• Sonuç bulunamadı

1.1.5. Siyasal Birlik Olarak Ulus, Modern Devlet ve Yönetim Anlayışı 1 Ulus Devlet ve Vatandaşlık

1.1.5.2. Modern Devlet ve Kapitalizm

Ulus devlet olarak da adlandırılan modern devlet, kapitalist üretim biçimine uygun düşen emek ve sermayeden oluşan toplumsal yapının egemen olduğu devlet biçimidir. Ulus devlet aydınlanma çağı devletidir. Dolayısıyla bu devlet anlayışında

130 Giddens, A Contemporary Critique, s. 198, 200. 131 Giddens, 1 A Contemporary Critique, s. 199, 200. 132 Giddens, A Contemporary Critique, s. 160-188.

egemenlik tanrıdan alınarak ulusa verilmiştir. Bu anlamda modern devletin en önemli iki unsuru laiklik ve demokratik olma özellikleridir.

Egemenliğin ulusta olduğunu kabul eden modern devlet anlayışı tarihsel olarak Fransız İhtilali ile başlayan demokratik hak ve özgürlüklerin savaşımlarını yansıtmaktadır. Özellikle temsili demokrasinin gelişimi toplumun demokratik savaşımlarıyla kazanılmıştır. Örneğin; işçi sınıfının genel oy hakkını elde ettiği, 1848 devrimleri hem işçi sınıfı, hem burjuvazi hem de demokratikleşme açısından önemli bir dönüm noktası olmuştur.

Devlet kavramı, siyasal düşünceler tarihinde farklı tanımlamaların yapıldığı bir olgudur. Özellikle modern devlet ve temsili demokrasi üzerinde etkili olmuş olan Aristoteles, Marx / Engels ve Weber’in devlet tanımlamaları, toplumsal uyum çerçevesinde gerçekleşmektedir.

Aristoteles’e göre, devletin var olma nedeni, insanlar için iyi bir düzenin sağlanmasıdır. İnsan yaradılışı gereği sosyal bir varlıktır ve sosyal düzenin sağlanmasından da devlet sorumludur133. Toplumsal düzenin sağlanması için zenginlik ve yoksulluk önlenmeli, orta hallilere önem verilmeli ve onlar güçlendirilmelidir. Toplumsal uyum ve dengenin sağlanmasının formülü budur134.

Siyasal düşünceler tarihinde aşırılıklardan uzak duran, denge ve uyumu simgeleyen bir düşünür olan Aristoteles temsili demokrasi kavramını da orta sınıfa dayandırarak, sosyal devletin önemli bir unsuru olan uyum ve dengenin de sözcüsü olmuştur.

133 Aristoteles, Politika, çev. Mete Tuncay, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1975, s. 190. 134 Aristoteles., s.123.

Aristoteles ile Marx ve Engels’in ortak noktası devletin zorunlu bir kurumsal mekanizma olmasıdır. Ancak Aristoteles, devleti iyi bir düzen sağlamak için zorunlu görürken, Marksizm sömüren ve sömürülen ayrımı yaparak, devleti sömürü düzeninin devam edebilmesi için bir zorunluluk olduğunu öne sürmektedir135.

Engels’e göre, belirli bir ekonomik gelişme aşamasında toplumun sınıflara bölünmesi devletin zorunlu olarak var olmasını gerekli kılmıştır. Dolayısıyla devletin doğuş nedeni toplumsal eşitsizliktir. Amacı ise bu eşitsizliğin devam etmesidir. Eşitsizliğin sürdürülebilirliği ise düzen gereksinmesi yoluyla gerçekleştirilmektedir. Karşıt ve uzlaşmaz ekonomik çıkarlara sahip sınıfların, kendi aralarındaki çatışmayı azaltan ve bu mücadeleyi düzen sınırları içerisinde tutan, toplumdan doğan ancak zaman içerisinde ona yabancılaşan bir güçtür devlet136.

Aristoteles, toplumsal eşitsizlikleri sürekli kılacak şekilde dengeyi ve uyumlaştırmayı amaçlayan bir yönetim biçimi önerirken, Marx ve Engels kuramlarını eşitsizliğin ortadan kalkacağı özgür bir toplum üzerine inşa etmişlerdir. Marx’a göre “Ezilmekte olan bir sınıfın varlığı, uzlaşmaz sınıf karşıtlığı üzerine kurulmuş her toplumun hayati koşuludur. Ezilen toplumun kurtuluşu demek, yeni bir toplumun yaratılması demektir. Sınıfların ve sınıf karşıtlıklarının artık bulunmadığı bir düzendedir ki, toplumsal evrimler politik devrimler olmaktan çıkacaktır.”137.

Weber ise, modern devletin, sosyolojik olarak erekleri açısından değil, kendisine özgü somut araçları açısından tanımlanması gerektiğini öne sürmüştür. Weber’e göre bu araçlar, fiziksel güç ve şiddet kullanımıdır. Weber, toplumsal düzenin varlığını, fiziksel şiddetin meşru kullanımına bağlamaktadır. Bu anlamda modern devletin iki temel özelliği bulunmaktadır. Birincisi, iktidarın uygulandığı bir arazi dolayısıyla bir toplumsal yapı, ikincisi ise fiziksel şiddetin, toplum tarafından kabulünü öngören meşru kullanımıdır. Bu özelliklerden yola çıkarak Weber’in

135 Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, çev. Kanan Somer, Sol

Yayınları, 1979, s. 220.

136 Engels, s. 221.

modern devleti, belli bir arazi içinde, fiziksel şiddetin meşru kullanımını tekelinde bulunduran insan topluluğu olarak tanımlanabilir138.

Weber’in modern devleti, fiziksel şiddetin meşru kullanım tekeline sahip bir siyasal kurum olarak tanımlaması, temsili demokrasiye getirilen önemli eleştirilerden biridir. Weber’e göre modern devlette yönetilenlerin rızası olarak tanımlanan meşruiyetin kaynağında halkın iradesi değil, otorite-itaat ilişkisi vardır. “Devlet insanın insana egemenliği ilişkisidir. Meşru yani meşru sayılan şiddet araçlarıyla desteklenen bir ilişkidir.139”

Weber’e göre devletin varlığı, yönetilenlerin otoriteye itaatine bağlıdır. Bu sebeple egemenliğin toplumsal anlamda meşrulaştırılması şarttır. Weber üç meşrulaştırma yolu önermişti: Geleneksel otorite, Karizmatik otorite ve yasal-ussal otorite.

Yasalara dayanan egemenlik olan yasal otorite, yasaların geçerliliğine ve rasyonel kurallara dayanan işlevsel yetkiyi bünyesinde muhafaza eder. Yasalarca konulmuş ödevlerin yerine getirilmesinde itaat esastır. Modern devlet yasal otoriteye dayanarak, fiziksel gücün meşru kullanımını kendi tekeli altına almayı başarmıştır140. Bu anlamda Weber, aydınlanma projesi çerçevesinde yasaların, aklın kurallarına uygun olarak çıkarılacağını öngörmüş, yasal olanın rasyonel olacağını varsaymıştır. Meşruiyetin varlığı bu koşulların sağlanmasına bağlıdır. Bununla birlikte siyasetin şiddete dayalı bir güç ilişkisi olduğunu söylemekten de geri kalmamıştır.

Modern devleti reel, somut bir nesne olarak gören Jessop’a göre141, modern kapitalist devletin en belirgin özellikleri, kapitalist üretimden kurumsal olarak ayrılmış olması, meşru zor tekeline sahip olması, hukuk devleti ve rasyonel-yasal bürokrasiyi kullanması ve kendini vergi devleti olarak kurmasıdır142. Devletin bu

138 Max Weber, Sosyoloji Yazıları, çev. Taha Parla, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1987, s. 80. 139 Weber., s. 80.

140 Weber., s. 80-81

141 Bob Jessop, The Capitalist State, Basil Black Well, UK, 1982, s. 212. 142 Jessop, s. 355.

biçimi kapitalist sistem açısından da gerekli ve yeterli görünmektedir. Devletin bu biçimini özellikle gerekli ve mümkün kılan temel argüman, kapitalist üretim tarzının ekonomi ile siyasal olan arasında koyduğu ayrım olmuştur. Siyasal devlet ile ekonominin iki farklı mantığa dayalı özerk varlık alanları olarak ayrışmalarıyla devlet tüm toplumun ortak çıkarını temsil eden bir aygıt olarak kurumsallaşır. Bu da devletin sermaye birikimi için işlevlerini her zaman bu siyasal süzgeçten geçirerek ve çok ince ayrıntılarla yerine getirmesi gerektiğini gösterir.

Ekonomik egemen ile siyasal egemenin ayrışması biçimsel demokrasiye zemin hazırlar ve hegemonya siyasetine yol açar143. Hukuk devletinin, mali devlet ve bürokrasinin sermaye için işlevsel olması kendiliğinden gerçekleşmeyip, başarılı bir siyasete, gerçekçi birikim stratejilerine ve hegemonik projelere bağlıdır. Jessop devlet ile ekonominin eklemlenmesini “yapısal eşleşme” ya da “stratejik koordinasyon” kavramlarıyla ele alır. “Yapısal eşleşme” ile kast edilen, aynı toplumsal alanı paylaşan iki farklı mantığa sahip özerk yapının birbiri tarafından koşullanarak evrilmesi demektir. “Stratejik koordinasyon” yoluyla farklı kurum ve mantıklar arasındaki ilişki birikim stratejileri ve hegemonik projeler yoluyla kurulur144.

Kapitalist bir toplumsal formasyonda çok farklı devlet biçimleri gelişebilir145. Ancak ortak olan nokta, kapitalizm ile demokratik devlet arasında gerilimli bir ilişkinin olmasıdır. Bir yandan devletin demokratik biçimselliğinin bazı yönleri kapitalizmin gereklerine bağlı olarak ortaya çıkmıştır ve biçimsel demokrasi sermayenin çıkarlarına daha açık olan yapısal ve stratejik bir özellik taşır146. Öte yandan hukuk devleti ve parlamentarizmin sermaye egemenliği için en iyi araçlar değildir. Parlamentarizm seçimler ve siyasal haklar yoluyla birey-vatandaşın siyasal karar alımına dolaylı yoldan katıldığı bir temsil biçimi ile hukuk, yasama ve

143 Jessop, s., 181. 144 Jessop, s. 358. 145 Jessop, s. 176.

146 Kaynakların eşitsiz dağılımı nedeniyle etkin siyasi katılımın engellenmesi, belirli konuların siyasi

gündeme çıkmasını engelleyen faktörler, vergi, devletin sermayenin gücüne ve yeniden üretimine yapısal olarak bağlı olması, birey-vatandaşlığın toplumu bölen, atomlaştıran bireycileştiren etkisi bu özelliğe örnek gösterilebilir. Jessop, s. 178,179.

bürokratik düzenleme yoluyla belirlenen bir müdahale biçimini birbirine eklemler147. Ancak günümüzde demokratik mücadelelere ve hegemonik siyasete yol veren bu çoğulcu yapı ancak sermayenin ekonomik ve siyasal egemenliği hegemonik olmayı başarabilirse işe yarar148. Çünkü vergiye ilişkin düzenlemeler mali krizlere neden olabilir, hukuk devleti ve bürokrasi etkin bir müdahale aracı olmayabilir, temsili ve hegemonik siyaset sermayenin aleyhine güçlerin gelişmesine neden olabilir149.

Günümüzde, meşruiyetini halk iradesinin bir yansıması olarak kabul ettiği yasal otoriteye dayandıran modern devlet, temsil ve meşruiyet kriziyle karşı karşıyadır. Doktrinde, her yasal olanın rasyonel olmadığı ve halkın iradesini yansıtmadığı tartışmaları yoğun biçimde sürmektedir.

Yirminci yüzyılın son çeyreğinde yaşanan hızlı değişim, gerek siyasal, gerekse toplumsal ve ekonomik anlamda modern devletin temel kurumlarını ve toplumu derinden sarsmıştır. Bu anlamda yaşadığımız süreçte modernitenin aşıldığı, postmodern bir çağa girildiği ileri sürülmektedir. Özellikle 1980’li ve 1990’lı yıllar, postmodern ortam, postmodern durum, postmodern çağ, postmodern zamanlar gibi kavramlarla nitelendirilmektedir. Eski durumdan kopuşu dile getiren bu kavramlar, evrensel bir krizin yarattığı ekonomik, toplumsal ve siyasal değişimlerin bir yansıması olarak kabul edilmektedir.

1.1.5.3. Modern Siyasal İktidar ve Yönetim Anlayışı

Siyasal iktidar ve devlet sorununu Foucault’un devlet merkezli iktidar analizini eleştiren yaklaşımını göz önünde bulundurduğumuzda, iktidar analizinde “kim” ve “neden” sorularına değil, “nasıl” sorusuna yanıt aramak gerekir.

Foucault iktidarı, toplumsal olanın özsel bir niteliği olarak görür. İktidar, başkalarının olası eylemlerini, tahrik etme, ikna etme, yoldan çıkarma, kolaylaştırma, zorlaştırma, sınırlama ve yasaklama gibi yollarla etkileyen bir eylem tarzıdır. Ancak

147 Jessop, s. 120-165. 148 Jessop, s. 165-167 149 Jessop, s. 157.

Foucault, daha sonraki çalışmalarında mikro iktidar ilişkileri ile modern siyasetin makro iktidar yapıları arasındaki bağlantıları göstermeye çalışır150.

Foucault yönetsel yapılanma anlayışını, tarihsel süreç içerisinde, Antik Yunan’ın pastoral anlayışından başlayarak, erken modern dönemdeki hikmet-i devlet, siyasa devleti, kameralizm ve Refah Devleti’ni, son aşamada ise modern döneme egemen olan liberalizm ve neoliberalizmi ayrıntılı bir biçimde incelemiştir. Foucault’un yönetim rasyonalitesi kavramı, yönetmenin ne olduğu neleri kapsadığı kimin yönetileceği gibi yönetim pratiğinin doğasına ilişkin soruların yanıtlarını araştırır. Modern devlet ve iktidar yapılarının oluşumunu incelerken, yönetim anlayışı kavramına göndermede bulunarak, 16. yüzyılda egemenlik anlayışından farklı bir yönetim anlayışının ortaya çıkmaya başladığını ve modern iktidarın ancak bu iki farklı yönetim anlayışının eklemlenmesi olarak görülebileceği söylenebilir.

Foucault, iktidar analizi için iki farklı model olduğuna dikkat çeker. İktidarın meşruiyet sorununu öne çıkaran “sözleşme-baskı” şeması, temelde iktidarın formel sınırlarını koyan hak kurallarıyla ilgilidir. Foucault’ya göre hak, söylem ve tekniklerin işlevi, iktidara içkin olan tahakkümün izlerini silerek onu görünüşte farklı kılmaktadır151.

Tahakküm, tebaanın birbirine uyguladığı yoğun ve çeşitli boyun eğdirme biçimlerini içerir. Bu anlamda hukuk ve hak sistemi meşruiyet aracı olarak değil, tahrik ve teşvik ettiği boyun eğdirme metodları olarak görülmelidir. Tahakküm merkezli bir iktidar analizi, düzenli, meşru, merkezi iktidar biçimleriyle değil, iktidarın hak kurallarını aşarak maddi ve somut olarak uyguladığı yerlerde, iktidarın en uç ve lokal görünümleriyle ilgilenmeli, merkezi iktidar unsurlarının nasıl kurulduğuna bakılmalıdır. Dolayısıyla bir çok farklı iktidar tekniğinin, daha global tahakküm biçimleri tarafından nasıl kullanıldığı ve dönüştürüldüğü ortaya çıkarılmalıdır.

150 Gordon, s. 1-51.

151 Michel Foucault, “Power/Knowledge”, Selected Interviews and Other Writings 1972-1977, edt.

Tahakküm merkezli yönetim anlayışı 16. yüzyılda ortaya çıkmış, 18. yüzyılda liberalizm şeklini alarak egemen hale gelmiştir. Foucault’un son yıllarda liberalizm ve özgürlükle ilgili ılımlı tavrı liberal özgürlüklerin disiplin içeren belli koşullarda mümkün olduğunu ve özgürlüğün iktidardan ayrı olmadığının öneminin vurgulanması şeklinde yorumlanır. Yönetim kavramı, Foucault’un daha önceki analizleri nedeniyle, iktidarın disiplin teknikleriyle, bireyi tamamen ele geçiren, mutlak bir güç gibi görülme riskini azaltan bir kavramdır152. Çünkü iktidar, öznenin özgürlüğünü ve aktif olduğunu varsayar. Foucault’a göre tahakküm ve disiplin teknikleri, insanları yönetmenin sadece bir boyutudur. Yönetim, tahakküm teknikleriyle benlik tekniklerinin kesişme ve etkileşim noktasıdır. Böylece bireylerin birbirleri üzerinde uyguladıkları tahakküm ile kendi üzerlerindeki yönetimleri birleşmiş olur153.

Yönetim anlayışı kavrayışıyla modern iktidarın teknik yönlerinin önemine de dikkat çekilmiş olur154. Burada yönetimin topluma yönelik hükmedici tarafından çok, bireylerin davranışlarını yönlendirmeyi nasıl başardığı sorusu öne çıkar. Foucault yönetimi, “davranışın idaresi” (Conduct of conduct) olarak tanımlar.

Yönetim, sistematik ve rasyonel bir işleyiş, yapış-ediş tarzı, bireyler ya da kollektif toplulukların davranışlarını yönlendirmek, düzenlemek, biçimlendirmek amacıyla onların eylemi üzerinde eylemde bulunmak anlamına gelir. Böylece liberalizm, toplumu yönetmekle ilgili teknik kaygıları öne çıkararak toplumsal bilimlere yol açar. Liberalizmde yönetim ile bilgi arasında yeni bir ilişki kurulur155. Ekonomi, aile ve bireyin özerkliklerini tanıyarak onları yönetmek ancak uzmanlık yoluyla mümkün olmuştur156.

152 Ayrıntılı bilgi için bkz. Graham Burchell, “Liberal Government and Techniques of The Self”,

Foucault and Political Reason, der. Graham Burchell, University of Chicago Press, 1996, ss. 19-37.

153 Ayrıntılı bilgi için bkz.; Michel Foucault, “Power/Knowledge, Selected Interviews and Other

Writings 1972-1977, Edt. Colin Gordon, The Harvester Press, USA, 1980

154 Bkz.; Nicholas Rose, “Governing Advanced Liberal Democracies”, Foucault and Political

Reason, der. A. Barry, UCL Pres, London, 1996.

155 Rose, s. 44.

156 Graham Burchell, “Liberal Government and Techniques of The Self, Foucault and Political

Siyasal yönetim ile devlet de toplumdaki diğer yönetim türleriyle olan ilişkisi içinde tanımlanmalıdır. Devlet içinde farklı yönetim türleri arasında bağlantı vardır. Toplum içindeki yerel ve farklı yönelimler ile merkezi siyasal yönetim arasındaki bağlantı gibi157. Modern iktidar deneyimi, politik denen kurum ve güçleri politik olmayan norm ve amaçlarla ilgili davranışların yönetimine bağlar158.

Rose, yönetim anlayışını, siyasal rasyonalite ve yönetim teknolojileri olarak ikiye ayırır159. Siyasal rasyonalite olarak yönetim anlayışları, siyasal programlamaya ve uygulamaya uygun olacak şekilde ifade edilen meşru ideal şemalarıdır. Siyasal rasyonaliteler ahlaki bir biçim (yöneten ve yönetilenlerin hak ve görevleri, idealler ve ilkeler) ve epistemolojik bir karakter (ulus, toplum, ekonomi, cemaat, vatandaş, birey gibi yönetilen özne ve nesnelerin kavramsallaştırılması) taşır. Ayrıca belirli bir dil kullanımı ve akıl yürütme tarzına sahiptir.

Yönetim teknolojileri ise yöneticilerin karşılaştığı direnişlere bağlı olarak kullandığı stratejileri, teknikleri ve prosedürleri kapsar. Devletin içinde barındırdığı teknolojilerin özel bir tutarlılık ve işlevselliği yoktur. Dolayısıyla devletin iktidarı bir neden değil, tüm farklı güçlerin başarılı konumlarına bağlı olan bir sonuçtur. Var olan bir teknolojiler ağının devlet tarafından çevirme işlemine tabi tutulması söz konusudur. Genel terimlerle ifade edilen politik programlar (Verimlilik, demokrasi, eşitlik, girişim v.b.) bireyler ve eylemleri üzerindeki somut yerel mikro otoritelerle çevrilmelidir. Böylece zaman ve mekanları ayrı kişilerle farklı ilişkiler kurulabilir. İleri liberal yönetim bu anlamda kişileri bu tür tekniklerle uzaktan yönetmeye çalışan bir yönetim rasyonalitesidir. Bu teknolojinin siyasal programlarla içi içe olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Belirli teknolojilerin kullanılmasını ve yayılmasını sağlayan şey, siyasal mücadelelerle şekillenen siyasal amaçlara uygun olmalarıdır.

157 Michel Foucault, “Governmentality”, The Foucault Effect Studies in Governmentality, der.,

Graham Burchell, University of Chicago Press, 1991, ss. 87-104.

158 Rose, s. 30. 159 Rose, s. 42.