• Sonuç bulunamadı

MOĞÖL İSTİLÂSINDAN SONRA TÜRKMENLER

Belgede (T ÜRKMENLE R) OĞUZLAR (sayfa 166-200)

Ç. SELÇUKLULAR DEVRİNDE OĞUZLAR (TÜRKMENLER)

D. MOĞÖL İSTİLÂSINDAN SONRA TÜRKMENLER

Moğol istilâsının en mühim sonuçlarından biri de Orta A sya Türk

etnografyasını değiştirmiş olmasıdır. Uygur, Karluk, Kıpçak ve diğer bazı Türk kavimleri, bu istilâ neticesinde çözülerek kavmî hüviyet­ lerini kaybettiler. Bunlar ile Moğol teşekküllerinin birleşmesinden yeni kavimler meydana geldi ki, bunların dili Türk ve siyasî mâzileri

Moğol idi. Meşhur T im u r bunun tam bir örneğidir. Böylece bugün

Orta-Asya’ daki Özbek, Kazak, Kara-Kalpak, Doğu-Türkistan Türkleri,

bu karışma ve kaynaşmadan meydana gelmiş yeni kavimlerdir.

Moğol istilâsı, Islâm âleminin çehresini de tamamiyle değiştirdi.

Halîfesiyle, memlûk ordusuyla, parlak kültürü ve zengin ticarî haya­ tiyle eski âlem ortadan kalktı. Moğol istilâsından sonra meydana gelen yeni âlemde Türk kültürü mühim bir mevki aldı. Bu ise, Anadolu’da olduğu gibi, Mâvera un-nehr’de, Azerbaycan’da. Türk nüfusunun es­ kisine nisbetle çok yoğunlaşmış bulunması ile ilgilidir. Yalnız bu hususta

Anadolu diğer Türk ülkeleri arasında en başta geliyordu. Türk dili,

O s m a n lı im p a r a t o r lu ğ u n d a X V I. yüzyılda rakibsiz bir duruma gelmişken, artık Türkistan denilen Mâvera un-nehr’de X X . yüzyılın başlarında dahi farsça halâ resmi dil olarak kullanılıyordu.

1 - Hazar - Ötesi Tiirkmenleri:

Moğol istilâsı üzerine Mâvera un-nehr, Horasan ve Azerbaycan’da

yaşayan Türkmenler’in pek çoğu Anadolu’ya geldiler. Bunlar istilânın önünden kaçmışlardı. MangışlcCk’ta X . yüzyıldan beri yaşamakta olan

Oğuzlar bu istilâdan pek müteessir olmadılar. Çünkü, yurdları M

an-gışlak istilâ sahası üzerinde olmayıp kenarda kalıyordu. Bununla be­

raber, onlar ilk önce A l t ın - O r d u hanlarına, sonra da H ive’ de oturan hanlara tâbi oldular. Mangışlak’takî Türkmenler’in mühim bir kısmı

Salur boyundan idi. E b û ’ 1-G a z i H a n ’ın Şecere-i Ter akime’ sindeki

dağılma üzerine410 Oğuzlar’dan pek önemli bir küme Mangışlak’a git­ miştir. Bu Oğuz kümesinin içinde her boydan olmakla beraber, çoğun­ luğunu Eym ür, Döğer, İğdir, Çavuldur, Karlan, Solur ve Ağar boyla­ rına mensup kollar meydana getiriyordu. Mangışlak’a giden bu Oğuz

kümesinin başında yine aynı müellife göre, K ı l ı k ( jLS ) B e ğ , K a ­ zan B e ğ ve K a r a m a n B e ğ v a rd ı411. Mangışlak’taki Salurlar’m İçki

( İ ç ) Salur ve Taşkı (D ış ) Salur olmak üzere iki kola ayrıldıkları bi­

liniyor. Türkmenler, X V II. yüzyılda Y o m u t , E r s a r ı, T e k e ve S a rık gil>i büyük Türkmen topluluklarının Solurlar’dan çıktığına inanı­ yorlardı412. Eğer bu iddia doğru ise, bugünkü Türkmenistan Türk­

menlerinin ezici çoğunluğunun aslında Salurlar’dan olduğunu kabul

etmek icab eder413. Halbuki Salurlar’dan önemli kolların da batıya göç etmiş olduklarını biliyoruz414.

Mangışlak’ta Çavuldur (Çavundur) ’lardan da pek mühim bir kol

bulunuyordu. Bu Çavuldurlar ile İğdir ve Soynacılar’ a mensup bir zümre R u s Ç arı P e t r o zamanında Kalmuklar tarafından Kuzey

Kafkasya’ya götürüldüler. Bunların nüfusları 1912’de 15 534 olarak

hesab edilmiştir. Kafkasya’ya götürülen bu türkmenler uzun müddet

Orta Asya’ daki eldaşları ile münasebetlerini kesmemişler ve M a h d u m K u lu ’yu onlar da büyük şâirleri olarak tanımışlardır.415 Yaşadıkları bölgenin adiyle “Stavrapol Türkmenleri” denilen bu Türkmenler

varlıklarını zamanımıza kadar muhafaza etmişlerdir. X . yüzyıldan beri Mangışlak yarımadasında yaşıyan Türkmenler, bilhassa Nogay-lar ve Kalmuklar’ın saldırışları sonucunda bu yurdlanndan göç edip, Balhan ve Horasan’ a, gelmişlerdir. X I X . yüzyılda artık orada hiç bir Türkmen’ e rastgelinmiyordu. Balhan ve Horasan bölgelerin­ deki Türkmenler seyyahlara asıl yurdlarının Mangışlak olduğunu

410 Şecere-i Terâkime, s. 61.

411 E b û ’ l-G a z i bu kaydı da Câmi ut-levârih?ten almış görünüyorsa da elimizdeki nüs­

halarda böyle bir ifade yoktur. Bu nüshalarda yeri boş bırakılmış bir beğin 1000 atlı ile

Ceyhun'un orta yatağında yurd tuttuğu, K u t lu ğ B eğ, K a z a n B eğ ve K a ra m a n B eğ ’ in onun oğullan olduğu söylenmektedir.

412 A y n ı eser, s. 69, 72, 73.

413 1863 de Türkmenler arasında bir seyahat yapan meşhur T ü r k o lo g A. V â m b ery ,

196500 çadır olarak hesap ettiği bütün Türkmenler9den Salurlar4’ı 10000, E r Sarıları 50000,

Sarıklar’ı 10000 ve Tekeler’ i, 60000 ve Yomutlar*ı 40000 çadır olarak gösterir ki (Travels in Central A sia, s. 309), bunların toplamı 170000 ediyor.

414 ikinci Bölümde Salur boyu bahsine bk.

415 Bu Türkmenler hakkında, V. B a r t h o ld , a History o f the Turkman p eople, F our stum

söylemişlerdir ki,416 onların ezici çoğunluğu için bu söz bir gerçektir.

Şecer-i Terâkime’de Balhan dağlarında eskiden beri oturan Türkmen­

ler olarak Oklu, Göklü, ve Sultanlı oymakları zikrediliyor.417 KOklu

Türkmeni X V I. yüzyıla ait S a f e v î kaynaklarında Eymür (E ym ir),

Salur ve Göklenler ile birlikte geçer. Bunların hepsine birden Yaka

Türkmeni veya Sayın Hanlı Türkmenleri deniliyordu. Türkmenler’in

büyük şâiri M a h d u m K u lu ’yu çıkarmış olan Göklenler, Gürgen

( Curcan) ırmağının yukarı yatağında yaşıyorlardı. Bunların kabilevî

bir birlik teşkil etmedikleri görülüyor. Bu kümede ( V â m b e r y ’ye göre 12 000 çadır), az nüfuzlu Beğ-Dili, Bayındır, K a yı ve Eymür

gibi boylara mensup oymaklar görülmektedir.418 Buradaki K a yı

obası O s m a n lı lıâ n e d a n ın ın kendi boylarından olduğunu biliyor­ d u 419.

Şecere-i Ter akime’ de,420 Belh’in batısında, Aııdhoy çevresinde

yaşayan A li-E li Türkmenleri’nin aslı kul, yani köle olan bir yaban­ cının oğlundan geldikleri söyleniyor. Halbuki X IV . yüzyılın ikinci yarısında M erv civarındaki Mâhân’da A li B e ğ adlı oldukça kudretli bir beğ vardı.421 Yine Şecere-i Terâkime’y e göre,422 H ızır-E li, A l i ’nin kardeşi H ı z ı r ’dan, Kullar oymağı A l i ’nin diğer kardeşi Ik (yahut) Eyik)'den, Kara-lvli (E v li) 1er de yine A l i ’nnı kardeşlerinden

Kaşğa’-dan inmişlerdir. Bu durumda burada geçen Kara-Ivliler’in bu addaki

Oğuz boyunun bir kalıntısı olduğu düşüncesi zayıflıyor. Gerçekten

Anadolu’da da zamanımızda Kara-Evli adh bir oymağa rastgelinmiş

ise de, bunun da menşei şüphelidir.423

Kara-lvliler, yine Şecere-i Terâkime’ye göre,424 A m u -S u yu ’nun

kıyısında ve Acı-Deniz (Hazar D en izi)’in yakınında oturmakta olup, toprakları verimsiz ve sayıları da azdı. Aynı eserde Balkan’daki “ Te-

veciler” , “ Eski Halk” oymaklarının da Türkmen olmayan kimselerden

türedikleri yazılıyor. Bütün bunlar ve diğer tarihî bazı deliller

Hazar-ötesi Türkmenleri arasına zamanla, Çağatay, Özbek ve sair uluslara

416 V â m b e ry , aynı eser, s. 325. 417 s. 61.

418 Vâmb&ry, aynı eser, s. 306; M e s ’ u d K e y h a n , Tarihli coğrafya-i mufassalcı İran,

1311 şM II, s. 102-103, 309; R .R . A r a t, Göklen maddesi, I.A., IV, s. 809-811.

419 A. B u rn es, aynı eser, III, s. 199. 420 s. 75.

421 B a r t h o ld , a History o f ıhe Turkman p eop le, s. 131.

422 s. 74-76.

423 Kara-Evli bahsine bk. 424 s. 76.

mensup oymakların, ailelerin ve şahısların girmiş olduklarını gösteri­ yor. Biz X V I. yüzyıhn ikinci yarısında hu Türkmenler arasında Celâyir

oymağımn bulunduğunu biliyoruz ki, bu oymak aslen Moğol olup, evvelce Çağatay ulusuna dahildi.

Hazar - Ötesi Türkmenlerinin başlıca hangi boylardan geldikleri

sorusuna gelince, bu hususta, ehemmiyetlerine göre şu isimleri zikre­ debiliriz: Salur, Çavuldur (Ç avdur=Çavundur), İğdir, Yazır, Eym ür

(E y m ir), Kar km. Bunlar Balhan ve Horasan bölgelerine Mangışlak’

-tan gelmişlerdir. Onlar arasında görülmüş olan çok daha az ehemmi­ yetli diğer boylar ise Bayındır, Beğdili ve K a y idır. Üç-Oklar’ın

Boz-Oklar’a nazaran nüfusça daha fazla oldukları da bir tahmin olarak

ileri sürülebilir.

Türkmenler, bütün seyyahlarca Orta A sya ’daki Türk ellerinin

en savaşçısı olarak vasıflanmış olmakla beraber bir devlet kurmak şöyle dursun, Noğay ve Kalmuklar’ a bile mukavemet edemedikleri gibi, nefret ettikleri Özbekler’ e de yüzyıllar boyunca vergi vermeğe mecbur kalmışlardır. Halbuki Anadolu’daki Türkmen toplulukların­ dan devlet kurmayan kalmamıştı. Hazar-ötesi Türkmenler i’nin siyası bir birlik meydana getirememeleri, onların yerleşik hayata geç intibak etmelerine ve bugün parçalanmış bir duruma düşmelerine sebeb ol­ muştur. Şimdi onların büyük çoğunluğu (bir milyon kadar) Türkme­

nistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ndc yaşamakta, bazı mühim top­

lulukları da İran ve Afganistan devletlerinin teb’ası arasında bulun­ maktadır

E b û ’ l-Gazi’nin eserinden öğrendiğimize göre, X V II. yüzyılda

Türkmenler’in elinde birçok Oğuz-nâmeler görülmekte idi. Bu

Oğuz-nâmeler’ in muhtevaları hakkında tam bir bilgiye sahip değiliz. Çünkü,

hiç birisi elimize geçmemiştir. Yalnız şu kadarını biliyoruz ki, bu Oğuz-nâmeler’ de de D e d e - K o r k u t ve S a lu r K a z a n ile ilgili bahisler bu­ lunmakta idi. 425. Bu Oğuz-nâmeler’e Cami’iit-Tevârih’in kaynak olup olmadığı hususunda kati bir şey söylemek mümkün değildir.

Oğuz-nâmeler X IV . - X V II. yüzyıllar arasında Harizm’den Rum ­

eli’ne kadar bütün Oğuz Türklüğü’nün yaşadığı yerlerde söyleniyor ve

okunuyordu. Bu, bütün Batı Türklüğü'’nde müşterek bir gelenekti. X V II. yüzyıldan itibaren bu Oğuz-nâmelerin yerini Kör-Oğlu destanı aldı. K ö r - o ğ lu , X V I. yüzyılın ikinci yarısının ortalarında Bolu sancağının

Gerede kazasında, buyruğunda bulunan bir kaç yüz adamla haydutluk

yapmağa başlamış bir yiğit idi; anlaşıldığına göre müteakiben bu işi

Tokat-Sivas arasındaki Çamlı-Bel’de devam ettirmiş ve ihtimal sonra

büyük C e lâ li hareketlerine katılmıştır. Âşıklar daha X V II. yüzyılın başlarında onun yiğitliklerinden bahseden destanlar okumağa başla­ mışlardı. Bu destan Türkiye’den İran’ a gitmiş ve oradaki Türkler’in de en çok sevdikleri destanları olmuştur. Sonra Kör-Oğlu destanı

Hazar-Ötesi Türkmenleri’ne ulaşmış ve onlar da bunu millî destan olarak be­

nimsemişlerdir. Fazla olarak, F e r h a d ile Ş irin , T â h ir ile Z ü h re , K e r e m ile A s lı gibi halk hikâyeleri de İran ve Anadolu Türklerinde

olduğu gibi, onların da en sevdikleri hikâyelerdi. Böylece, mezhebi münaferete rağmen, Oğuz elinin üç ayrı yerde (Anadolu, İran,

Hazar-Ötesi) bulunan toplulukları arasında yeni ortak kültür mahsûlleri m ey­

dana gelmiştir ki bu, pek dikkate şâyân bir husustur. Hazar-Ötesi

Türkmenleri, siyasî bir varlık gösterememişlerse de, M a h d u m K u lu

gibi, büyük bir şâir yetiştirmişlerdir. X I X . yüzyılda Türkiye’deki son

Türkmen oymaklarının da D a d a l-O ğ lu , E l - B e ğ l i - O ğ l u ve G ün-

d e ş li- O ğ lu gibi, tanınmış şâirleri olduğunu biliyoruz. Bu münase­ betle Türkmenler’in her zaman ve her yerde daima millî şâirler yetiş­ tirmiş olduklarını belirtmek lâzımdır.

2 - İran:

İran’ a gelen Moğollar’ın gayet iyi yetiştirilmiş ve mükemmel teş­

kilâtlı bir orduları olduğu gibi, tecrübeli memurların başında bulun­ duğu bir büroya da sahiptiler. Bu büroda Uygur yazısı ve 12 hayvanlı

Türk takvimi kullanılıyordu. İran’ da Uygur yazısı Moğollar’dan sonra

bırakıldı ise de 12 hayvanlı Türk takvimi son asra kadar kullanılmak­ ta devam etti. Çünkü bu takvim güneş yılı esasına dayandığından malî mevzuata uygun geliyordu. Bu divanda yazı dili olarak

moğolca’-nın yamoğolca’-nında türkçe’nin kulanıldığı hükmünü verdirebilecek bazı deliller vardır. Devletin dayandığı el (ulus), hâkim kümeyi meydana getiren

Moğol unsuru ile onların maiyyetinde bulunan Türkler’den müteşekkil­

di. Moğol unsuru, Celâyir, Suldus, Bisuut, Sünit, Kurulas ilh... olmak

üzere asıl moğol ulusuna mensup boyların obaları ile Tatar, Kireyit,

Uyrat ve şâire gibi moğolca konuşan kavimlerin kollarından meydana

gelmişti.

Türkler’ e gelince, bunların pek mühim bir kısmını Uygurlar teş­

kil ediyordu. Uygurlar yalnız devlet memuru ve din adamı olarak değil, mühim sayıda asker olarak da gelmişlerdi. Uygurlar’dan başka Kıpçak

Karluk, K ü çey ve şâire gibi diğer Türk kavimlerine mensup çok sa­

beğleri-nin maiyyetleri ve askerleri arasında bulunmakta idiler. Böylece Iran

Moğolları arasında başlıca iki dil konuşuluyordu: moğolca ve türkçe.

M oğolcim n, gittikçe ehemmiyetini kaybetmekle beraber, X IV . yüz­

yılın ikinci yarısına kadar konuşulduğu muhakkaktır. İlk Moğol han­ ları H u lâ g ü , A b a k a ve hattâ A r g u n ’un türkçe bildikleri şüphelidir.

G a z a n ve haleflerinin bu dili öğrenmiş oldukları anlaşılıyor. Esasen,

Moğollar arasındaki Türk unsurunun ehemmiyet kazanması da bu

hükümdar ile başlar. Moğollar*m Islâmiyeti kabulleri ile tüıkleşmeleri arasında yakın bir münasebetin mevcudiyeti görülüyor. Her halde iki­ si bir birine tesir etmiş olsa gerektir. U lc a y t u (1304-1316) zamanında başta Uygurlar olmak üzere, Türkler mühim mevkilere geçtiler. U y­ gurlar’ dan S e v in ç A k a , E b û - S a i d ’in atabeği ve beğlerin başı idi.

Onun kardeşi Ö ğ r ü n ç de, bir Uygur tümeninin başında, nüfuzlu emir­ lerden biri olarak görünüyor. Diğer büyük Uygur emirlerinden biri de asîl bir aileye mensup bulunan E se n (İ s e n ) K u t l u ğ idi. İ lh a n lı devletinin çökmesinden sonra Anadolu’da bir devlet kuran E r e t n a ’- nm da Uygur Türklerinden olduğunu bunlara ilâve edebiliriz. E r e t- n a ’nın ağabeyisi T u r u m t a z da Gazan ve U1 c a y t u’nun emirleri ara§ sında bulunuyordu. Bu hükümdar zamanında A l i - K u ş ç u ve kardeşleri B a y ıt m ış ve İ l- B a s m ış ve diğer bazı emirlerin de Kıpçaklar’ dan

olduğu göJrülüyor 426.

G a z a n H a n Müslümanlığı devletin resmî dini yapmış olmakla beraber, kavminin mâzisine ve geleneklerine bağlı bir hükümdardı.

Moğollar’m tarihini iyi bilen P u la t C in s a n g ’m anlattıklarını zevkle

dinliyordu. Kısa süren hanlığı esnasında devletini tensik için tedbirler alırken, Türk ve Moğollar’m tarihlerinin yazılmasınıda emretmişti. İslâm müellifleri, umumiyetle Moğollar’ı Türkler’’den bir kavim saymışlar ve bazan onları Türk olarak vasıflamışlardır. Dış benzerlik ve Moğollar

arasında pek çok Türk bulunması onlardaki bu kanaatin başlıca sebeble- ri olsa gerektir. G a z a n H a n ’ın sarayında da böyle bir fikir mevcut idi. Ctt-nıi ut-tevârilıte bu fikrin tam olarak aksettirildiği görülüyor. Türk ve

Moğol ensabı, bir birinden ayrılmış olmakla beraber, Türk adı altında

aynı bölümde incelenmiş, bu arada Oğuzlar’m ensabma da geniş bir yer verilmiştir 427.

E b u - S a id B a h a d ır H a n ’ın 1335 yılında ölümünden sonra

Moğol kudreti kırıldı. Moğollar arasında, bozkırlarda olduğu gibi kanlı

426 Bu hususta tafsilât için: F. Süm er, Azerbaycan’ın lürkleşmesi tarihine umumî bir

bakış9 Belleten, X X I , sayı 83, s. 427-447. 427 Bu hususta Üçüncü Bölüme bk.

ve uzun bir iç mücadele başladı. 1277 yılında Moğollar Anadolu’nun

fiilen idaresini ellerine aldıktan sonra bu ülkede mühim sayıda bir

Moğol kuvveti bırakılmıştı. Bu kuvvetin başında merkezden tayin

edilen bir emîr vardı. İkinci büyük Moğol kuvveti de merkezi M usul

olan Diyarbekir vilâyetinde bulunuyordu. Bu kuvvetin mühim bir kıs­ mını kalabalık Moğol U y rat boyu meydana getiriyordu.

E b û - S a id B a h a d ır H a n ’ın ölümü üzerine I lh a n lı tahtına çıkarılan A r p a g a u n ’u (kısaca A r p a ), Diyarbekir vâlisi U y r a t A li P â d iş â h tanımadı; M u sa adlı bir şehzadeyi h a n ilân ederek A r p a ’- nın üzerine yürüdü. A r p a -H a n yenilib öldürüldü ve yerine M u sa geçirildi. A li P â d iş â h devlete hâkim oldu. Fakat A li P â d iş a h ’ın ikbal günleri çok sürmedi. Anadolu umumî vâlisi olan C e lâ y ir Ş e y h H a şa n , mühim bir kuvvetle gelerek iktidarı A li P â d iş a h ’m elinden aldı (1337). Böylece İran a Anadolu’dan ikinci bir küme daha gelmiş oldu. C e lâ y ir Ş e y h H a ş a n da karşısında yaman bir rakip buldu. Bu, U lc a y t u ve E b û - S a i d ’in beğlerbeğisi meşhur S u ld u s Ç o b a n B e ğ ’in torunu ve D e m ir - T a ş ’ın oğlu K ü ç ü k Ş e y h H a şa n idi. K ü ç ü k Ş e y h H a şa n , Anadolu’da bulunuyordu. Ş e y h H a s a n ’ın ortaya çıkması ile iki büyük ve asil aile karşı karşıya gelmişlerdi. Mü­ cadeleyi K ü ç ü k Ş e y h H a ş a n kazandı ve B ü y ü k Ş e y h H a s a n ’ı

Bağdad ile yetinmeğe mecbur etti (1339). Anlaşılacağı üzere artık İran’

ın siyâsî mukadderatına Anadolu hâkim olmağa başlamıştı ki bu, X V I. yüzyıla kadar devam edecektir. Yani İran, Rum-eli gibi, kavmi bakım­

dan Anadolu’nun bir uzantısı halini aldı. Bu keyfiyet Moğol istilâsı

üzerine Anadolu’da mühim bir nüfusun yığılmış olmasından ileri ge­ liyor. K ü ç ü k -Ş e y h H a s a n ’ın ordusunda kalabalık sayıda Anadolu

Türkmenleri de vardı. Ş e y h H a s a n ’ın halefi ve kardeşi M e lik E ş-

r e f ’in gözde emirlerinden B e ğ c e g iz , Anadolu Türkmenler i’nden olup, babası Ç o b a n S â lâ r oğlu H a c ı M e h d i idi. Moğollar’m gelişi üzerine, Azerbaycan ve Errân’da pek kalabahk bir halde yaşayan

Türk-menler’in Anadolu’yu göç etmiş oldukları, yukarıda söylenmişti. Ni­

tekim X IV . yüzyılın ikinci yansına kadar olan zamanda ■ bu bölgede

Türkmenler’in bulunduklarına ait bugüne değin herhangi bir kayda

rasgelinemiyor. Bununla beraber, Türkmenler’den bir çok zümrelerin

Moğollar’m tabiiyyetini kabul ederek Errân, Muğan ve Azerbaycan’­

da., Şehrizor-Hulvan-Dinever bölgesinde ( Kürdistaıı) yaşadıkları kabul

edilebilir. Moğol devrinde Sâve ve A ve taraflarında Halaç Türkleri’nin yaşadıklannı biliyoruz. Bunlar oralarda varlıklarını zamanımıza kadar devam ettirmişlerdir42S. Sâve şehri X IV . yüzyılın ortalanna doğru

jmır Ş e y h H a s a n -i K a r lığ ım (>JjU) eline geçmişti ki, buradaki

Karlığ sözü, bu addaki Türk kavmini ifade etse gerektir. Yine C e lâ y ir

S u lta n A h m e d devri emirlerinden bir de P îr H ü s e y i n -i K a r lu k ’u (jJj^5) görüyoruz ki 429, bunun, E m îr Ş e y h H a s a n -i K a r lu ğ ’un akrabası olması mümkündür.

Fars’ a gelince burada S a lg u r lu hânedaıu Moğollar’ın tâbiiyye-

tini kabul ederek varlığım 1286 yılma kadar sürdürdü. Bu bölgede bulunan Türkler (başlıca Halaçlar ve Türkmenler) S a lg u r lu d e v l e t i ’nin ortadan kalkmasından sonra da kavmî varlıklarını devam ettirdiler.

Yine Moğol devrinde Türkmenler’ den. bir topluluk, Kirm an’da (siyasî bir kuvvet olarak) yaşamakta idi. Aynı devirde başta Ya

zırlar olmak üzere Türkmenler’den bazı oymakların da Horasan’ da

yaşadıklarını biliyoruz.

X IY . yüzyılın ikinci yarısında Errân ve Muğan’da Türkmenler’in

( Terâkime) yaşadığını görüyoruz 430. Bunlar arasında en varlıklı Türk­

menler Errân’da yaşayan Çobanlı Türkmenleri i d i 431.

Yukarıda bahsedilen emirler arasındaki mücadele sonucunda İl- h a n lı i m p a r a t o r l u ğ u parçalanarak bir takım küçük devletler m ey­ dana gelmişti. Bu arada Türkmen Kara-ICoyunlu oymağı da durumdan faydalanarak gittikçe kuvvetini arttırıp Musul-Erzurum arasındaki b öl­ genin mühim bir kısmına hâkim oldu. X IV . yüzyılın sonlarına doğru onlar Nahçivan, H oy ve diğer bazı yerler olmak üzere İran’ın uç vilâ­ yetlerini ele geçirdikleri gibi, vakit vakit Tebriz’i dahi işgalleri altına aldılar. Yine bu esnada dahilî mücadeleden çok zahmet çekmiş olaıı

Uyratlar, Erbil yöresinde yurd tuttular. M e h m e t S a ru adlı bir Türk­

men beyi de Şehıizor’a hâkim oldu. Görmüş olduğumuz gibi Şehrizor

bölgesi S e lç u k lu fethinden beri daima Türkmenler’in kalababk halde yaşadıkları bir bölge idi. Moğollar’ın gelişi esnasında da (1231) Şem s u d - d in S e v in ç adlı bir Türkmen emîri Erbil-Hemedan arasındaki yolu kontrolü altına almıştı. Bu Türkmen beği (IjJLtJ) adlı bir oym a­ ğa mensuptu. Buyruğunda epeyce mühim bir topluluk bulunan S e- v in ç , Erbil emîri G ö k - B ö r ü ’ye ait Sârû ( j j l - ') adlı bir kaleyi de eline geçirmişti. S e v in ç sonra 627 (1229-1230) yılında Meraga’ya

yakın bir yerdeki çok müstahkem Rûyin-dîz kalesine de hâkim oldu.

429 F. Sü m er, Azerbaycan'ın türkleşmesi tarihine umumî bir bakış, s. 438-439.

430 H â f ız -i E b ru , Z eyl-i Câmi ut-tevârih-i Reşidi, Tahran, 1317 ş., s. 190, 245; Tarih-i

Şeyh Uveys, J.B. V a n L o o n , Lahey, 1954, s. 183.

431 C la v ijo ’nun İngilizce ve ondan yapılan türkçe tercümesinde geçen Çobanlı adının Çepni olduğu - bir şüphe üzerine - tesbit olunmuştur.

Fakat kendisi aynı yılda kuşattığı Meragafda bir ok isabetiyle öldü. S e v in ç ’ten sonra Rûyin-dîz kalesini kardeşinin, onun da Moğo/Zor’la yapılan bir çarpışmada ölmesi üzerine, kızkardeşinin oğlu elinde tut­ m uştur432. Yukarıda adı geçen M e h m e t S a ru ’nun ikinci adıyla aynı addaki kale arasında bir münasebet olup olmadığı üzerinde bir şey söylenemiyor. Yalnız M e h m e t S a ru ’nun buyruğundaki Türkmen

oymağının kendisinden sonra Sarulu adıyla anıldığını ve bu oymağın zamanımıza kadar varlığım muhafaza ettiğini biliyoruz.

Kara-Koyunlu beği K a r a - Y u s u f X V . Yüzyılın başlarında Azer­

baycan’ı T im u r lu la r ’dan ve Arab Ira k im da C e lâ y ir S u lta n A h ­ in e d’ ten aldı. Bunun sonucunda Doğu-Anadolu’nun uc bölgesinde oturan Türkmenler’in mühim bir kısmı Azerbaycan’ a geldiler. Gelen­ ler arasında asıl yurdu Maraş bölgesi olan Ağaç-Eri Türkmenlerinden

bir oymak da vardı ki, bu oymak İran’ da zamanlınıza kadar varlığını muhafaza etmiştir. Kara-Koyunlular sonra hâkimiyetlerini Siistan’a kadar uzattılar. Bu başarıları K a r a - Y u s u f ’un küçük oğlu ve ikinci halefi C ih a n -Ş a h elde etmişti. C ih â n -Ş a h bize türkçe şiirler bırak­ mış, Türk hükümdarlarından biridir 433. Onun Tebriz’de yaptırdığı

Gök-Mescit de zamanımıza kadar gelmiştir. Kara-Koyunlu topluluğu başta

Azerbaycan olmak üzere İran’daki Türkmen ve Türk oymaklarının da

katılması ile oldukça büyük bir ulus haline geldi. Bu ulusu meydana

Belgede (T ÜRKMENLE R) OĞUZLAR (sayfa 166-200)

Benzer Belgeler