• Sonuç bulunamadı

Hâkimiyet Allah’ın Yeryüzündeki Vekillerine Aittir Anlayışı

C. HÂKİMİYETİN SAHİBİ VE KAYNAĞI

2. Hâkimiyet Allah’ın Yeryüzündeki Vekillerine Aittir Anlayışı

Allah’a ait olduğunu ifade eden yorumların genel olarak dini bir bakış açısına sahip kişiler ve topluluklar tarafından dile getirildiğini söyleyebiliriz. Fakat bunun dışında devlet ve siyasette dini bakış açısından tamamen uzak bir yaklaşımı benimseyen, bir bakıma laik söylemi her fırsatta dile getiren bir diğer düşünce

51

Ogan, M. Raif, Hükümlerin Zaman İle Değişmesi, İslâmiyât, c.8, sy.4, Ekim-Aralık 2005, Özkan Matbaacılık, Ankara, 2006, s. 149–152.

52

Ammara, A.g.e. s. 57.

53

tarzından söz edebiliriz. Bu anlamda düşünülürse Hâkimiyetin yeryüzünde Allah’ın vekilleri eliyle kullanılması da söz konusu olmayacaktır.

Allah’ın yeryüzünde yönetim ve hâkimiyet alanıyla ilgili olarak bir vekil tayin etmesi düşüncesi ne dini bakış açısıyla ne de laik anlayışla bağdaştırılabilir. Mutlak hâkimiyetin Allah’a ait olduğunu iddia eden bir düşüncenin bunun arkasından Allah’ın, hâkimiyetini gerçekleştirebilmek için yeryüzünde vekillere gereksinim duyduğunu söylemesi bir bakıma kendi içinde çelişmektedir. Bununla birlikte İslam’ın laik bakış açısını tamamıyla benimsediği de söylenemez.

Çağımızda pek çok İslam ülkesinde halkın laiklik esasına dayanmayıp hukuki ve siyasi temelde İslam Devleti anlayışını savunması, laiklik ilkesinin anayasal olarak kabul edildiği ülkelerde ise laikliğin sürekli olarak tartışma konusu olması İslam âleminde laiklik meselesinin İslami açıdan genel kabul gören bir şey olmadığını açıkça gözler önüne sermektedir. Elbette burada laiklik esasının İslam dünyasında kabul görmemesinin bu harici etkenin yanı sıra dâhili bir takım tarihi, siyasi, içtimai ve dini sebepleri bulunduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Zira Batı’da laiklik kiliseden bağımsızlaşma şeklinde tezahür etmiştir. Zira Martin Luther’in Hıristiyan düşünüşüne getirdiği en devrimci görüş, bütün

insanların iman yoluyla “aracısız” olarak Tanrı ile ilişki kurması, herkesin kendinin rahibi olması düşüncesiydi. Böyle bir radikal düşünce doğal olarak, Tanrı ile kul arasındaki aracılar olan din adamları sınıfını, kilise örgütünü gereksiz kılıyordu54. Ne var ki İslam dünyası için aynı ihtiyaçtan söz etmek tarihi

açıdan mümkün değildir; çünkü İslam medeniyeti tarihinde kilise benzeri bir dinsel kurum, din adamları sınıfı ve tahakkümüne hiçbir dönemde tanık olunmamıştır.55

"İslam tarihi boyunca din ve siyaset arasında seküler anlayışı taşıyan ve İslami ilkeleri hayata uygulamada esneklik taraftarı olan İslami liderler ile peygamberin ilke ve hayat tarzına bire bir uyulması gerektiğine inanan

54

Şenel, A.g.e., s. 294.

55

Kırbaşoğlu, M. Hayri, İslam’ı Laikleştirme Girişimine Teolojik Katkının İmkânsızlığı Üzerine, İslâmiyât, c.8, sy.3, Temmuz-Eylül 2005, Özkan Matbaacılık, Anakara, 2006, s.145–146.

fundamentalistler arasında her zaman çatışma olmuştur."56 Fakat bu çatışma bazı düşünce ayrılıkları sebebiyle gerçekleşen tartışmalardan ibarettir. Liderlerin sonuç olarak temel aldıkları, kaynak olarak gördükleri iki önemli dayanakları vardır ve bunlar bütün liderler için ortaktır: Kur'an ve sünnet.

Rasulullah, kapsamında bağımsız düşünmesi halinde bizatihi algılayamayacağı "gayb" olayı bulunduğu için dini olan hususların kaynağını vahiy ve Kuran’ın teşkil ettiğini bildirmiştir. Dünyevi hususlara gelince, kapsamında devlet, siyaset ve toplumsal işler bulunması nedeniyle bu konulardaki tek kaynak toplumsal çıkarlardır. Din, "üst düzey modeller ve bu modellerin ortaya koyduğu tavsiyeler" çerçevesinde topyekûn ümmetin toplumsal çıkarlarıyla bağımlı olan insanlığa ait akıl ve deneyimden ibarettir.57

Allah’ın hâkimiyet yetkisini yeryüzündeki vekillerine devretmesi hususundaki düşünceler esasında ne dini bakış açısıyla ne de laik söylemle bağdaşmamaktadır. Zira Allah kullarının yaratıcısı, yaratıklarının tek hâkimi, düzenleyicisi ve yargılayıcısıdır. O bu özellikleri konusunda herhangi bir yetki paylaşımına gereksinim duymaz. Ve dilediği zaman dilediği şekilde yarattıklarına müdahale etmesine hiçbir güç mani olamaz. Allah din ve dünya işleri şeklinde bir ayrım olmaksızın genel ve değişmez hükümlerin sahibidir. Bu değişmez hükümlerin içerisinde kullarına geniş yetkiler sunan, tercihlerini gerçekleştirebilecekleri serbest alanlar da bırakmıştır. Fakat kulların hiçbir zaman Allah’ın hükümlerine aykırı hareket etmemeleri de şart olarak bildirilmiştir. Allah “hükm”ün sahibi iken kul yeryüzündeki “yetkinin, iktidarın” sahibidir. Bu yetki nasıl ve ne şekilde olursa olsun Allah’ın koyduğu prensiplere aykırı olmadığı sürece kabul edilebilir niteliktedir. Örneğin devletin yönetim şekli ne olursa olsun, her anlamda adaleti sağlayacak bir yapıda olmalıdır. Yönetimde “adalet” Allah tarafından konmuş olan hükümdür, bunu sağlayacak olan yönetim de ister teokrasi olsun, ister demokrasi, oligarşi vs… kabul edilebilir.

56

Heywood, Andrew, Siyasi İdeolojiler, (tr. Ahmet Kemal Bayram), Adres Yay., Şubat 2007, Ankara, s.366.

57

Konuyla ilgili olarak Kuran’ı Kerim’in yaklaşımına bakıldığında "Kur'an-ı Kerim'de fertlerin hâkimiyeti konusunda farklı kavramların kullanıldığı görülmektedir.

Örneğin; Hz. Davut'un yöneticiliğinde "halife" kavramı, Hz. İbrahim'in yöneticiliğinde "imam" kavramı,

Hz. Musa'nın yöneticiliğinde "melik" kavramı kullanılmıştır."58 Görüldüğü gibi ister halife, imam veya melik olsun yönetimde önemli olan adaletin sağlanmasıdır. Yönetimi elinde bulunduranlara da farklı isimlerin verilmesi bu hükmü değiştirmez.

"'Hâkimiyet, kayıtsız şartsız milletindir' sloganında yönetme ve hüküm koyma hakkının kime ait olduğunu tespit ön plandadır. Bu siyasi rejimle ilgili bir tercihtir. Mahiyet olarak milletini gücünün üstünde hiçbir gücün olmadığını iddia ve ifade eder. Bu sloganla ifade edilen mahiyet demokrasiye inananlar için doğru, hâkimiyetin kayıtsız ve şartsız Allah'ın olduğuna iman eden müminler için ise batıldır. İslami ıstılahta "mükellefin fiillerine iktiza eden hitabı ilahinin eserine hüküm denilir" şeklinde tarif edilmiştir. Çoğu ahkâmdır. Kur'an-ı Kerim'de Resul- i Ekrem (s.a.v)'e hitaben: "(Ve şu emri indirdik) İnsanlar arasında, Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmet! Sakın onların hevalarına uyma"(Maide:49) emri verilmiştir. Dolayısıyla hiç kimsenin Allah'ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve o hükümlerin yerine geçmek üzere hüküm icat etme hakkı yoktur."59

D. MEVDUDİ’NİN HÂKİMİYET ANLAYIŞI

Benzer Belgeler