• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM I ĐSLÂM KELÂMINDA NÜBÜVVET

1.2. NÜBÜVVETLE ĐLGĐLĐ GENEL PROBLEMLER

1.2.3. NÜBÜVVETĐN VEHBÎ OLMASI

Klasik kelâm kitaplarında nübüvvetin vehbîliği konusu genel nübüvvet bahisleri içinde oldukça sınırlı bir yer tutmaktadır. Kelâm âlimleri; nübüvvet, Allah’ın dilediği kimseleri seçip bu işle görevlendirilmesiyle mi gerçekleşir? Yoksa çalışıp gayret etmek suretiyle mi insan bu makama ulaşır? sorularını ele alarak bu konuya açıklık getirmeye çalışmışlardır. Eş’arî, Mâtüridî ve Mu’tezile âlimleri nübüvvetin vehbî olduğu konusunda hemfikirdirler.496 Buna göre Nübüvvet ve risâlet, Allah vergisidir; çalışıp çabalamakla, mücahede ve riyâzetle ve ilim tahsili yaparak elde edilemez. Ancak Allah Teâlâ iyi kimselerden dilediğini nebîsi ve resûlü olarak seçer. Bu bakımdan peygamberlik, Allah’ın kulları arasından dilediği kimseye verdiği bir lutuf ve ihsandır. Dolayısıyla peygamberler Allah tarafından seçilmiş kimselerdir ve hiçbir peygamber çalışmak suretiyle ve kendi çabasıyla nübüvvet mertebesine ulaşmış değildir. 497 Bu bakımdan peygamberlik kesbî değil, vehbîdir. Yani Allah peygamber olan kişiyi rûhî ve fizikî yapısı itibariyle bu göreve elverişli bir şekilde yaratmış ve kimi peygamber yapacağını belirlemiştir: “Onlara bir âyet geldiğinde, Allah’ın

495

Şerafeddin Gölcük- Süleyman Toprak, Kelâm, Konya 2001, 324; Emrullah Yüksel, Kelâm Dersleri, Erzurum 1986, 43 vd.

496

Đbn Fûrek, a.g.e., 175; Nesefî, Tebsıratü’l-edille, II, 104 vd.; Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf , VIII, 242; Ebû Bekr Câbir el-Cezâirî, Akîdetü’l-mü’min, Beyrut 1995, 168.

497

Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-sünne, II, 172; Teftâzânî,Şerhu’l-Makâsıd, V, 8; Adudüddin Îcî, el-Mevâkıf, 337; Đbn Haldûn, Mukaddime, I, 354; Zebîdî, Đthâfü’s-sâde, II, 313.

elçilerine verilenin benzeri bize de verilmedikçe kesinlikle inanmayız, dediler. Allah, peygamberliğini kime vereceğini daha iyi bilir…”498

Seyfeddin Âmidî, filozofların nübüvvet konusundaki görüşlerini incelerken nübüvvetin vehbî olup olmadığı konusuna temas ederek, nübüvvetin zatı vasıflarından dolayı, ya da kesb ve ameli sebebiyle kazandığı bir mâna olmadığını ifade etmek suretiyle filozofların görüşlerini reddeder. Zira nübüvvet, Allah’ı bilmesinde veya kendisinin nebî olduğunu bilmesinden kaynaklanan bir mâna değildir. Çünkü, peygamberlikten önce de Allah’ı bilmek mümkündür. Fakat bu bilme nebî olmayı gerektirmez. Çünkü bir şeyi bilmek ayrı, o şey olmak ayrı şeylerdir. Dolayısıyla nübüvvetin hakikati Allah’ın “Sen benim resûlümsün, nebîmsin” diyerek seçtiği kimseye ihsan ve nimet olmasıdır.499

Đmam Gazzâlî bu konuda, “Allah risâletini (peygamberliğini) kime vereceğini daha iyi bilir”500 âyeti ile “…Đşte böylece sana emrimizden bir ruh vahyettik. Halbuki sen bundan önce kitap nedir, iman nedir bilmezdin.”501 âyetlerini delil göstererek risâletin ulvî bir ikram, rabbanî bir kısmet ve ilahî bir lutuf olup, kesb veya cehdle elde edilemeyeceğini ifade eder.502 Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu husus, “O, kullarından dilediğini seçip gönderir ve nübüvveti dilediğine verir.”503 buyurularak nübüvvetin Allah vergisi olduğu; gayret etmekle, çalışmakla, her türlü güçlüklere ve zorluklara katlanmakla ulaşılamayacağı, itaatin ve ibadetin çokluğuyla elde edilemeyeceği, sadece Allah Teâlâ’nın seçmesiyle olabileceği açık ve net bir şekilde ortaya konmuştur. Allah mümkün cinsinden bazı fiilleri yarattıklarından dilediğine vermekle onları üstün kılabilir. Nübüvvet de bu türden bir fiil olduğuna göre Allah

498

el-En’âm 6/124.

499

Âmidî, Ebkârü’l-efkâr , IV, 12; Ayrıca bkz. a.mlf., Gâyetü’l-merâm, 273-274; Muhit Mert, “Seyfeddin el-Âmidî”, Diyanet Dergisi, Ankara 1989, XXV/IV, 255.

500 el-En’âm 6/124. 501 eş-Şûrâ 42/52. 502 Gazzâlî, Me‘âricü’l-kuds, 112. 503 Đbrahim 14/11.

onu dilediğine verir.504 Peygamberlik, Allah’ın, kulları arasından kendi seçtiklerine bir lutuf olarak tevdî ettiği şerefli bir vazifedir.505

Kur’an-ı Kerim’de; “Deki: Fazilet, doğrusu Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah, rahmeti bol olan ve her şeyi hakkıyla bilendir. Allah, rahmetini dilediğine verir”506 âyeti ile “Yoksa Rabb’inin rahmetini onlar mı paylaşıyorlar? Halbuki dünya hayatında onların geçimliklerini Biz paylaştırdık.”507 âyetlerinde geçen Allah’ın kullarına ikrâmı ve mümeyyiz vasıf saydığı fadl ve rahmet kelimeleri birçok âlim tarafından peygamberlik şeklinde yorumlanmış ve Allah’ın, peygamberliği dilediği kimseye vereceği dolayısıyla peygamberliğin kesbî değil, vehbî olduğu ifade edilmiştir.508

Peygamberler istediği zaman vahiy alamaz. Vahiy onun istek ve arzusuna bağlı değildir. Vahiy kendi isteğine bağlı olmadığından çok sıkışık zamanlarda bile Hz. Peygamber’e vahiy gelmemiş,509 Allah onu dilediği zamanda indirmiştir. Bundan dolayı peygamberlik bir sanat ve meslek değildir, Allah vergisidir. Allah Đstediği kimseye onu verir.510 Hz. Muhammed (sav) kendisi istemeden ve isteme niyetinde de olmadan peygamberlik kendisine gelmiştir.511

Kur’an-ı Kerim’de nübüvvete karşı direnenlerin, peygamberlere verilen âyetlerin bir benzeri kendilerine de verilmedikçe onları tasdik etmeyeceklerini, Hz.Muhammed’e verildiği gibi, kendilerine de nübüvvet ve risâlet verilmesini ve uyan değil uyulan, hizmet eden değil hizmet edilen kimse olmayı istediklerini söylemelerine karşı onlara: “Allah risâletini kime vereceğini çok iyi bilir.”512 cevabı verilir. Bu âyet hem

504

Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-sünne, III, 12; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XIII, 517; Đbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-‘azîm: Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri (trc. Bekir Karlığa – Bedreddin Çetiner), Đstanbul 1984, VIII, 4294; Đbn Aşûr,Tefsîrü’t-tahrîr, IX, 51–55.

505

el-En’âm 6/124; Đbrahim 14/11.

506

Âl-i Đmrân 3/73–74.

507

ez-Zuhruf 43/32; Benzer âyetler için bkz: el-Bakara 2/ 90, 105.

508

Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, VI, 403; Adudüddin el-Îcî, el-Mevâkıf, 337; Đbn Haldûn, a.g.e., 354 vd.; Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, VIII, 241-242; Zebîdî, Đthâfü’s-sâde, II, 313.

509

ed-Duhâ 93/1–3.

510

Đzmirli Đsmâil Hakkı, Yeni Đlmî Kelâm (Haz. Sabri Hizmetli), Ankara 1981, 91; Atay, Kur’an’da Đman Esasları, 211–212.

511

Bkz. Âl-i Đmrân 3/73; el-En’âm 6/124; el-Kasas 28/86; Sâd 38/10; ez-Zuhruf 43/31–32.

512

nüzul sebebi hem de ifade ettiği anlam açısından nübüvvetin kesbî olmayacağını bildirmektedir.513 Şöyle ki; Mekkeli müşriklerden Ebû Cehil’in Hz. Muhammed’e vahiy geldiğini öğrendiği zaman; “Ona iman edecek ve tabi olacak değiliz. Tâki ona geldiği gibi bize de vahiy gelecek” demesi üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur. Ayrıca bu âyeti kerimenin Velîd Đbnü’l-Muğîre’nin: “Allah’a yemin olsun ki, şâyet peygamberlik gerçek olsaydı Muhammed’e değil bana gelmesi gerekirdi. Çünkü peygamberliğe ben ondan daha uygun ve lâyıkım. Ben yaşça ondan daha büyüğüm, benim ondan daha çok malım ve evladım var.” demesi üzerine bu âyetin nazil olduğu da bazı müfessirlerce kaydedilmiştir.514 Görüldüğü gibi âyet-i kerime Mekkeli müşriklerin, “Peygamberlik, ancak Mekke’nin zenginlerinden veya büyük kimselerinden birine inmeli. Ebû Tâlib’in yetimi gibi fakir ve yetim birisine inmemeliydi.” şeklindeki iddialarını dile getirerek Yüce Allah’ın onların bu iddialarına karşı, peygamberliğin, kulları arasından dilediğini seçmesiyle ve tercih etmesiyle olabileceğini; Allah’ın, peygamberliğini kime vereceğini, kimin peygamber olmaya layık olduğunu daha iyi bildiğini anlatmaktadır. Fahreddin er-Râzî, bu âyeti tefsir ederken şöyle bir izah getirir: “Hak Teâlâ’nın, ‘Allah elçiliğini nereye vereceğini daha iyi bilir’ ifadesinin mânası şudur: Risâletin konulabileceği belli bir yeri vardır. Her kim risâletin verilmesine müsait olan sıfatlarla muttasıf ise, işte ancak o, peygamber yapılır; aksi halde olmaz. Bu sıfatları ise Allah’tan başkası bilmez.”515

Mâtüridî, “O, kullarından dilediğini seçip gönderir ve nübüvveti dilediğine verir.”516 âyetinin tefsirini yaparken peygamberliğin ilâhî bir fazilet ve lutuf olduğunu, itaatin ve ibadetin çokluğuyla elde edilemeyeceğini, dolayısıyla peygamberliğin kesbî değil, vehbî yani Allah’ın kulları arasından dilediğini seçip görevlendirmesi sonucunda elde edilen bir vasıf olduğunu,517 Allah’ın peygamberliği kime vereceğini çok iyi

513

Taberî, a.g.e., II, 600; Fahreddin er-Râzî, a.g.e., X, 161; Ebü’l-Avn Muhammed b. Ahmed es-Seffârînî, Levâmiü’l-envâri’l-behiyye ve sevâdiü’l-esrâri’l-eseriyye, Beyrut 1405/1985, II, 267-268.

514

Taberî, a.g.e., II, 600; Kurtubî, a.g.e., VII, 150; Elmalılı, a.g.e., III, 448-449; Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı nüzûl, Đstanbul 2002, I, 385.

515

Râzi, a.g.e., XIII, 517 vd.

516

Đbrahim 14/11.

517

bildiğini yani risâlet hususunda kimin güvenilir olduğunu, kimin peygamber olmaya daha layık olduğunu bilip onu peygamber kılacağını ifade eder.518

Sonuç olarak diyebiliriz ki, peygamberlik Allah vergisidir. Đnsan dünya da en yüksek mertebelere çıkabilir, fakat peygamber olamaz. Hiçbir peygamber peygamber olacağım diye plan yapıp, çalışarak peygamber olmuş değildir. Bununla beraber Allah, elçiliğini yapacak şahsı yetiştirmiş, eğitmiş ve elçiliğe hazırlamıştır. Allah, yarattığı varlığı, güç ve kapasitesini en iyi bilen olduğu için, peygamberlik yükünü taşıyabilecekleri kimseleri ve layık olanları da en iyi bilendir.