• Sonuç bulunamadı

C. HÂKİMİYETİN SAHİBİ VE KAYNAĞI

1. Hâkimiyet Allah’ındır Anlayışı

Hâkimiyetin kayıtsız şartsız, her durumda Allah’a ait olduğu ön kabulüyle başlayan düşünce sistemi, özellikle İslam âlimleri başta olmak üzere dini eğilimli görüş dile getiren pek çok kişi tarafından da ortaya konulmuştur.

Bununla birlikte İslam'da dini bir otoritenin bulunmadığını iddia eden İslam düşünürleri de bulunmaktadır. İmam Muhammed Abduh El-A'mal El-

Kamile isimli eserinde kullandığı şu cümlelerle dikkati çekiyor:

" Bu dinin kapsamında güzel öğüt verme otoritesi dışında hiçbir dini otoriteye yer yoktur. Bu da öyle bir otoritedir ki, Allah bu otoriteyi sadece halifeye, yargıca, müftüye değil en astından en üstüne kadar her Müslüman’a armağan etmiştir. Hatta bunlardan herhangi birisinin üzerine aldığı her otorite sivil otoriteden ibarettir. Her ne biçimde olursa olsun İslam'da dini otorite makamı mevcut değildir."46

İslami algılayışa göre yeryüzünün ve yeryüzünde yaratılmış her varlığın tek hâkimi, maliki, düzenleyicisi, sevk ve idare edicisi Allah’tır. Allah bu hâkimiyetini herhangi bir gruba, kişiye veya zümreye devretmemiş bizzat kendisi kullanmaktadır. Hâkimiyet, yücelik; eşsizlik ve dokunulmazlık İslam'da sadece Allah'a aittir. Avrupalı bazılarının İslam Devleti'nin teokratik bir idare olduğuna dair iddialarının aksine dokunulmazlık insanlar içinden çıkan ne bir kral, ne bir başkan veya herhangi bir şahsa ait değildir.47 İdare Allah'ın elindedir. Bu varlıkların yaratanı ve sahibi Allah olduğu müddetçe idarecisi de Allah'tır. Dolayısıyla Allah'ın indirdiği hükümlere başvurmak ve onlarla hükmetmek

46

Ammara, Muhammed, Laiklik Ve Dini Fanatizm Arasında İslam Devleti, Endülüs Yayınları, İstanbul, 1991, s. 293, İmam Muhammed Abduh, El-A'mal El-Kamile, c.2, s.175, c.3, s.285, 286–288.

47

El Arabî, Muhammed Abdullah, İslam’da Yönetim Sistemi, (tr. Süleyman Güzel), Şura Yayınları, İstanbul, 1991, s.153.

insanlığın boynuna borçtur.48 Allah'ın emir ve yasaklarının olduğu konularda egemenlik Allah'a aittir. Allah'ın halifesi ümmetin vekili olarak ve yine ümmetin maslahatına yönelik olarak hareket eder ve Allah'ın yasasının dışına çıkmaz.

O uyulmasını istediği hâkimiyet alanıyla ilgili her şeyi kapsamlı olarak elçisi ve gönderdiği kitaplar kanalıyla insanlığa ulaştırmıştır. Elçisini, insanların içinden biri ve “Yaşayan Kur’an” diye ifade edebileceğimiz bir kişi olarak göndermiştir. Değişmez Kur’an hükümlerini hayata geçirmesi için de sürekli vahiyle desteklemiş, korumasını elçisinden eksik etmemiştir. Ondan sonra ümmete düşen vazife de peygamberce bir yaşam, Kur’an ve sünnetin yolundan gitmek ve siyasi anlamda yönetimi üstlenen ulu’l-emr’e itaattir. "Kur'an-ı Kerim, İslam hükümetinin en üstün kanunu, hiçbir maddesi değiştirilemeyen anayasasıdır."49

"İslam düşüncesinde Allah hakkından söz etmek, toplum hakkı anlamındadır. Ayrıca "mal Allah'ındır" demek de "mal ümmetin ve toplumundur" anlamına gelir. Buna bağlı olarak Allah'ın hükmü ve otoriterliği hakkında konuşmak da siyasi alanda insanın, yeryüzünün imarı ayrıca bunun içi gerekli olan ve Allah'ın halifesi olarak yöneteceği bir devlet kurması konusunda Allah adına halifelik yapması hükmünce toplumun hükmü ve otoriterliği manasını taşır. O halde bu noktada hükmün Allah'a ait olmasıyla siyasi otoritenin ve İslam toplumundaki hükmün Müslüman cemaatlere ait bulunması arasında zıtlık söz konusu değildir. "50

Bir diğer dini yaklaşım ise; daha önce de Hilafetle ilgili ayet yorumlarını sınıfladığımız ikinci bölümde dile getirdiğimiz gibi, Hıristiyan din adamlarının “İki Kılıç” yaklaşımı adıyla ifade ettikleri hâkimiyet tarzıdır. Bu kurama göre de hâkimiyet Tanrıya aittir fakat Tanrı elinde bulunan yönetme erkini kiliseyle yarı yarıya paylaşmaktadır. Daha sonraları kilise tarafından kullanılmaya çalışılan bu yaklaşım çeşitli halk kitleleri ve din adamları arasında çatışmalara yol açmış ve

48

Udeh, Abdulkadir, İslam’da Mal Ve İdare, trc. Durmuş Ali Kayapınar, Sebat Basımevi, Konya, 1977, s.95.

49

Udeh, A.g.e. s. 130.

50

ayrılıklar ortaya çıkmıştır. Kilise Tanrının kendileriyle paylaştığı bu yetkinin gücünü benimsemiş ve dilediği gibi kullanmıştır. Hatta tutumunu çoğu kez baskıcı ve otoriter bir yapıda sabitleştirmeye çalışmıştır. Ve sonuç olarak yönetim, siyaset, ekonomi, hukuk gibi bütün alanlarla ilgili olarak kısıtlayıcı, yasaklayıcı bir anlayış ortaya çıkmıştır. Kilisenin bu baskıcı tutumu kısa sürede aykırı seslerin duyulmasına sebep olmuştur. Böylece dini hayatın bazı alanlarında uzaklaştırmaya dolayısıyla gerçekleştirilen baskıyı da azaltmaya ve hatta yok etmeye yönelik olarak bir takım fikirler öne sürülmüş ve halkın da bu yönde düşünceleri desteklemesi sağlanmıştır. Böylece Batı dünyası kendileri için oldukça yeni bir kavram olan ve fakat dinin baskıcı tutumundan bir kurtuluşu kendilerine gösteren bir kavramı kabullenmiş ve hayata geçirmiştir. Bu kavram dinin ve ilahi olanın hâkimiyetini kesinlikle reddeden ve neredeyse ilahi olan dışında her ne olursa olsun hâkimiyeti teslim edebilecek olan “Laiklik” kavramıdır. Buna göre Allah dışında pek çok şeyin hâkimiyeti kabul edilebilir.

Kanaatimizce bu iki yaklaşımın da kendi kapsamında haklılık payları olmakla birlikte tam doğru bir algılayışı yansıtmadığını söyleyebiliriz. Mutlak hâkimiyetin tam ve eksiksiz olarak Allah’a ait olduğunu söylerken Allah’ın bu hâkimiyetini yeryüzünde yaşayan bir insan olan elçisi kanalıyla gerçekleştirdiğini iddia etmek bir çelişkidir. Yine aynı şekilde yetkinin iki farklı özellikteki varlık tarafından eşit bir paylaşımla yürütülmesi de mümkün değildir. Çünkü Allah ve insan aynı yetkiyi paylaşacak denklikte değildir. Bu durumda rahatlıkla söyleyebiliriz ki Allah hâkimiyetini değişmez hükümleriyle gerçekleştirir. O bir yandan hiçbir surette değişmez hükümler ortaya koyarken bir yandan da insanların serbest tercihler yapabilecekleri bazı alanlar da sunmaktadır. Fakat bu alanlarda hareket etmenin şartı da değişmez hükümlere aykırı eylemlerde bulunmamaktır. İnsanlığın yararına olan ve Allah’ın hükümlerine de zıtlık teşkil etmeyen her türlü uygulama ve görüş kabul edilebilir diyebiliriz.

İnsanlar üzerinde “hüküm” Allah’a aitken, “iktidar” insanların kendi aralarında paylaştıkları bir güçtür. Burada “Zamanın değişmesiyle hükümler de

değişir” şeklindeki İslam hukuku prensibi de bize yol göstermektedir. “İslam hukukçuları İslam Şeriatı’nı iki bölümde değerlendirmektedirler.

1. İman ve ibadetler; 2. Dünya işleri.

Bu ayrımda Allah’ın değişmez hükümleri birinci kısmı oluşturmaktadır. İkincisi dünya işlerine, insanların maslahat ve muamelelerine müteallik meselelerdir.”51 Bu ikinci kısımda insanlar Allah’ın değişmez hükümlerine aykırı olmayacak tarzda muamelelerini gerçekleştirebilirler.

"Allah kendi zatını, kulların kendi aralarında çekiştikleri hususları ayıran ve ayırmakta olan özellikle ve çoğunlukla kıyamet günüde Allah'ın huzuruna haşrolundukları sırada aralarında hüküm veren otorite sahibi anlamında Hâkim olarak vasıflandırır. Yoksa bu hâkimlik, insanlığın otoriterliğini geçersiz kılan beşeri bir toplumdaki siyasi yöneticilik anlamında değildir. Zira Allah kullara yeryüzünde halifelik veren, onlara bağışladığı yetki nedeniyle yargılayan ve hüküm verendir. O'nun kıyamet gününde kulları arasında hüküm vermesi, cennetlikleri cennete, cehennemlikleri de cehenneme koyması ve verdiği bir hükümden dolayı koğuşturucu hiçbir kimsenin bulunmaması manasındadır." 52

"İslami hükümet, kuvvet ve otoritesini Allah'tan almaz. Bilakis halktan alır." 53 Bu yetki ve otoriteyi halka emanet eden ve ümmete bu konuda serbest hareket alanı sunan da “Hüküm” Sahibi Allah’tır.

2. Hâkimiyet Allah’ın Yeryüzündeki Vekillerine Aittir Anlayışı

Benzer Belgeler