• Sonuç bulunamadı

Nûr sûresinde müşkil olarak nitelenen ayetlerden iki tanesini Elmalılı’ya göre inceleyeceğiz. Bu ayetleri gruplandırmak suretiyle bir başlık altında incelemek mümkündür.

1. Allah’ın Nur ve Nur’un Yaratıcısı Olması Meselesi

"

ۜ ض رَ لّاَو تاَوىم سلا رو ن ى للَّا

"

“Allah göklerin ve yerin nurudur.”307

"

َۜروُّنلاَو تاَم ل ُّظلا َلَعَجَو َض رَ لّاَو تاَوىم سلا َقَلَخ ي۪ لَّا ى للّ د مَح لَا

"

“Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve ışığı var eden Allah’a mahsus-tur.”308

Yukarıdaki ayetlerin birincisinde Allah göklerin ve yerin nuru olduğunu yani kendisini “nur” olarak tanımlamaktadır. İkincisinde ise Allah kendisini nurun yaratıcısı olduğunu aktarmaktadır. Dolayısıyla ilk etapta bu iki ayet arasında bir işkâl sezilmektedir. Bu işkâli müfessirler şu şekilde te’lif ederek çözüme kavuşturmuşlardır.

Taberî, Nur sûresi 35. ayette nurunun herşeyi kuşattığını beyan ediyor ve biz müminlerin, kendisine boyun eğmemizi istiyor. Ancak bu Ayet-i Ke-rime’yi gerçek anlamıyla kavramak pek kolay değildir. Bununla bera-ber müfessirler bu Ayet-i Kerime’nin çeşitli bölümlerini çeşitli şekillerde izaha çalışmışlardır. Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür:

“Mücâhid’den nakledilen bir görüşe göre bu ayetin mânâsı şöyledir: “Allah, gökleri ve yeri sevk ve idare edendir. Üvey b. Kâ’b’dan nakledilen bir görü-şe göre ise ayetin manası şöyledir. “Allah, göklerin ve yerin nurudur. Yani,

307 Nûr, 24/35.

308 En’âm, 6/1.

onları aydınlatandır. Buradaki aydınlatan nurdan maksat, gerek maddi, ge-rekse manevî her türlü ışıktır. Yani, her türlü karanlığın zıddıdır. Kiş ile-rin vicdanlarında ve basiretleile-rinde ve çevreleile-rinde hissettikleri aydınlığın tamamıdır. Abdullah b. Abbas ve Enes b. Malik’ten nakledilen bir görüşe göre, ayetin bu bölümünün mânâsı şöyledir: “Allah, göklerde ve yerde bu-lunanları doğru yola iletendir. Oralarda bulunanlar, Allah’ın nuruyla doğru yolu bulmuş olurlar. Taberî bu görüşü tercih etmiştir.

Fahreddin er-Râzî, bu meseledeki işkâlin çözümü için üç görüş aktar-maktadır:

1) Cenâb-ı Hakk’ın “Hiçbir şey O’nun gibisi değildir”309 ayetinin ifade ettiği husus. Binaenaleyh, Allah şayet nur olsaydı, bu ifade yanlış olurdu. Çünkü nurların tamamı da birbirine benzemektedir.

2) Nûr sûresi 11. ayetteki “O’nun nurunun meseli” ifadesi. Allah’ın zatı-nın bu nurun kendisi olmadığı, tam aksine nurun O’na nispet edildiği husu-sunda son derece açıktır. Cenâb-ı Hakk’ın “Allah dilediğini nuruna kavuştu-rur” ifadesi de böyledir. Buna göre “Allah, göklerin ve yerin nurudur” ifadesi-nin zahiri, O’nun bir nur olduğunu, “O’nun nurunun meseli” ifadesi de, O’nun haddizatında bir nur olmadığını iktiza eder. Hâlbuki bu iki ifade ara-sında bir çelişki bulunur denilirse, biz deriz ki: Bu ayetin ifadesinin bir ben-zeri senin (önce) د وا َج َو ير َك دي َز “Zeyd, tümüyle cömert ve keremdir” deyip, daha sonra da “O, keremi ve cömertliği ile insanlığı fakirlikten kurtarır” demen gibidir. Böyle olması halinde bir tenakuz söz konusu olmaz.

3) “Allah, karanlıkları ve nuru var etti”310 ayeti. Bu ifade nur denen şeyin, Allah Teâlâ tarafından yaratılmış olduğu hususunda çok açık ve kesin bir ifadedir. Böylece Allah’ın bir nur olması imkânsızdır.311

309 Şûrâ, 42/11.

Beydâvî, bu iki ayet arasındaki işkâli Cenâb-ı Hakk’ın kendisini nur ola-rak tanımlamasını ışığın her şeyi görünür kılma vesilesinde olduğu gibi Al-lah’ın da tüm mümkinatın müsebbibi olmasına şu şekilde bağlamaktadır:

“Nur aslında bir niteliktir ki onu önce göz idrak eder, onun aracılığı ile diğer görülen şeyler mesela hizalarındaki kesif cisimlere nur saçan güneşle aydan yayılan nitelik gibi. Onun bu mana ile Allah Teâlâ’ya denilmesi doğru ol-maz, ancak muzaf takdiri ile olur mesela “zeydün keremün” gibi ki “Zeyd kerem sahibidir” demektir ya da mecazen denir. O da ya gökleri ve yeri nur-landırandır manasınadır, nitekim böyle (münevvir) şeklinde de okunmuş-tur. Çünkü Allah Teâlâ o ikisini yıldızlarla, onlardan taşan nurlarla ya da melaike ve peygamberlerle aydınlatmıştır. Ya da “Allah o ikisini (yerle gö-ğü) idare edendir,” demektir. Bu da iyi bir şekilde idare eden başkana “Nu-rul kavm” (toplumun nuru) deyiminden gelir. Ya da o ikisini icat/yoktan var edendir demektir. Çünkü nur kendi zatı ile görünür, başkasını da görü-nür hale getirir. Görünmenin aslı varlıktır, nitekim gizlenmenin aslı da yok-luktur. Kusursuz Allah ise zatı ile mevcuttur, başkasını da icat edendir.”312

Ebû Hayyân da yukarıdaki ayetler hususunda Cenâb-ı Hakk’ın idrak edilen bir nur kabilinden olmadığını, oradaki kastın temsili bir anlam taşıdı-ğını örneklerle izah etmektedir: “O’nun varlığı ve kudreti ile göklerin ve yerin nuru aydınlık vermiştir, onların işleri dosdoğru yoluna girmiştir. On-lardaki yaratıklar bu uygun halleriyle var olabilmiştir. Buna göre burada ifade, (maksadın) anlaşılması için bir temsildir. Nitekim: “Hükümdar ülke-nin nurudur” denilmesi de böyledir. Yani ülkeülke-nin işleri onun sayesinde ayakta durur ve onun sayesinde ülkenin bütün işleri düzelir. Çünkü onun bütün yaptıkları dosdoğru yoldadır. Görüldüğü gibi burada nur, hükümdar

310 En’âm, 6/1.

311 Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, XXIII, s.382-385.

312 Beydâvi, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Te’vil, c.IV, s.107.

hakkında mecâzi bir ifadedir. Yüce Allah’ın sıfatı hakkında ise, katıksız bir hakikattir. Zira bütün mevcudatı yoktan var eden ve aklı hidayete ileten bir nur kılan O’dur. Zira mevcudun zuhuru O’nunla husule gelmiştir. Tıpkı görülen şeylerin ışıkla zuhurunun gerçekleşmesi gibi. Şanı Yüce Allah, her türlü eksiklikten münezzehtir. O’ndan başka Rab yoktur. Bu anlamdaki açıklamaları Mücâhid, ez-Zührî ve başkaları yapmıştır. Buna göre Yüce Al-lah’ın bir nuru vardır ifadesi övmek kastı ile söylenebilir. Çünkü eşyayı var eden O’ dur. Bütün eşyanın nuru ilk olarak O’ndandır ve eşyanın nuru O’ndan sâdır olmuştur. Şanı Yüce Allah ise idrak olunan aydınlıklar kabi-linden değildir”.313

Ebüssuûd Efendi nurun, göklere ve yere izafe edilmesi, mecâzi mânada nur olarak ifade edilen beyanın, son derece yaygın olduğuna ve insanların irşadı ile alâkadar ve beyana lâyık olan her şeye tamamen şamil olduğuna delâlet etmesi içindir. Tıpkı, mecâzi olarak kullanılmış olan nur, yukarı âlemlerde ve aşağı âlemde bulunan cisimlerden onu kabul eden her şeye şamil olması gibi.314 Kısaca Ebüssuûd Efendi, “Allah yerin ve göklerin nurudur”

ifadesindeki “nur” kelimesinin temsili olduğunu söylemiştir.

Neysâbûri315, Zemahşerî316 ve Âlûsî317 gibi müfessirler bu ayetler arasında herhangi bir işkâlden bahsetmemekle birlikte “Allah yerin ve göklerin nuru-dur” ifadesindeki “nur” kelimesinin temsili olduğunu söylemişlerdir.

Elmalılı M. Hamdi Yazır da ayette geçen “nur” ifadesinin Cenab-ı Hakk’ın nurun yaratıcısı olması, yani algılayıp idrak ettiğimiz mümkün var-lıkların tamamının yaratıcısı ve müsebbibi olması hasebiyle kullanıldığını

313 Ebû Hayyân, Tefsir’ul- Bahrü’l Muhît, c.VI, s.417-420.

314 Ebüssuûd, İrşâd-ı aklıselim ila Mezâyây-ı Kitâbi’l-Kerim, c.VI, s.175.

315 Neysâbûri, el-Vasît fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd, c.III, s.320.

316 Zemahşerî, Keşşâf, c.IV, s.366-367.

317 Âlûsî, Rûhu’l-Meânî fi Tefsir’il-Kur’an’il Azîm, c.IX, s.353.

aktarmaktadır: “İlk önce bu iki ayetin karşılaştırılmasında ilk akla gelen mânâ “Allah, göklerin ve yerin nurunun var edicisidir” mealinde olmasıdır.

Onun için tefsircilerin bir kısmı Nûr sûresi 35. ayeti ismi fâil sığası ile yani

“Gökleri ve yeri nurlandıran, aydınlatan; gerek cisme ve gerekse ruha ait nurlar ile nurlandıran” diye ifade etmişlerdir. Çünkü nur, aydınlatıcıdır. Bu ifade ayet-teki nurun olay manasına değil, fail manasına; göklere ve yere izafetinin de, mef’ûlüne izafet olduğu göstermesi itibariyle bir anlam ifade ediyorsa da münevvirin, nurun yapıcısı olduğu Kur’an’da açıkça belirlenmiştir. Bundan dolayı, müfessirler burada daha birçok açıklamalarda bulunmuşlardır. Hatta Gazali, bu ayetin tefsiri için “راونالا ةكشم” adında bir eser yazmıştır.” Bununla birlikte Elmalılı, konunun daha iyi anlaşılabilmesi için Gazali’nin “راونالاةكشم”

adlı eserinde geçen şu değerlendirmesine yer vermektedir: “Allah’ın nur olmasının manası bütün âlemin ve âlemdeki bütün duygularla algılanan nurların ve bilinen kuvvetlerin yaratıcısı ve mucidi, yani nurun yaratıcısı olması ve bundan dolayı nurdan asıl istenilen, nurlandırma ve meydana çıkarma, belirme ve açığa çıkma manalarının hakikatinin özü nurdan ve nuru bulandan çok nuru yapana ait olacağından nur isminin Allah’a daha uygun bulunmasıdır”318 diyerek sözlerini tamamlıyor.

Sonuç olarak yukarıda aktardığımız bilgilere istinaden ayetler arasında herhangi bir işkâlin veya tearuzun mevcut olmadığı dolayısıyla da ayette geçen “Allah yerin ve göklerin nurudur” ifadesindeki “nur” kelimesinin temsili olarak kullanıldığı ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte görüşlerine yer ver-diğimiz müfessirlerin tamamı ayetin tefsiri hususunda aynı kanaate sahip oldukları anlaşılmaktadır. Binaenaleyh Elmalılı M. Hamdi Yazır da kendi-sinden önce yapılmış yorumlara benzer bir yorum getirmiştir. Ayrıca

318 Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.VI, s.25-29.

lılı, bu yorumunu destekleyici olarak da İmam Gazali’den de bir nakil yaptı-ğını görmekteyiz.