi ve aradan uzun zaman geçmesi sonucu Kur‟ân-ı Kerîm‟i ve hadis-i Ģerifleri anlamayacak dereceye gelmelerinden korktukları için Arap sözlerinin ve cümlelerinin kullanıĢ Ģekillerinden faydalanarak bu melekenin korunmasına yardımcı olan Arapçanın kanun ve kurallarını koymaya çalıĢtılar. Bu kurallar diğer kurallar gibi genel ve bütün olduğu için baĢka söz ve cümleleri buna kıyas ettiler. Benzerleri birbiriyle karĢılaĢtırdılar. „Her fâil ve mübtedâ merfûdur, her mef„ûl mansûbtur.‟ gibi kurallar bu cümledendir. Harekelerin değiĢmesiyle kelimelerin manaları, delaletleri de değiĢti. ĠĢte bu değiĢikliklere i„râb adını verdiler ve bunu bir terim olarak da kabul ettiler. Bu değiĢmeyi gerektiren sebebe de âmil adını verdiler. Sonra da bu kuralları eserlerde topladılar ve bu ilim bu alanlarda çalıĢanlara mahsûs bir meslek ve zenaat halini aldı, buna da nahiv adı verildi.”238

Ġ„râbü‟l-Kur‟ân‟ın bir ilim olarak ayetlerin nahiv kaidelerine tatbiki ya da baĢka bir ifade ile ayetlerin bu kurallar esas alınarak çözümlenmesi Ģeklindeki tanımı esas alındığında bu ilmin ortaya çıkıĢ sürecini nahiv ilmiyle baĢlatmak mümkündür. Zira nahiv ilminin kurallarının konulmasında ve lügatlerin tespitinde en önemli istiĢhad kaynağı Kur‟ân-ı Kerîm‟dir. Arap dili gramerinin kurallarının oluĢmaya baĢladığı dönemlerde yazılan gramer kitaplarının hemen hemen bütününde, Kur‟ân ayetleri gramer açısından tahlil edilmiĢtir. Böylece Kur‟ân, hem dilin kaynağı olmuĢ hem de

238 Ġbn Haldûn, Ebû Zeyd Veliyyüddîn Abdurrahmân b. Muhammed, Mukaddime, çev. Zakir Kadiri

83

oluĢan kurallara dayanak teĢkil eden en sağlam örneklerin (Ģevahid) yer aldığı metin olarak müracat edilmiĢtir.239

Bununla birlikte ilk dönemlerde nahivle iç içe olan i„râbü‟l-Kur‟ân, bir ilim olarak henüz tekâmül etmemiĢti. Ancak müfessirlerin, ayetleri izah etmede bu ilmin kurallarından yararlanması sonucu müstakil ilim olma yolunda önemli bir aĢama kaydetmiĢ ve daha sonraki süreçte olgunlaĢıp bağımsız bir ilim olarak Kur‟ân ilimleri arasındaki yerini almıĢtır.240