• Sonuç bulunamadı

5. TAYLAND: OTORİTER POPÜLİZM VE KONSOLİDE OLAMAYAN

5.2 Monarşinin Restorasyonu (1957-1972)

ittifakını birbirine yakınlaştıran görünür tema ise anti komünist hassasiyetlerdi. Sarit 1957’de gerçekleştirdiği darbe sonrasında “tıbbi” gerekçelerle 8 ayını geçirdiği ABD’de sıkı bir anti komüniste dönüşmüştü. 1957 öncesinde rakip fraksiyonlar karşısında öne çıkmak için zaman zaman kullandığı anti Amerikan söylemden kaynaklanan ABD nezdindeki kafa karışıklıkları da böylece giderilmiş oluyordu.

1958’de yeniden ülkeye dönen Sarit, kendi kurduğu rejime karşı bir darbe daha gerçekleştirdi. 1952 Anayasasını lağvetti ve “ ülke içinde her gün daha da güçlenen komünist tehdidin Krallığı söküp atmayı, Budizmi yok etmeyi ve Tay milleti için önemli kurumların tamamını ortadan kaldırmayı hedeflediği” tespitini içeren bir açıklama yayınladı. Sarit artık Soğuk Savaş’ın aktif bir oyuncusu haline dönüşmüştü.

1952 yılında kabul edilen Anti Komünist Faaliyetler Kanunu değiştirilerek suçluların sivil değil askeri mahkemelerde yargılanmasının önü açıldı. Bir çok gazete kapatıldı, işçi sendikaları yasaklandı. Anti komünizm, ABD, Sarit ve Kral Bhumipol arasında çok güçlü bir ittifak zemini oluşmasını sağladı. İşin ilginç yanı o dönemde Tayland’da bir komünist tehdidin bulunmadığının hepsi de farkındaydı. Anti komünizm milleti ve Kralı koruma stratejisinin adıydı. Eğer bir kişi komünist ise Krala sadık olmadıkları, dolayısıyla da aslında Tay olmadıkları rahatlıkla düşünülebilirdi.

Döneminde yaşanlara ve bıraktığı kurumsal mirasın uzun süreli kalıcılığına bakınca Modern Tayland’ın kurucusunun Phibun ve Pridi’den daha ziyade Sarit olduğu söylenebilir. Sarit aynı zamanda devlet ile sermaye grupları arasındaki bağımlı ilişkinin kurumsallaşmasında da önemli adımlar atmıştı.. Öncelikle tarımsal faaliyetlerle girişimciliğe başlayan kimi aileler sırasıyla ihracata ve ithalata dayalı kalkınma günlerinde ekonomi üzerindeki egemenliklerini arttırdılar ve Bangkok merkezli geleneksel Tay sermaye sınıfını oluşturdular. Bunların çoğu Çin kökenliydi, sayıları 30’u geçmeyen aileler, ekonominin birçok farklı iş kolu üzerinde belirgin bir hâkimiyet kurmuşlardı. ABD yardımının ülke ekonomisini önemli oranda ivmelendirdiği bir dönemde yatırımcılar finansal olanaklara ve imtiyazlara devletle kurdukları iyi ilişkiler aracılığıyla ulaşabiliyorlardı. Bunun karşılığında da devlet yetkililerinin de kazançlardan pay alması sağlanıyordu. Yolsuzluk ve rüşvet mekanizması neredeyse kurumsallaşmıştı. Sarit bu sayede öldüğünde 150milyon

dolarlık bir servetin sahibi idi. Sarit’nin ve üst düzey bürokrasinin sermayeyle kurduğu ilişki F.W.Riggs tarafından “parya girişimcilik” olarak tarif edilmişti (Riggs, 1966). Bu sayede ordu, bürokrasi, hanedan ve sermaye gruplarının bileşiminden bir iktidar bloğu inşa edilmişti. Kral Bhumipol de Kraliyet Ailesi adına gerçekleştirdiği ekonomik yatırımlarla siyasi otoritesinin yanı sıra ekonomik gücünü de önemli oranda arttırdı. Böylece Tayland dünya ekonomisiyle daha fazla entegre olmasını sağlayacak bir sermaye birikim süreci yaşamış oldu. Sarit’nin 6 yıllık iktidarı böylece Tayland’ın sonraki yıllarını büyük oranda belirleyecek ordu- hanedan- Bangkok sermayesi bloğunun inşasını başarmış oldu. Kral bu koalisyonun birleştirici gücü olacaktı. 1932 darbesinin Kralı etkisizleştiren kurgusu böylece aşıldı, Kral Tayland’ın sembolü, ordu da Kralın ve Tayland’ın savunucusu olacak biçimde yeni bir milliyetçilik kurgusu gerçekleştirildi. Oysa 1954 yılında Tayland kırlarında yapılan yaygın bir ankete göre köylülerin %61’i monarşinin anlamını bilmediklerini ifade etmişlerdi. Kral 7. Rama’nın 1935’teki ölümünden Bhumiphol’un 1950’de tahta çıkmasına kadar geçen sürede gerçek anlamda bir kral zaten olmamıştı.

Sarit’nin kendisini zayıf hissettiği bir dönemde hegemonyasına destek olmak için unutulmuş krallığı yeniden yapılandırması Bhumiphol’ün de bu olanağı etkin bir biçimde kullanması ile modern Tayland’ın en önemli siyasi kurumu ortaya çıkmış oldu. 2017 yılına kadar yaşayan Bhumiphol 1957 sonrasında Tayland tarihine gerçek anlamda damgasını vurmayı başardı. Hanedanın ekonomik ve ideolojik gücü ile ordunun siyasi gücü kısa fasılalar dışında ana belirleyici olmaya devam etti.

6 Mart 1962’de imzalanan Rusk-Thanat Komünikesi ile Tayland ve ABD SEATO’nun da kapsamını aşan bir askeri ittifak geliştirmiş oldular. Anlaşmanın bir sonucu olarak ülkedeki ABD askeri varlığını sayısı giderek arttı. Tayland böylece giderek ABD’nin bölgedeki “hiç batmayan uçak gemisi” haline geldi. Özellikle Vietnam Savaşı sırasında ABD, Tayland topraklarının sağladığı lojistik olanakları yoğun bir biçimde kullandı. Ülkede o dönemde 8 ABD üssü bulunmaktaydı (Bekmen, 2015, 166).

Sarit’nin 1963’teki ölümünden sonrada Kral ordu üzerindeki etkin bir güç olarak varlığını sürdürdü. 1973’e kadar Başbakanlık görevini sürdüren Thanom Kittikachorn, Sarit’nin inşa ettiği politik mimari ve zihniyeti büyük oranda

sürdürmeye çalıştı. (Wyatt, 2004, 276) Ordu da kendisini kraliyetin koruyucusu olarak konumlandırdı, böylece de kendi içindeki cunta kavgaları ile dağınık bir siyasi irade sergilemekten kurtuldu. Özellikle ABD’den akan maddi fonlar ise kurulan bu yeni ittifakın kendisine ekonomik hayatta Bangkok merkezli bir işbirlikçi sermayedar kesimi yaratmasına olanak sağladı. Bu sermaye sınıfını besleyen iki önemli toplumsal taban bulunmaktaydı: 19. Yüzyılın sonlarından itibaren ülkeye nüfuz eden kapitalizmde pirinç üretim ve ticareti alanında faaliyet göstererek ekonomik faaliyete başlayan, kraliyet ailesiyle yakın ilişkiler geliştiren Çinli iş adamları grubu ve 1930’dan sonra devletin ekonomi içindeki ağırlığının artması ile birlikte hızla zenginleşen bürokrasi kökenli burjuvalaşmış aileler. Sarit, Tanom, Prapat ve Choonhavan gibi önce gelen aileler, devlet içindeki öncelikli konumlarını ekonomik ayrıcalıklara dönüştürmeyi başarmış ve bir nevi hanedanlar yaratmayı başarmışlardı. Bangkok merkezli 14 büyük bankanın da sahibi olan Çinli tüccarların ekonomideki ağırlıkları 2. Dünya Savaşı’nda daha da artmıştı. Savaş sonrasında ithal ikameci sanayilerin kurulmasında ve tarımsal sanayiye dayalı CP benzeri dev yatırımların gerçekleşmesinde de bu zümrenin etkin bir rol oynadığı görülmektedir (Unpakorn, 2001). 1997’de yaşanan Asya finansal krizine kadar bu tekelci sermaye gruplarının ekonomi üzerinde mutlak hâkimiyetinin bulunduğunun altı çizilmelidir.

1960’ların ikinci yarısından itibaren kuzey ve kuzeydoğu eyaletlerinde yoksul köylülerin yaşadığı bölgelerde komünist gerillaların başlattığı silahlı mücadele geniş bir bölgeye yayıldı. Tayland Komünist Partisi 1942 yılında kurulmuştu ve aslında 1960’lara kadar da hiçbir ciddi varlık gösterememişti. Bu durum komünist tehdidin askeri darbelerin gerekçesi olarak kullanılmasının önüne geçmemişti. Fakat 1960’ların ikinci yarısından itibaren özelikle Laos, Vietnam ve Çin’den stratejik ölçekte destek alabilen komünistler köylüler arasında taban bulmaya başladı.

1968-70 yıllarında Amerika adına Tayland’daki kontrgerilla operasyonlarını yöneten George Tanham’a göre “ekonomik durumları görece iyi ve aralarındaki sınıfsal farklılaşmanın çok derinleşmediği Tayland kırlarında komünist hareketlerin gelişmesini kolaylaştıracak cinsten gerilimler bulunmamaktaydı” ancak olgular bu beklentiyi pek de doğrulamadı. Aslında 2. Dünya savaşı sırasında Japonlar’a karşı geliştirilen direniş hareketlerinde komünistler ağırlıklı rol oynamışlardı. Fakat

savaşın bitmesi sonrasında yeniden iktidara gelen Phibun komünistler üzerindeki baskıyı arttırdı. Parti 1952 yılından itibaren Çin’deki devrimden de etkilenerek kentlerden ziyade kırlara öncelik veren bir stratejiyi benimsedi. 1957’de Sarit iktidarı döneminde silahlı mücadele taraftarlarının ağırlığı arttı ve 1961’de silahlı mücadele parti tarafından temel mücadele yöntemi olarak benimsendi. 1962’den itibaren parti kadroları Laos, Vietnam ve Çin’de kurulan kamplarda eğitim almak üzere ülkeyi terk ettiler. Devlet güçlerine ilk saldırı 1965 yılında gerçekleştirildi. Silahlı mücadelenin başlaması ile birlikte o zamana kadar sınır bölgelerindeki benzer olaylarla ilgilenmek üzere ABD‘liler tarafından kurulan güçleri Sınır Devriye Polisi (BPP) yerine ordu güçleri kullanılmaya başlandı. Fakat ordunun kullandığı çok sert yöntemler merkezi hükümetle bağları zaten zayıf olan yoksul pirinç üreticilerini komünist muhalefete doğru itti. Dağlarda yaşayan kabilelerin yeniden iskan edilmesine dönük politikalar da köylüler nezdinde asla kabul görmedi. 1965’ten sonra 5 yıl içinde Tayland Komünist Partisi’ne bağlı olarak silahlı mücadele yürüten gerillaların sayısı 10 kat arttı.

Bu savaş zaten 1927’den beri anti komünist hassasiyetleri olan Tayland devletinin komünist suçlamasını neredeyse tüm muhalifleri susturmak için kullanmasının meşruiyetini daha da arttırdı. 1965’de Komünistleri Ezme Operasyonları Kumandanlığı kuruldu. Bu aşırı hassasiyetin temel motivasyonu ise aslında Tayland’ın Sarit’nin iktidara geldiği 1957’den bu yana açık bir şekilde ABD’nin Güneydoğu Asya askeri konumlanmasının temel üssü haline getirilmesiydi. Kennedy dönemi sonrasında yapılandırılan isyan karşıtı kontrgerilla faaliyetleri her boyutuyla Tayland’da da hayata geçirildi. ABD’den yapılan toplam yardımın neredeyse yarısı Bölgesel Polis teşkilatlarına ve BPP’ye gitmekteydi. 1967-72 yılları arasında ABD tarafından 30 bin Tay polise eğitim verilmişti. 2000’li yılların önemli politik figürü Thaksin Shinawatra da eğitiminin son bölümünü bilfiil Texas Austen’da tamamlamış bir polis idi. Ordu Bangkok merkezli ülke siyasetinin tanzimine yoğunlaşırken ülkenin kuzeyinde yaşanan isyanlarla daha ziyade sınır polisi ilgilendi. Polisin yanı sıra 1971’den itibaren köylülerin devlete bağlı bireyler haline getirilmesi ve gerektiğinde isyana karşı yedek güç olarak kullanılabilmesi için BPP eliyle Köy İzcileri örgütü yaratıldı. Kralın da doğrudan destek vermesi ile köy izcileri örgütüne

üye olanların sayısı büyük bir hızla arttı. En güçlü olduğu 1976’da ülkedeki yetişkinlerin %20’si örgüte üye olmuş durumda idi (Baker, Phongpaichit, 2014, 191).