• Sonuç bulunamadı

Misyonerlik ve Modern Dünya 1. Misyonerlik ve Siyaset İlişkileri

BÖLÜM 2: GÜNÜMÜZ DÜNYASINDA MİSYONERLİK

2.1. Misyonerlik ve Modern Dünya 1. Misyonerlik ve Siyaset İlişkileri

Batı Dünyası; dinî alanda olduğu gibi diplomasi alanında da siyaset alanında da kültürel alanda da Misyon ve Misyonerliği bir yöntem olarak kullanmıştır, günümüzde de kullanmaktadır. Bir dinin yayılmasında da bir yerin “sömürgeleştirilmesi”nde de “emperyalizm alanı”nın genişletilmesinde de Misyonerlik en etkili ve başarılı bir “yol” olarak benimsenmiştir/ benimsenmektedir. Diğer Misyonerliklere günümüzde “siyasî misyonerlik” de eklenmiş ve başarılı yöntemlerden biri olmuştur. Bu yöntemde gelişmiş Batı ülkeleri ve onların istihbarat birimleri yerini almıştır. Emperyalizmin öncülüğünü de, Asya’da, Afrika’da, Amerika’da ve Uzakdoğu’da bazı ülkelerin sömürgeleştirilmesinde de dinlerin değiştirilmesinde de ve asimilasyon yolu ile yeni kimliklerin oluşmasında da Misyonerlerin öncü rolü üstlendikleri bilinen tarihî gerçekliklerdir. Bu Misyonerlerin, gelişmiş ülkelerin siyasî otoritelerinin direktifi doğrultusunda ve “belirli kurumlar”ın güdümünde hareket ettikleri, önceden hazırlanan projeler doğrultusunda görev yaptıkları ve yerine göre “istihbarat görevi” üstlendikleri de gündemdeki yerini korumaktadır. Misyonerlik; “Batı uygarlığının ve kapitalizmin yayılmacılığına giydirilmiş ideolojik bir kılıf” olarak da yorumlanmaktadır (Küçük, 2005a:41).

Miladi ikinci ve üçüncü yüzyıllarda çeşitli baskılarla yüz yüze olan Hıristiyanlık, önce 313 Milan Fermanıyla birlikte Roma İmparatorluğu’nda koruma altına alınan bir din olmuş, bunu izleyen dönemde ise Roma’nın resmi dini haline gelmiştir. Bu süreç kilisenin siyasallaşması sürecini de beraberinde getirmiştir. Zira roma imparatorluğu, kendi siyasal yapısıyla bütünleştirdiği Hıristiyanlık inanç ve öğretilerini resmi bir söylem olarak kabul etmiş ve tebaası konumundaki halklara bu inancı gönüllü ya da gönülsüz benimsetme yoluna gitmiştir. İmparatorluğun resmi dinsel söylemi olarak belirlenen anlayışın dışında oluşan ya da oluşabilecek teolojik anlayış ve değerlendirmeler, doğrudan imparatorluğun egemenlik hakkına karşı bir başkaldırı ve

isyan olarak kabul edilmiştir. Böylelikle Hıristiyan inanç ve öğretileri çeşitli siyasal iktidarların resmi dini/söylemi haline dönüşmüştür (Akmaral, 2005:130).

Misyonerlik, kurucusu sayılan Pavlus’tan beridir hiçbir zaman, herhangi bir art niyet taşımadan, sadece Hıristiyanlığı anlatma aracı olmamıştır. Kullanılan takiyye yönteminden dolayı ilk dönem Hıristiyanlar ve havariler tarafından reddedilmiş, Hıristiyanlıktan önce katı bir Yahudi olan Pavlus dışlanmaya çalışılmıştır. Hıristiyanlığa misyonerliği adapte etmeye çalışan Pavlus, samimi Hıristiyanlar tarafından tasvip edilmeyen bu tavırlarından dolayı da Hıristiyanlığı deforme etmek için sızmış bir görevli olmak ithamından hiçbir zaman kurtulamamıştır.

2.1.2. Misyonerliğin Ekonomik Boyutları

Batı kapitalizminde Hıristiyanlık, siyasi güç, iktisadi güç ve silahlı kuvvetler tam bir eşgüdüm içindedirler. Hıristiyanlık, Avrupa ve ABD kapitalizmi içinde asli bir misyona sahiptir. Kapitalizmin çıkarları Hıristiyanlığın yayılmasına yardımcı olur; Hıristiyanlığın misyonerleri ise piyasaları ve toplumu ele geçirmede dekoru tamamlar. Haçlı seferleri bu durumun en önemli şahididir. Doğunun verimli topraklarını ele geçirmeyi hedefleyen batı dünyası, din temasını öne çıkarıp Hıristiyanlığın kutsal topraklarını işgalden kurtarma görüntüsü altında be seferleri düzenlemiştir.

Misyonerlerin emperyalist emelleri hakkında fikir vermesi bakımından Kenya’nın ilk Başbakanı olan Kamua Kenyatta’nın sözlerini tekrar zikretmekte fayda vardır. “Misyonerler bizim topraklarımıza geldiğinde İncil onların, topraklar Afrikalıların elindeydi. Bize gözü kapalı dua etmesini öğrettiler. Neden sonra gözlerimizi açtığımızda, İncil bizim, topraklarımızsa onların olmuştu.” (Küçükoğlu, 2003:110). “Yenidünya Düzeni” terimi 20. Yüzyıl’ın başından bu yana üçüncü defadır kullanılmaktadır. Bugün yaşadığımız olgunun üçüncü küreselleşme olduğu söylenebilir. Akılda kalması için kabataslak tarihlerle söylenirse; dünya bunlardan birincisini 1490’larda, ikincisini 1890’larda yaşamıştır. Şimdi üçüncüsünü de 1990’larda yaşamaya başlamıştır. Küreselleşme evrelerinde hemen hemen aynı yöntemler kullanılmıştır: Önce kâşifler, sonra misyonerler, sonra ticaret şirketleri ve son olarak kültürel-ideolojik etki. Böylece o ülkenin her yanı (ekonomik, siyasal ve sosyal olarak) kendiliğinden etkileniyor. Bu yolla “en yüksek uygarlık düzeyi”, uluslar

arası topluluğun iradesi”, “küreselleşme herkesin çıkarınadır” gibi maskelerle sömürgecilik=emperyalizm=küreselleşme gerçekleşmiş oluyor (Oran, 2000:9).

Tarih boyunca misyonerler hep gerçek amaçlarını daha sevimli ve insanlara hoş gelen değerlerin arkasına saklamışlardır. Misyonerlerin gerçekte pazarladıkları din, mezhep, ideoloji vb. şeyler değildir. Yaygınlaştırılmaya çalışılan şey; din ya da ideoloji değil onları maske olarak kullanan ekonomik ve siyasi çıkarlardır. Dünyanın her yerinde, tarihin her döneminde misyonerler ya büyük bir siyasetin ya da büyük bir ekonomik çıkarın aracı olmuşlardır. Kuruluşlarından itibaren gerek Katolik, gerekse Protestan Hıristiyanlıkta hiçbir zaman misyonerlik örgütleri sadece dini amaçlı kurumlar olmamıştır. Mısır’da parlamenter olan Eflaki, bu hususu şöyle anlatır:

“Modern uluslararası ilişkilerde dinin temel etken olduğu hususunda bir kez daha kuşkuya kapıldım. Evet, bazıları dini kullanıyor ancak belirli çıkarlar ve hedefler için. Dini tutumlar siyasi amaçlara hizmet için işleve konulmakta. Medeniyet çatışması tezini azımsamasam da bugün dünyada dönen çekişmenin dinler arasında kutsal bir savaş olduğunu sanmıyorum. Zira çağdaş toplumlar arasındaki ilişkilerin şekillenmesinde temel rolü kültürel etken oynamakta. Bugünün dünyasında süper güçlerin dini noktadan hareket etmediği açık.” (Eflaki, 2005).

Fanon, bu olgunun açık bir gerçeklik olduğunu ilginç bir örnekle açıklar:

“Misyonerlerin zafer bildirileri, sömürge toplumunda ortaya çıkan yabancılaşmanın nedenleri hakkında bize bilgi verebilirler. Hıristiyanlıktan söz ediyorum. Kimse bundan gocunmasın. Sömürgelerdeki kilise Beyazların, yabancıların kilisesidir. Kilise, sömürgeleştirilen insanları Tanrı’nın yoluna değil, Beyaz Efendinin, zalimlerin yoluna davet etmektedir” (Fanon, ?:50).

Bu bakımdan Hıristiyan misyonerlerin tarih boyunca başarılı oldukları her yerde İngiltere/İspanya/Hollanda/ABD gibi ülkelerin çıkarları en yüksek seviyede gerçekleşmiştir. Bunun bir rastlantı olması düşünülemez. Haçlı seferleri ile Hıristiyanlık arasında da inkârı mümkün olmayan bir ilişki vardır. Misyonerlik faaliyetleri bu yüzden her zaman siyasi, ideolojik, sosyal, ekonomik, kültürel bakımlardan gittikleri ülkelerin aleyhine sonuçlar üretmiştir (Yeniçeri, 2005).

Küreselleşme, kapitalizmin yeni ve vahşi bir versiyonudur. Kapitalizmin temeli de Protestanlıktır. Çünkü Protestanlıktaki rasyonel olma, tutumlu olma ve dünyevi işe dini ve ahlaki değer verme gibi prensipler günlük sosyal ve ekonomik hayata uygulanınca

kapitalizm doğmuştur. Misyonerlik faaliyetleriyle topluma dayatılan hayat tarzı ise neticede kapitalizmi kamçılamaktadır.