• Sonuç bulunamadı

D. MEVDUDİ’NİN HÂKİMİYET ANLAYIŞI

2. Hâkimiyet Hakkı

Mevdudi’nin hâkimiyet kavramı kapsamındaki değerlendirmelerini özet cümlelerle ifade etmeye çalıştığımız yukarıdaki bölümde Mevdudi’nin hâkimiyet tasavvurunu oldukça geniş bir perspektifte değerlendirdiğini gördük.

Hâkimiyetin kaynağı ve hâkimiyet hakkı konusunda ise Mevdudi’nin yukarıdaki görüşlerine paralel ve destek mahiyetinde yorumlarının olduğunu söyleyebiliriz. Müfessirimiz gerek tefsirinde gerekse muhtelif eserlerinde sıkça bu konudaki düşüncelerine yer vermektedir. Mevdudi, “Hâkimiyet kimin hakkıdır?” diye soruyor ve bu başlık altında cevabını sunuyor.

Mevdudi'ye göre "egemenlik ve hâkimiyet, çoğunluğun veya azınlığın değil Allah'ın olmalıdır. Bu esas kabul edilmedikçe hiçbir oy verme ve seçimi kabul edilemez."63

62

Mevdudi, İslam’da Hükümet, s.172–189

63

Mevdudi, Ebu’l-A’la, İtikadî, İktisadî, Sosyal Ve Fıkhî Meselelere FETVALAR, Nehir Yayınları, İstanbul, 1992, I/473.

İslami hükümetin anayasasında Hâkimiyet, her manada ve her şekilde Allahu Teâlânındır diyen Mevdudi bu düşüncesini ayetlerle desteklemektedir.

“Allah’ın nazil kıldığı ile hüküm vermeyen böyleleri kâfirdirler.” ( Maide:44)

Ayetin yorumunda Mevdudi, Allah’ın kanuni hâkimiyetini kabul etmeyi iman ve İslam olarak ifade ederken bunu inkâr etmenin de küfür olduğunu söylüyor. Kanuni hâkimiyet diye özelleştirdiği kavramı, hakiki ve bütün kâinat üzerindeki hâkimiyet olarak açıklıyor. Böyle olunca da hâkimiyeti elinde bulunduran şeriksiz olarak insanlar üzerinde de hâkimiyete sahiptir sonucuna ulaşıyor. O’na göre “İslam’ın temel prensibi şudur ki; Hiç kimse kendi hâkimiyeti adına kanun yapmaya hak kazanmamıştır. Bu hak sadece Allah’a aittir. İnsanlar fert ve cemaat olarak bütün ulûhiyet ve yasama haklarından, diğer insanlar üzerine hâkimiyet kurma girişimlerinden vazgeçmelidirler. Hiçbir ferdin ve grubun kendince yasa yapma ve emir verme hakkına sahip olmasına izin verilmemelidir. Kendilerini yasa koyucu ve emir verici mevkiine oturtanlara itaat etmek mecburiyeti kabul edilmemelidir. Ve hiçbir fert onlara katlanmaya da mecbur değildir.”64 Mevdudi, hâkimiyetin yalnızca hak dinin olması gerektiğini dile getirmektedir. Ona göre; “Hz. Peygamber’in bi’setinin en önemli gayesi de Allah

tarafından getirdiği din ve hidayeti bütün hayat nizamına galip kılmaktır. Allah’ın nizam ve kanunu her türlü nizam ve kanunlara hâkim ve üstün kılınmalıdır.”65 Bu hâkimiyeti, yeryüzünde sağlayacak olan da peygamberlerdir.

Müfessirimiz tamamıyla Allah’a has kıldığı hâkimiyeti son bir alanda daha değerlendiriyor ve bu alanda da hâkimiyetin yalnızca Allah’a ait olduğunu ifade ediyor. Bu hâkimiyet alanını da siyasi hâkimiyet olarak belirliyor. Mevdudi’nin bu konudaki tespitlerini şu şekilde dile getiriyor:

“Siyasi hâkimiyet kimin olacaktır? Bu sorunun cevabı da şu olabilir ve şu olmalıdır: Bu Allah’ın olmalıdır. Nitekim insanlar da bir temsilci gibi siyasi

64

Mevdudi, Ebu’l-A’la, İslam’da Siyasi Sistem, Özgün Yayıncılık, İstanbul, 1997, s. 30.

65

Mevdudi, Ebu’l-A’la, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı, Pınar Yayınları, İstanbul, 1992, s. 389.

iktidarı Allah Teala’nın kanuni hâkimiyetini geçerli kılmakla ayakta tutabilirler. Bu şekilde dahi kanun ve siyaset ıstılahında hâkimiyetin sahibi olan kimseye dahi hakiki hâkimiyet sahibi diyemeyeceğiz. Gayet açıktır ki, kudret ve iktidar sahibi olmak kanuni hâkimiyet demek değildir. Çünkü böyle bir iktidarın tercihlerinden daha yukarıda daha üstün bir kanun onun tercihlerini sınırlandırır.”66

Mevdudi, hâkimiyet hakkının tek sahibi Allah’tır derken bir yandan da onun bir “vekâlet makamı” vasıtasını çalıştırdığını da ifade etmektedir. Fakat onun ifadesine göre bu vekâlet makamı herhangi bir kişinin yahut herhangi bir hanedanın veya herhangi bir zümrenin hakkı değildir. Bu, bütün halkın hakkıdır ki, bu halk Allah’ın mutlak hâkimiyetini kabul etmiştir. Bu da kendilerine Resul vasıtasıyla ulaştırılmıştır. Bunlar ilahi kanuna en yüksek ve en üstün kanun olarak inanmışlardır. Ona göre; Siyasi İslam Nizamının dayandığı üç temel vardır:

Tevhid, Risalet ve Hilafet.67

Müfessirimiz İslam’daki siyasi düşünce yapısının “Cumhuri Hilafet’i” ortaya koyduğunu ifade etmiştir. Ona göre bu anlamdaki İslami Hilafet; kayserlik, papalık gibi Avrupai tasavvurdan faklılık arz etmektedir. Bu tam anlamıyla cumhuriyet hükümeti anlayışıyla paralellik arz eder. Fakat Mevdudi’nin yorumlarında ifadesini bulan Cumhuri Hilafetin diğerlerinden farkı başlangıç ve sonuç olarak mutlak tercih sahibinin Allah oluşudur. Hilafet yönetimi halkın seçtiği bir yönetim olmasına rağmen mutlak hâkimiyet sahibi değildir.68

Mevdudi, hâkimiyeti has kıldığı merciin ilahi olmasıyla birlikte böylesi bir yönetimin ismi konusunda da görüş dile getiriyor ve şöyle diyor: “İslami yönetim biçimi için daha uygun bir tarif teokrasi olarak tasvir edilen Allah’ın hâkimiyeti olacaktı. Fakat İslami yönetim biçimi, haktan kesin bir biçimde ayrılmış bulunan, kendi yapmış oldukları kanunlarla Allah adına zorla ve kontrolsüz bir şekilde hâkimiyet kuran, bütün bu yapılanlarla gizli bir şekilde kendi uluhiyet ve ilahlıklarını bütün halka dayatan bir rahip sınıfının var olduğu acı tecrübe ve birikimlere sahip olan Avrupa teokrasisinden tamamen farklıdır.

66

Mevdudi, İslam’da Hükümet, s.320,321.

67

Mevdudi, İslam’da Hayat Nizamı, Hilal Yayınları, Ankara, 1965, s. 31.

68

Avrupa’nın tarihi geçmişinde yerini alan böyle bir hükümet sistemi ilahi olmaktan öte şeytanidir. Bunun da zıddına İslam tarafından kurulan yönetim biçimi özel vasıflara sahip hiçbir dini sınıf tarafından yürütülemez. Fakat bütün halkı kuşatan temsil eden yetkin bir cemaat tarafından yürütülür. Bütün Müslüman kitle devlete, Allah’ın kitabına ve Peygamber öğretilerin uygun olarak benimseyip sahip çıkar.”69

Mevdudi Batı demokrasisinin felsefi temelinin halkın hâkimiyeti olduğunu bunun ise İslam tarafından kesinlikle kabul edilemeyeceğini dile getirmektedir. Ona göre İslam halk hâkimiyeti felsefesini tamamen reddeder ve siyasetini Allah’ın hâkimiyeti ve insanın vekilliği (halifeliği) temelleri üzerine kurar. Teokrasi kavramını da İslami siyaset için uygun görmeyen Mevdudi, “eğer yeni bir kavram koymama müsaade edilseydi, bu hükümet nizamını ‘Dini Demokrasi’ olarak tarif edecektim, yani ilahi demokratik bir hükümet, çünkü onun emrindeki Müslümanlara, Allah’ın hükümdarlığı altında sınırlı bir hâkimiyet verilmiştir” 70demektedir.

Mevdudi, İslam Devleti’nin temel anayasa meselelerini de aşağıdaki şekilde maddelerle ifade ediyor ve açıklıyor:

Birinci mesele: Hüküm-Hâkimiyet kimindir?

İkinci mesele: Devletin tasarrufunun hududu nedir?

Üçüncü mesele: Devletin muhtelif organlarının (İcrai, Kazai, Teşrii)

tasarruflarının meşru hudutları nelerdir?

Dördüncü mesele: Devlet ne maksatla kurulur, hangi gaye için çalışır,

esas prensiplerde siyaseti nedir?

Beşinci mesele: Devlet teşkilatını yürütebilmek için hükümet nasıl

kurulur?

Altıncı mesele: Hükümet işlerine tayin edilecek kimselerin ehliyet ve

kaliteleri nelerdir?

69

Mevdudi, Ebu’l-A’la, İslam’da Siyasi Sistem, s. 34.

70

Yedinci mesele: Anayasada vatandaşlık esasları nelerdir? Sekizinci mesele: Devlet ahalisinin temel hakları nelerdir? Dokuzuncu mesele: Devletin halk üzerindeki hakları nelerdir?71

Mevdudi yukarıdaki meseleleri İslam Anayasası isimli eserinde ayrıntılı olarak işliyor. Burada İslam Devletinin sahip olması gereken anayasanın en önemli içerik maddesinin hâkimiyet olduğunu ve bu konunun anayasa oluşumunun başında dile getirilmesi gerektiğini savunuyor.

Genel olarak ifade edecek olursak Mevdudi, hâkimiyetin tek kaynağının Allah olduğunu söylemektedir. Hâkimiyet kavramının en geniş anlamını bulduğu makamın da ilahi makam olduğunu dile getirmektedir. Bu noktada Allah’ın hâkimiyetini tüm bir kâinat hâkimiyeti olarak; siyasi ve kanuni olmakla beraber ahlaki ve itikadi hâkimiyet şeklinde de tanımlamaktadır. Bütün kısımları ve ekleriyle beraber hâkimiyet Allah’a aittir. O halkın Rabbi, ilahı, padişahı ve hükümdarıdır. Onun bu hükümdarlığında hiçbir surette şeriki yoktur.72

Mevdudi, hayatı boyunca pratik olarak hak ve hâkimiyet mücadelesini devam ettirmiştir. Yaşadığı coğrafyada siyasi yollardan İslami anayasa için yoğun bir mücadele vermiştir. Bütün bunların sonucunda, 23 Mart 1956’da Pakistan’ın bir İslam Cumhuriyeti olduğu ilan edilmiştir. Anayasanın giriş bölümü de şu şekilde düzenlenmiştir:

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Bu kainatın yegane sahibi Allah’tır ve tüm hüküm ve yetki sahibi de yalnız O’dur. Dolayısıyla, Pakistan halkının kullanacağı yetkiler, O’nun bize tevdi ettiği emanet olarak ve O’nun koyduğu hudutlar içinde kalarak kullanılacaktır.”73

Yukarıda Pakistan anayasasının girişinin bu şekilde oluşturulmasında Mevdudi’nin önemli bir rolü olduğunu belirtmeliyiz. Bu da bize gösteriyor ki müfessirimiz kaleme aldığı görüşlerini yalnızca kitap sayfaları içerisinde

71

Mevdudi, Ebu’l-A’la, İslam Anayasası, Nida Yayınevi, İstanbul, 1969, s.17–18.

72

Mevdudi, Ebu’l-A’la, İslam’da Siyasi Sistem, s.358.

73

Birışık, Abdülhamit, Mevdudi, Hayatı, Görüşleri Ve Esreleri, İnsan Yayınları, İstanbul, 2007, s.139.

bırakmayarak, pratik hayatta da Kur’an-ı Kerim’den edindiği prensipleri gerçekleştirmeye çalışıyor.

İKİNCİ BÖLÜM

I. MEVDUDİ’NİN TEFHİMU’L-KUR’AN’DAKİ HÂKİMİYET ANLAYIŞI

A. Mevdudi’nin, Ayetlere Hâkimiyetle İlgili Getirdiği Yorumlar

Benzer Belgeler