• Sonuç bulunamadı

2.3. Modernleşme Sürecinde Yaşlılık

2.3.2. Modernleşme Sürecinde Yaşlılığa Bakış

Modernleşme, insan yaşamına dair her kavramı kendi değerleriyle yeniden tanımlarken; yaşlılığı ve yaşlılığa bakışı da kendi değerleri perspektifinde ele alıp, yaşlılığa yeni ve bambaşka bir bakış açısı kazandırmıştır.

Modernleşme süreci batı merkezli bir bakış açısını insanlığa telkin ederken bir taraftan da geleneksel toplum yapılarını tahrip etmiş, dini ve kültürel değerleri aşındırmıştır. Toplumda otoritenin yeniden tanımlanması, değerlerdeki değişim fertlerin birbirine bakışını değiştirmiştir. Böylelikle eskiden kendisine danışılan, saygı duyulan, sözlü kültürün taşıyıcısı ve toplumsal hafıza rolündeki yaşlıların toplumsal hayattaki konumu ve rolü yeniden tanımlanmıştır. Üretim ve maddi değerler temelli modern toplumsal yapılarda üretim nesnesi olmaktan çıkan yaşlılar, bu bağlamda modası geçmiş bireylere dönüşmüştür ve tüketici rolüne geçmişlerdir (İnce, 2012: 749). Dolayısıyla yaşlılık dönemi gerek toplumsal gerekse ekonomik etkenler çerçevesinde yeniden şekillenmiştir. Bu noktada yaşlılığın dış koşullardan bağımsız düşünülemeyeceğini, hayatın her alanında yaşanan değişim ve dönüşümlerin yaşlılığı, yaşlı insanları tüm yönüyle etkileyebileceğini söylemek yerinde olacaktır.

Yaşlanma sürecini, dış olayların etkisinden arındırmak mümkün olmadığı için, objektif koşullarda meydana gelen olumlu ya da olumsuz kayda değer her değişimin, yaşlanan insanın hem yaşlanma sürecine hem de yaşlılığına etkisi olacağının gözden kaçırılmaması gerekir. Diğer taraftan, modernleşme aynı zamanda yaşlıların kendi durumlarına müdahale edebilme, etkileyebilme olanaklarını yaratmakta ve onların kendi yaşlanma süreçlerine yaptıkları dokunuşlar, müdahaleler genel anlamda yaşlanma durumlarında belirleyici etken olmaktadır (Tufan, 2003: 67).

Dış koşullardan bağımsız düşünülemeyen yaşlılık döneminde yaşlı bireylere kendi yaşlılık süreçlerinde söz sahibi olabilme imkanını tanıyan modern anlayış, bu çerçevede yaşlı bireylerin nasıl bir yaşlılık hali geçirecekleri üzerine öngörüler oluştururken, diğer taraftan bu insanların yaşlılıklarına ilişkin bakış açılarının dahi bu dönem üzerinde olumlu veya olumsuz etkiler yarattığı gerçeğini de gözler önüne sermektedir.

Objektif koşullarla subjektif yaşantıların birbirine kopmayacak şekilde iç içe geçmiş bir dünyada, yaşlılığın daha olumlu yaşantılara yol açmasını sağlamanın en iyi

yöntemi, onun dış koşullarını olumlu yönde değiştirebilmektir. Ayrıca yaşlılık sadece bedensel değil, aynı zamanda zihinsel, psikolojik ve sosyal yönden gerileme olarak kabul edildikçe, yaşlılık hakkındaki olumsuz düşünceleri ortadan kaldırmak tabii ki çok zor olacaktır. Kolektif bir karamsarlık, yaşlılıkla ilgili duygularımızın tehdit edici yönlerini daha fazla algılamamıza yol açmaya ve sosyal konumdaki düşüş, rol kayıpları, cinsiyetsizlik yaşlılığın genel görüntüsünü çizmeye devam etmektedir (Tufan, 2003: 69). Yaşlılığın bir kayıplanma dönemi olarak görülmesi, elbette ki yaşlıyı ve yaşlılığı toplum nezdinde gözden düşürmekte ve toplum içerisinde genç, yetişkin nüfus yaşlanma gerçeğinden korkar hale gelmektedir. Nitekim bu tür olumsuz bakış açılarını besleyen dış koşullar iyileştirilmediği sürece yaşlı bireyler pasif olarak görülmeye, üretim alanının ve özellikle de toplumun dışına itilmeye devam edecektir.

Yaşlılık bazen, çocukluğa geri dönüş olarak düşünülmekte ve bu düşüncenin kökü Antikçağ'a kadar uzanmaktadır. Çocuk ve yaşlı arasında ilişki köprüsü bu anlamda gerçekten kurulabilmektedir. Çalışan ve üretim alanında aktif olanların, üretimde pay sahibi olmayanlarda gördükleri bazı özellikler, çocuk ve yaşlıyı onların gözünde benzer kılmıştır. Örneğin, ikisi de üretimin dışında, tüketici rolündedirler. Bu nedenle bir yük olarak görülmektedirler. Ancak çocuğun getirdiği yükü hafifletmek veya asgariye indirebilmek, üreten ve üreyebilen insanların kendi elinde ve tercihlerine bağlı olduğundan çocuk sayısını bilinçli, iradeli olarak azaltmak mümkündür. Ancak yaşlıların sayısını bu şekilde kontrol altına almak mümkün değildir (Tufan, 2003: 72- 73).

Yaşlılığı ekonomik perspektiften ele alan yaklaşımlar, yaşlı bireyi üretim alanının dışında tutmakta ve bu da yaşlının pasifize olarak ailenin ve toplumun gözünde ‘yük’ olarak görülmesini kolaylaştırmaktadır. Modern toplumların yaşlı bakımı noktasında ailelere sunduğu alternatif kurumlar da bu bakış açısını destekler niteliktedir. Böylelikle, modernleşmenin yaşlılığa dair birçok algıyı ve durumu değişime uğrattığı görülmektedir.

Modernleşme iş hayatının ve çalışma koşullarının da değişmesine, dönüşmesine yol açmıştır. Çalışmanın bir zevk, bir mesleki doyum olduğu düşüncesinin yerine yeni karşıt düşünceler geçmiştir. İş yaratıcı bir uğraş olmaktan uzaklaştıkça, çalışmanın bir zevk olduğuna olan inanç da aynı paralelde kaybolmaktadır. Ancak modernleşmenin ortaya çıkardığı monoton, rutin iş hayatı sadece çalışma zevkimizi elimizden almakla kalmamıştır, aynı zamanda çalışmayı da zevksiz ve anlamsız bir uğraş haline getirmiştir.

Yaşamını böyle bir çalışma ortamında geçiren insanın yaşlılık dönemi de elbette ki birtakım psişik ve sosyal problemlerle çevrelenmiş olacaktır (Tufan, 2003: 74). Modernleşme hayatın her alanını olduğu gibi çalışma alanını veya iş ortamını da çeşitli yönlerden etkilemektedir. İnsanlar mesleklerini ve zanaatlerini icra ettikleri çalışma ortamlarında artık mutlu olamamakta, çalışmayı sıkıcı ve bunaltıcı bulmaktadırlar. Böyle olumsuz bakış açıları yüklenen çalışma hayatı bireyleri karamsarlığa, umutsuzluğa sürüklemekte ve sonrasında emeklilikle sonlanan iş hayatı yaşlı bireylerin yaşamlarında sosyal ve psikolojik sorunları gündeme getirmektedir.