• Sonuç bulunamadı

Gelişmekte olan ülkeler kategorisinde yer alan ülkemizde sosyal güvencesi olan bireylerde emeklilik söz konusuyken, sosyal güvencesi olmayanların ve yine iş gücünde

yaşlanmaya bağlı olarak kayıp yaşayanların emekliliği olamayacaktır. Bu nedenle yaşlılık ve emekliliği aynı bağlamda değerlendirmek gerekmektedir.

Yaşlanmanın en belirgin hali çalışma hayatından ayrılma anlamına gelen emeklilikle birlikte ortaya çıkmaktadır. Çalışma hayatının son bulması olarak değerlendirilen emeklilik, gerçekte kişinin yaşlandığının resmi kurumlarca belgelenmesi anlamına gelmektedir. 65 yaşına yaklaşan birey, emeklilik sürecinin etkilerini bir anlamda yaşlı psikolojisine girerek yaşamaktadır. Kişi, sağlık açısından hiçbir sorun yaşamayıp gerekli tüm koşulları yerine getirmiş olsa da, resmi olarak bu süreden veya yaştan sonra çalışması birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de mümkün değildir. Böylelikle, yaşlı birey hem mevcut gelirde bir düşüşün, hem de iş yaşamının dışında kalma gibi bireyi ekonomik ve psikolojik olarak sarsan bir durumun meydana geldiği emeklilik sürecini yaşamak zorunda kalmaktadır (Şentürk, 2018: 231). Bu zorundalık ise, yaşlılara büyük üzüntü yaşatmaktadır. Zira çalışan yaşlılar için çalışma ortamları ve iş arkadaşları çok değerli ve önemlidir.

Çalışma hayatından geri çekiliş olarak adlandırılan emeklilikle birlikte yaşlı insanlar, yaşamlarının büyük çoğunluğunu geçirdikleri iş ortamından ayrılmak zorunda kalmakta ve bu ayrılışla birlikte birtakım sosyal problemler de ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla emeklilik, yaşlı bireyler için hem istenilen hem de korku duyulan ve bireylerin hayatlarını her yönüyle önemli ölçüde etkileyen bir durumdur. Bu noktadan hareketle, emekliliği yaşlılıktan bağımsız düşünemeyeceğimizi ve ancak kronolojik yaş itibariyle çalışanların emekli olabileceklerini söylemek yerinden olacaktır.

Bir işten emekli olmak ve yaşlılık birbirleriyle ilişkili kavramlardır. Ancak, emeklilik nispeten yeni bir kavramdır. Geçmişte bireyler, fiziksel yeterlilikleri devam ettiği sürece toplumun ekonomik açıdan üretken üyesi olma özelliğini sürdürmüşlerdir. Örneğin, ABD' de 1900 yılında 65 yaş ve üstündeki erkeklerin %65'inden fazlası iş gücünde yer almıştır. 1987 yılı itibariyle 65 yaş ve üstü yaşlıların iş gücüne katılma oranı erkeklerde %16'ya ve kadınlarda %7'ye düşmüştür (Popenoe, 1991’den akt. Demirbilek, 2007: 135).

İstihdamda yaşlılar bakımından ortaya çıkan azalmanın esas nedeni, beceri güncelliğini kaybetmiş yaşlıların endüstriyel ve endüstri sonrası ekonomilerin gerektirdiği yüksek beceri ve eğitim bakımından genç işçilere kıyasla dezavantajlı durumda olmalarıdır. Yaş ayrımcılığı da yaşlı işçilerin gençler kadar üretken olmadığı düşüncesini desteklemektedir (Perry ve Perry, 2003’den akt. Demirbilek, 2007: 136).

Yeterince üretken olamadığı düşünülen yaşlıların emeklilikle birlikte çalışma yaşamından ayrılması, iş çevresinden, arkadaşlarından kopması; bu duruma uyum gösterememe, emekliliği kabullenememe sorunlarını da beraberinde getirmiştir.

Emekliliğe uyum sağlama, bireyden bireye değişmektedir. Emeklilik özellikle işini önemli bir statü, kimlik ve bağımsızlık kaynağı olarak görenler ve değişime karşı olanlar bakımından daha zordur (Bilton vd., 2002’den akt. Demirbilek, 2007: 136). Yeni duruma uyum sağlayabilenler ise, kendini geliştirme, kişisel ilişkiler ve boş zamanlarını değerlendirme faaliyetlerini kaybettikleri iş prestiji ve mali statünün yerine koyabilenlerdir. Nitekim, bir araştırmada örneklemi oluşturan emekli bireylerin en az üçte birinin yeni yaşamlarına uyum sağlamada zorluk yaşadığı ortaya çıkmıştır. Buna göre yaygın olarak karşılaşılan iki temel sorun önceki işini kaybetmek ve azalan gelire uyum sağlamaktır (Zastrow, 1996’dan akt. Demirbilek, 2007: 136). Çalışma hayatının dışında belli bir sosyal çevreye sahip olmayan bireyler emekli olduktan sonra büyük bir boşluğa düşmelerinin yanı sıra, gerek rutin gelirde meydana gelen azalma, gerekse çalışma arkadaşlarından uzaklaşma bireyi sosyo-ekonomik açıdan büyük ölçüde sarsmaktadır.

Günün büyük bir kısmında icra edilen, yıllarca pek fazla bir değişim göstermeden devam eden çalışma hayatından ayrılınca, birçok sosyal ilişki bir anda yitirilmektedir. Buna karşın yaşlı bireyin aile üyeleriyle, özellikle eşiyle olan ilişkilerinde bir yoğunlaşma, bir artış meydana gelmektedir. Çevresinin gözünde artık bir emekli olarak değerlendirilen insan yeni toplumsal rol beklentilerine uyum sağlamak zorundadır ya da en azından bu beklentilere karşı ilgili olmak ve bunları kendi yaşamına göre bir süzgeçten geçirmek durumunda kalmaktadır (Tufan, 2003: 261- 262). Nitekim emekliliği ve emekliliğin getirdiği sarsıcı sorunları veya kayıpları algılama ve kabullenme durumu yaşlıdan yaşlıya farklılık göstermektedir. Bu noktada, emeklilik durumunu yorumlama ve hayata uygulama biçiminin bireyden bireye, hatta toplumdan topluma değişiklik gösterdiğini söylemek yerinde olacaktır.

Özetle, bazı bireyler için emeklilik aslında yeni bir başlangıç anlamına gelirken, bazıları için faydasızlık, işe yaramazlık, vazgeçilebilirlik duygularına neden olan, depresyona yol açan ve daha ciddi durumlarda hemen ölme isteğini ortaya çıkaran bir süreçtir. Yüksek statülü çalışanlarda daha yüksek iş tatmini, mesleki doyum ve bu doğrultuda daha az emekli olma isteği söz konusudur. Düşük statülü işlerde çalışan bireyler ise, daha çok ekonomik sebeplerden ötürü emeklilik sonrasında çalışmaya

devam etme eğilimi göstermektedirler. Dolayısıyla bu eğilimi belirleyen temel faktörün emeklilik boyunca elde edilecek aylık miktarı olduğu görülmektedir. Böyle bir durumda aylık düzeyi yeterli ise pek çok birey emekliliği tercih etmek isteyecektir (Demirbilek, 2007: 137). Dolayısıyla sosyo-kültürel ve ekonomik etkenler emekliliği kabul etme ve bu yeni duruma uyum sağlama noktasında son derece önemlidir. Özellikle birçok insan aylık gelirinin düşmesi ile birlikte ekonomik sıkıntılar yaşamamak için emekliliği uzun bir süre daha rafa kaldırmaktadır.