• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM I ĐSLÂM KELÂMINDA NÜBÜVVET

BÖLÜM 2. MURTAZÂ EZ-ZEBÎDÎ’NĐN NÜBÜVVET ANLAYIŞI

2.1. ZEBÎDÎ’NĐN NÜBÜVVET ANLAYIŞI

2.1.3. NÜBÜVVETĐN ĐSPATI

2.1.3.1. NÜBÜVVETĐ ĐSPATTA MÛCĐZELERĐN ROLÜ

2.1.3.1.1. MÛCĐZENĐN TANIMI VE MAHĐYETĐ

Mûcize “acz” kökünden türetilmiş Arapça bir kelime olup, “Đ’câz”dan ism-i fâildir. Çoğulu mu’cizâttır.650 Acz sözlükte, “bir şeyden geri kalmak ve işin sonunda meydana gelmek, bir şeye güç yetirememek, başkalarını âciz bırakmak, engel olmak, başarısız olmak” gibi anlamlara gelir.651 Kudretin zıddı652 anlamını ifade etmektedir. Âciz bırakma manasında kullanılan Đ’câz, az sözle çok mânâ ifade etmek anlamında kullanılan “Îcâz” ile karıştırılmamalıdır. Đ’câzın hakîkati âcizliği ispat etmek, âcizliği açığa vurmaktır.653

Kelâm ıstılâhında ise mûcize kavramı, âciz olmak, bir işi yapmaya güç yetirememek ve başarısız olmak anlamına gelen “acz” kökünden türeyen ve karşı konulmaz, insanı âciz bırakan, güçsüz kılan, karşı konulmaz hârika olay mânâlarında kullanılan bir terimdir.654 Bu kelimenin ism-i fâili mûcize olarak gelir. Buna göre ism-i fâil kalıbındaki mûcize kelimesinin sonunda bulunan “ta = ö” harfi, müenneslik alâmeti için değil, sıfat halinden isim haline geçiş içindir. Nitekim “allâme” ve “rivâye” kelimelerinin sonundaki “ta” harfi de bu şekilde kullanılmıştır. Yani burada kullanılan “ta” eki mübâlağa ifade etmek içindir.655

649

Veysel Kasar, “Đnsan Yeterliliği ve Nübüvvet Gerçeği”, Köprü Dergisi, Sayı 74 (Bahar 2001), 91.

650

Râgıb el-Đsfahânî, el-Müfredât, “acz” md; Zebîdî, Tâcü’l-‘Arûs, “acz” md.

651

Râgıb el-Đsfahânî, a.g.e., “acz” md.; Tehânevî, Keşşâf, “acz” md. ; Zebîdî, a.g.e., “acz” md.

652

Acz kelimesinin kudretin zıddı anlamında kullanıldığı bazı âyetler için bk. et-Tevbe 9/2; Hûd 11/72; el-Hacc 22/51.

653

Đbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, “acz” md.; Murtazâ Mutahharî, Kur’an’î Araştırmalar (trc. Cafer Bayar), Đstanbul 1998, II, 95.

654

Cüveynî, el-Đrşâd, 126; Nesefî, Tebsıratü’l-edille, II, 30; Zebîdî, Đthâfü’s-sâde, II, 319.

655

Bağdâdî, Usûlü’d-dîn, 170; Sâbûnî, el-Bidâye,105; Zebîdî, a.g.e., II, 319; a.mlf., Tâcü’l-‘Arûs, “acz” md.

Kelâm ve akâid kitaplarında mûcizenin yapılan tariflerinde bazı farklılıklar olduğuna şahit olmaktayız. Dolayısıyla mûcizenin tanımı konusunda ortak bir tarif yapılabilmiş değildir.656 Biz burada bazı kelâm âlimlerinin mûcize tariflerini naklederek Zebîdî’nin bu konudaki yaklaşımını kıyaslama metodu ile ortaya koymaya çalışacağız.

Đmam Mâtürîdî (ö. 333/944) mûcizeyi; “Peygamberlerin yaratılışlarındaki, peygamberlik vasfı ile Allah tarafından kendilerine ikram edilen ve başkalarının bir benzerini meydana getirmeleri mümkün olmayan sihir dışında hârikulâde bir olaydır” şeklinde tarif eder. Ona göre benzer konularda ihtisâs sahibi olanların bile gücünü aşan ve öğrenme yoluyla benzerini meydana getirme imkânı bulunmayan bir olaydır.657 Eş’arî (ö. 324/936) ise mûcizeyi, “Allah’tan gelen bir fiildir veya fâilin yerine geçen bir şeydir ki, onun benzeri ile tasdiki kast edilir.658 Bâkıllânî (ö. 403/1013) ise mûcize hakkında şöyle der, “bize göre mûcize; yalnız Allah’ın kudreti dahilinde olan, melek, insan ve cin gibi mahlukatın gücünün yetmediği fiillerden olmadıkça, mûcize olmaz.”659 Pezdevî (ö. 493/1099) ise mûcizeyi; “peygamberlerin Allah tarafından gönderildiğini ispat için, meydan okuma kabilinden gösterilen olağanüstü bir fiildir” şeklinde izah etmiştir.660

Gazzâli’ye (ö. 505(1111) göre mûcize: “Yüce Allah’ın nübüvvet ve risâlet davasında bulunan bir zatın elinde meydana getirdiği olağanüstü ve insanları hayrette bırakan bir fiildir. 661 Ebü’l-Muîn en-Nesefî (ö. 508/1114) mûcizeyi, “peygamberlik iddiasında bulunan kimsenin doğruluğunu ispat için, dünyada âdete aykırı hârikulâde bir fiil meydana getirmek sûretiyle kendilerine meydan okunan kimseleri bu fiilin bir benzerini meydana getirmekten âciz bırakan hârikulâde bir fiildir” şeklinde tarif eder.662 Sâbûnî’ye (ö. 580/1184) göre mûcize: “Benzerlerini getirmekten insanların âciz kaldığını ispat eden şeydir.”663 Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1209) ise mûcizeyi,

656

Bâkıllânî, el-Beyân, 47; Đbn Haldûn, Mukaddime, I, 358.

657

Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, 236-237.

658

Eş’arî, el-Lüma fi’r-red ‘alâ ehli’z-zeyg vel’l-bida‘, Beyrut 1952, 59.

659

Bâkıllânî, el-Beyân, 47.

660

Pezdevî, Usûlü’d-dîn, 139.

661

Gazzâlî, el-Đktisâd, 148, 155; a.mlf., Đhyâ’, I, 277-278.

662

Nesefî, a.g.e., II, 30-31.

663

“geleneği yırtan bir iş olup karşı çıkılmayacak bir meydan okumayla beraberdir” şeklinde tarif ederek mûcizenin tehaddî ile birlikte ortaya konulan bir fiil olduğunu, bazen alışılmış bir şekilde, bazen de âdetin dışında meydana gelebileceğini belirtir.664

Âmidî (ö.631/1253) ise mûcizeyi şöyle tarif etmiştir: “Nübüvvet iddiasında bulunan zatın elinde cereyan eden ve onun nübüvvetini ispatlayan hârikulâde bir iştir.”665 Teftâzânî (ö. 793/1390) ise Şerhu’l-‘Akâ’id’de mûcizeyi, “münkirlerin meydan okumalarıyla, peygamberlik iddiasında bulunan zatın elinde onların benzerini getirmekten âciz kalacak şekilde, Allah tarafından tabiat kanunlarına muhalif olarak yaratılan olaydır”666 şeklinde tarif ederken, Şerhu’l-Makâsıd adlı eserinde mûcizeyi şöyle tarif eder: “Hârikulâde olan, tehaddî ile beraber bulunan ve karşı geleni olmayan şeydir.”667 Đbn Haldûn (ö. 808/1406) mûcizeyi, “beşerin mislini getirmekten âciz olduğu bir takım fiillerden ibarettir” şeklinde tarif eder.668 Đbn Haldûn, tehaddînin, kişinin hârikayı gerçekleştirmeden önce davasının doğruluğunu ispat etmek üzere mûcize izhar edeceğini söylemesi ve benzerini yapmaya çağırarak, bütün insanların benzerini yapmaktan âciz olduklarını göstermesi olduğuna dikkat çeker.669 Cürcânî’ye (ö. 816/1413) göre mûcize: “Allah tarafından gönderildiğini iddia eden bir zatın doğruluğunu tasdik etmek üzere nübüvvet davası ile ilgili olarak saâdet ve hayra davet edenin isteği doğrultusunda meydana gelen hârikulâde bir olaydır.”670

Zebîdî ise mûcizeyi; “meydan okuyan, karşı koyan ve mücâdele etmeyi içinde barındıran âyet” olduğunu ifade eder.671 Ona göre her mûcize âyettir; ama her âyet mûcize değildir.672 Müellifimiz mûcizeyi açıklarken daha çok mûcizenin karşı koyma ve meydan okuma esası üzerinde durur. Bundaki maksadı ise nübüvvet iddiasında, davanın mûciz (âciz bırakan) ile ilgili olmasıdır. Böylece nübüvvet ve risâleti inkâr edenlere karşı bir mücâdele ve meydan okuma özelliği taşıyan mûcize,

664

Fahreddin er-Râzî, Muhassal, 229.

665

Âmidî, Ebkârü’l-efkâr, IV, 17.

666 Teftâzânî, Şerhu’l-‘Akâ’id, 295. 667 Teftâzânî, Şerhu’l-Makâsıd, V, 11. 668 Đbn Haldûn, Mukaddime, I, 357–358 669

Đbn Haldûn, Mukaddime, I, 358; II, 1190

670

Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, VIII, 246; a.mlf., et-Ta‘rîfât, “acz” md.

671

Zebîdî, Tâcü’l-‘Arûs, “acz” md.; a.mlf., Đthâfü’s-sâde, II, 319.

672

bu münkirleri âciz bırakarak peygamberin iddiasını doğrulamaktadır. Yani mûcize hem harika hem de tehaddî özelliği itibariyle birlikte nübüvvetin delili olmaktadır.673 Müellifimize göre tehaddî, mûcizeyi, kerâmet ile sihirden ayırt etmektedir. Çünkü kerâmette toplu bir meydan okuma yada nübüvvet ve risâlet davasına karşı çıkma gibi bir karşı çıkış söz konusu değildir. Aynı zamanda kerâmette tasdike hacet yoktur. Velâyetine karşı çıkmak câiz olsa da bu sahihtir.674 Müellifimize göre mûcize, fiile münhasır değildir. Aksine, mûcize nasıl alışılmamış bir fiil olmuşsa, bazen de zorunlu olunanın yaratılmamasıyla bünye sağlam kalarak alışılmış bir fiilin engellenmesi şeklinde vâki olmuştur. Đster kudretin fiili ve eserinin ona göre izafe mûzaf olmaması olsun, isterse mûcizenin Hz. Đbrâhim’e ateşi soğuk ve esen kılması veya Đbrâhim’in bedeninin olduğu gibi kalması olsun.675

Buraya kadar anlattıklarımızdan hareketle ve kelâm ve akâid kitaplarında yer alan tanımların ortak noktaları dikkate alarak mûcizeyi şu şekilde tarif etmek mümkündür: Mûcize, peygamberlik iddiasında bulunan kimsenin bunu kabul etmeyen inkârcılara karşı, elinde ortaya çıkan ve eşyanın alışılmış kurallarına aykırı olarak meydana gelen muarızlarını benzerini meydana getirmekten âciz bırakan ve nübüvvet iddiasını doğrulayıcı bir mâhiyet arz eden Allah’ın yarattığı fiil veya durumdur.