• Sonuç bulunamadı

1. KURAMSAL ÇERÇEVE: ULUS-DEVLET, MİLLİYETÇİLİK,

1.1. Ulus-Devlet ve Milliyetçilik

1.1.2. Milliyetçilik Kavramının Anlam Yükü ve Ulus-Devletin Doğuşu…

ulus-devletlerin ortaya çıkması, Batı ve Orta Avrupa’daki devletlerin siyasal bedenlerinin, tanrısal karakterli “mutlak monarklar”dan laik karakterli “ulus”lara intikali ile mümkün olmuştur. Ulus-Devlet olgusu millet ve milliyetçilik ana teması etrafında şekillenmiştir.

Gellner, (2013: 38-41), devletin geçirmiş olduğu safhalar neticesinde modern devletin yönetsel nitelik olarak geliştiğine ve özellikle sanayileşme ile birlikte kapitalist üretim anlayışının dünya genelinde önemli bir yaygınlık kazanmış olduğuna işaret ederek esas çatışmanın uluslararası sistemde olduğuna dikkat çekmektedir.

Gellner’a göre (2013: 42), uluslararası sistemin bu çatışmacı durumu milliyetçiliği doğurmakta, dolaysız olarak millet olgusu milliyetçiliği değil, milliyetçilik olgusu milletini doğurmaktadır.

Anderson, (1995: 62), millet ve milliyet olgusunun gelişebilmesi için ortak bir dilin mevcudiyetinin önemine işaret etmektedir. Bu ortak dilin toplulukların geçmişten beri getirmiş oldukları bir dil olması da gerekmiyor. Latin Amerikan milliyetçiliklerinde olduğu gibi siyasal topluluklar, sömürgecilerinin dilini, kendi ulusal dilleri olarak benimsemişlerdir. Kendisine millet vasfı biçmiş olan bir topluluğun ulusal anlamda ortak bir duygu ve düşüncede buluşabilmeleri için ortak bir dilde buluşmaları yeterlidir. Kendilerini bir ulus olarak takdim etmiş bulunan “hayali cemaat”ler, kullandıkları bu ortak dil ile basın ve yayın faaliyetlerinde bulunmuşlar, bir millet bilinci oluşturmuşlardır.

Anderson’a (1995: 52), göre milliyetçilik, kendi milletini imajlar yolu ile yaratmaktadır. Hayali cemaatler, kapitalist üretim anlayışının önemli bir çıktısı olan

‘iletişim ve matbuat’ âleminin yazı, söz ve görüntü imajlarıdır. Millet ve milliyet olgusunda varsayılan bağlar, tarihsel bir sürekliliği ve gerçekliği olan kültürel ve genetik bir bağ olmayıp tamamen hayali tasavvurlardır.

Giddens, (2008: 159-165), millet kavramının ortaya çıkışını, muhatap toplulukların taşımış oldukları toplumsal özelliklerinin siyasal bir yansıması olarak değil de toplulukların kendilerini siyasal otoriteleriyle özdeştirmeleri ve bu özdeştirmeleri içselleştirmeleriyle ortaya çıktığını savunmaktadır. Milletin kendisini

siyasal otoriteyle ilişkilendirerek tanımlaması, milliyetçiliğin de devletin toplum üzerinde uyguladığı dünya görüşü olarak tanımlanmasını gerektirmektedir. Bu durum diğer milliyetçiliklerin daha anlaşılır bir ifade ile ‘öteki’ ulusların kendi mevcudiyet iddialarını kurumsal bir hükümet aracılığı ile uluslararası sistem dâhilinde ortaya koymuş olmaları ile yakından bağlantılıdır.

Weber; millet ve milliyetçiliği çözümleme noktasında; saygınlık, sorumluluk, bağlılık, aidiyet duygusu, dayanışma gibi insani üretimleri konu edinen din, kültür ve psikolojiyi merkeze alır. Weber, kapitalist üretim ilişikleri, yapı, yapısallık, modernleşme, modernite kalıpları vb. öznesi insan olmayan çözümleme araçlarının hem yanına hem de karşısına, din, kültür ve psikolojinin belirleyiciliğini oturtur.

Weber, (2012a: 61-62), milleti tanımlarken genelde kitleleri özelde ise küçük burjuvaziyi önceler. Kaybedecek ya da kazanacak fazlaca şeyleri olmamasına rağmen kitlelerin ve küçük burjuvazinin taşımış olduğu ‘siyasal saygınlık’ duygusunun şiddeti, egemenlerden, kamu yöneticilerinden, sermaye sahiplerinden daha yüksektir.

Bu duygunun manevi gücü esas olarak ekonomik kaynaklardan gelmez. Siyasal saygınlığa bu bağlılık, gelecek nesillere karşı belli bir sorumluluk inancıyla da birleşebilir.

Weber’de (2012a: 63), kan bağı, millet kurma için tek ve yeter koşul değildir.

Milli bağlılıkların kan birliğine dayanması gerekmez. Kaldı ki, belli bir ortak antropolojik tip, milliyet için konu dışı olmamakla birlikte, bu, millet kurma için ne gerekli, ne de yeterli koşuldur. Yine de "millet" düşüncesi, ortak bir kökeni ve zaman zaman belirsizlik gösterse de esastaki bir türdeşliği içermek eğilimindedir. Millî dayanışmayla, yine çeşitli kaynaklardan beslenen etnik dayanışma arasında benzerlikler vardır. Ama etnik dayanışma kendi başına bir millet ortaya çıkarmaz.

Weber (2012a: 67), millet ve milliyet duygusunun oluşumunda ortak kültür ve ortak dilin nesnel temeli oluşturduğunu söylemekle birlikte ortak kültür ve ortak dilin millet ve milliyet duygusunun oluşumunda tek başına yeterli olamadığını belirtmektedir. Milliyet duygusunun biçimlenmesinde en önemli pozitif temeli oluşturan kültürel öğelerden dil en başta gelir. Ama ortak bir dil bile tek başına tümüyle gerekli ya da yeterli koşul değildir. Örneğin ortak bir dilin yokluğuna karşın

belirli bir İsviçrelilik millî duygusu vardır; buna karşılık, ortak bir dilin varlığına karşın, İrlandalıların İngilizlerle paylaştığı bir milliyet duygusu yoktur.

Smith (1994: 76), “milletler hep vardı; değişen sadece kendilerinin bunun farkına varmaları ile fiiliyata dökülme düzeyleridir” tespitini yapmaktadır. Smith, millet bilincinin her devirde ve her devrin farklı coğrafyalarında farklı temalar şeklinde hep var olageldiğini iddia etmektedir. Millet bilincinin keşfedilmesi, bu keşfin fiiliyata dökülme düzeyi, modernizm ve sanayi devrimi ile birlikte yükselmiştir.

Smith (1994: 119), milliyetçilik ifade biçimlerinin anlam karşılıklarını; millet ve milli-devletlerin kurulma ve kendisini idame ettirme süreci, milli aidiyet ve milli duygu, millet ve rolüne ilişkin bir dil ve sembolizm, kültürel bir doktrin ve milli iradeyi pekiştiren bir ideoloji, milli iradeyi gerçekleştirecek bir toplumsal ve siyasi hareket olarak beş ana başlık altında toplamaktadır.

Millet kavramını tanımlamakta kullanılabilecek her durumda geçerli bir reçete bulmak güçtür. Millet, dil, din, inanç, tarih ve kültür birliğine sahip topluluklar olarak tanımlanabildiği gibi aynı toprak üzerinde ortak ekonomik ve toplumsal çıkarlara sahip bireylerin aynı yönetsel birime aidiyet duygularıyla bağlanması üzerine de kurulabilmektedir. Bir toplumda yukarıda anılan özelliklerden birinin ya da birkaçının bulunması çoğu zaman o toplumu millet yapmaya yetmektedir. Daha da ileriye giderek, bireylerin bu ortak özelliklerden bazılarının kendi toplumlarında bulunduğuna duydukları inancın milleti oluşturan en önemli öge olduğunu söylemek gereklidir. (Boztemur, 2006: 163).

Modern devletlerin “uluslaşma”ları şüphesiz yüzyıllara yayılmış olan bir süreçtir. Bütün ideolojiler yaşadıkları çağın olaylarından ve gelişmelerinden etkilenerek oluşurlar. Milliyetçilik de modernliğin bir ideolojisi olarak modern tarihsel ve toplumsal koşulların etkisiyle ortaya çıktı. Modernliğin nesnel toplumsal koşullar ve değerler dünyası milliyetçilik söylemini üretti. Milliyetçilik, modernlik biçimiyle ulus-devletin bir ideolojisi olarak yapılanmıştı. Ulus-devletin kültürel ve politik bütünlüğü için önemli bir aidiyet kimliği olarak biçimlenmişti. Parçalanan imparatorluk kültür ve siyasetleri karşısında ulus-toplum ve ulus-devlet bütünlükleri

üreterek kitlelere, topluluklara, cemaatlere ve milletlere yeni bir şemsiye sağlamaktaydı (Yıldırım, 2006: 181).

Fransız Burjuva Devrimi dünya çapında toplumsal ve toplumlar arası ilişkilere derin etkiler yapmıştır. Fransız Burjuva Devrimi ile birlikte devletin siyasal bedeninin tanrısal karakterli monarktan laik karakterli ulus-devlete intikali ile birlikte millet ve milliyet kavramları dolaysız olarak hukuk bağlamında laik, bireysel ve toplumsal ilişkiler bağlamında ise seküler bir mahiyete evrilmiştir. Devrim ile birlikte genelde dünyada özelde ise Kıta Avrupa’sında laik karakterli uluslaşma çabaları hızlanmıştır.

Kıta Avrupası’ndaki uluslaşma hareketliliği bağlamında Almanya’nın etnik temelli uluslaşma çabaları, ulus-devlet inşa süreçlerine ‘etnisite’ vurgusunun dâhil olmasına neden olmuştur. Laik ulusçuluk fikri, romantik Alman düşünürlerince etnik-ulus olarak yeniden kurgulanmış, bu fikirden yola çıkarak etnisitenin siyasal ve toplumsal düzenin yapıtaşlarından birisi ve hattâ en önemlisi olduğu düşüncesi Almanya'dan dünyaya yayılmaya başlamıştır (Aktürk, 2008: 31-32), On dokuzuncu ve yirminci yüzyılların önemli bir özelliği, etnik duyguların belirginliğidir (Gellner 2013: 58).