• Sonuç bulunamadı

Mevdudi’nin, Ayetlere Hâkimiyetle İlgili Getirdiği Yorumlar

kavramıyla ilgili yorumlarını tefsirinde de dile getirmiştir. Aşağıdaki ayetlerde bu yorumlarını ayrıntılı olarak görebiliriz:

(4/Nisa:60), (6/En'am:137), (9/Tevbe:31), (10/Yunus:3), (23/Mü'minun:24), (26/Şuara:29,34–35,127), (28/Kasas:38), (31/Lokman:25), (42/Şura:10–21), (57/Hadid:1), (59/Haşr:23), (64/Teğabun:1–13).

Mevdudi, hâkimiyet kavramını Nisa suresinde geçen “Tağut” kelimesine getirdiği yorumla açıklamıştır. Bu bağlamda Allah’ı tek hâkim ve resulünü de nihai otorite saymayan hüküm sistemini kabul etmeyi Allah’ın hâkimiyetine karşı olmak olarak ifade etmiştir.

En’am suresinde ise; “ortaklar” kelimesine Allah’ın dışında yasa ve kanun koyucular olarak anlam vermiştir. Hâkimiyetin tek sahibi olan Allah’a has bir özelliğin yani yasa ve kanun koyma işinin bir başkasına teslim edilmesi şirk olarak ifade edilmiştir.

Rahipleri ve bilginlerini Rabler edinenlerden bahseden Tevbe suresinin ilgili ayetine getirdiği yorumla “Rabb edinme”nin mahiyeti hakkında Hz. Peygamberin hadis-i şerifini naklederek açıklamada bulunuyor. O’na göre, helal ve haramın tespiti konusunda tek hâkim olan Allah’ın hükümlerini değil de rahiplerinin ve bilginlerinin sözlerini esas alanlar Allah’ı değil onları rabler edinmişlerdir.

Yunus suresinde ise ibadet kavramının üçüncül anlamının boyun eğme olmasından bahsederek, Allah tek egemense onun bu egemenliğinin ona kulluk eden tarafından bilinmesi ve uygulanması gerektiğini ifade ediyor. Kul hiçbir egemenliği O’nun egemenliği üzerinde tutmamalıdır.

Her dönemde olduğu gibi birilerinin insanlar üzerinde hâkimiyet kurma isteklerinin bir uzantısı olarak peygamberleri de hâkimiyet sağlamaya çalışan iktidar hırslısı insanlar olarak gördüklerinden bahseden Müminun suresinin ilgili ayetinin yorumunda Mevdudi, bu durumun eleştirisini yapıyor. Samimi ve gerçek anlamda ıslah ediciler olarak Allah tarafından gönderilen Hz. Musa, Hz. Harun, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’in bu haksız suçlamayla karşı karşıya kaldıklarını ifade ediyor. Mevdudi bu suçlamaları yapanların asıl kendilerinin hâkimiyet peşinde koşan, iktidar hırslısı kişiler olduklarını ve samimi olarak toplumu iyiye götürmeye çalışanları da kendileri gibi zannederek suçlamakta olduklarını dile getirmiştir.

Şuara suresi 29. ayetinde ise Firavun’un kendisi dışında bir varlığın ilahlığına meydan okuyuşu dile getiriliyor. Mevdudi bu ayetin yorumunda bu gün olduğu gibi geçmişte de ilah kavramının yalnızca dini boyutta anlamlandırıldığını ifade ediyor. Bu sebeple dünyadaki hükümdarların da işlerinde hiçbir zaman kendileri dışında bir varlığı otorite sahibi saymadıkları ve bu sebeple de peygamberler ve bu dünyevi hükümdarlar arasında sürekli bir çatışmanın olageldiğini söylüyor. Bu nedenle her alanda kendilerini tek hakim sayan bu iktidar sahiplerinin peygamberleri de kendilerine karşı bir suçlu ve asi saydıklarını belirtmektedir.

Şuara suresi 34. ve 35. ayetlerde ise; Hz. İsa’nın Allah’ın kendisine verdiği mucizelerini göstermesiyle Firavun’un iktidarı ve hükümdarlığının tehlikeye düşeceğini hissetmesi dile getiriliyor. Ve bu telaşla onu iktidar hırslısı bir asi ve sihirbaz olarak ilan ettiği söyleniyor. Mevdudi bu telaşın Hz. İsa’nın gösterdiği ve onların sihir diye anlam verdikleri mucizelerden değil, Firavun’un gerçeği görüp, acizliğinin farkında olmasından kaynaklandığını ifade ediyor. Çünkü gösterilen mucizelerin öyle basit sihirler olmadığının farkına varıyorlar.

Şuara suresi 127. ayette; Mevdudi Ad kavminin içinde bulunduğu durumu Kur’an-ı Kerim’in diğer ayetleriyle ifade ediyor. Bu ayetlerde genel olarak bu kavmin peygamberleri Hz. Hud’u ve getirdiği dini inkâr edip kendi güç

ve siyasi iktidarlarına aşırı bir güven duydukları dile getiriliyor. Mevdudi onların bu meydan okumalarının sonuçlarını Kur’an ayetleriyle açıklıyor.

Kasas suresi 38. ayette Mevdudi, Firavun’un kendisi hakkında ilah kelimesini kullanmasının bizzat yaratıcı ve ulûhiyet sahibi anlamında değil tartışmasız yüce iktidar sahibi anlamında kullandığını dile getiriyor. “Yasa ve kanun koyucu, bütün emirlerin kaynağı benim” diyen Firavun ve bu gün iktidarda olanların bakış açıları arsında herhangi bir anlayış farkının olmadığını ifade ediyor.

Mevdudi, Lokman suresinin 25. ayetinin yorumunda insanların Allah’ı ilah olarak kabul etmenin gereklerini gerçek anlamda kavrayamadıklarını ve bazı çelişkiler yaşadıklarını dile getirmektedir. O’na göre Allah’ı ilah olarak kabul etmek, yalnız ona ibadet ve taate devam etmek değil onun mahlûkatın tek hâkimi ve tek şari olduğunu da kabul etmek demektir.

Hakkında ihtilafa düşülen konularda da tek hâkimin Allah olduğunu dile getiren Şura suresinin 10. ayetine getirdiği yorumda Mevdudi, bu durumun Allah’ın tek kanun koyucu ve hâkim olmasının doğal sonucu olarak kaçınılmazlığını dile getiriyor. “Dolayısıyla Allah nasıl "Din Günü"nün Maliki ise, dünyada da "Hâkimlerin en Hâkimi”dir. Yine O, itikadî ihtilaflarda hangi tarafın hak, hangi tarafın batıl olduğuna hükmediyorsa, dünyada da şer'an insanlar için neyin tayyib, neyin necis, neyin helal, neyin haram olduğuna, ayrıca neyin caiz, neyin caiz olmadığına O karar verir.”

Şura suresi 21. ayette ise “ortaklar” kelimesine açıklama getiren Mevdudi, Allah’ın dışında birileri hüküm koymada ona ortak kabul edilir diyor ve bu ortak koşmanın sınırlarını onların ortaya attıkları düşüncelere, akidelere, nazariyelere iman edilir ve ahlâkî kaideler, kültürel normlar şeklinde ihdas ettikleri değerler ölçü olarak kabul edilir şeklinde ifade ediyor.

Hadid suresinin ilk ayetinin yorumunda ise Mevdudi; hâkimiyet ve hüküm kavramları üzerinde ayrıntılı olarak duruyor ve Hâkim kelimesinin hikmet sahibi demek olduğunu ifade ediyor. Yani hâkimin hükmünde herhangi bir

bilgisizlik eseri olmayacağı anlamı kastedilmektedir diyor. Mevdudi Allah’ın hâkimiyet ve gücünü yine onun isimleriyle anlatmaktadır. O hakîmdir; her emri bir hikmete dayalıdır, Âlimdir; her şeyi bilir, dolayısıyla emirlerinde yanılma ihtimali yoktur. Rahîmdir; kuvvetini merhametsizce kullanmaz. Gafurdur; yarattıklarına hoş görülü davranır ve affedicidir. Vehhâbtır; emri altındakilere cimri değil, cömert davranır. Hamîddir; tüm mükemmel sıfatlara haizdir ve hem de bunlara lâyık olan da sadece O’dur. Mevdudi’ye göre Kuran’ın bu açıklamaları siyaset ve hukuk bilimcileri tarafından daha iyi anlaşılır; zira "Hâkimiyet", hâkimiyet sahibinin, sınırsız yetki ve gücü elinde bulundurmasını gerektirir. Dâhili veya harici hiç bir güç, hâkimiyet sahibinin kararlarına karşı çıkmadığı gibi, onları değiştirmeye çalışmamalı, uygulamalarına mani olmamalı ve sonuçta O'nun kararlarına uymaktan başka bir çare aramamalıdır. Ayrıca böylesine sınırsız bir iktidar sahibi, kusur ve noksandan beri, ilim ve hikmette mükemmel olmalıdır. Aksi takdirde bu sınırsız iktidar, ahmak, cahil, merhametsiz ve kötü vasıflara sahip bir kimsenin elinde bulunursa, ortada zulüm ve fesattan başka bir şey olmaz.

Haşr suresi 23. ayete getirdiği yorumda Mevdudi öncelikle Allah’ın isimlerinden hareketle el- Melik kavramına açıklık getirmekte ve bu kelimenin gerçek hükümdar demek olduğunu ifade etmektedir. Mevdudi, Allah'ın nerenin meliki olduğu belirtilmemesi dolayısıyla O'nun özel bir yerin değil, tüm kâinatın meliki olduğunun anlaşılacağını dile getirmiştir. O’na göre Allah’ın hâkimiyetini sınırlayan hiçbir şey yoktur. Allah'ın söz konusu hakimiyeti mecazi anlamda zikredilmiş olmayıp, sınırsız ve mükemmel bir hükümranlıktır. Gerçek hâkimiyet de budur aslında. Allah, meliklerden bir melik değil, tek ve yegâne meliktir.

Müfessirimiz Teğabun suresinin ilk ayetinde de Melik kavramıyla hâkimiyeti bütünleştirmektedir. O’na göre kâinatın Meliki olarak bütün idare de kendisine ait olan Allah geçici ve sınırlı bir tasarruf yetkisini birilerine vermişse bu yetkiyi de dilediği zaman geri almak gücüne de sahiptir. Teğabun suresi 13. ayette de Mevdudi, yine kâinatın idaresinin Allah elinde olduğunu ve insana düşen görevin ise ona itaatten başka bir şey olmadığını dile getiriyor.

B. Tefhimu’l-Kur’an ve İlk Dönem Kaynaklarında Hâkimiyet

Benzer Belgeler