• Sonuç bulunamadı

2.5. Sosyal Çözülmede Etkin Olan Faktörler

2.5.12. Modernite ve İslamiyet

Modernitenin dine bakışı ve modernitenin özel olarak İslam’a bakışı arasında net bir farklılık yoktur. Kısaca modernite dine olduğu gibi İslam’a da olumsuz bir yaklaşım sergilemektedir. Modern dünyanın temelinde yer alan Avrupalılaşmak ve Haçlı ruhu özellikle İslam’a karşı daha net bir tavır sergilemektedir. Dolayısıyla modernitenin İslam’a bakış açısı dine olandan daha sert bir vaziyettedir. Örneğin ünlü oryantalist B. Lewis, İslam’ın gelişmesine karşı bir şeyler yapılmadığı takdirde modern kültürürün gelişmesinin sekteye uğrayacağını söylemektedir. Dolayısıyla İslam’a ve dini gelişmelere fiili bir biçimde müdahale edilmesi gerektiği düşüncesi inancı yaygınlaşmıştır (Aydın, 2014: 113-114).

Modernitenin İslamiyet üzerinde büyük etkileri olmuştur. 8. ve 10. yüzyıllarda İslamiyet çeşitli bunalımlar yaşamıştır. Bunlardan en önemlisi ise Helenistik düşünce akımının ortaya çıkardığı bunalımlardır. İslamiyet ise bu tür sorunlar karşısında kimi zaman reddetme kimi zaman kendisine uyarlama kimi zaman ise tamamen özümseme yöntemini seçmiştir. Ancak 18. ve 19. yüzyıllara gelindiğinde İslam’ın Batı’nın etkisi altına girdiği görülür. Bu dönemlerde müslümanlar siyasi, sosyal haklarından ve hakimiyetlerinden mahrum bırakılarak ezilen bir taraf vaziyetini almışlardır. İslam’ın

akla ve bilime karşı olduğu gibi yaygın bir algı söz konusudur. Mısırlı Muhammed Abduh ve Hindistanlı Seyyid Ahmet Han gibi önemli ilim sahibi insanlar, günümüzde İslam’ı yeniden yorumlamak, imanla akıl arasında akla daha öncelikli yer vermek, aklı en önemli standart olarak görmek, modern dünya görüşüyle kendi öğretilerini kaynaştırmak gibi pek çok faaliyetlerde bulunmuşlardır. Ancak diğer bazı düşünürlere göre bu düşünürlerin hareket noktalarının Batı akılcılığı olmasından ötürü İslam’ı yeniden ifade etmek yerine sadece şahsi açıdan yorumlama yapabilmişlerdir (Türkdoğan, 1996: 174-177).

Ziya Gökalp’te İslamı yeniden yorumlama eğiliminden etkilenen düşünürler arasındadır. Gökalp, dini yaşanan hayatın bir parçası haline getirmeye çalışmıştır ve bunu yaparkende camiyi merkeze almıştır. Gökalp, batı medeniyeti karşısında İslamı yeniden yorumlarken bu hususlara dikkat çekmiştir. Ziya Gökalp dini değerler ve milli değerlerin birbirleriyle çatışmadığını aksine birbirlerini besleyen unsurlar olduklarını ileri sürmektedir. O’na göre İslamın yeniden yorumlanması, dini yaşanan hayatın parçası haline getirerek ve bu sayede hukuki, ahlaki, iktisadi, siyasi alanlar üzerinde etkili olmasını sağlayarak gerçekleşir. Gökalp’in bu fikirleri de kimi düşünürler tarafından şahsi yorumlamalardan ibaret bulunarak eleştirilmiştir (Türkdoğan, 1996: 177-185).

“Gökalp, ümmet devrinden millet devrine geçişin bütün sancılarını içinde yaşamış bir düşünürdür. Milliyetçilik ideolojisine, sistemi içinde belirgin bir yer tanırken, ümmet düşüncesini geri plana atmış değildir. Zira, onun ‘üçlemesinde’ bir kimse aynı zamanda hem millet hem de ümmet düşüncesinde olabilir. Bunlar birbirini iten zıt güçler olmayıp tersine birbirlerini çeken, birbirlerini davet eden sosyal kavramlardır. Zira, Gökalp’e göre ‘ümmet’, toplumların tekamülünde millet merhalelerinden daha önce gelir. Bir dini camiaya mensup kavimler, dil ve kültür itibariyle ayrı olduklarının şuuruna vardıkları zaman bu ayrılıklarını siyasi istiklal ile de tamamlayarak millet hayatına geçerler. Fakat milliyet mefkuresinin ve milletlerin doğuşu onların daha evvel bağlı bulundukları dini camiayı ortadan kaldırmaz. Bir başka ifadeyle, sosyal tekamülde milletin ümmetten daha ileride olması, onun, dini bağlılığa dayanan ümmetten tamamen ayrılması manasına gelmez” (Türkdoğan, 1996: 179).

Ziya Gökalp’in çağdaşı olan Abdullah Cevdet’in görüşlerine bakıldığında ise dinin gereksiz ve ilim dışı olduğu düşüncelerinin savunulduğu görülür. Abdullah Cevdet, bu tür düşünceleri savunurken ilk olarak İslamiyet’i ve Peygamber’i sert bir şekilde eleştiren yabancı yazarların eserlerini çevirmekle işe başlamıştır. Cevdet ve onun gibi düşünen arkadaşları, İslam’ın ilmi ve daha pek çok gelişmeye ayak uyduramadığı görüşündelerdir. Onlara göre, İslam gelişmelere ayak uyduramamaktadır ve bu sebeple de topluma yarar sağlamamaktadır. Cevdet, insanlığın refah ve saadete ulaşabilmesi için dine değil ilim ve hürriyete ihtiyacı vardır düşüncesini savunur. Abdullah Cevdet’e göre toplumun modernleşebilmesi için İslam’ın yeniden yorumlanması değil Luther, Jan Meslier gibi kişilerin düşüncelerinin benimsenmesi ve bu düşüncelere göre hareket edilmesi gerekmektedir (Türkdoğan, 1996: 182-185). Yukarıda da bahsedildiği üzere Ziya Gökalp çağdaşlarının aksine dini gereksiz ve ilim dışı görmez. Aksine İslamlaşmanın aynı zamanda Batılılaşmak olduğu görüşünü savunur. Ziya Gökalp’in modernleşme anlayışına bakıldığında modernleşmenin bir nevi çağa uyma hareketi olduğu görülür. Türkleşmek, İslamlaşmak ve Modernleşmek Gökalp anlayışına göre aralarında uyum olan bir bütünün parçalarıdır. Ziya Gökalp, çağın şartlarına uygun olarak yeni bir dünya görüşü geliştirmiştir ve İslam’a da bu şekilde bakmaktadır. Bu görüşe göre İslamlaşmak aynı zamanda Batılılaşmak yani modernleşmek demektir. Gökalp’in yaşadığı döneme bakıldığında Osmanlı Devleti’nde yeni bir inkılabın doğmak üzere olduğu görülür. “Ümmet devrinden millet devrine geçiş” olarak adlandırılan bir dönemde Ziya Gökalp eski toplum yapısı ve yeni doğacak toplum yapısının oluşum sürecinde kendi anlayışını geliştirmiştir. Tarihi pek çok değerin eridiği bu süreçte nelerin değişmesi gerektiğini nelerin zaman aşımına uğradığını iyi bilen Gökalp’e göre süreç içerisinde yıpranmayan tek kültür kalıbı İslamlaşmadır. Ziya Gökalp’in de isteği bu doğrultudadır. Çünkü O, günlük yaşantısı da dahil olmak üzere dini kurallara bağlı dindar bir düşünürdür (Türkdoğan, 1996: 170).

Ziya Gökalp’e göre itikat ve ibadetler dinin esasını oluşturur ve bunları yapan kişileri ise dindar olarak addeder. Gökalp, cami ve mescid ayrımına da değinmiştir.

“Görülüyor ki, dini hayatın evriminde cami, herşeyden önce, halkta cemaat vicdanının canlandığı yerdir. Mescid ise, Gökalp’e göre, yine ananevi şeklini muhafaza edecektir. Bu sebeple dini hayat mescide teşmil edilemez. Mescid, sınıf

vicdanının tecelligahı olduğu halde, cami şüphesiz cemaat vicdanının merkezini teşkil eder. Mescidde bürokrat, elit vardır, camide halk... Bu bakımdan camii dini hayatın geliştiği yer olması bakımından cemaat vicdanına hitap etmesi gerekir. Cemaat vicdanı halkta teşekkül ettiğinden camii’de okunan hutbeler, mevlutlar, ilahiler, vaazlar da ana dille okunması gerekir” (Türkdoğan, 1996: 173).

Ziya Gökalp, dinin cemaat hayatı içerisinde ortaya çıkmasından ötürü dini ıslahatların da camilerde yapılması gerektiğini öngörür. Ancak bu şekilde camilerde yapılan dini ıslahatların cemaate ve dolayısıyla ahlaka, siyasi yapıya, iktisadi yapıya etkisinin olabileceğini düşünür. 1850-1920 tarihlerinde İslam dünyasında çeşitli reform hareketleri oluşmuştur. Ziya Gökalp, batı karşısında görülen İslamın, yaptığı reformlarla İslami modernizmi gerçekleştirdiği görüşündedir. İslami modernizmle birlikte eski kaynaklara dayanarak İslam yeniden ele alınmaya çalışılmıştır. Bunun sebebi ise Batı ve çağdaş teknolojiye ayak uydurulmaya çalışılmasının amaçlanmasıdır. İslami modernizm gerçekleştirilmeye çalışılırken zaman zaman çeşitli sapmalar da yaşanmıştır. Bu sapmalar İslami olmayan normların etkisi altında kalınmasıyla oluşmuştur (Türkdoğan, 1996: 172-176).

Modernitenin dine ve İslam’a olan bakış açısına yer verdikten sonra İslam’ın da aynı şekilde moderniteye olan bakış açısına yer vermekte yarar vardır. İslam, sadece kendi değerleri üzerine yoğunlaşan, kendisinin var olmasına yetecek ölçüde değerlere sahip olan kapsamlı bir dini sistemdir. İslam dininin amacı bir şeyleri onaylamak, bir şeylere karşı çıkmak veya kendisiyle uyuşmayan bakış açılarını ortadan kaldırmak değildir. İslam insanlık için çok önemli bir birikimdir. Turner’a göre Batı İslam’ı bir çeşit tehdit unsuru olarak görür. Bunun sebebi Batı’nın baskısından ve egemenliğinden kurtulamanın tek alternatifinin İslam olmasıdır (Aydın, 2014: 114- 116). Aslına bakılacak olursa genel anlamda modernite ve İslam arasındaki sorun, doğrudan İslam’da değil Müslümanların bu durumu algılayış biçiminde aranmalıdır. Müslümanlar çoğu kere modernite karşıtı gibi gösterilseler de aslında durum bundan farklı bir boyuttadır. Elbette ki Müslümanların moderniteyi eleştirdiği noktalar olmuştur ancak Müslümanlar aynı zamanda modernite sürecini elde edebilmek için çok büyük çabalar sarfetmişlerdir ve modernitenin getirmiş olduğu yenilikleri kullanmaktan da kaçınmamışlardır (Aydın, 2014: 115).